Ana sayfa

 

SSCB’nin Karakteri Üzerine Bir Çözümleme

NEYDİ VE NEDEN ÇÖKTÜ?

 

 

SUNUŞ

1989 yılında Berlin Duvarı’nın yıkılışıyla simgelenen süreç, sadece sosyalist blokun dağılması ve ardından Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) ile sosyalizmin çöküşü değildi; Sovyetler Birliği’nin yıkılışı sosyalizmin yenilgisi, sosyalizmin yenilgisi de iktidarı hedefleyen işçi sınıfı hareketinin bütün dünyadaki yenilgisi oldu. Bu en önemli tarihsel olayın işçi sınıfı ve halklar nezdinde hesabının verilmesi, nerelerde ve ne türden yanlışlar yapıldığının ortaya koyulması, sosyalizmin bütün dünya çapında yeniden prestij kazanmasının önkoşuludur. Halen içinde bulunduğumuz yenilgi koşullarının tersine çevrilebilmesi için, işte bu nedenle, SSCB’ni ve çöküşünün nedenlerini komünist bir perspektifle değerlendirebilmek, işçi sınıfının örgütlenmesinin ve program düzeyindeki sorunlarının belki de en başında gelenidir.

Muhakkak ki, şimdiye kadar gerçekleştirilen Sovyetler Birliği değerlendirmelerinin bu yönde önemli katkıları oldu. Hâkim üretim biçimi kapitalizm olsa da bir köylülük deryası olan Rusya gibi bir ülkede sosyalizmi kurmanın önündeki zorlukların aşılamadığından, tek ülkede kurulamayacağına, Ekim Devrimi ile başlayan sürecin farklı aşamalarından herhangi birisinde yapılan stratejik bir yanlış ya da ihanet veya karşıdevrim nedeniyle kapitalizme geri dönüldüğüne ya da başka türden bir toplumsal formasyon ve devlet biçimi ortaya çıktığına ilişkin çeşitli değerlendirmelerin olduğu bilinmektedir. Bu kitapta ortaya koyulan tezler ve bunlara dayanan değerlendirmenin kendinden önce ileri sürülenlerle niteliksel farkı, Ekim Devrimi ile başlayan Sovyetler Birliği sürecinin birbirinin üstüne eklemlenen, ileri sıçramalar ve görece durgunluklarla belirlenen –ve bu nitelikleriyle de çeşitli siyasi akımların değerlendirmelerine kaynaklık eden– tarihsel evrelerini, 1989’daki çöküşüne kadarki bütünlüğüyle ele alıp değerlendirebilmesidir. Yazarın değerlendirmeleri ve ileri sürdüğü tezler, tarihsel materyalizmin ve bilimsel sosyalizm geleneğinin temel referanslarına dayandığı gibi, bu temelde bir tartışmaya da açıktır.

Bütün dünyanın etkisinden çıkamadığı küreselleşme, ‘teröre karşı savaş’ ve gericilik yılları, son yüz elli yılın sınıf mücadelesinin kazanımlarının büyük kısmını ortadan kaldırdı ve üstelik geride kalan hemen hepsinin varlığını tehdit etmeye de devam ediyor. Sınıf hareketinin ideolojik, politik ve kültürel kazanımları, sadece kapitalistlerin ve onların ideologlarının saldırısıyla kaybedilmedi. Aslında hiç kesilmemiş olan bu karşı saldırıların tek başlarına zafer kazanmaları pek öyle olanaklı da değildi! Sosyalizmin ve SSCB’nin yenilgisinin köklü bir değerlendirmesini yapamayan sosyalistlerin ideolojik yalpalamaları, reformist-revizyonist bir çizgiden başlayarak açık ya da kapalı, utangaç ya da ‘cesur’ bir şekilde işçi sınıfının bilimsel ideolojisinin reddine vardı; özel mülkiyetin reddi, kamu mülkiyetinin tesisi üzerinden kolektif-toplumsal üretimin örgütlenmesi ve işçi sınıfı iktidarı olarak proletarya diktatörlüğünden vazgeçildi.

Bilindiği üzere Ekim Devrimi ile başlayan süreç, yasama, yürütme ve yargının işçi sınıfının konseylerinde, meclislerinde, üretim temelindeki yönetim organlarında, mümkün olan en az temsili düzeyde, aşağıdan yukarıya birleştirilmesi, kelimenin gerçek anlamında demokrasinin bu çapta ve ilk kez kurulmasına girişilmesiydi. Paris Komünü’nden sonraki en geniş ve uzun süreli deneme olan Ekim Devrimi’nin ürünü SSCB, ne yazık ki işçi sınıfının demokrasisini yaşatıp geliştirmekte başarılı olamadı. Ortaya çıktığı tarihsel kesitin zorunlulukları ve kendi özgünlüğü içinde geçirdiği evriminin sonunda yıkıldı. Paris Komünü, tarihte ve teoride ‘muzaffer’ bir yenilgi olarak hak ettiği ilgiyi görmüş ve Ekim Devrimi’ne yol gösteren bir miras bırakmış olmasına karşın, SSCB deneyimi, düşmanlarının ya da dostlarının –kendisi hakkında daha yaşarken oluşturdukları tespitlerin kanıtlanması dışında– çok fazla ilgisini çekmedi.

Birincisinin ‘muzaffer yenilgi’ ibaresiyle tarihe geçmesinin nedeni, işçi sınıfının ve Paris halkının sonuna kadar savaşarak yaşatmaya çalıştığı Komün’ün, burjuvazinin açık şiddeti ve vahşi saldırılarıyla, ancak dışarıdan yok edilebilmesiydi. Üstelik bu ilk girişim, bilimsel sosyalizmin Marx ve Engels gibi iki büyük kurucu otoritesinin teorik çözümlemelerine konu olmuştu! Oysaki ikincisi, yani Sovyetler Birliği, açık yenilgisinin nedenleri bir yana, bizatihi sosyalizmi inşa eden işçi sınıfının bir kaç kuşak sonraki temsilcilerince yıkıldığı için, öyle kolayca övünülüp çekinmeksizin sahiplenilebilecek bir miras olarak görülemedi. Büyük çoğunluk reddi miras yolunu seçerek sorumluluktan kaçtı. Sonuçta yenilmiş olsa da, işçi sınıfının bu büyük atılımının tam anlamıyla teorik ve ideolojik bir kazanıma dönüştürülememesinