Gorbaçov tarafından ileri sürülen ve sosyalizmin sorunlarını çözmek adına kapitalizmin öğelerine başvurmak niteliğindeki glasnost ve perestroyka politikaları, bu sorunları çözmek yerine, Sovyet iktidarının çöküp sosyalizmin yıkılması ve kapitalizmin restorasyonu koşullarını hazırladı.
SÜHA ILGAZ
Sosyalizm deneylerinden çıkartılan derslerle işçi sınıfının komünist programının geliştirilmesi çabalarının bir parçası olarak Sovyetler Birliği’nin gelişimi ve yıkılışının değerlendirilmesi, Sovyet iktidarının tarihi boyunca geçirdiği aşamaların, ayrı birer dönem olarak ayırt edici özellikleriyle incelenerek ele alınmasını içerir. Bu tarihsel sürecin en belirgin noktaları, Sovyetler Birliği’nin, Ekim Devrimiyle doğduğu an ile çok boyutlu bir krizin içerisinde ulusal cumhuriyetlerine bölünerek dağılıp yıkıldığı andır. İşçi sınıfının sosyalist iktidarı olarak doğup dünya ölçeğinde bir güce ve belirleyiciliğe ulaşan Sovyetlerin –yıkılmasıyla sonuçlanan sürecin başını çekenlerin de öngörmedikleri bir hızla– dağılma noktasına gelmesi, olağanüstü bir çarpıcılıktadır. Tarihsel önemdeki gelişme, nispeten kısa bir süre içinde, sürecin tamamı açısından bakıldığında birden ortaya çıkmıştır; ama yıkıma yol açan etkenler, bütün bir tarihsel süreçte üst üste eklenmiş, içinden geçilen çeşitli aşamalarda biriken sorunlar, gerileme ve bozulmalar bu sonucu doğurmuştur.
Sovyetler Birliği’nin yıkılmasıyla sonuçlanan dönemi belirleyen, karşı karşıya olunan sorunlara yönelik glasnost ve perestroyka olarak bilinen reform girişimidir. Bu reformla çözülmek istenen sorunlar, ekonomik gelişmenin durmasında, –emperyalizmle rekabet ve silahlanma yarışı sorununun üstesinden gelinememesine de yol açan– tıkanıklıkta odaklanmaktadır. Gelişmenin durması ve tıkanıklığın kaynağında ise, doğrudan üreticilerin, işçi sınıfının yabancılaşması yatmaktadır.
İşçi sınıfının yabancılaşması sorunu, Sovyet iktidarının tarihi boyunca yaşanan dönemler sırasında farklı boyutlar aldı. Sovyetler işçi sınıfının sosyalist iktidarı olarak doğmuştu; ama daha Sovyetlerin oluşumu sürecinde belirmeye başlayan işçi sınıfının devlet yönetimine yığınsal katılımındaki eksiklik, geri çekilme, iç savaş sırasında yönetimi öncü kesimine, komünist partisine bırakmasına kadar vardı. NEP döneminde, parti ile devletin çakışması yerleşiklik kazanırken yönetime katılımda eşitsizlik partinin kendi içine de yansıyordu. Sosyalist inşa döneminde yönetim parti aygıtına kadar daraldı. Parti ve devletin ileri gelenlerinin önemli bir kesiminin tasfiye ve imha edildiği ‘Büyük Temizlik’ ile yönetim Stalin’in şahsında bireysel düzeye kadar inerken ‘Büyük Yurtsever Savaş’ sırasında Stalin’in parti aygıtına ek olarak devlet ve güvenlik aygıtlarını doğrudan kendisine bağlamasıyla, işçi sınıfının kendi devletini doğrudan yönetmekten uzaklaşması, siyasi yabancılaşma da, en üst noktasına ulaşıyordu.
Siyasi yabancılaşmanın üzerine eklenen, sosyalist ideolojik egemenlikteki –özellikle savaş döneminde ulusal seferberlik adına burjuva ideolojik unsurlara yönelme biçiminde– gerileme, revizyonizmin hakimiyetine ve toplumun, işçi sınıfının sosyalist ideolojiden uzaklaşmasına, ideolojik yabancılaşmasına vardı (Kurtuluş Sosyalist Dergi 11, Ekim 2005, s. 84). 1956’daki Yirminci Parti Kongresinde revizyonizmin hakim olması, aynı zamanda bürokratlaşmanın ulaştığı son aşamaya, maddi ayrıcalıklara sahip bürokrasinin iktidarına karşılık geliyordu. Yabancılaşmanın en önemli boyutu ise, işçi sınıfının üretim karşısında, üretim araçları ve emeğinin ürünleri karşısında yabancılaşmasıydı, ekonomik yabancılaşmaydı. Sosyalizmin inşası ile kapitalizmin ve meta üretiminin yarattığı yabancılaşma ortadan kalkmasına rağmen, bu tarihsel süreçte giderek gelişen –yeni toplumsal koşullara özgü– farklı nitelikteki yabancılaşma, sosyalizmin üstünlüğünün dayandığı yığınsal inisiyatifin kaybedilmesine yol açıyordu.
Bürokrasinin revizyonist politikası, öncelikle sosyalizmin kazanımlarından yaşam koşullarını hemen iyileştirmek için yararlanmaya dayanıyordu. Uzun vadeli çıkarları anlık çıkarlara feda eden bu politikayla üretim araçları yerine tüketim araçları üretimine ağırlık verilirken askeri harcamalara ayrılan kaynakları azaltabilmek için de ‘yumuşama’ ve ‘silahsızlanma’ çabaları öne çıkıyordu. Yirmi yılda komünizmin üst aşamasına geçmek hedefi konup abartılı hedeflerle kampanyalar gerçekleştiriliyordu. Bu sırada karşılaşılan sorunların nedeni olarak merkeziyetçilik, merkezi planlama görülüyor, bir yandan ekonomi yönetiminin –merkezi planlamanın zayıflatılarak bölgesel yönetimin ya da işletmelerin inisiyatiflerinin güçlendirilmesi biçiminde– düzenlenmesi diğer yandan maddi teşvik ve kârlılık gibi piyasa unsurlarına başvurulması yönünde reformlar gündeme getiriliyordu. Reform adına meta ekonomisinden ödünç alınan düzenlemeler, tutarsızlıklara, dengesizliklere ve büsbütün bozulmalara neden olarak sosyalizmi deforme etmekten öteye gitmedi. 1956’da kabul edilen Altıncı Beş Yıllık Planın daha bir yıl içinde geri çekilmesinde olduğu gibi, başarısız kalan Hruşçov reformları da, daha sonra 1960’ların ortalarındaki Kosigin reformları da hedeflerine ulaşamadan durduruldu, gerçekleştirilen düzenleme ve uygulamalar büyük ölçüde geri çevrildi.
Ancak, revizyonizmin meta üretiminin sosyalizmde de geçerli olduğu anlayışı, 1961’de SBKP Yirmi İkinci Kongresinde kabul edilen parti programında da yer almasıyla, program düzeyine çıkartıldı. Temelde ekonomik yabancılaşmadan kaynaklanan sorunlara yönelik olarak, revizyonist politika doğrultusunda başvurulan düzenlemelerin ekonominin dengelerini ve işleyişini bozması, ayrıca maddi ayrıcalıkların ve toplumsal bozulmaların gelişmesi, işçi sınıfının yabancılaşmasını daha da derinleştirdi. Bürokrasi, 1977 Anayasasıyla iktidarını hukukileştirdiğinde ise, Sovyet tarihi boyunca gelişip biriken sorunları komünizm doğrultusunda çözebilmek için, işçi sınıfının önünde politik devrimden başka seçenek kalmıyordu (Kurtuluş Sosyalist Dergi 12, Haziran 2007, s. 89).
Hızla refaha ulaşmak adına, sosyalizmin sorunlarına çözümü meta ekonomisi unsurlarına başvurmakta arayan bürokrasinin piyasacı reformları başarısız kalmış, sosyalizmin kazanımlarının tüketilmesine, ilerlemenin aksamasına neden olmuştu. Tek yanlı kampanya ve düzenlemeler ekonominin dengelerini bozup dağınıklığa yol açarken kargaşaya son vermek amaçlı istikrar yönelimi de durgunluğa varmıştı. Ekonomik gelişme, büyüme, 1970’lerde giderek yavaşladı, durakladı ve 1980’lerin başında artık tıkanıklığa girdi. Sosyalist inşa sırasında yüzde 20’lerin üzerinde olağanüstü oranlara ulaşan yıllık büyüme hızı, içine girilen durgunlukla yüzde 1’lere kadar geriledi. Durgunluk ve tıkanıklık yeniden reform arayışlarını besliyordu.
Kasım 1982’de 76 yaşında öldüğünde, Brejnev, ‘yaşlılar yönetimi’ diye de anılmaya başlanan durgunluk dönemini simgelemekteydi. Yerine SBKP Genel Sekreterliğine getirilen Andropov, Merkez Komite bölüm başkanları ve bölge sekreterlerinden bakanlara kadar parti ve devlet yönetiminde geniş çaplı yeniden görevlendirmeler gerçekleştirdi. Yapılan atamalarla yöneticilerin yaş ortalaması düşerken aralarında Gorbaçov’un da bulunduğu reform yanlıları önemli konumlara getirildi. Ancak sağlık durumu bozuk olan Andropov Şubat 1984’te öldü. Yerine geçen Çernenko da 72 yaşındaydı ve onun da sağlığı iyi değildi. Bu dönemde İkinci Sekreter olan Gorbaçov, Mart 1985’te Çernenko’nun ölümüyle, 54 yaşında Sovyetlerin yeni lideri oldu. Gorbaçov’un, SBKP Genel Sekreterliğine seçilmesi, Sovyet iktidarının kaderini belirleyecek son reform döneminin de başlangıcını simgeliyordu.
Gorbaçov Genel Sekreterliğe seçildikten bir ay sonra Nisan 1985’teki Merkez Komite plenumunda, Sovyetler Birliği’nin son reform dönemini başlatan politikayı ortaya koydu. Ekonomik büyüme hızının düşerek durma noktasına gelmesi, yaratıcılığın, bilimsel ilerleme kuvvetinin kaybedilmesi, toplumsal yozlaşma ve bozulmanın ortaya çıkması biçiminde anlatılan ve ‘sosyo-ekonomik gelişmenin frenlenmesi’, ‘durgunluk’ olarak adlandırılan koşullar karşısında ‘sosyo-ekonomik gelişmeyi hızlandırma’ (uskoreniye) kavramı benimsendi. Haziran 1985’teki Merkez Komite toplantısında da, sert tartışmalar, yoğun (entansif) ekonomik büyümeye geçişin sorunları üzerinde odaklanıyordu. SBKP 27. Kongresinin hazırlıkları ise, Gorbaçov’un liderliğinin ve yeni politika değişikliğinin öncesinde başlamıştı. Gündeminde, partinin program ve tüzük değişikliği ile 12. Beş Yıllık Plan ve 2000 yılına kadarki dönem için ekonomik gelişme perspektifi bulunan kongre, –ertelenmesi konusunda bir tartışma yaşanmasına rağmen– olağan tarihinde, Şubat 1986’da, 4993 delegeyle toplandı.
Siyasi raporu Gorbaçov’un sunduğu ve yeni parti programının ‘yeni redaksiyon’ nitelemesiyle kabul edildiği 27. Kongre tartışmaları ve belgelerinde yeni politika belirgin biçimde ortaya kondu. Önceki döneme ilişkin ve yeni politikanın dayandığı eleştiriler, kongrenin siyasi rapor üzerine kararında da yer alıyordu:
“Başarılanların hakkını vermekle birlikte, Kongre, aynı zamanda, 1970’ler ve 1980’lerin başında kendilerini hissettiren zorluklara ve olumsuz süreçlere dikkat çeker. O sırada, ekonomik büyümenin ve emek üretkenliğinin gelişmesinin hızları belirgin biçimde düşmüş, diğer bazı verimlilik göstergeleri inişe geçmiş, bilimsel ve teknolojik ilerleme yavaşlamış ve ekonomide dengesizlikler daha da büyümüştü. Beş yıllık plan hedeflerine ulaşılamamış ve toplumsal yükümlülükler bütünüyle yerine getirilememişti. Kongre, gecikmelerin ana nedenini, ekonomik durumun değişiminin siyasi değerlendirmesinin zamanında yapılmasındaki eksiklik; ekonominin gelişmesinde yoğun [intensive] yöntemlere geçilmesi için acil ve şiddetli gerekliliğin anlaşılmaması; aynı şekilde, ekonomik politikanın, ekonomik mekanizmanın ve ekonomik faaliyetimizin psikolojisinin yeniden ayarlanmasına ilişkin acil sorunlarla başa çıkmakta gereken sebat ve tutarlılığın gösterilmemesi olarak görür.” (Siyasi Rapor, s. 137)
Bu sorunlara çözüm olarak ileri sürülen politikanın ana hatlarını ise, sosyo-ekonomik alanda, meta ekonomisine yönelen ‘sosyo-ekonomik gelişmenin hızlandırılması stratejisi’; devlet ve yönetim alanında, ‘sosyalist demokrasi’ ve ‘halkın öz-yönetimi’ sözleri edilen ‘demokratikleşme’; dış politika alanında, emperyalizmin dayattığı silahlanma yarışı karşısında ‘barışçıl rekabet’; parti ve ideoloji alanında da, bürokrasi ve ‘dogmatizme’ karşı, ‘yaratıcılık’ ve yenilenme oluşturuyordu. Gorbaçov’un raporunda vurgulanan bu politikalar, kongrede kabul edilen programa da girerek daha genel ve kesin bir ifade kazanıyordu.
Yeni politikanın en ağırlıklı kısmı ekonomik boyutuydu. Durgunluktan çıkabilmek için ekonomik gelişmenin hızlandırılması vurgulanıyor, yeni stratejiyle teknolojinin modernizasyonu ve yoğun büyümeye geçiş hedefleniyordu. Bu hedefe ulaşmanın yöntemi olarak ise meta ilişkilerine başvurulması öne sürülüyor, yapısal değişikliklerden söz ediliyordu.
Gorbaçov, kongreye sunduğu siyasi raporda, hızlandırma politikasını şöyle tanımlıyordu:
“Hızlandırmayla ne demek istiyoruz? Öncelikle, ekonomik büyüme hızını yükseltmeyi kastediyoruz. Ama hepsi bu değil. Hızlandırma özünde büyümede yeni bir nitelik demektir: bilimsel ve teknolojik ilerleme temelinde üretimin her yönüyle yoğunlaştırılması, ekonominin yapısal yeniden inşası, etkin yönetim ve çalışmanın örgütlenme ve teşvik biçimleridir.” (Gorbaçov, Siyasi Rapor, s. 28)
Ekonomide yapısal değişiklik kavramı, 27. Kongrede kabul edilen programda da yer alıyordu:
“Yoğunlaştırmaya geçmek, ciddi ekonomik yapısal değişimler gerektirir.” (Program, s. 31)
Sovyet iktidarının yıkılıp kapitalizme dönülmesiyle, toplumsal sistemin, sosyo-ekonomik yapının değişmesine karşılık geldiği artık inkar edilemeyecek olan bu yapısal değişiklik hedefiyle birlikte, teknolojik ilerleme, modernizasyon ve yoğun büyüme için yönetimde verimlilik vurgulanıp meta - para ilişkileri öne çıkartılıyordu. Kongrenin siyasi rapor üzerine kararında, meta - para ilişkilerinin yanı sıra sosyalist mülkiyet ve bağımsız işletmeler konuları da araştırma - tartışma gündemine alınıyordu:
“Teorik yönetim konularına ilişkin, her şeyden önce, sosyalizmde üretici güçler ile üretim ilişkilerinin etkileşiminin diyalektiğine, sosyalist mülkiyetin zenginleştirilmesine, meta - para ilişkilerinin kullanılmasına ve ekonomik işletmelerin bağımsızlığıyla merkeziyetçiliğin kaynaştırılmasına ilişkin araştırmaların geliştirilmesi zorunludur.” (Siyasi Rapor, s. 141)
Henüz araştırma, tartışma gündemine almak düzeyinde de olsa, işletmelerin bağımsızlaştırılmasıyla, üretimin merkezi olarak planlanıp gerçekleştirilen niteliğinin tasfiyesinin ve ‘zenginleştirme’ adına toplumsal mülkiyetten uzaklaşmanın, –sonunda özel mülkiyete varacak– farklı mülkiyet biçimlerinin gelişiminin kapısı aralanıyordu. Öte yandan, meta ilişkileri ile bağlantılı olarak, fiyat oluşumu, finans ve kredi konuları gibi, işletmelerin kendi kendine mali yeterliliği konularına da ön planda yer veriliyordu:
“birlik ve işletmelerin, rol ve bağımsızlıklarını olduğu gibi, gerçek maliyet muhasebesi, kendi kendine yeterlilik ve kendi kendini finanse etme temelinde ve işyeri kolektiflerinin gelirlerini çalışmalarının verimliliğine bağlayarak mümkün en iyi sonuçları elde etmede çıkar ve sorumluluklarını da geliştirmeliyiz.” (Siyasi Rapor, s. 140)
“Parti, maliyet muhasebesinin verimliliğinin geliştirilip daha da iyileştirilmesini ve bununla tutarlı biçimde, ekonomik kaldıraçların artırılıp üst örgütlenmeler tarafından saptanan göstergelerin sayısı azaltılırken işletme ve birliklerin tam ölçekli maliyet muhasebesine geçirilmesini gerekli görür. ... Kaldıraç ve teşvikler sistemi, bilimsel ve teknolojik ilerlemeyi hızlandırmakta başarılı olan, daha iyi ürünler çıkartan ve üretimin kârlılığını artıran çalışma kolektiflerine gerçek çıkar sağlamalıdır. Birlik ve işletmelerin kazanılan parayı üretimi geliştirmek, işgücü için maddi teşvikler sağlamak ve toplumsal sorunları çözümlemek için kullanma fırsat ve hakları büyüyecek.” (Program, s. 38)
İşletmelerin mali yeterliliğine uzanan meta ilişkilerinin savunulmasına paralel olarak toplumsal mülkiyeti zayıflatmak, yıpratmak doğrultusunda ilk işaretler de bu belgelerde belirmeye başlıyordu:
“gelecekte kaynaşmaları perspektifiyle, kolektif-çiftlik ve kooperatif mülkiyet ile bir bütün olarak halkın mülkiyetinin daha yakınlaştırılması” (Program, s. 28)
Ekim Devriminin ardından, üretimin toplumsallaştırılmasının devlet eliyle üretim araçlarına el konmasından ibaret olmadığına işaret edilmekle birlikte, toplumsallaştırmalar devletleştirme biçiminde gerçekleşmişti (Kurtuluş Sosyalist Dergi 2, Şubat 2002, s. 65). Kolhoz ve kooperatiflerin ise, dar, bütün toplum yerine grupla sınırlı ölçekleri nedeniyle, sosyalist mülkiyet açısından koşullu ve sınırlı niteliği vurgulanmıştı (Kurtuluş Sosyalist Dergi 10, Ocak 2005, s. 51). Dolayısıyla, kooperatif mülkiyetin devlet (kamu ya da bütün halkın) mülkiyeti düzeyine yükseltilmesi kavramı yerine ikisinin birbirine yaklaştırılması kavramının geçirilmesiyle toplumsal mülkiyete karşı derinden ve belli belirsiz bir saldırı başlatılmış oluyordu. Aynı zamanda, toplumsal mülkiyete saldırıda kooperatiflerin başrolü oynamasının işaretleri de ortaya çıkıyordu:
“ekonominin kolektif-çiftlik ve kooperatif sektörünün olanaklarının daha tam bir kullanımı” (Program, s. 35)
Meta ilişkilerinin geliştirilmesi ve toplumsal mülkiyetin zayıflatılması yöneliminin diğer yüzü, ücretlerin eşitlenme eğilimini ‘asalaklık’ düzeyinde değerlendirecek kadar gelir farklılıklarının tırmandırılmasının savunulmasına karşılık geliyordu:
“Kongre, çalışma ve tüketimin ölçüsü üzerinde denetimin sıkılaştırılmasını, ücret ve maaşların emek üretkenliğine ve çalışmanın nitelik göstergelerine daha sıkı olarak bağlanmasını gerekli görür. Ücret eşitlenmesi sıkı biçimde ortadan kaldırılmalı ve kazanılmamış para ve hak edilmemiş ikramiyelerin ödenmesi durdurulmalıdır; kazanılmamış gelirlerle uzlaşmazca savaşmak ve ‘Herkesten yeteneğine göre, herkese çalışmasına göre’ biçimindeki sosyalizmin temel ilkesinden diğer sapmaları kökünden sökmek zorunludur. Yakın gelecekte, asalaklara, sosyalist mülkiyeti yağmalayanlara ve rüşvet yiyicilere karşı ek önlemler alınmalıdır.” (Siyasi Rapor, s. 142)
Çalışmaya ilgisizlik, israf, verimsizlik, disiplinsizlik, işe gelmeme, alkolizm ya da rüşvet ve çeşitli bozulmalar, yabancılaşma ve tıkanıklığa eşlik eden sorunlardı (Kurtuluş Sosyalist Dergi 3, Mayıs 2002, s. 110). Yeni politika ise, sosyalizmin sorunlarını sosyalizme uygun araç ve yöntemlerle, işçi sınıfının sosyalist inisiyatifiyle değil, meta ilişkileriyle, kapitalizmin araçlarıyla aşmayı hedefliyordu. Bu politika doğrultusunda da, mevcut sorunlar piyasacı önlemlere gerekçe olarak öne çıkartılıp kullanılır, istismar edilirken, aslında, –toplumsal yapıyı bütünüyle değiştirmeye yönelik saldırının bir parçası olarak– insanların gelir ve maddi yaşam düzeyleri arasındaki farklılıkların, uçurumların giderilmesi gibi sosyalizmin kazanımı olan değerlere karşı da, meta ilişkilerinin gereği olan eşitsizlik ve rekabetin yüceltilmesi yönünde bir saldırı başlatılıyordu.
SBKP’nin en üst organı olarak kongre kararları ve yeni programla, yeni politika en üst düzeyde benimsenmiş oldu. 27. Kongrenin ardından benimsenen politikanın uygulanması çabaları ön plana geçti. Haziran 1986’da Merkez Komite plenumu, imalat sanayisinde köklü bir modernizasyon planı kabul etti. Ancak varolan yapıyla çelişen yeni politika, –en üst düzeyde SBKP kongresi tarafından kongre kararlarıyla kabul edilmiş olmasına rağmen– gerçekleştirilmeye çalışıldığında dirençle karşılaşılıyor, uygulamaya konamıyordu.
Ocak 1987’deki Merkez Komite plenumunun gündemini, yeni politikaya direncin aşılması oluşturuyordu. Parti, devlet ve ekonomi yönetiminden kaynaklanan direnci kırabilmek için, ‘frenleme mekanizmasını ortadan kaldırıp etkin bir hızlandırma mekanizması yaratmak’ olarak nitelenen bir ‘demokratikleşme’ programı ileri sürüldü. Yeni politikanın başarısını ve geri dönülmezliğini sağlamak adına, ‘sosyalist demokrasi’, ‘özyönetim’ ifadeleriyle kitlelere seslenildi. ‘Glasnost’ (açıklık) ise, ‘demokratikleşme’ sloganıyla başlatılan, çok-adaylı seçimler vurgusuyla sürdürülen kampanyanın en yaygın tanınıp bilinen yönüydü.
‘Glasnost’ ve ‘demokratikleşme’ kampanyasına da dayanılarak ‘perestroyka’ (yeniden yapılanma) vurgulamasıyla ekonomik yapının değiştirilmesi doğrultusunda yeni adımlar gündeme geldi. Haziran 1987’de Merkez Komite plenumunda kabul edilen “Ekonomik Yönetimin Köklü Yeniden Yapılandırılması İlkeleri”, ‘NEP’ten beri en önemli ve kökten ekonomik reform programı’ ve aynı zamanda da ‘sosyalist ekonomik modelin tamamlanması’ olarak niteleniyordu. Ekonomi yönetiminde ağırlığı ‘idari yöntemlerden ekonomik yöntemlere’ kaydıracağı söylenen reform, öncelikle, işletme ve birliklerin bağımsızlığını artırmaya, ‘tam maliyet muhasebesi’ ve kendi kendini finanse etmeye geçmeye, kolektifin kârlarının verimliliğiyle orantılı olmasına dayandırılıyor; planlama, fiyat oluşumu, finans ve kredi mekanizması, malzeme ve ürün tedariki, bilimsel ve teknik ilerlemenin, çalışma hayatının ve sosyal alanın yönetimi ile dış ticaret konularında köklü düzenlemeler içeriyordu. Reformun iki üç yıl içinde ‘aşırı merkeziyetçi yönetim sisteminden’ çıkılmasını sağlayacağı ileri sürülüyordu. Perestroykanın öngördüğü ‘reformu’ gerçekleştirmek amacıyla, “Ekonomik Yönetimin Köklü Yeniden Yapılandırılması İlkeleri” doğrultusunda hazırlanan Devlet İşletmeleri Yasası ise, plenumun hemen ardından Temmuz 1987’de toplanan Yüksek Sovyet’te, 1 Ocak 1988’de yürürlüğe girmek üzere kabul edildi.
Ekim Devriminin 70. yıldönümünde, Kasım 1987’de, perestroyka doğrultusunda gelişmeler ortaya çıkmaya başlıyordu. İşletmeler ‘mali kendi kendine yeterlilik’ uygulamasıyla iflas edebiliyor, kooperatiflerin alanları genişletiliyor, küçük üretim ölçeğinde bireysel girişimler görülüyor, yabancı ortaklı şirketler kurulabiliyordu. Meta ilişkileri doğrultusundaki gelişmelerin bir parçası olarak sübvansiyonlar kısılıyor, gerçek ücretler aşağı çekiliyordu. Bu gelişmelere tepkiler de oluşuyordu, –Gorbaçov’un Merkez Komite’ye yaptığı konuşmada sözünü ettiği Kamaz kamyon fabrikasındaki gibi– işçiler greve çıkabiliyordu. Öte yandan işletmelerde müdür seçimi gündeme gelirken yerel seçimler de çok adaylı gerçekleştirilmişti. Ancak bu gelişmeler, son derece küçük bir ölçekte kalıyor, toplumsal yapı bir bütün olarak değiştirilemiyordu. Bu durumda, yapısal değişime karşı direnci yıkabilmek için, öncelik politik sistemin reformuna verildi. Bu amaçla, Haziran 1988’de toplanmak üzere –1941’den beri ilk defa– bir SBKP Konferansı düzenlenirken, Gorbaçov da konferans öncesinde yeni politikayı bütünlüklü olarak savunduğu Perestroyka adlı kitabını yayınlıyordu.
Gorbaçov, kitabında perestroykanın sosyo-ekonomik yapıda devrim olduğunu anlatıyor, bunun önünde direnen politik sistemin yıkılmasını, değiştirilmesini vurguluyordu:
“... perestroyka devrimdir.” (Gorbaçov, Perestroyka, s. 49)
“... devrim inşa anlamına gelir ama aynı zamanda da daima yıkımı içerir. Devrim, eskimiş, durağan ve hızlı ilerlemeyi engelleyen her şeyin yıkılmasını gerektirir. Yıkım olmadan inşaat alanını temizleyemezsiniz. Perestroyka aynı zamanda toplumsal ve ekonomik gelişmeyi durduran engellerin, zamanı geçmiş ekonomi yönetimi yöntemlerinin ve dogmatik şabloncu zihniyetin kararlı ve kökten ortadan kaldırılması demektir. ... elbette yıkım çelişkileri ve bazen eski ile yeni arasında keskin çatışmaları kışkırtır. Patlayan bombalar ya da atılan mermiler yok tabii, ama yolu tıkayanlar direniyor.” (Gorbaçov, Perestroyka, s. 51-52)
“Dinamik, devrimci perestroykanın makul seçeneği yoktur. Seçeneği, durgunluğun sürmesidir.” (Gorbaçov, Perestroyka, s. 58)
Savunduğu yapısal değişimin, devrimin, kapitalizme dönüş ve sosyalizmin yıkılması anlamına geldiği, karşıdevrim olduğu bugün tarih tarafından kanıtlanmış olan Gorbaçov, sosyo-ekonomik yapının perestroyka ile çözülmek istenen sorunları arasında, başta yabancılaşma sorununu gösteriyordu:
“Devlet ve ekonomik kurumlar, işyeri kolektifleri ve tezgah başındaki işçiler arasında zayıflayan bağların ve bunların sosyalist toplumun gelişmesindeki rollerinin küçümsenmesinin neden olduğu belirli bir yabancılaşma, hâlâ bozucu bir etkiye sahip.” (Gorbaçov, Perestroyka, s. 102-103)
“Yeniden yapılanmanın ilk görevi –başarılı olabilmek için gerekli, vazgeçilmez koşul– ‘uyuyan’ insanları ‘uyandırıp’ onları gerçekten aktif ve ilgili hale getirmek, herkesin kendini ülkenin, işletme, büro ya da kurumunun efendisi hissetmesini sağlamaktır.” (Gorbaçov, Perestroyka, s. 29)
Yabancılaşmayı ise, Gorbaçov, eşitlenen yüksek ücretler, işsizliğin bulunmaması, sosyal haklar gibi sosyalizmin kazanımlarının varlığına bağlıyordu:
“toplumumuzdaki yüksek sosyal güvence düzeyi ... bazılarını asalak yapıyor.
Fiilen hiç işsizlik yok. ... İnsanların maddi yardım aldığı sosyal fonlarda birikmiş muazzam miktarda paramız var.” (Gorbaçov, Perestroyka, s. 30)
“... sosyalizmin eşitlikçilikle ilgisi yok.” (Gorbaçov, Perestroyka, s. 100)
İşçilerin, doğrudan üreticilerin çalışmaya ilgisizliği ve yabancılaşma sorununun çözümünde meta ilişkilerine başvurulmasını öngören Gorbaçov, bunun için ‘yaratıcı’ olunmasını, yerleşik kavramların değiştirilmesini istiyor, yeni mülkiyet ve ekonomik örgütlenme biçimleri bulunmasını savunuyordu:
“O sırada, sosyalist toplumun gelişmesinin aşırı koşullarda ortaya çıkan biçimleri, Stalin’in otoritesiyle mutlaklaştırılmış, sosyalizmin tek mümkün biçimleri olarak görülmüştü.” (Gorbaçov, Perestroyka, s. 48)
“... meta - para ilişkilerinin rolüne ve sosyalizmde değer kanununa karşı önyargılı bir tutum alınmış ve sıklıkla bunların sosyalizme karşıt ve yabancı oldukları ileri sürülmüştü. Bütün bunlar kâr - zarar muhasebesinin küçümsenmesiyle birleşerek fiyatlandırmada karışıklık ve para dolaşımında umursamazlığa yol açmıştı.”(Gorbaçov, Perestroyka, s. 47)
“... sosyalist mülkiyetin ve ekonominin örgütlenmesinin en etkin biçimlerini bulmalıyız.” (Gorbaçov, Perestroyka, s. 83)
Bu perspektifle, işletmelerin tam maliyet muhasebesiyle mali kendi kendine yeterliliklerinin sağlanması ve –merkezi plan uyarınca devlet siparişlerini gerçekleştirmek yerine– ‘sosyalist’ piyasada rekabet etmeleri savunulurken, öncelikle tarımda, kolektif sözleşmeler, aile sözleşmeleri, kiralama sözleşmeleri ile bireysel para kazanma ve zenginleşme gündeme getiriliyordu:
“Bugün, bu kolektif ve devlet çiftlikleri çerçevesinde, kolektif, aile ve kira sözleşmeleri üzerinden, bireyin çıkarlarıyla daha sağlam ve doğrudan bir bağ sağlamalıyız.” (Gorbaçov, Perestroyka, s. 97)
“Sözleşmeli ve aile işletmesi çiftlik kolektifleri örneğinden insanlarımızın mülk sahipliği rolünü ne kadar özlediği açıktır. Yalnızca daha çok kazanmak istemiyorlar –bu tamamen anlaşılabilir– bunu dürüstçe yapmak istiyorlar. Para kazanmak istiyorlar, devletin sırtından geçinmek değil. Bu arzu, bütünüyle sosyalist bir ruhu içerir, bu yüzden hiçbir sınırlama olmamalıdır – kişi ne kadar kazanırsa o kadar eline geçmelidir. Öte yandan, kişinin kazanmadığını almasına izin vermemeliyiz.” (Gorbaçov, Perestroyka, s. 98)
Bireysel girişimci ruhun, zenginleşme arzusunun geliştirildiği meta ilişkilerinin bir adım ötesi, metalaştırılan işgücünün işsizlikle denetlenmesidir. Kadının aile görevlerinin öne çıkartılarak eve yöneltilmesi ise, işgücünün (çalışanların sayısının) daraltılması ve çalışma üzerinde, bireysel mülk ve çıkar, gelir farklılaşması ve işsizlik zorlama aracı olarak kullanılarak disiplin sağlanması yönelimiyle uyumluydu:
“Bilimsel araştırmayla uğraşan, inşaat alanlarında, üretimde ve hizmetlerde çalışan ve yaratıcı faaliyetlere katılan kadınların artık evde gündelik görevlerini –ev işi, çocukların büyütülmesi ve iyi bir aile atmosferi yaratılması– yerine getirmeye yeterli zamanı yok. ... şimdi basında, kitle örgütlerinde, işte ve evde, kadınların tamamen kadınca görevlerine dönebilmeleri için ne yapmamız gerektiği sorunu konusunda ateşli tartışmalar yürütüyoruz.” (Gorbaçov, Perestroyka, s. 117)
Çözdüğü toplumsal sorunlar arasında kadınların özgürleştirilmesi de bulunan Ekim Devrimi’nin 70. yılında, perestroyka çerçevesinde, kadınları ‘kadınca görevlerinin, ev işlerinin başına döndürme’ girişimleri utanç verici biçimde dile getiriliyordu. Öte yandan, toplumsal sorunların meta ilişkilerine başvurularak çözümlenmesi çabası olarak perestroyka, varolan sosyo-ekonomik yapıyla çelişip çatıştığı ölçüde dirence yol açıyor ve bu direncin üstesinden gelebilmek için ‘demokrasi’ söylemiyle tabana, kitlelere sesleniliyordu:
“Aşağıdan destek almadan, üst yönetim kademelerinde reform yapmak için tekrarlanan girişimlerin, sayısız hak ve ayrıcalıklarından vazgeçmek istemeyen yönetim aygıtının inatçı direnişi yüzünden başarısız olduğu geçmiş tecrübemizi de dikkate alıyoruz. Yakın zamanda bu direnişle karşılaştık ve şimdi hâlâ da onunla karşılaşıyoruz. Yeniden yapılanmanın diğer bütün alanlarında olduğu gibi, burada da yukarıdan geleni aşağıdan hareketle kaynaştırmalıyız, yani yeniden yapılandırma çabasına derinliğine bir demokratik nitelik kazandırmalıyız.” (Gorbaçov, Perestroyka, s. 85)
Dirençle karşılaşıp yarım kalmış olan önceki reformları ‘yarı-gönüllü’ olarak niteleyen Gorbaçov, bu defa perestroykanın bütünlüklü olup sonuna kadar gitmesini savunuyordu:
“Kökten bir ekonomik reform gerçekleştirirken, 1950’ler, 1960’lar ve 1970’lerde ekonomik yönetim sistemini değiştirme girişimlerimizi başarısızlığa mahkum eden geçmiş hatalarımızın tekrarına meydan vermemek önemli. Aynı zamanda, bu girişimler, belirli sorunları vurgulayıp diğerlerini göz ardı ettikleri için eksik ve tutarsız kaldılar. Açıkçası, o zaman önerilen çözümler kökten değildi, sıklıkla işin özünü kaçıran yarım önlemlerdi.” (Gorbaçov, Perestroyka, s. 84)
“Yarı-gönüllü önlemlerin işe yaramadığını kavradık. Geniş bir cephe üzerinden, tutarlı ve enerjik olarak, en cesur adımları atmaktan kaçınmayarak hareket etmeliyiz.
Bir sonuç da –en önemlisi olduğunu söyleyeyim– şu: kitlelerin inisiyatif ve yaratıcılığına; planlanan reformların uygulanmasında nüfusun en geniş kesimlerinin aktif katılımına; yani demokratikleşmeye ve yine demokratikleşmeye dayanmalıyız.” (Gorbaçov, Perestroyka, s. 44)
Sistemle çelişen reformları sonuna kadar götürmek, aslında sistemi ‘kökten’ değiştirmekti. Gorbaçov da, yönetim aygıtının direnişini kırabilmek için demokratikleşme adına kitlelere seslenirken, bütün politik sistemi hedef alıyordu:
“Yeniden yapılandırmanın tam da doğası, her işyerinde, her çalışma kolektifinde, bütün yönetim sisteminde ve Politbüro ve hükümet dahil Parti ve devlet kurumlarında sürdürülmesi gerektiği anlamını taşır.” (Gorbaçov, Perestroyka, s. 56)
‘Glasnost’, ‘sosyalist çoğulculuk’, ‘sosyalist demokrasi’, hatta ‘doğrudan demokrasi’ ifadelerini öne çıkartarak savunduğu demokratikleşmeyi, perestroykanın geri dönülmezliğinin güvencesi olarak ileri süren Gorbaçov, Sovyetleri de hedefin içine katıyordu:
“Toplumun demokratikleştirilmesi, Sovyetler bu sürece dahil edilmeden ve statüleri ve faaliyetleri devrimci dönüşümlere uğratılmadan gerçekleştirilemez.” (Gorbaçov, Perestroyka, s. 110)
‘Sovyetlerin devrimci dönüşüme uğratılması’ sözleriyle dönüştürülmesi, değiştirilmesi, yıkılması istenen yapı bütün politik sistemi kapsarken ‘demokratikleşme’ olarak nitelenen bu tasfiye politikasının odağında SBKP’nin kendisi ve kadroları vardı:
“Parti-içi demokrasinin daha da gelişmesini, çalışmada kolektif önderlik ilkelerinin güçlendirilmesini ve Partide daha geniş açıklığı da en öncelikli konu kabul ediyoruz. ...
Özeleştiriye açık biçimde koşulları değerlendirebilen, çalışmada biçimcilik ve dogmatik yaklaşımlardan kurtulabilen ve ortodoks olmayan yeni çözümler bulabilen, becerikli, düşünceli ve dinamik kişileri, cesaretle ilerleyebilip bunu isteyen ve başarı elde etmesini bilen kişileri desteklemeyi hedefleyen bir süreci büyük kararlılıkla başlattık. ...
... en üst ve ara düzeylerde olduğu gibi, tek tek işletmeler düzeyinde de personel değişikliği olabilir...
Her dönemin kendi istemleri, kendi öne çıkan kişileri ve kendi yaklaşım tarzları vardır.” (Gorbaçov, Perestroyka, s. 123)
Gorbaçov, perestroykaya karşı en güçlü direniş odağını oluşturduğu düşünülen SBKP aygıtı ve kadrolarının etkisizleştirilmesi için değiştirilmelerini, tasfiye edilmelerini –parti içi demokrasinin geliştirilmesi kılıfına sararak– başta gelen hedefleri arasına alıyor ve savunuyordu.
Ekim Devriminin 70. yılında Gorbaçov, demokratikleşme, glasnost ve perestroyka politikalarıyla, ‘bütünlüklü, kapsamlı reform’ adına, sosyo-ekonomik yapıyı ve politik sistemi hedef alırken tepkilerle de karşılaşıyordu. Perestroykayı yığınlara benimsetmek amacıyla propagandalar, ideolojik kampanyalar sürdürülürken glasnost ve perestroyka politikalarını eleştiren karşıt görüşler de dile getiriliyordu. Bu sırada gelişen tartışmalar içerisinde, Stalin ve Hruşçov dönemlerinin karşılaştırıldığı saflaşmalar ortaya çıkıyordu. Glasnost politikalarının savunucusu Oktyabr dergisine gönderilen okuyucu mektuplarında, (Gorbaçov’un bu defa tamamlamayı vaat ettiği reformların başlatıldığı) Hruşçov döneminin, Stalin dönemi eleştirisi temelinde savunulması protesto ediliyor, Hruşçov’la uygulanmaya başlanan politikaları –ayrıcalıkların geliştiği dönem vurgusuyla– karşıdevrimci olarak nitelemekten kaçınmayan ifadeler yer alıyordu:
“Siz (1956’da Hruşçov’un de-stalinizasyon kampanyasını başlattığı) 20. Parti Kongresinin Sovyet toplumunun demokratikleştirilmesinin temellerini kurduğunu iddia edebilirsiniz. Ama ben tersini düşünüyorum. Hruşçov’un ve onu destekleyen Soljenitsin ve Tvardovski gibi yazarların faaliyetleri karşıdevrim anlamını taşıyordu. Ve eğer 1956’da değildiyse, bugün bu yeterince açık.” (Byelogorsk’tan P. Lobanov)
“Stalin hakkında ne düşündüklerini, işçilere ve köylülere sorun ... eğer onları, parti üst kademelerine ayrıcalıklar sağlama sisteminin Stalin döneminde başladığına inandırmaya çalışırsanız, bunun saçma olduğunu söyleyeceklerdir; aklı başında herkes bu ayrıcalıkların sizin sevgili Hruşçov’unuzun döneminde geliştiğini bilir.” (Kişinev’den I. Perov)
Perestroykaya direnişi tasfiye edebilmek için politik sistemin yeniden düzenlenmesi doğrultusunda çabalar ve hazırlıklar sürerken perestroykanın hedeflerinin gerçekleştirilmesi, meta ekonomisine geçilmesi yönünde en önemli adım, Yüksek Sovyet tarafından Mayıs 1988’de kabul edilen Kooperatifler Yasasıyla atılıyordu. Yeni yasayla kooperatiflere, devlet işletmeleriyle eşit hukuki statü kazandırılıyor, (–bir süre sonra uygulamadan kaldırılan– yüksek vergiler ve istihdam kısıtlamalarına rağmen) özel girişimin yolu açılıyordu. Bu yasaya dayanarak kooperatif restoranlar, dükkanlar, küçük imalathaneler kuruldu.
Perestroykaya direncin üstesinden gelebilmek için politik sistemi hedef alan en önemli adım ise, Haziran 1988’de toplanan SBKP 19. Konferansı oldu. Aylar öncesinden başlayan ve Gorbaçov’un Perestroyka kitabının da önemli bir parçasını oluşturduğu büyük bir kampanya ve tartışmalarla hazırlıkları sürdürülen konferansta, perestroykaya direncin kaynağı olarak bürokrasiye savaş ilan edildi, partiden devlete kadar yönetim aygıtının ve politik sistemin yeniden yapılandırılması yönünde kararlar alındı.
Konferansta, öncelikle acil önlemler olarak, yıl içinde (1988 sonuna kadar) parti örgütlerinde seçimler yapılıp parti aygıtının –yapısal değişiklik amacıyla– reorganize edilmesi, aynı zamanda da, Nisan 1989’da Halk Delegeleri Kongresi seçimleri ile yeni devlet iktidarı organları oluşturulmak üzere, yasal düzenlemeler gerçekleştirilmesi kararlaştırıldı:
“1. Konferans’ın politik sistemin reformu üzerine ve Parti yaşamının demokratikleştirilmesi üzerine kararlarından kalkarak Parti örgütlerinde bu yıl bir gözden geçirme ve seçim kampanyası yürütülmesi;
bu yıl sonundan önce, Parti ve Sovyetlerin işlevlerinin bölünmesi üzerine benimsenen kararları dikkate alarak yapısında gerekli değişiklikleri yapmak üzere Parti aygıtının reorganizasyonunun yerine getirilmesi;
gereken pratik çalışmanın gerçekleştirilmesi için SBKP Merkez Komitesi’nin önerilmesi.
2. Konferans, SSCB Yüksek Sovyeti olağan oturumuna, gerekli ekleri ve SSCB Anayasası değişiklikleri ile birlikte yönetim organlarının yeniden yapılandırılması, aynı zamanda da seçimler düzenlenmesi ve Nisan 1989’da, yeni devlet iktidarı organlarının kurulacağı bir Halk Delegeleri Kongresi’nin toplanması üzerine yasa taslakları sunulması çağrısı yapar.
Cumhuriyet ve yerel Sovyetlere seçimler ve bu temelde cumhuriyetler, yöreler, bölgeler, şehirler, semtler, yerleşimler ve kırsal kesimde Sovyet yönetici organlarının oluşumu 1989 sonbaharında olacaktır.” (“Ülkenin Politik Sisteminde Reformun Pratik Uygulanması için Belirli Acil Önlemler Üzerine”, Perestroyka, s. 269-270)
Bu ‘acil’ nitelemeli düzenlemelerin dayandığı konferans kararlarının ana hattını ise, perestroykaya direnç ve bu direnci kırabilmek için politik sistemde reform yapılması oluşturuyordu:
“Toplumun demokratikleştirilmesine paralel olarak, radikal ekonomik reform bütün perestroykamızın temelidir. ... getirilen yeni ekonomik mekanizma düzgün çalışmıyor çünkü Parti ve Hükümetin ilgili kararları bakanlıklarda gereğince yerine getirilmiyor. Eşitleme ve bağımlılık yönlü tutumlar, hâlâ yoğun [intensive] ekonomik büyümeye ciddi engel. ...
Yeni demokratik önderlik yöntemleri, açıklık ve glasnost, düşüncede ve davranışta tutuculukla, ataletle ve dogmatizmle karşılaşarak ilerlemekte zorlanıyor. ...
Bütün kamu, devlet ve ekonomik faaliyet alanlarında, hâlâ komuta tarzı idarecilikten ayrılamayan ya da ayrılmak istemeyen, yeni gelişmelere acıklı biçimde karşılık veren birçok görevli var. ...
Bürokratik, komuta-tarzı idareciliğe son vermek için, Konferans, bakanlıklar ve diğer devlet dairelerinin işlevlerinde ve çalışma tarzında reform yapılması, gereksiz bağların kaldırılıp bu bağların yerel organlara devredilmesi, devlet aygıtının ciddi biçimde küçültülmesi ve orada çalışan personelin niteliğinin yükseltilmesi sürecini kararlılıkla destekler. ...
Konferans bugün politik sistemin esaslı bir reformuna en büyük öncelik verilmesi görüşündedir.” (“SBKP 27nci Kongresi Kararlarının Uygulanmasında İlerlenmesi ve Perestroykayı Destekleme Görevleri Üzerine”, Perestroyka, s. 272-273)
Politik sistemin yeniden yapılandırılmasının başta gelen yönünü, en üst iktidar organlarından, Sovyetlerden başlayarak devlet yapısının değiştirilmesi, varolan organların kaldırılıp yenilerinin oluşturulması oluşturuyordu:
“Konferans, politik sistemin etkin işleyişi için başlıca önkoşulların, halk delegeleri ulusal kongrelerinin toplanmasını sağlamak üzere devlette en üst iktidarın yeniden biçimlendirilmesi, çift meclisli SSCB Yüksek Sovyetinin düzenli biçimde işleyişi, Yüksek Sovyet Başkanlığı makamının getirilmesi, yetkilerinin demokratik kullanımı ve SSCB Bakanlar Konseyi de dahil olmak üzere, bütün üst iktidar kademelerinin anayasaca düzenlenmiş birlikte çalışması olduğu görüşündedir.” (“SBKP 27nci Kongresi Kararlarının Uygulanmasında İlerlenmesi ve Perestroykayı Destekleme Görevleri Üzerine”, Perestroyka, s. 278)
Bu biçimde, politik sistemin reformu ve demokratikleşme adına, varolan iktidar organlarının, Sovyetlerin kaldırılıp yerlerine parlamentarizm ve hatta başkanlık sistemi doğrultusunda özelliklerin öne çıktığı yeni organların getirilmesi kararları alınıyordu. Ayrıca konferansta, devletin bu yeniden yapılandırılması için gereken anayasa ve yasa değişiklikleriyle birlikte, çok adaylı seçimler ya da yargı bağımsızlığının sağlanması gibi vurgulamaların yanı sıra, meta ilişkilerini geliştirecek yasal düzenlemeler de gündeme getiriliyordu:
“Yeni ekonomi yönetimi koşulları, kamu yaşamının insanileştirilmesi ve demokratikleştirilmesi ile hukukun çiğnenmesinin engellenmesine daha büyük vurgu yapılması açılarından, sosyalist mülkiyet, planlama, mali ve ekonomik ilişkiler, vergilendirme, çevrenin korunması üzerine yasal mevzuatta, mülkiyet devrini, çalışmayı, barınmayı, emekli aylıklarını ve gündelik yaşamın diğer konularını düzenleyen standartlarda esaslı değişiklikler getirmeliyiz ...” (“Hukuk Reformu Üzerine”, Perestroyka, s. 308)
Özel mülkiyete yasal zemin sağlayacak hukuk reformu, meta ilişkileri doğrultusundaki ekonomik reformun, perestroykanın parçasını oluşturuyordu. Perestroykanın önündeki direnci kırarak gereken yasal ve idari düzenlemeleri gerçekleştirmek amacını taşıyan ve buna yönelik olarak bütün devlet yapısını hedefleyen politik sistem reformunun odağında ise SBKP vardı. Parti organlarının devlet kurumlarının yerine geçmemesi vurgusuyla, partinin devletin işleyişindeki konumu geri çekilirken, partinin yapısına ilişkin de –bunlara uygun olarak partinin tüzüğünün de değiştirilmesi gerektiğinin hatırlatılması ile birlikte– çeşitli yeni düzenlemeler getiriliyordu. Partinin sınıfsal tabanına ilişkin sınırlamalar kaldırılırken parti aygıtının da reorganizasyonla küçültülmesi hedefleniyordu:
“Demokratikleşmenin, SBKP’ye yeni üyelerin kabulü gibi önemli bir sorun üzerinde de etkisi olmalıdır. İlerici-fikirli, kurnaz kişilerin kabulüne sık sık suni engeller yaratan kotalara göre kabul kısıtlamasına son vermekte kararlılıkla hareket etmeliyiz.” (“Sovyet Toplumunu Demokratikleştirme ve Politik Sistemde Reform Üzerine”, Perestroyka, s. 288)
“Parti aygıtı gecikmeden reorganize edilmeli, küçültülmeli ve daha verimli çalıştırılmalı.” (“Sovyet Toplumunu Demokratikleştirme ve Politik Sistemde Reform Üzerine”, Perestroyka, s. 290)
Partinin yapısına yönelik olarak, parti aygıtı ile birlikte organik bileşimine de müdahaleyi içeren, perestroykaya direnenleri saf dışı ederken sınıfsal temele ilişkin kısıtlamalardan kurtularak farklı unsurlara ve özel mülkiyet yanlılarına da kapıları açmayı hedefleyen bu düzenlemeler, –SBKP’nin hâlâ politik yapıda belirleyici bir konumda bulunması nedeniyle– politik sistemin reformunun önde gelen bir boyutunu oluşturuyordu.
Konferansta alınan ve SBKP’nin kendisi başta olmak üzere bütün bir politik yapıyı hedef alan değişiklik kararları, toplam olarak özünde, perestroykanın uygulanabilmesi için karşısındaki direnişin tasfiye edilmesine yönelikti. Konferansın kapanış konuşmasında ise, Gorbaçov da direnen bürokrasiye karşı politik sistemin reformunu öne çıkartıyordu:
“Konferanstan sonra, bizi engelleyen mekanizmayı parçalama işine ciddi biçimde koyulmalıyız. Hemen hemen bütün delegasyonlardan temsilciler, bürokrasinin hâlâ dişlerini gösterdiğini, direndiğini ve çabalarımızı sabote etmeye çalıştığını anlattılar.” (Gorbaçov, Perestroyka, s. 261)
“Perestroykayı ileri götürmek için ona ihtiyacımız olduğu için, bütün politik sisteme yönelik reformu savsaklamayalım. Perestroyka daha şimdiden varolan politik sistemle karşı karşıya geliyor.” (Gorbaçov, Perestroyka, s. 268)
Gorbaçov’un ‘dişlerini gösteren, direnen, çabaları sabote eden bürokrasi karşısında, kendilerini engelleyen mekanizmayı parçalama’ çağrısı doğrultusunda, konferans sonrasında parti içinde sürdürülen reorganizasyon ve tasfiyeler, Eylül 1988’de olağanüstü toplantıya çağrılan Merkez Komite plenumunda, perestroykaya muhalif görülen isimlerin görevden alınmalarıyla kendini gösteriyordu. Gromiko politbürodan çıkarıldı, Ligaçev sekreterlikteki görevinden alındı, Parti Kontrol Komitesi başkanlığına Solomontsev’in yerine Pugo getirildi. Ardından Yüksek Sovyet’te de Gorbaçov Yüksek Sovyet Prezidyumu başkanlığına seçilirken partinin ve parti sekreterliğinin politik yapıdaki önemi de azalıyor, parti geriye itiliyordu. Aralık 1988’de ise, Yüksek Sovyet, yeni iktidar ve yasama organı olarak 2250 üyeli Halk Delegeleri Kongresi’nin oluşturulması doğrultusundaki anayasa değişikliklerini kabul edip kendisini feshetti.
Eski politik sistem adım adım tasfiye edilirken yenisinin öncülleri ve nüveleri de beliriyordu. Halk Delegeleri Kongresi seçimleri için sürdürülen kampanyalarda politik tartışmalar keskinleşti, milliyetçi ve ayrılıkçı hareketlerin aralarında öne çıktığı muhalif ve karşıt sesler yükseldi. Mart 1989’da gerçekleştirilen çok adaylı ve partililerin yanı sıra partisiz adayların da katıldığı seçimlerde, seçilen delegelerin yüzde 87’si SBKP üyesi olmakla birlikte, bazı önde gelen partili adaylar seçilemedi. Mayıs 1989’da toplanan Kongre oturumlarında da süren keskin tartışmalar canlı yayınlanıp bütün toplumun ilgisini topluyordu. Kongre, Gorbaçov’u Yüksek Sovyet başkanlığına seçerken, sürekli oturum halinde çalışacak 542 kişilik yeni Yüksek Sovyet’i oluşturdu.
1989 yaz aylarında, politik tartışmaların odağı haline gelen Yüksek Sovyet’te, SBKP Moskova örgütündeki görevinden uzaklaştırılmış Yeltsin liderliğinde, ‘daha hızlı reform’ taraftarı muhalif grup şekilleniyordu. Politik talepler, Ukrayna ve Sibirya’da bütün kömür havzalarına yayılan yüz binlerce maden işçisini kapsayan grevlerde de yansımasını buldu. Grevci işçilerin talepleri, kendi çalışma, ücret ve yaşam koşullarına ilişkin ekonomik taleplerin yanı sıra, özel girişim ve haksız kazanç aracı olarak görülen kooperatiflerin kapatılması, buna karşılık –perestroykayla uyum taşıyan– madenlerin mali kendi kendine yeterliliği ve özyönetim gibi taleplerden parti görevlileri ve yöneticilerin görevden alınması ve hatta partiye yöneticilik rolü veren anayasa maddesinin kaldırılması taleplerine kadar uzandı. Grevci işçilerin talepleri, bir yandan perestroykanın zararlarını gördükleri sonuçlarına, kooperatiflere karşı çıkmaları, diğer yandan mali bağımsızlık, özyönetim gibi perestroyka politikalarını savunmaları nedeniyle çelişkili bir nitelik taşıyordu. Ancak aynı zamanda da işçiler, ekonomik talepleri doğrultusunda partiyi ve politik yapıyı karşılarına almaktan öteye, politik taleplerinde de partiye ve sisteme karşı tutum almaya yöneliyorlardı.
Grev komitelerinin resmi sendikalara ve giderek yerel sovyet ve parti yönetimine alternatif oluşturacak nitelik kazandığı madencilerin grevi, zaten çok boyutlu sorunlar içindeki ekonomiyi büsbütün tıkanıklığa ittiği gibi, politik talepleri ve bütün toplumu derinden etkilemesiyle de, Gorbaçov ve Sovyet yönetimini acil çözüm arayışına soktu. Gorbaçov yönetimi, grevlerin toplumsal etkisinden ve çeşitli yöneticilerin görevden alınması taleplerinden, perestroyka reformları doğrultusunda yeni adımlar atmak ve aynı zamanda da perestroykaya ayak direyen görevlileri tasfiye etmek için yararlanırken, aynı zamanda da grevleri bir an önce bitirebilmek için en üst düzeyde görüşmeler yapıyor, grevcilerin taleplerini kabul eden anlaşmanın altına bizzat Başbakan Rijkov imza atıyordu.
Grevlerin ardından Yüksek Sovyet’te yeni yasal düzenlemeler gündeme geldi. ‘Karaborsacı’, ‘soyguncu’ olarak suçlanan kooperatiflerin yasaklanması önerisi büyük tartışmalara neden oldu. Öneri, kooperatiflere karşı kamuoyunda oluşan büyük tepkiye rağmen, –Başbakan Yardımcısı ve Gorbaçov’un ekonomi danışmanı Abalkin’in, kooperatiflerin sosyalist piyasanın ilk adımlarını attıkları savunmasıyla– az farkla (194’e karşı 205 oyla) reddedildi. Öte yandan, ücret artışları yüzde üçle sınırlanıyor ve grevler, ulaşım, iletişim, maden, enerji, savunma işkollarında yasaklanıp diğerleri için de üçte iki gizli oy şartı getiriliyordu. Buna karşılık, işçiler, hükümetin yaptığı anlaşmaya uymayıp vaatlerini yerine getirmemesini ve grev yasaklarını protesto etmek için yeniden greve çıkıyordu. Bu durumda, 1989’un son aylarına doğru, işçilerin mücadelesinden kendi hedefleri doğrultusunda destek almak için yararlandıktan sonra onların kazandıkları hakları vermeyip büsbütün geri almaya girişen yönetime, işçilerin uzaklığı, güvensizliği ve karşıtlığı giderek derinleşiyordu.
1989’un son ayları, Doğu Avrupa’da da, dünya ölçeğinde sarsıcı, büyük değişikliklere tanıklık ediyordu. Doğu Avrupa’daki gelişmeler, Sovyetler Birliği’ndeki politikaların etkisinde gerçekleştiği gibi, Sovyetler Birliği’nde yaşanmakta olan süreç üzerinde de belirleyici önem taşıyordu. Bu süreçte Sovyetler Birliği’nin Doğu Avrupa ülkeleriyle ilişkilerinin zemininde, perestroyka politikasının uluslararası boyutu bulunuyordu.
Perestroykanın en önemli boyutlarından biri, Sovyetler Birliği’nin emperyalizmle ilişkileri ve buna bağlı olarak uluslararası ilişkiler alanındaydı. Sovyetler Birliği’nin içinde bulunduğu tıkanıklığa yol açan ve perestroyka ile aşılmaya çalışılan sorunlar arasında silahlanma yarışı yer alıyordu. Silahlanma yarışının Sovyetler Birliği’nin kaynaklarını tüketmesi karşısında, barış ve silahsızlanma politikası öne çıkarılıyordu.
Aslında kaynakların askeri harcamalara ayrılmak yerine kişisel tüketime aktarılabilmesi amacıyla, barış ve silahsızlanma politikası, ‘barış içinde birlikte yaşama’ tezinin kabul edildiği SBKP Yirminci Kongresinden beri sürdürülmekteydi. (Kurtuluş Sosyalist Dergi 12, Haziran 2007, s. 91-92) Silahsızlanma ve barış içinde ekonomik rekabet politikası, 1970’lerde détente (yumuşama) ile daha da geliştirildi. Ancak izlenen barış politikası, imzalanan anlaşmalara rağmen, istenen sonuçları vermedi. Emperyalizmle gerginlik ve soğuk savaş tırmanırken askeri harcamalar Sovyet ekonomisi üzerinde boğucu, ağır bir yük oluşturdu.
Gorbaçov döneminde, soğuk savaşın yükünün kaldırılması için yine barış politikasına özel bir önem verildi. SBKP 27. Kongresinde kabul edilen yeni programda da, ‘bütün devletler için işbirliği ve kolektif ortak çıkarlar’ ileri sürülmesi temelinde, ‘kapitalist ülkelerle barışçı birlikte yaşama’ politikası ile ‘barış ve silahsızlanma mücadelesi’ yer alıyordu. Gorbaçov’un Perestroyka adlı kitabı ise, öncelikle Amerikalı okuyucuya hitaben yazılmıştı ve perestroykanın geri dönülmezliği için barış ve silahsızlanma gereğine ikna çabasını ifade ediyordu. Kitabında Gorbaçov, barış isteminin samimiyetini de, Sovyet toplumunun geliştirilmesi ihtiyacına dayandırıyordu:
“Herkese duymaları için açıkça söylüyoruz: toplumumuzun gelişmesine yoğunlaşmak ve Sovyet halkının yaşamını iyileştirme göreviyle başa çıkabilmek için kalıcı barışa ihtiyacımız var. Bizimkiler uzun vadeli ve temel planlar.” (Gorbaçov, Perestroyka, s. 132)
Barış ve silahsızlanma politikası doğrultusundaki çabalar içinde, 1987’de ABD ile nükleer silahların sınırlandırılması anlaşması imzalanmıştı. 1989’da da, Sovyet kuvvetleri Afganistan’dan bütünüyle çekildi.
Öte yandan kapitalistlerle barış politikasının ‘uluslararası işbirliği düzeni’, ‘küresel sorunların çözümü için kolektif çaba’ gerekçelerine dayandırılması, kapitalizmle yakınlaşma ve bütünleşme girişimlerini de ortaya çıkarıyordu. ‘Küresel bir piyasa’ ve ‘yeni dünya ekonomik düzeni’ için Sovyetlerin dünya ekonomisiyle bütünleşmesini savunan Gorbaçov, Temmuz 1989’da G7 zirvesine gönderdiği mektubunda, ‘ideolojiden uzak işbirliği’ istiyor ve “Sovyetler Birliği gibi büyük bir pazarın dünya ekonomisine açılmasından dünyanın yalnızca kazancı olacağını” anlatıyordu.
Gorbaçov’a, sonucunda (Ekim 1990’da) Nobel Barış Ödülü kazandıran soğuk savaşa son verme çabaları, iki kampın cephe hattının geçtiği Avrupa’da da dengeleri değiştirdi. İkinci Dünya Savaşının sonucunu Sovyetler Birliği’nin ve Kızıl Ordu’nun belirlediği koşullarda, Sovyetler Birliği’ndeki toplumsal yapı Doğu Avrupa’ya ‘ihraç’ edilmiş, Doğu Avrupa ile Sovyetler Birliği’nin kaderi de birbirine bağlanmıştı. Sovyet iktidarının yıkılmasıyla sonuçlanan süreçte Doğu Avrupa’daki gelişmeler önde gelen bir rol oynadı. Sosyalist bir blok oluşturmak iddiasındaki bu toplumlarda sosyalist ideolojik egemenliğin eksikliği, emperyalizmin propagandasının ve burjuva ideolojik egemenliğin başarısına olanak sağlarken Sovyetler Birliği’nde hakim olan glasnost ve perestroyka politikasının etkisi de kapitalizme doğru bu yönelimi hızlandırmak oldu. Ayrıca perestroyka politikası, ekonomik sıkıntıya ve tıkanıklığa girmiş olan Sovyetler Birliği’nin, müttefiklerini başının çaresine bakmaya zorlayarak onlara yapmakta olduğu ve ciddi bir miktar tutan ekonomik desteğin kalkmasıyla, üzerindeki maddi yükü hafifletmek biçiminde bir boyut da taşıyordu.
Glasnost ve perestroyka gündeme geldiğinde, sosyalist inşa süreci ve toplumsal yapının biçimlenmesi bakımından Sovyetler Birliği’nden farklı bir tarihi ve gelişimi olan Doğu Avrupa’da olayların akışı daha hızlı cereyan etti. Macaristan’da sosyalist piyasa ekonomisi, 1988’de, enflasyon, işsizlik, ücretlerin düşmesi, açlık, dış borç vb sorunlar yaratacak düzeye varmıştı. Piyasa ilişkilerinin benzer gelişmelere yol açtığı Polonya’da da, Ağustos 1989’da Solidarnoşç (Dayanışma) hükümeti kuruldu. Brejnev döneminden farklı olarak Sovyetler Birliği’ndeki Gorbaçov yönetiminin müttefiklerinin iç işlerine karışmamak adına desteğini geri çektiği koşullarda, (sözde ‘komünist’) iktidar partilerinin önce anayasal yöneticiliklerinin kaldırılıp sonra iktidardan uzaklaştırılması doğrultusundaki, kitle hareketlerinin eşlik ettiği gelişmeler, Berlin duvarının yıkılmasıyla simgelenip birer birer bütün Doğu Avrupa ülkelerine yayıldı. Birkaç ay gibi kısa bir sürede, politik yapının tasfiye edildiği, kapitalist ilişkilerin yerleştirildiği ve kapitalist pazarla bütünleşmeyle sonuçlanan bu gelişmeler, Sovyetler Birliği’nde yaşanacakların da habercisiydi.
Sovyetler Birliği Doğu Avrupa’daki müttefiklerini kaybederken kendisini oluşturan cumhuriyetlerde de ayrılıkçılık rüzgarları esiyordu. Mart 1989’daki Halk Delegeleri Kongresi seçimleri sırasında ve ardından oluşturulan Yüksek Sovyet’te sürdürülen yaygın ve canlı politik tartışma ortamından kendi ayrılıkçı politikalarının propagandası için yararlanan milliyetçi akımlar, Baltık ülkelerinden Kafkaslara, Ukrayna ve Moldavya’ya kadar birçok cumhuriyette yükselişe geçti. Ulusal gruplar arasında saflaşma, gerginlik, çatışmalara da yol açarak gelişen milliyetçi akımlar, ayrılma ve bağımsızlık talepleriyle Sovyet iktidarının karşısına çıkıp yer yer Sovyet güçleriyle çarpıştı. Sovyetler Birliği’nin içinde bulunduğu sorunları ağırlaştıran bu gelişmeler, toplumdaki çelişkileri artırıyor ve Gorbaçov yönetiminin karşısındaki sorunlarla başa çıkabilmesini daha da zorlaştırıyordu.
Bu ortamda, ekonomik reform ve piyasa ilişkilerine ilerlemek için alınacak önlemler üzerine yeni saflaşma ve mücadeleler gelişiyordu. Yüksek Sovyet’te, madenciler grevinin karşısında tutum alınması, kooperatiflerin yasaklanıp yasaklanmaması, fiyatlara zam yapılması konularından sonra, yeni bütçe de heyecanlı ve keskin biçimde tartışılıyordu. Bütün bu tartışmalarda, piyasa ilişkilerini yerleştirmek için getirilen öneriler, (bir ölçüde, kazanımlarını tehdit ettiği kitlelerin, işçi sınıfının gösterdiği, bir ölçüde, bürokrasinin ayrıcalıklarını korumak isteyen kesiminin gösterdiği) tepkilerin yansıması olarak dirençle karşılaşıyordu. Aralık 1989’da toplanan Halk Delegeleri Kongresinde de, Başbakan yardımcısı Abalkin’in sunduğu özelleştirmeye, mali piyasa yaratılmasına, dış borçlara ve fiyatların serbestleştirilmesine dayanan ekonomik reform planları delegeler tarafından reddedildi ve Başbakan Rijkov’un, karşıtları dengelemeye çalışarak nispeten yumuşatılan ve altı yıl sonra ekonominin yüzde 65’inin devletin elinde kalmasını öngören (Yeltsin’in “melez” diye eleştirdiği) planı kabul edildi.
Sosyalist bloğun dağılıp Doğu Avrupa ülkelerinin kapitalizme döndüğü, bileşen cumhuriyetlerde yükselip birçoğunda hakim olan ayrılıkçılığın Sovyetler Birliği’ni parçalanmakla tehdit ettiği, buna karşılık piyasa ekonomisine geçiş için önlemlerin karşılaştığı direnç nedeniyle uygulanamadığı koşullarda, Şubat 1990’da, SBKP Merkez Komite plenumu yapıldı. Haziran 1990’da toplanması planlanan SBKP Kongresine hazırlık özelliği taşıyan plenumda, karşı karşıya olunan sorunlara çözüm olarak ‘otoriter-bürokratik sistemden kurtulmak’ gösteriliyor ve (Doğu Avrupa’da yaşanan süreçteki gibi) partinin anayasal yöneticiliği kaldırılarak politik yapının değişimi gündeme getiriliyordu. Karşıt görüşler arasında sert tartışmaların gerçekleştiği plenumda, (daha dört yıl önce yeni program kabul edilmişken) yeni bir parti platformu tartışmaya sunuldu.
Toplantıda yaptığı konuşmada, “ülkemizi hırpalayan krizin beklediğimizden ölçülemez derecede daha derin ve ciddi olduğunu görüyoruz”, “toplumsal organizmada on yıllardır biriken sorunlar ve çelişkiler açığa çıktılar” diyen Gorbaçov, ‘perestroykanın ve ülkenin kaderini’ partinin kendisini ‘otoriter-bürokratik sisteme bağlayan her şeyden kurtulmasına’ bağlıyordu. Yeni parti platformuna göre idealin ‘insancıl, demokratik sosyalizm’ olduğunu söyleyen Gorbaçov, “ilerlemeyi toplumsal olarak farklı dünyayla sürekli karşı karşıya gelme olarak kavramayı terk etmeliyiz” diyordu. ‘Politik çoğulculuk’ savunusunu ise Gorbaçov, partinin “konumu anayasa tarafından dayatılmamalı”, “süreç partilerin kurulmasına varabilir” diyerek somutluyordu. Ayrıca Gorbaçov, plenumda, Başbakan Rijkov tarafından Aralık ayında ilan edilip başarılı olamayan piyasa ekonomisine geçiş programından vazgeçileceğini ve anahtar sorunun fiyatlandırma olduğunu söyleyerek hızlı fiyat artışlarının işaretini vermişti.
Perestroyka sürecindeki politik ayrışmada ‘radikal reformcu’ olarak nitelenen ve doğrudan kapitalizm savunucusu bir eğilimi temsil eden Yeltsin, plenumda, Merkez Komite’yi demokratikleşme ve perestroykanın ilerletilmesinde kararsız ve isteksiz olmakla suçlayarak yeni parti platformunu, ‘ileri adımlar içermekle birlikte uzlaşmacı ve yetersiz’ buluyordu. Yeltsin, partide demokratik merkeziyetçiliğin yerine ‘çoğulculuk, hizip ve azınlık hakları’ istiyor, (diğer cumhuriyetlerin tersine Rusya için ayrıca varolmayan Rusya Komünist Partisi’nin oluşturulmasını da talep ederek) “Rusya Komünist Partisi dahil, Cumhuriyetlerin Komünist Partilerinin özgür birliği” biçiminde bir parti savunuyordu.
Diğer yandan, plenumda, Gorbaçov önderliğindeki politbüro ve hükümetin hatalarını eleştiren Ligaçev, özel mülkiyetin getirilmesine karşı çıkıyor ve yeni platformda parti birliğinin vurgulanmasını istiyordu. Eski Byelo-Rusya başbakanı Brovikov da, karşılaşılan sorunların ve felaketlerin asıl kaynağının perestroyka olduğunu, perestroykanın ülkeyi krize ve anarşiye düşürdüğünü söylüyordu.
Merkez Komite plenumu, Anayasanın, SBKP’nin yöneticiliğini resmileştiren 6. maddesinin kaldırılıp çok partili sisteme geçilmesiyle birlikte güçlü bir başkanlık sistemi yaratılarak Sovyetler Birliği’nde politik yapının kökten değiştirilmesini benimsediği gibi, yeni platform taslağını da kabul etti. “Otoriter-bürokratik sistemden kopuş” iddiasındaki yeni platformda, “Sovyetler Birliği Komünist Partisi, üretim araçlarının mülkiyeti dahil, bireysel mülkiyetin varlığının, ülkenin ekonomik gelişmesinin çağımızdaki aşamasıyla çelişmediğine inanır” sözleriyle, özel mülkiyet, ‘üretimden yabancılaşma veya sömürüye yol açmaması’ (!) kaydıyla yer alıyor, “mülkiyet biçimlerinin çeşitliliğine, bağımsız imalatçılar arasında rekabete, gelişmiş bir finans sistemine ve kişisel ve kolektif çıkarların oluşturduğu güçlü teşviklere dayanan plan-piyasa ekonomisi” savunuluyordu. Varolan yapının tasfiyesi ve kapitalizme yönelim doğrultusunda yeni adımlar gündeme gelirken, benimsenen yeni parti platformu da, artık SBKP’nin politik hattının bütünüyle sosyal demokrat bir niteliğe dönüşümünü ifade ediyordu.
Ortaya konulan yeni adımlar, plenumun ardından uygulamaya geçirilmeye başlandı. Yüksek Sovyet prezidyumu, “demokratik başkanlık iktidarı” kurulması için Halk Delegeleri Kongresi’nin özel bir oturumunun çağrılması kararı aldı. Yüksek Sovyet’te ise, ‘sömürüye izin vermeden’ özel mülkiyeti kabul eden yasa tasarısı görüşülüyordu. Başbakan yardımcısı Abalkin, özel mülkiyete tepkiler karşısında “özel mülkiyet” ifadesinden kaçınmak için kasıtlı “bireysel mülkiyet” ifadesinin kullanıldığını açıklıyor, özel mülkiyeti savunanlar onun zaten varolduğunu ileri sürerken kapitalist ekonomik ilişkilerin restorasyonuna karşı çıkanlar da referandum çağrısı yapıyordu. Mart 1990’da, SBKP’nin yöneticiliğinin anayasadan çıkarılması doğrultusunda değişikliği gerçekleştiren Halk Delegeleri Kongresi, Gorbaçov’u da oluşturulan Sovyetler Birliği Başkanlığı’na seçiyordu. Yeni oluşturulan Devlet Başkanlığı Konseyi’ne, sağ milliyetçi yazardan sosyal demokrat ekonomiste, Bilimler Akademisi başkan yardımcısından KGB başkanına kadar uzanan 15 kişiyi atayan Gorbaçov ise, Başkanlık Konseyinin hükümetin yerini almayacağı vurgulamasıyla, yetki çatışması konusunda Başbakan Rijkov’a güvence verme çabasındaydı. Ancak, devlet yapısına ilişkin bu köklü değişiklikle, parti geriye itilip iktidar tek elde, artık devlet başkanı olan Gorbaçov’da toplanıyordu.
Aynı zamanda sorunlar derinleşmeye devam ediyordu. Üretim düşüyor, piyasa ekonomisine geçiş için (yüzde binlik enflasyonla binlerce fabrikanın kapanıp işsizliğin 4 milyona tırmandığı) Polonya tarzı ‘şok tedavi’ biçiminde ekonomik reform, giderek yükselen bir tonda savunuluyor, ama yaratacağı tepki nedeniyle de uygulamaya konamıyordu. Diğer yandan, başta Baltık ülkeleri ve Kafkaslar olmak üzere, çeşitli cumhuriyetlerde ayrılıkçı yönelimler, egemenlik ve bağımsızlık ilanı noktasına varıyordu. Nisan’da, Litvanya’nın bağımsızlık ilan etmesinin ardından Yüksek Sovyet, cumhuriyetlerin Sovyetler Birliği’nden ayrılması için –referandum düzenlenerek bunun üçte iki oyla kabul edilmesi, beş yıla kadar sürebilecek bir süre boyunca ayrılmanın ayrıntılarının görüşülmesi ve düzenlemenin Halk Delegeleri Kongresi tarafından onaylanması biçiminde– koşullar getiren bir yasa kabul etti. Mayıs’ta, Letonya bağımsızlık ilan ederken, Rusya Federasyonu Kongresinde, Cumhuriyetin egemenliği ve yasalarının Sovyetler Birliği yasalarından üstünlüğü kabul ediliyor, Gorbaçov, Yeltsin’i, Sovyetler Birliği’ni parçalamak istemekle suçluyordu.
Yığınsal tepki korkusuyla ertelemelerin ardından Başbakan Rijkov, (SBKP Yirmi Sekizinci Kongresinin ilk günü olan) 1 Temmuz’da ekmeğin fiyatının iki misline çıkması ile uygulanmaya başlanacak ekonomik reform paketini Yüksek Sovyet’e sundu. Halk panik içinde zamlardan önce alışverişe koştu. Başbakan yardımcısı Abalkin, –on milyonlarca kişinin işsiz kalabileceğini açıkladığı– ekonomik reforma itirazlara, ‘sosyalizmin varolmadığını’ söyleyerek cevap veriyordu. Ancak Yüksek Sovyet, aldığı kararla, ekmek zammını durdurup hükümetten 1 Eylül’e kadar yeni bir plan hazırlamasını istedi.
SBKP 28. Kongresi öncesinde, (Rusya Komünist Partisi kurulması da gündeminde olarak) partinin Rusya Konferansı toplandı.[1] Delegelerinin yüzde 11’i işçi, yüzde 43’ü parti görevlisi olan Konferansta Ligaçev, perestroykanın yönü üstüne referandum istedi. Gorbaçov, piyasanın uygarlığın doğuşundan beri var olduğunu, bunu kapitalizme doğru adım görmenin saçma olduğunu ileri sürerken daha çok alkışlanan Osadçi, önderliği suçlayarak komünist perspektifli leninist parti istiyordu. Konuların artık politbüro ve Merkez Komitesine getirilmemesinden şikayet eden, Gorbaçov’un parti liderliğinden çekilmesini isteyen Ligaçev ise, perestroykanın esas tehlikesinin Komünist Partinin ve cumhuriyetlerin sosyalist birliğinin içeriden zayıflatılıp yok edilmesi olduğunu vurguluyordu.
Öte yandan, SBKP’den ayrılmayı tartışan Demokratik Platform konferansı, partide kalmak için koşullarını belirliyordu. Bunların arasında, ‘marksist eserlerin hümanist düşünce hazinesinin yanına konarak tek ideolojinin terk edilmesi, komünizm yerine özgürlük, adalet ve dayanışma ilkelerine dayanan demokratik toplumun hedeflenmesi, partinin iktidar tekelini uygulamada da terk etmesi, demokratik merkeziyetçilikten ve işyeri temelinde örgütlenmekten, ordu komiserliklerinden vazgeçilmesi’ bulunuyordu. Diğer yandan, Donetsk’te Ukraynalı madenciler, bir önceki yıl yaptıkları grevle kazandıkları hakları vermeyen, sözlerini tutmayan hükümeti istifaya çağırarak bağımsız sendika kurmaya karar veriyorlar; SBKP’yi artık kendi partileri olarak görmediklerini belirterek partinin denetimindeki işletmelerin, mülklerin, matbaaların onun elinden alınmasını, devletleştirilmesini istiyorlardı.
SBKP 28. Kongresi, olağan olarak toplanması gereken tarihten bir yıl önce, Temmuz 1990’da, yüzde 15’i işçi ve köylü, yüzde 43’ü parti aygıtından (yüzde 58’i Rus olan) 4683 delegeyle toplandı. 28. Kongre, Sovyet iktidarının bütün bir tarihi boyunca hakim ve yönetici konumda bulunmuş olan SBKP’nin kaderi bakımından belirleyici önem taşıyordu. Perestroykanın gerçekleştirilmesinin karşısına çıkan direncin aşılması amacıyla, partinin ve parti aygıtının bu konumundan geri çekilerek etkisizleştirilmesi doğrultusunda, kongreye, partinin yapısını ve politik çizgisini kökten değiştiren nitelik taşıyan yeni program (‘program bildirgesi’) ve yeni tüzük sunuldu.
Önerilen yeni tüzükte, aday üyelik kaldırılıyor, marksizm-leninizm yerine “Marx, Engels ve Lenin’in fikirlerine olduğu kadar ilerici toplumsal düşüncenin kazanımlarına dayanmaktan” söz ediliyor; “işçi sınıfı, köylülük ve aydınların önder ve bilinçli kesiminin örgütü” olmak yerine işçi sınıfı, köylülük ve aydınlar arasında toplumsal mutabakat aranması getiriliyor; “sosyalizmin bütünüyle zaferi” ifadesi yerine sosyalizmin yaratılması için çalışıldığı söyleniyor; politbüro ve genel sekreterlik kaldırılıyor; örgütlenme temelinin işyeri ya da coğrafi olması ayrımında ise ikisine de izin veriliyordu.
“İnsancıl ve Demokratik Sosyalizme Doğru” başlıklı ‘program bildirgesinde’ ise, perestroykaya, sosyalist kazanımların tasfiyesine karşı çıkışlar bürokrasiyle özdeşleştirilerek mahkum ediliyor, içinde bulunulan krize karşı çözüm olarak da, (sınıf iktidarı - proletarya diktatörlüğü gibi) komünizmin kavramlarından koparak serbest piyasaya geçmek üzere, eski sistemin değiştirilmesi savunuluyordu:
“Eski ekonomik sistem artık çalışmıyor ve yenisi de henüz yaratılmadı. Para arzı ve piyasa üzerindeki denetim kayboldu. Ekonomik ve politik değişimler için yasal zemin kurulması aşırı uzun bir süre gecikti. Etnik çelişkiler ülkeyi sarsıyor. Ahlaki ilkeler zayıflatılıyor ve şiddet ve suç dalgası yükseliyor. Merkez Komite ve politbüro olayların, özellikle partinin kendisinde reform yapmanın gerisinde kaldı. Farklı toplumsal ve politik grupların ve hareketlerin oluşum süreci hızla ilerliyor.”
“Temsilcileri, yenilenme sürecini sosyalizmin ilkelerine saldırı olarak gören tutucu-dogmatik akım, otoriterliğe dönüşün savunucusudur. Bu akım kendisini yeniden yapılandıramayan ve demokraside politik etkinliğine ve toplumsal konumuna tehdit gören bürokrasinin parçasından oluşmuştur. Mümkün her yolla değişimi yavaşlatmaya çalışmaktadır.”
“Parti, tüketici piyasasını normalleştirmek ve kısıtsız fiyat oluşumuna geçiş için acil önlemler önerir ...”
“... hukuk devleti, her hangi bir sınıf, parti, grup ya da bürokratik elitin diktatörlüğünü dıştalar.” (The Guardian, 29 Haziran 1990)
Kongrede sert tartışmalar yaşandı. Büyük bir çoğunluk perestroykaya tepkilerini dile getirdi, Gorbaçov’u, parti yönetimini, uygulanan politikaları ağır biçimde eleştirdi. Genel sekreterlik ve politbüronun kaldırılması kabul edilmezken, kongre delegeliklerinin beş yıl daha uzatılması, Pravda editörünün Kongre tarafından atanması gibi, parti yönetimini denetlemeye çalışan çok sayıda önerge de verildi.
Ancak gergin tartışmalar sonunda Gorbaçov, kendisini kongrenin önünde alternatifsiz olarak koyarak karşı hamleleri püskürtmeyi başardı; yönetici organlarını zayıf düşürerek partiyi politik konumundan geriletecek yapısal değişikliklerin gerçekleştirilmesini sağladı. Partinin tabanının yönetime tepkilerini etkisizleştirmek üzere, Merkez Komite’ye bu kesimden üyeler alındı. Cumhuriyetlerin başkanları ile genel sekreter ve yardımcısına 17 koltuk ayrılarak politbüro işlevsizleştirilip yönetimdeki belirleyici konumundan uzaklaştırıldı. Genel sekreterlik ise, Merkez Komite yerine kongre tarafından seçilen bir makama dönüştürülerek, Merkez Komite tarafından (Hruşçov’un görevden alınmasında olduğu gibi) değiştirilebilmesinin yolu kapatıldı. Kongre boyunca sert biçimde eleştirilmesine rağmen, karşısına bir madenciden başka aday çıkmayan Gorbaçov, 1116’ya karşı 3411 oyla genel sekreter seçildi. Buna karşılık, kongrede yönetime ve perestroykaya karşı gösterilen tepkilere yakın görüşler ileri süren Ligaçev, genel sekreter yardımcılığına aday oldu ama seçilemedi.
Resmi haber ajansı TASS, kongreden çıkan sonucu, “Muhafazakarlar festivali olarak başlayan kongre reformcuların zaferiyle bitiyor” diye aktarıyordu. Perestroykaya tepkilerin keskin biçimde dile getirildiği kongre, Gorbaçov’a ve politikalarına karşı bir alternatif oluşturamıyor, partinin komünizmin idealleriyle bağlarının bütünüyle kopartılmasını ve perestroykanın önünü açmak üzere politik yapıda sahip olduğu konumdan uzaklaştırılmasını, tasfiyesini kabulleniyordu. Kongredeki gruplardan Marksist Platform, Gorbaçov’un ‘sosyalizmi kapitalizmle iyileştirme’ reformlarını engelleyemezken (komünizmle bağlardan kopmak için atılan bütün adımlara rağmen bunları yeterli bulmayan) Demokratik Platform ise partiden ayrılmaya karar veriyor, Rusya Federasyonu Başkanı Yeltsin ile Moskova ve Leningrad belediye başkanları Gavriil Popov ve Anatoli Sobçak da kongre ertesinde SBKP’yi terk ediyordu.
Partinin, hedeflenen sürecin önünde ‘ayak bağı’ olmaktan çıkarılmasının temelinin büyük ölçüde sağlandığı kongre sonrasında, gündem yeniden, bir türlü gerçekleştirilemeyen ekonomik reforma odaklandı. Yeltsin’in liderliğinde, Rusya parlamentosu, Eylül’de, Şatalin’in, özelleştirme, sübvansiyonların kalkması, serbest fiyatlar, borsa, emek piyasası, yığınsal işsizlik ve merkezi ekonomik bakanlıkların kaldırılması uygulamalarıyla 18 ay içinde piyasa ekonomisine geçişi hedefleyen ‘500 Gün Programını’ kabul etti. Diğer yandan, Sovyet ekonomisinin durma noktasına geldiği koşullarda, merkezi düzeyde de, Gorbaçov ve Yeltsin’in birlikte oluşturduğu ve Şatalin planını temel alan komisyon ile daha önceki iki planı reddedilen Başbakan Rijkov alternatif reform planları hazırlıyordu.
Yüksek Sovyet’te, Gorbaçov’un 1 Ekim’den itibaren uygulamaya konmasını önerdiği Şatalin planı ile Başbakan Rijkov’un (çoğu, cumhuriyetlerin değil SSCB’nin denetiminde olan dev sanayi komplekslerinin özelleştirmeye ve merkezin parçalanmaya direncini yansıtan) ‘ılımlı’, piyasa ekonomisine yumuşak geçiş planı, yoğun biçimde tartışıldı. Yüksek Sovyet, planlar arasında seçim yapmak yerine, radikal planı desteklemekten vazgeçen Başkan Gorbaçov’a kararname ile yönetme yetkisi verdi. Şatalin ve Rijkov planlarını uzlaştırmak adına Gorbaçov da, Ekim ortasında, “eski komuta-idari yönetim sisteminin yıkıldığını ama piyasa koşullarında çalışma için yeni teşvikler oluşturulamadığını” ve “piyasanın seçeneği olmadığını” ileri sürüp daha yumuşak geçiş adımları sıralayan reform planını sunuyordu. Gorbaçov’un Şatalin planını terk etmesine tepki gösteren Yeltsin ise, Gorbaçov’un planını Rijkov’unkine daha yakın bularak karşı çıkıyordu. Ekim sonunda, ‘reform’, yabancı yatırımlarına uzanıyor, Gorbaçov, yüzde yüz yabancı sermayeli şirketler kurulabilmesine izin veren başkanlık kararnamesi yayınlıyordu.
Bundan sonra, piyasa ekonomisine geçiş için önlemler doğrultusunda yasal düzenlemelerin ağırlıklı olarak başkanlık kararnameleriyle gerçekleştirilmesi adımları öne çıktı. Ekim Devrimi’nin 73. yıldönümünde, –amacını, insanı mülkiyet, iktidar, kültüre yabancılaşmaktan kurtarmak olarak tanımladığı– perestroykanın ‘devrimin değerlerinin dirilişi’ olduğunu ileri süren Gorbaçov, yabancılaşmayı en üst boyuta çıkartacak biçimde, ekonomiden politikaya teker teker bütün yetkileri ve yönetimi kendi elinde toplamaya devam ediyordu. Kasım sonunda, Gorbaçov’a, kış için gıda ve yakıt dağıtımını sağlamasının yanı sıra, hükümeti reorganize etmesi, Federasyon Konseyi’nin görevini belirlemesi, cumhuriyetlerle anlaşma imzalaması ve olağanüstü önlemler alması için yeni yetkiler verildi.
Sosyalizmin kazanımlarının tasfiyesinde sıra, –Ekim Devriminin çözdüğü sorunların başında yer alan ve devrimin daha ilk anlarında ulusallaştırılmış olan– toprakta özel mülkiyete geldiğinde, önce Rusya Halk Delegeleri Kongresi, köylülerin kolektif çiftliklerdeki hisselerini almalarına, ömür boyu kullanmalarına, mirasçılarına bırakmalarına ve on yıl sonra yerel yönetime satmalarına izin veren yasa çıkardı. Bu sırada Yeltsin, ‘alım-satım özgürlüğünün kısıtlılığını’ eleştiren bir batılı gazeteciye, kendisi açısından uzlaşmanın gerekliliğini, “Rus ruhunu anlamıyorsunuz. Burada insanlar toprağın satın alınması ve satılması kavramını anlamaz. Toprak ana gibidir. Ananızı satmazsınız.” sözleriyle açıklıyordu. Rusya Cumhuriyetinin ardından, merkezi düzeyde de, Yüksek Sovyet, özel çiftçilere toprak verilmesi ile gıda sorununa ilişkin önlemler kararlaştırırken, aynı zamanda da, Gorbaçov’un yetkilerini daha da artıran, doğrudan devlet başkanı olarak Gorbaçov’a bağlı yeni Bakanlar Kabinesi, Federasyon Konseyi ve Güvenlik Konseyi kurulmasını içeren anayasal düzenlemeleri kabul ediyordu. 1991 başında ise, toprağın özelleştirilmesi doğrultusunda Gorbaçov, kolektif çiftliklerin dağılmasına imkan sağlayan ve özel çiftçilere toprak veren kararname yayınlıyordu. Bu süreçte, piyasa ekonomisine geçiş, özelleştirmeler doğrultusundaki önlem ve düzenlemelere karşı kitlelerin tepkisini ve temsili organlara yansıyan direnci aşmak üzere, başkanlık yetkileriyle, yönetimin –seçilmiş organ olarak sovyet ya da kongre yerine– giderek tek kişinin elinde toplanması yönelimi hızlanıyordu.
1989’da Halk Delegeleri Kongresi’nin oluşumuyla birlikte gelişen politik tartışma ve hareketlilik ortamı içinde milliyetçilik öne çıkmış, başta Baltık ülkeleri olmak üzere çeşitli Sovyet cumhuriyetlerinde ayrılıkçı hareketler ağırlık kazanmıştı. 1990’da da bu yönelim, merkezi Sovyet iktidarı ile cumhuriyetler arasında çekişme ve çatışmalara yol açmış ve Litvanya, Estonya ve Letonya’nın bağımsızlık ve Rusya, Özbekistan, Moldavya’nın egemenlik ilanlarına varmıştı. Cumhuriyetlerle merkezi yönetim arasındaki çelişki ve mücadeleler, bütçe sorununa yansıyor, merkezin kaynaklarını denetlemesine, başta Yeltsin’in başkanlığındaki Rusya Federasyonu olmak üzere, cumhuriyetlerin direnmeleri, ortak bütçe yapılmasını engelliyor, bu da ekonominin sorunlarını büsbütün ağırlaştırarak yıkıma sürüklüyordu. Yeltsin, sosyalizmi daha hızlı tasfiye etmek yönünde ayrı bir iktidar odağı yaratmak için bu dağılma sürecinden yararlanıp gelişmeleri daha ileri boyutlara zorlarken, Gorbaçov ise parçalanmaya gidişi durdurmaya çabalıyordu. 1991 yılına gelirken, Gorbaçov, cumhuriyetlerin temsilcileriyle müzakereler temelinde yeni bir birlik anlaşması yapılması, bu amaçla da bir konferans toplanması önerisini getiriyordu.
Sovyetler Birliği’nin parçalanmasının engellenmesi çabaları içerisinde, Mart 1991’de, ‘bütün bireylerin haklarının güvenceye alındığı, eşit egemen cumhuriyetlerin yenilenmiş federasyonu olarak birliğin korunmasının’ oylandığı bir referandum düzenlendi. Ermenistan, Gürcistan, Estonya, Letonya, Litvanya, Moldavya hükümetlerinin boykot edilmesini istediği referandumda, Gorbaçov, ‘evet’ oyu kampanyasında, ‘bin yıllık devlet birliğini korumaktan’ söz ederek Rus milliyetçiliğine başvuruyordu. Sovyet seçmenlerinin yüzde 78’inin Sovyetler Birliği’nin korunmasından yana oy kullandığı referandumda, aynı zamanda Rusya’da da doğrudan halk oyuyla seçilen bir yürütücü başkanlık sistemi oluşturulması oylanıp kabul ediliyordu. Daha sonra Haziran 1991’de ise, Yeltsin (Gorbaçov’un desteklediği Rijkov’a karşı) yüzde 57 oy alarak yeni oluşturulan –seçilmiş yürütücü nitelikteki– Rusya Başkanlığına seçildi.
Partiyi geriye iterek başkanlık yetkileriyle yönetimi elinde toplayan Gorbaçov’un Sovyetler Birliği’ni bir arada tutma çabalarına rağmen, karşıt hareketler giderek gelişip farklı yönelimleri dayatırken toplumsal gerginlik ve çatışmalar da tırmanıyordu. 1991’in başındaki Litvanya ve Letonya’da Sovyet birlikleriyle çatışmalardan sonra, Ermeniler ile Azeriler arasındaki milliyetçilik ve ayrılıkçılık temelindeki çatışmalara Sovyet birlikleri müdahale ediyordu. Öte yandan, piyasa ekonomisine geçiş adına uygulanmak istenen ekonomik önlemler konusunda tartışma ve gerginlikler de sürüyordu. Şubat 1991’de başbakanlığa getirilen Pavlov, ‘gerçek maliyetlerin fiyatlara dahil edildiği’ ortalama yüzde 60 fiyat artışları açıklıyor, halk fiyat artışlarından önce alışveriş yapmak için uzun kuyruklar oluştururken Yeltsin gibi Gorbaçov da sorumluluğu üzerinden atmak amacıyla sözde zamlara karşı çıkıyordu. Bu sırada, Mart başından itibaren Gorbaçov’un ve merkezi hükümetin istifasını, parlamentonun dağıtılmasını, Komünist Partinin örgütlerinin bütün devlet kurumlarından çıkarılmasını ve piyasa ekonomisine hızla geçilmesini isteyen politik grev, Ukrayna’dan Sibirya’ya, 580 kömür madeninden 200 kadarına yayılarak 300 bin grevciye ulaşıyor, Mart ayında 1 milyon işgününden fazla grev yapılıyordu.
Nisan sonundaki Merkez Komite toplantısı öncesinde, Yüksek Sovyet’te politik grevlerin yasaklanması gündeme gelirken, bir yandan Moskova’da, Gorbaçov’u istifaya çağıran anti-komünist gösteri yapılıyor, diğer yandan da Moskova, Leningrad, Kiev dahil 13 şehrin Komünist Parti liderleri, kapitalist topluma götüren ekonomik ve toplumsal deneylere ve kaosa karşı düzenin sağlanması için komünistlere ve bütün yurtseverlere çağrıda bulunuyor, ayrıca Halk Delegeleri Kongresindeki Soyuz (Birlik) grubu da, olağanüstü hal ilan edilerek partilerin yasaklanmasını, basının sansür edilmesini talep ediyordu.
Çok yönlü gerginlik, çatışma ve mücadelelerin tırmandığı bu ortam içerisinde, milli gelir de yılın ilk üç ayında yüzde 10 oranında düşüyordu. Yüksek Sovyet’te ise, Başbakan Pavlov’un, politik grevlerin yasaklanmasını, yıl sonuna kadar küçük işyerlerinin üçte birinin özelleştirilmesini, ticari kredinin geliştirilmesini içeren –piyasaya hızlı geçişe göre ‘orta yol’ olarak nitelediği– sert önlemler paketi kabul ediliyordu. Bu sırada, Gorbaçov da, Yeltsin ve diğer 8 cumhuriyet lideriyle Pavlov’un önlemler paketini destekleyen ve yeni ‘egemen devletler birliği’ anlaşması için tarih çizelgesi saptayan bir Barış paktı imzalıyordu.
Parti içinde sert eleştiriler, Gorbaçov’un genel sekreterlikten alınması, hatta yargılanması taleplerine kadar uzanmışken, Barış paktının imzalandığı gün toplanan Merkez Komite toplantısında Gorbaçov –Yeltsin’le yapmış olduğu anlaşma ve uzlaşma temelinde– politbüronun desteğini sağladı. Ağır eleştiriler karşısında mikrofona gelip “Konuşmacıların yüzde yetmişi beni eleştiriyor” diyerek önerdiği istifası gündeme alınmayan Gorbaçov, genel sekreterlik seçiminin Merkez Komiteden kongreye alınmış olmasının da sayesinde, konumunu korumayı başardı.
Grevci işçiler ise, işbaşı yapmaları yönünde Gorbaçov ve Yeltsin’in ortak çağrısına da uymuyorlardı. Grevcilerin davetiyle Sibirya’ya giden Yeltsin, madenleri Rusya Federasyonu’nun denetimine geçiren ve işçilerin üretimi, satışları, finansmanı ve mülkiyet biçimini belirlemelerini vaat eden bir anlaşma imzaladı. Ardından Sovyet hükümeti, kömür madenlerini cumhuriyetlere devreden karar alıyordu. Bunu Gorbaçov’un, enerji, kimya, metalürji işkollarında grevleri yasaklayan kararnamesi izledi. Bürokrasi, ekonomik sorunları ağırlaştıran (ve aslında kendisine tehdit oluşturan) işçi hareketi karşısında içindeki ayrılıkları bir yana bırakarak grev dalgasını bastırmak için birleşiyordu. İşçi hareketi ise, sürecin gelişimini belirlemek açısından en büyük güçtü. Ama o da, burjuva ideolojik etkinlik, ideolojik yabancılaşma koşulları altında, bürokrasiye karşı komünizm doğrultusunda bir mücadele yükseltmek yerine, piyasa ekonomisine, kapitalizme geçiş yandaşı görüşleri desteklemeye yöneliyordu.
Bundan sonra, bir yandan Yüksek Sovyet’te, diğer yandan Rusya parlamentosunda, Başbakan Pavlov ile Gorbaçov’un danışmanı Yavlinski’nin karşıt özelleştirme planları üzerine görüşme ve tartışmalar yaz boyu sürdü. Bu sırada, Ligaçev’in yaptığı gibi, özelleştirmelerle devlet işletmelerinin yeni burjuvazi ya da yabancı sermaye tarafından satın alınmasına karşı çıkan görüşler dile getirilse de, tartışma, ağırlıkla farklı bir noktaya gelmişti. İki plan da, merkez ve cumhuriyetler arasında anlaşmaya varılması, grevlerin yasaklanması, fiyatların serbestleştirilmesi ve özelleştirme yaklaşımlarında ortaklaşıyordu. Bu temelde, artık tartışmalar, emperyalist kapitalist pazara bağlanma konusunda odaklanıyordu. Pavlov egemenlik vurgusu yaparken, G7’lere mektubunda, dönüşümün yaratacağı toplumsal gerginlikler tehlikesine işaret ederek –ademi merkezileştirmeyi, özelleştirmeyi, dünya ekonomisiyle bütünleşmeyi, yabancı yatırımlar ve piyasa ilişkileri için yasal düzenlemeleri içeren– reforma kaynak sağlanması ve dış borcun ertelenmesi gibi biçimlerde Batı yardımı talep etmiş olan Yavlinski, ‘Büyük Pazarlık’ diye adlandırdığı planında, (150 milyar dolar tutarında) Batı yardım ve kredilerini reform için şart koşuyordu.
Yaşam standartlarının yüzde 15 - 20 düştüğü koşullarda yığınsal boyutta işsizliğe, yoksulluğa yol açacağı tartışılan özelleştirme planları toplumsal gerilim ve hoşnutsuzlukları artırırken aynı dönemde Sovyetler Birliği’nin yeni ‘egemen devletler birliğine’ dönüştürülmesi doğrultusunda birlik anlaşması çalışmaları da tepki topluyordu. Yüksek Sovyet’teki tartışmalarda, Soyuz grubu, Gorbaçov’un dokuz cumhuriyetle müzakerelerini anayasaya aykırı olarak niteliyor, Sovyetler Birliği’ni milliyetçilere ve yabancı kapitalistlere satmakla suçladığı Gorbaçov’un görevden alınmasını istiyordu. Ordunun da dağılmaya başlamasından cumhuriyetlerin ayrılıkçılığı sorumlu tutulur, suçlanırken Başbakan Pavlov kaosa karşı Gorbaçov’un yürütücü yetkilerinin kendisine devrini talep ediyordu. Bu girişimleri boşa çıkartmayı başaran Gorbaçov ise, dokuz cumhuriyetle, geniş ekonomik ve politik hakların (‘sosyalist’ yerine ‘egemen’ olarak nitelenen) cumhuriyetlere devredildiği birlik anlaşması taslağı hazırlıklarını sürdürüyordu.
Ancak Gorbaçov’un beş cumhuriyetle yeni Birlik Anlaşmasını imzalamasından bir gün önce, 19 Ağustos 1991’de, Kırım’da tatilde olan Gorbaçov’a karşı darbe yapıldı. Başkan Yardımcısı Yanayev, sağlık gerekçesiyle (‘iyileşinceye kadar’) Gorbaçov’un görevlerini üstlendi. Yanayev, Başbakan Pavlov, İçişleri ve Savunma bakanları, KGB başkanı, Savunma Konseyi Başkan Yardımcısı, Çiftçiler Birliği başkanı ve Devlet İşletmeleri Derneği başkanından oluşan Olağanüstü Hal Devlet Komitesi, Moskova ve başka yerlerde 6 ay olağanüstü hal ilan ederek radyo ve televizyonlara el koydu, fiyatların indirileceğini vaat edip reformların sürdürüleceği ve özel girişimin destekleneceği ama egemenlik, bağımsızlık, toprak bütünlüğünden taviz verilmeyeceği açıklamasını yaptı. Darbe kitlesel bir destek sağlayamazken, durumdan yararlanan, genel grev çağrısıyla darbeye karşı çıkan Yeltsin oldu. Protestolar karşısında darbe üç gün içinde çöküp Gorbaçov görevine döndü ama bundan sonra inisiyatifi, darbeye gösterilen tepkinin başına geçen Yeltsin aldı.
Başarısız darbe girişiminin ardından SBKP hedef haline geldi. Önce, Genel Sekreterlikten ayrılan Gorbaçov, Merkez Komite’nin kendisini feshetmesini istedi ve güvenlik kuvvetlerinde parti faaliyetini yasaklayan, parti bürolarını yerel yönetimlere devreden, işsiz kalacak parti görevlilerine iş ve işsizlik yardımı sağlayan kararnameler yayınladı. Yüksek Sovyet, partinin faaliyetlerini, Yüksek Mahkemenin yasaklaması talebiyle askıya alırken Yeltsin de partinin varlıklarına el koydu. Aynı zamanda Yüksek Sovyet, Gorbaçov’un, güvenlik konseyinin yeni üyelerle genişletilmesi talebini geri çevirip olağanüstü başkanlık yetkilerini de kaldırıyordu.
Diğer yandan, darbenin engellemeye çalıştığı Sovyetler Birliği’nin dağılma süreci de, darbenin başarısızlığının ardından hız kazandı. Ağustos sonunda Rusya ve Ukrayna’nın Birlik Anlaşması yerine ikili anlaşma yapmasından sonra, Halk Delegeleri Kongresi, Sovyetler Birliği’ni ortadan kaldırarak cumhuriyetleri yeni bir birlik için serbest bırakmak doğrultusunda karar aldı. 8 Aralık 1991’de, Ukrayna’da referandumda bağımsızlık istenmesinin ardından, SSCB’nin yerini alacak Bağımsız Devletler Topluluğu’nu kuran anlaşma, Rusya, Ukrayna ve Byelorusya tarafından imzalandı. Aralık sonunda ise, Sovyetler Birliği’nin varlığı, Gorbaçov’un devlet başkanlığından istifası ve Yüksek Sovyet’in SSCB’nin feshini ilan etmesiyle sona erdi.
Sovyet iktidarının yıkılması, Sovyetler Birliği’nin ortadan kalkması, dünya ölçeğinde çağ değiştiren, tarihsel bir önem taşıyordu; ancak aynı zamanda da, glasnost ve perestroyka politikasının niteliği bakımından sürpriz bir sonuç değildi. Yeni politikayı öne sürenlerin kullandıkları ifadeler içerisinde, ‘perestroyka devrimi’ hedefine ulaşmış, ‘eski sistem yıkılmış’, ‘yapısal değişiklik’ gerçekleşmişti! Başta Gorbaçov olmak üzere, perestroyka savunucularının, kullandıkları sözlerle kastettiklerinin tam da böyle bir sonuç olmadığı belki iddia edilebilir. Ama bu durum, ulaştığı sonucun, uygulanan politikanın niteliğinden kaynaklandığı gerçeğini değiştirmez.
Perestroyka, Sovyet iktidarının sorunlarına, sistemin tıkanıklığına çare olarak ileri sürülmüştü. Ekonomik gelişmenin durmasını, içine girilen tıkanıklığı, meta ilişkilerine, kapitalizmin unsurlarına başvurarak aşmayı hedefliyordu. Daha önce de 1950’lerde ve 1960’larda aynı doğrultuda ekonomik reformlara girişilmiş, fakat özünde, varolan sosyo-ekonomik yapının sosyalist niteliği ile kapitalizm arasındaki, iki farklı sosyo-ekonomik sistem arasındaki uzlaşmazlık temelinde bu çabalar başarısız kalmıştı. Geçmişten alınan ‘dersle’, bu defa, ‘yarı-gönüllü önlemlerle sınırlı kalınmayacağı’, reformun ‘tutarlılıkla, sonuna kadar götürüleceği’ vurgulanıyordu. Sosyalizmle kapitalizmin bağdaşmazlığı, sosyalizmi kapitalizmle düzeltme yönündeki önceki girişimleri başarısızlıkla sonuçlandırmıştı. Bu defa, sonuna kadar götürüldüğünde, piyasacı reform, varolan sistemin, sosyalizmin yıkılması anlamına geldi.
Sosyalizmle kapitalizm arasındaki uzlaşmazlık, iki sistemin unsurlarını birbirlerine eklemleme çabasını, başarısızlıkla, birinin yıkılıp diğerinin hakim olmasıyla sonuçlandırdı. Sosyalizmin yıkılıp kapitalizmin hakim olmasına yol açan ‘perestroyka devrimi’, daha önce piyasa ile sosyalizm ilişkisi çerçevesinde teorik boyutlarıyla da ele alınmıştı (“Perestroyka Devrimi”, Kurtuluş Sosyalist Dergi 3, Mayıs 2002). Teorik değerlendirmenin yanı sıra, ulaştığı sonucun pratikte de gösterdiği, kanıtladığı gibi, ‘perestroyka devrimi’ karşıdevrim niteliği taşımaktaydı. Perestroyka, hem Doğu Avrupa’da hem Sovyetler Birliği’nde kapitalizmin hakimiyetini sağladı. Ancak Doğu Avrupa’da ve Sovyetler Birliği’nde kapitalizme geçişin, neden olduğu toplumsal mücadeleler, izlediği yol, aldığı biçimler ve hızı arasındaki farklılık, sosyalist inşa sürecinin tarihi, kapsamı, ulaştığı ölçeği bakımından Sovyetler Birliği ile Doğu Avrupa arasındaki farklılığı ortaya koyuyordu.
Perestroyka politikasıyla Sovyet iktidarının yıkılması, bir anda gerçekleşmedi; birbirini izleyen adımlarla, bir süreç biçimini aldı. Yeni politika doğrultusundaki inisiyatif, Gorbaçov’un temsil ettiği, parti yönetimine hakim olan ve sistemin içine düştüğü tıkanıklığa çözüm arayan kesimden geliyordu. Aslında sosyalizmin varolan sorunları, işçi sınıfının kendi partisine, devletine, üretim araçlarına yabancılaştığı bürokrasinin iktidarından kaynaklanıyordu. İşçi sınıfının üretime, ürününe yabancılaşmasını ifade eden, demokratik olmayan bürokratik planlama, ekonomik sorunlara, gelişmenin aksayıp durmasına, tıkanıklığa yol açıyordu. Ama işçi sınıfının, komünizm doğrultusunda toplumsal ilerleyişi sürdürmek üzere, bir politik devrimle ayrıcalıklı bürokrasinin iktidarını yıkamadığı koşullarda, bürokrasi, çözümü piyasada, kapitalizmden meta ekonomisi unsurlarını ödünç almakta arıyordu.
Gorbaçov’un yönetime geldiği ve yeni politikanın benimsendiği ilk yıllar içerisinde, meta ilişkilerine başvurulması yönünde alınan kararlar, gerçekleştirilen Devlet İşletmeleri Yasası, Kooperatifler Yasası gibi yasal düzenlemeler, ‘yapısal değişimi’ sağlamaya yetmedi. Yasal temeli yaratılsa da, –varolan, merkezi planlamaya dayanan ekonomik yapının belirlemesiyle– özel girişimler son derece sınırlı kaldığı gibi, devlet işletmeleri arasındaki ilişkilerde de, piyasa ilişkileri değil, hâlâ merkezi talimatlar büyük ağırlığı oluşturmaya devam etti. Bu noktada, yerleşik ekonomik sisteme uygun işlevlerini sürdüren ekonomi yönetimi, siyasi ve idari yapı, –perestroykanın önünde engel oluşturması temelinde– ‘yapısal değişimi’ sonuna kadar götürme politikası açısından, yıkılması gereken bir hedef haline geldi.
Perestroykaya direncin üstesinden gelmek için bütün ‘politik sistem’ hedef alındı. Partinin kendisinden, parti aygıtından, kadrolarından sovyet sistemine kadar uzanan değişikliklerle, politik yapı, adım adım tasfiye edildi. Sert tepkiler ve mücadelelerin de eşlik ettiği tasfiye sürecinde, perestroykanın muhalifleri yönetici konumlardan uzaklaştırıldı; sovyet sistemi parlamentarizme dönüştürülüp sonunda başkanlık sistemine geçildi; parti politik konumundan geriye itilip örgütlenmesi etkisizleştirildiği gibi, ideolojik olarak da tasfiye edildi.
Sistem değişikliği yönündeki adımlar, toplumda dile getirilen ve basına da yansıyan tepkilerin yanı sıra, sovyet kongreleri ve toplantılarında da, partinin yönetici organları ve kongrelerinde de protestolar ve muhalefetle karşılaşmıştı. Ancak –sosyalist ideoloji yerine burjuva ideolojisinin etkinliğinin, ideolojik yabancılaşmasının sonucu olarak– işçi sınıfının perestroykaya direnç içerisindeki payı kısmi ve dolaylıydı. Bu temelde, işçi sınıfının bürokrasinin ayrıcalıklarına tepkisi de perestroykaya destek için kanalize edilmeye çalışılıyordu. Buna karşılık, tek tek bazı bireyleri, yaşanmakta olan süreçte, ayrıcalıklı konumlarından kapitalistleşmek için yararlansa da, bürokrasinin büyük kesimi, ayrıcalıklarının dayandığı sosyo-ekonomik yapıyı, sistemi korumak tutumundaydı. Bu anlamda, aslında perestroyka, küçük bir kesim tarafından ileri sürülmekle birlikte, içine girilen tıkanıklığa çözüm niteliğinde ortaya konulan farklı (sosyalist) bir seçeneğin bulunmamasına bağlı olarak, karşısındaki direnişi yendi. Gorbaçov, yer yer güçlü itirazlarla da karşılaşsa, politikalarını, –kendisine alternatif çıkartamayanlar da dahil– karşıtlarına onaylatmayı başardı.
Perestroykaya tepkileri bastıran, varolan yapıyı ve sosyalizmin kazanımlarını korumaktan yana olanları geri iten süreç, doğrudan kapitalizm savunucusu niteliği taşıyan politik akım ve odakları da güçlendiriyordu. Madenciler greviyle partinin karşısında tutum alan işçi sınıfının da, piyasacı yönelime, belirli sonuçlarına karşı çıkmakla birlikte, birçok açıdan da destek olduğu bu koşullarda, sürecin sonunu belirleyen, Gorbaçov’un görevden alındığı Ağustos 1991’deki darbe oldu. Tarihin acı bir tesadüfüyle yine bir Ağustos ayındaki başarısız darbe, 1917 Ekim Devrimi’ne giden yolu açmıştı (Kurtuluş Sosyalist Dergi 2, Şubat 2002, s. 46). Gorbaçov’a karşı yapılan başarısız darbe ise karşıdevrimle sonuçlandı. Süreci tersine çevirmekten çok, dağılıp yıkılmaya tepki ve çaresizliğin ifadesi olan darbe, toplumdan destek bulamayarak başarısız kaldığı gibi, bunun ardından, sosyalizmin tasfiyesine şu ya da bu ölçüde direnç gösterenlerin temizlenmesine, eski yapıdan geriye kalanların bütünüyle ezilmesine yol açtı ve kapitalist ilişkilerin yeniden yerleştirilmesi doğrultusundaki politikanın artık önünde engel kalmadan ileriye atılmasını sağladı.
Gorbaçov’a karşı girişilen başarısız darbe sayesinde, iktidarı ele geçiren Yeltsin, dolu dizgin kapitalizme geçmek doğrultusunda ekonomik önlemleri yürürlüğe koymakta zaman kaybetmedi. “Reformları acısız gerçekleştiremeyeceğiz” sözleriyle hızlı özelleştirme planını uygulayabilmek için, Ekim 1991’de Yeltsin, Rusya Halk Delegeleri Kongresinden, her türlü muhalefeti engellemek üzere bütün seçim ve referandumları yasaklayarak, kanunların üzerine çıkan diktatörce kararnamelerle yönetme yetkisi almıştı. Sovyetler Birliği’nin dağıtılması kararıyla aynı anda ise, Yeltsin, özel toprak mülkiyetini yasallaştırıp kolektif ve devlet çiftliklerinin kooperatif veya hisseli şirketlere dönüştürülmesi kararnamesi çıkarttı; 1992 yılbaşından itibaren fiyatlar ve ücretler serbest bırakıldı.
Fırlayan fiyatlar bir kaç ay içinde, Yeltsin’in en yakın destekçilerinden Sen Petersburg Belediye Başkanı Anatoli Sobçak’ı “toplumsal patlamanın engellenemeyeceği” gerekçesiyle, hükümetin ekonomi politikasını “çılgınlık” olarak niteleme noktasına getirdi. Artık geçinebilmek için halkın üçte biri borç almak, yarısı ikinci bir işte daha çalışmak zorunda kalıyordu. Önlemler yığınların koşullarını ağırlaştırdıkça tepkiler de gündeme geliyor, üretim düşerken IMF ile özelleştirme ve piyasa ekonomisine geçiş önlemlerinin kapsam ve hızı üzerine pazarlıklar sürüyor, yeni özelleştirme programları parlamentoda sert tartışmalara yol açıyordu. Yüksek Sovyet’te, ekonomik önlemlerin sorumlusu başbakan Gaidar, bir yılda tüketici fiyatlarının 15, ücretlerin 10 kat artıp 30 milyon kişinin yoksulluk sınırının altında yaşadığını açıklamasına rağmen istifa etmiyor, protestocular ise, “haydutlar piyasası yaratıldığını, kapitalizm istemediklerini” haykırıyordu. Gaidar’ın yüzde 2000’in üstünde yıllık enflasyona yol açan ‘şok tedavisi’ ile, gelir farklılıkları uçurum boyutuna varıyor, en üst yüzde onluk kesimin zenginliği, en alt yüzde ona göre, 10 kata çıkıyordu.
Kapitalist önlemlere tepkileri yatıştırmak için, Yeltsin, 1993 başında Gaidar’ı görevden aldı. Ancak yine de kararnameyle yürütme yetkisinden rahatsız olan parlamentoyla çatışmaya düşmekten kaçınamadı. Eylül sonunda, Yeltsin anayasaya aykırı biçimde parlamentoyu feshederken parlamento da Yeltsin’i başkanlıktan azletme kararı alıyordu. 1991’de darbecilere karşı tankların üzerine çıkarak ‘kahraman’ olan Yeltsin’in iki yıl sonra tersine parlamentonun üzerine askerleri göndermesiyle ise, parlamento bombalanıyor, yüzlerce kişi ölüyor, parlamenter liderler tutuklanıyorlardı. Parlamentonun dağıtılmasıyla kapitalist önlemlerin, radikal özelleştirmenin önündeki tepki ve muhalefet de ortadan kaldırıldı.
Sovyet iktidarı yıkıldıktan sonra, kapitalizmin gelişmesi doğrultusundaki özelleştirmelerin önündeki en büyük maddi engeli, muazzam büyüklüğe ulaşan üretim araçlarını satın alabilecek çapta sermayenin bulunmaması oluşturuyordu. Özelleştirmeler gündeme geldiğinde, bürokrasi, işletme yöneticileri, müdürler, üretim araçlarını, fabrikaları, işletmeleri mülk edinmek açısından en uygun konumdaydılar. Yıkım koşullarında birçok eski yönetici, yönettikleri işletmelerin en kârlı kısımlarını kendi kurdukları şirketlere ucuza satmak gibi yollarla fabrikaları, işletmeleri ele geçirdi. Yine yıkım koşullarının sağladığı fırsatlardan yararlanıp zenginleşmiş olanlar, mafya, özelleştirmeler resmen başladıktan sonra da, halka dağıtılan kuponları, halkın elinden ucuza satın alarak, özelleştirilen işletmelerin hisselerini, büyük ölçüde topladılar.
1996’daki başkanlık seçimleri gündeme geldiğinde, yüzde binlerle ifade edilen enflasyonu, kemer sıkıp işçi ücretlerini ödemeyerek durduran Yeltsin’in, Rusya Komünist Partisi lideri Züganov karşısında seçimleri kazanması tehlikeye giriyordu. Seçmen desteği yok denecek düzeye gerilemiş olması nedeniyle seçimleri iptal etmesi bile önerilen Yeltsin, hem seçimleri kazanabilmek hem de özelleştirmeleri derhal tamamlayabilmek için, ‘hisse karşılığı borç’ denilen bir uygulamayla, seçim kampanyasında kullanmak üzere, belirli mali kuruluş ve oligarklardan, büyük sanayi işletmelerinin hisseleri teminatı karşılığında, yüklü miktarda kredi aldı. Seçimleri kılı kılına (yüzde 32’ye karşılık yüzde 35 oyla) kazanan Yeltsin, seçimlerden önce kemer sıkma politikalarını terk etme doğrultusunda verdiği sözleri yerine getirmediği gibi, borçları ödemeyip hisseleri bıraktığı oligarklara, en büyük işletmeleri, değerinin çok azına devrederek özelleştirmiş oldu.
Sovyet iktidarının yıkılıp kapitalizme geçiş için uygulanan önlemler sonucunda, 1990’ların ortasında, özel sektör, üretimin yarısını yapıyor, işgücünün yüzde 60’ını çalıştırıyordu. Bu süreçte, gayrı safi yurtiçi hasıla yüzde 50 azaldı; gelir farklılığı uçurumuyla, mafya ve olağanüstü zengin oligarşi doğdu; nüfusun yarıya yakının yaşam koşulları yoksulluk sınırının altına düştü; ortalama yaşam süresi beklentisi, erkeklerde 64 yıldan 57’ye, kadınlarda 74 yıldan 71’e indi.
Sovyetler Birliği’nin yıkılması süreci, Ekim Devrimiyle oluşan işçi sınıfının sosyalist iktidarının yıkılıp burjuvazinin iktidarının kurulması süreciydi. Sınıfsal iktidar ve toplumsal düzen değişikliğiyle sonuçlanan gelişmelerde, işçi sınıfının siyasi, ideolojik, ekonomik yabancılaşması, işçi sınıfı adına yönetimle maddi ayrıcalıklı kesim olarak bürokrasinin iktidarı, belirleyici etkenleri oluştururken, Sovyet iktidarının yıkılması, sosyalizmin tasfiye edilip kapitalizmin yeniden kurulmasında dönüm noktası oldu. Kapitalizmin yerleştirilmesi doğrultusundaki önlemlere karşı tepkiler ve mücadeleler devam etse de, artık bunlar kapitalizme dönüşü engellemekten çok, uygulanan politikanın sonuçlarına muhalefet eden bir nitelik taşıyordu. Bu niteliğine rağmen yüksek ve keskin boyutlar alan muhalefet ve mücadeleler ise, yeni burjuva iktidarı olarak Yeltsin iktidarı tarafından, bir yandan –parlamentonun bombalanmasındaki gibi– silah gücüyle, bir yandan –‘hisse karşılığı kredilerde’ olduğu gibi– paranın gücüyle bastırıldı. Bu temelde kapitalizmin restorasyonu, yeniden kurulması, üretim ilişkileri ve toplumsal düzen anlamında bir geriye gidişi ifade ettiği gibi, üretimin düşmesi, yoksulluk, gelir farklılıkları, işsizlik, insan ömrünün kısalması vb bakımından da, toplumsal kazanımların, yaşam standartlarının gerilemesine karşılık geliyordu.
Sovyetler Birliği’nin yıkılması, Sovyet halkı, işçi sınıfı için, olağanüstü kayıplar ve felaket boyutunda bir yıkım anlamına geldiği gibi, dünya halkları ve işçi sınıfı için de, emperyalizmin zaferi, büyük bir gerileme ve gericilik döneminin açılması demekti. Sovyet iktidarı, doğuşuyla olduğu gibi, yıkılışıyla da dünya ölçeğinde çağ değiştiren nitelikteydi. Dünya çapında muazzam bir güç olan Sovyetler Birliği’nin görünüşte bir anda ortadan kalkması ise, ilk bakışta inanılmaz, anlaşılmaz bir gelişmeydi. Ama Sovyetler Birliği, silah gücüyle, emperyalist müdahaleyle ya da bir iç savaşla yıkılmamış, kendi kendine çökmüştü; sorunun açıklaması da burada yatıyordu.
Sovyet iktidarının sürecinin bir bütün olarak tarihsel materyalizm ve toplumsal devrim perspektifinden değerlendirilmesi ve bu süreç içerisinde Sovyet iktidarının aldığı nitelik üzerine çeşitli görüşlerin eleştirileri ayrı inceleme konuları olmakla birlikte, burada, Sovyet iktidarının yıkılıp Ekim Devrimi’nin ürünü toplumsal yapının tasfiye edildiği karşıdevrimin açıklanması yönünde bazı temel saptamalar ileri sürülebilir. Sovyet iktidarı, emperyalistlerin açtığı bir savaşla ya da burjuvazinin önderlik ettiği bir ayaklanmayla devrilmedi. Sovyetlerin yıkıldığı sürece, çeşitli sert mücadeleler eşlik etti, ama damgasını vuran, bir anlamda, iktidardaki bürokrasinin ‘intiharı’ oldu. Bürokrasi, ayrıcalıkları, varolan üretim ilişkilerine ve toplumsal sisteme, sosyalizme dayanan bir tabakaydı. Bu bakımdan ayrıcalıklarını sürdürebilmesi, varolan toplumsal düzeni, sosyalizmi korumasını gerektiriyordu. Ancak bürokratikleşme ve yabancılaşmanın neden olduğu yavaşlama ve duraklama tıkanıklık boyutuna vardığında, bürokrasi, çözümsüz, çaresiz kalmıştı. Bu koşullarda bürokrasi içinden bir kesimin, sonunda kapitalizme varacak meta ilişkileri, piyasacı ‘reform’ doğrultusunda arayışa girmesi, aslında bir bütün olarak kendi maddi çıkarlarıyla da çelişiyordu. Bu yüzden, sayıca daha küçük bir kesim de olsa, bu –karşıdevrim anlamına gelen– reform ve kapitalizm yolunu seçen ve avantajlı, ayrıcalıklı konumlarından kapitalistleşmek için yararlanan bürokratların, Sovyet iktidarı ve sosyalizmden öteye, doğrudan doğruya kendi mensup oldukları tabakaya, bürokrasiye de ihanet ettikleri söylenebilir.
Tıkanıklık karşısında sosyalizme uygun çözüm ise, işçi sınıfının yığınsal inisiyatifinden, bürokrasinin iktidarına son vererek yönetimi doğrudan eline almasından geçiyordu. İşçi sınıfının, sosyalizmin önündeki sorunları aşarak ilerleyebilmesini sağlayacak eyleminin bir gereği de, gerçekten komünizmi hedefleyen politik örgütlenmesiydi. Ama varolan ‘komünist parti’, yani SBKP, artık revizyonizmin hakimiyetiyle komünizmden uzaklaşmış olarak maddi ayrıcalıklı bürokrasiyi temsil ediyordu. Bu nedenle işçi sınıfının gerçek komünist partisinin revizyonizmden ve SBKP’den bağımsız olarak örgütlenmesi bir gereklilikti. SBKP’nin iktidar organı konumunun anayasa maddesiyle hukukileştirilmesi ve yasal sınırlama ve baskılar da, komünizme ilerleyebilmek için bürokrasinin iktidardan devrilmesine, politik devrime önderlik edecek komünist partinin yasadışı ve gizli varlığını gerektiriyordu.
Gorbaçov, “perestroykanın seçeneği yok” dese de, komünizm doğrultusunda seçenek, işçi sınıfının, bürokrasinin iktidarını devirerek bürokratikleşme ve yabancılaşma sorunlarını çözmesi, devlet ve ekonomi yönetimini yığınsal katılımla eline alması, bu temelde merkezi planlamaya demokratik karakter kazandırıp doğrudan üreticilerin emeklerinin ürünlerini sahiplenmesini sağlayarak yığınların sosyalist inisiyatifini harekete geçirmesi, böylece sosyalizmin sınırsızca gelişmesinin önünü açmasıydı. Ancak, işçi sınıfının ‘gerçekten komünist nitelikli’ partisinin (‘gizli’, ‘yasadışı’ biçimde) oluşup yığınlara önderlik edemediği, bürokrasiye karşı işçi sınıfının bağımsız komünist seçeneğinin öne çıkmadığı koşullarda, “perestroykanın seçeneği yoktu”. Bürokrasiden de (toplumsal konumu itibariyle) sorunların çözümünü komünizm doğrultusunda araması, komünist seçeneği ileri sürmesi beklenemezdi. Tıkanıklık ve çözülemeyen sorunlar karşısındaki seçeneksizlik, bir bütün olarak bürokrasiyi de, sonunda kapitalizme varan seçenek, ‘perestroyka devrimi’ karşısında direnememeye, sürece teslim olmaya itti. İşçi sınıfı ise, esas olarak burjuva ideolojisinin etkinliği altındaydı ve kendi iktidarına yabancılaşması, sonuç olarak, kendi sosyalist kazanımlarına ve bunun ifadesi olan toplumsal düzene umursamazlığa kadar varmıştı. İşçi sınıfı, komünizm hedefli bir hareket geliştiremediği için, perestroyka sürecinde giderek keskinleşen mücadeleler içerisinde bürokrasiye karşı yükselttiği muhalefet, –her ne kadar bir bütün olarak bürokrasiyi tehdit edip kendisine karşı birleşmesine neden olsa da– sonuçta kapitalizm savunucusu kesime destek sağlamış olmaktan öteye gidemedi. Bu anlamda, işçi sınıfı da, ideolojik yabancılaşma sonucunda, kendi egemenliğinin, sosyalizmin yıkılmasını destekleyerek, en azından buna seyirci kalarak ‘intihar’ yolunu seçmiş oldu.
Sovyet iktidarının yıkılması, nispeten kısa bir süre içinde gerçekleşen olağanüstü boyuttaki bir gelişmeydi. Ama bu aslında anlık bir gelişme değil, Ekim Devrimi ile kurulan Sovyet iktidarının bütün bir sürecinin, bu süreçte biriken, üst üste eklenen kusur ve bozulmaların bir sonucuydu. Bir açıdan bakıldığında, burjuvaziyi devirip kapitalizmi tasfiye etmiş işçi sınıfının sosyalist iktidarının yıkılarak kapitalizmin restorasyonu, komünist teoride öngörülen bir gelişme değildi. Diğer bir açıdan ise, aynı teori, komünizme ilerleyebilmek için işçi sınıfı iktidarının sahip olması gereken, yönetime yığınsal katılımla yöneten - yönetilen ayrımının ortadan kalkması yönündeki özellikleri saptıyordu. İşçi sınıfı, sınıfların ortadan kaldırılması ve komünizm hedefine ilerleyebilmek için ‘devlet olmayan devlet’ niteliğinde, ‘kurulurken kendisini yok etmeye girişen’ ve işçi sınıfının yığınlarından zamanla toplumun bütününe kadar herkesi yönetime katarak ‘artık herkesin herkesi yönettiği, dolayısıyla kimsenin kimseyi yönetmediği bir durumda sönümlenip ortadan kalkan’ bir devlete sahip olmalıydı. Bu gereklilikler yerine gelmediğinde, işçi sınıfının sosyalist iktidarının zorunluluklarından sapıldığında, komünizme ilerlemenin duraklaması öngörülebilirdi. İlerleyemeyen süreç ise, içten çürüme ve bozulmayla karşı karşıyaydı. Bu da, iktidarın, bir isyan, ayaklanma ya da müdahale ile devrilmesinden tamamen farklı bir gelişmeydi. Sovyet iktidarı da, bu biçimde, burjuvazinin başını çektiği bir ayaklanma veya iç savaş sonucu değil, aşama aşama gerçekleşen bir bozulma sürecinin sonucunda, bürokratikleşme ve yabancılaşmayla içten çürüyerek yıkılmıştı.
Sovyetler Birliği’nin yıkılması, Ekim Devrimi ile kapitalizmi ortadan kaldırarak sosyalizmi inşa eden Sovyet işçi sınıfının yenilgisini olduğu kadar, emperyalizmin dizginlerinden boşalan saldırıları karşısında geriye itilen dünya işçi sınıfı ve ezilenler için de bir yenilgi dönemini ifade ediyordu. İçine girdiği tıkanıklık sonucu çöken Sovyet iktidarının yenilgisi, sosyalist devrimin (inşa, bozulma, geri dönüş gibi) belirli teorik sorunlarını öne çıkartmasının yanı sıra, sosyalizmin yeniden işçi sınıfının ellerinde toplumsal politik seçeneğe dönüşebilmesi için yenilgiden çıkartılan derslerle komünist programın geliştirilip zenginleştirilmesi gereğine önem kazandırdı. Sovyet iktidarının yıkılmasından çıkartılan dersler ve sonuçlar, sosyalist devlet düzeyinde daha önce ele alınmıştı (“İşçi Sınıfı Demokrasisi”, Kurtuluş Sosyalist Dergi 6, Mart 2003). Burada bir kere daha vurgulanmalıdır ki, Sovyet iktidarının yıkılması nispeten kısa bir sürede gerçekleşmiş olmakla birlikte, bu sonuç bütün bir sürecin ürünü olarak ortaya çıktığından, yenilgiden ders çıkartılması yönündeki değerlendirme de, Sovyet iktidarının geçirdiği sürecin bütününü, aşamalarıyla ele almalıdır.
Birbiri üzerine eklenerek sonunda Sovyet iktidarının yıkılmasına yol açan bozulmalar geriye doğru izlendiğinde, sürecin başlangıcında, daha Sovyetlerin oluşumu sırasında, işçi sınıfının yönetime yığınsal katılımdan geri çekilmesi olgusu öne çıkar. Sonraki aşamalarda bu süreç, yönetimin, işçi sınıfının öncü kesimi olarak komünist partiye bırakılıp partinin sınıf adına yönetiminin kalıcılaşmasına ilerlemiş, giderek yönetim parti aygıtına kadar daralmıştı. Sınıf adına bir kesimin yönetim ayrıcalığına sahip olması bürokratikleşmeyi geliştirirken, bürokratlaşmaya karşı mücadelede başvurulan yöntem, zor ve şiddet uygulamalarıyla tasfiye ve yönetimin tek elde toplanması, işçi sınıfının siyasi yabancılaşmasını en uç noktaya taşıyarak, amacının tersine, bürokrasinin gelişmesinin zeminini güçlendirmişti. Bu zeminde şekillenen maddi ayrıcalıklı bürokrasinin iktidarına, işçi sınıfının ideolojik yabancılaşması ve revizyonizmin hakimiyeti eşlik etti. Bürokrasinin, komünizm hedefine ilerlemeye hizmet etmeyen revizyonist politikaları, –anlık çıkarları öne geçirmesi, ekonominin dengelerini bozması ve işçi sınıfının ekonomik yabancılaşması sonucunda– büyümenin, ilerlemenin durmasına, tıkanıklığa yol açtı. Sosyalizmin sorunlarının, –ekonomik düzeyde piyasa, meta ilişkileri biçiminde, politik düzeyde çoğulculuk, çok partili parlamentarizm biçiminde– kapitalizmden ödünç alınan unsur, araç ve yöntemlerle, kapitalizme başvurarak çözülmeye çalışılması ise, sosyalizmin yıkılıp kapitalizmin restorasyonuyla sonuçlandı.
Süreç boyunca, birbirinin üzerine eklenen kusur ve bozulmalar, yaşanan çarpılma, baştan öngörülemeyecek bir sonuca, sosyalizmi kuran işçi sınıfının egemenliğinin yıkılmasına neden oldu. Ama elbette tarih bu biçimde akmak zorunda değildi. Tarihin her aşamasında farklı seçenekler bulunuyordu. İşçi sınıfı, her aşamada, komünizmin gereklerine sahip çıkarak, bu temelde örgütlü bir irade koyarak ve gelişmelere komünizm doğrultusunda müdahale ederek sürecin yönünü değiştirebilirdi. Bugünkü koşullarda da sorun özünde aynıdır: geçmiş deneyimlerin dersleriyle geliştirilen komünizmin işçi sınıfıyla birleşmesi, işçi sınıfının ellerinde tarihi değiştirecek bir güce dönüşmesi...
M. Gorbachev, Political Report of the CPSU Central Committee to the 27th Party Congress (SBKP Merkez Komitesinin 27nci Parti Kongresine Siyasi Raporu), Novosti Press Agency, Moscow, 1986
The Programme of the Communist Party of the Soviet Union (Sovyetler Birliği Komünist Partisi Programı), Novosti Press Agency, Moscow, 1986
M. Gorbachev, Perestroika, Fontana, London, 1988
[1] Rusya Komünist Partisi kurulması yönünde Nisan’da Leningrad’da ilk inisiyatifi gösterenler, çoğulculuk ve demokratikleşme adına işçilerin iktidardan yabancılaştırıldığını, bunu Hruşçov’un “bütün halkın toplumu” kavrayışının başlattığını savunmuşlardı.
EYLÜL 2010
13
ÖNE ÇIKANLAR
NEYDİ VE NEDEN ÇÖKTÜ?
SSCB’NİN KARAKTERİ ÜZERİNE BİR ÇÖZÜMLEME
Süha ILGAZ
Ütopya Yayınevi
KİTAPÇILARDA
Kurtuluş hareketinde olduğu gibi, genel olarak Türkiye sosyalist hareketinde de, yaşamıyla, mücadelesiyle, görüşleriyle özel bir yer tutan, yazarımız, yoldaşımız İsmet Öztürk’ü 19 Kasım 2011 günü kaybetmiştik. Vasiyet ederek bedenini bilimin hizmetine sunduğu Pamukkale Üniversitesi’nde görevi sona erince, O’nu 20 Haziran 2015 günü Rumelikavağı’nda, yoldaşlarının, dostlarının katılımıyla, kızı Ekin’in yanına, doğaya uğurladık.
İSMET ÖZTÜRK YAŞAMI, MÜCADELESİ VE GÖRÜŞLERİ İLE YOL GÖSTERİYOR
SOVYETLER BİRLİĞİ’NİN KARAKTERİNE İLİŞKİN FARKLI DEĞERLENDİRMELER
Sovyetler Birliği eleştirileri ve değerlendirmeleri, işçi sınıfının yeni sosyalizm deneyimlerine yol gösterecek komünizmin geliştirilmesi açısından önem taşır.
GEÇMİŞİN DEĞERLENDİRİLMESİ: KURTULUŞ’UN ‘YOL AYRIMI’
Çeşitli ‘yol ayrımları’ sonucu bölünmeler ve farklı yönlerde sapmalar yaşayan Kurtuluş hareketinin teori, pratik ve örgütlenmesinin, belirleyici dönüm noktalarıyla ele alınarak “proletarya partisi” hedefi açısından irdelendiği geçmiş değerlendirmesi, “İşçi Sınıfının Komünist Programı İçin Temel İlkeler” metniyle ileri sürülen perspektifin oluşumunda önemli rol sahibidir.
İşçi Sınıfının Komünist Programı İçin TEMEL İLKELER
Komünist programın üretilmesi çalışmalarına yol göstermek amacıyla hazırlanan “Temel İlkeler”, işçi sınıfının komünizm mücadelesinde ulaştığı en ileri örgütsel düzeye karşılık gelen Komünist Enternasyonal’in üzerinde kurulduğu politik çizgiyi ifade etme iddiasıyla, bütün sosyalistleri, işçi sınıfının mücadelesine önderlik etmek üzere komünizmi benimsemeye çağırmaktadır.
SİTE HARİTASI
sayı 2 /
sayı 3 /
sayı 4 /
sayı 10 /
sayı 12 /
sayı 13 /
sayı 14 /
Tezkere /
Pakistan /
SDP /
Geçmiş: Kurtuluş / / (formalı)
Anayasa /
Sovyetler Birliği / / (formalı)
İNTERNET SİTESİ ve
ELEKTRONİK POSTA
ADRESLERİ
internet sitesi:
kurtulussosyalistdergi.awardspace.info
erişim sayfası:
kurtulussosyalistdergi.blogspot.com
elektronik posta:
kurtulussosyalistdergi@gmail.com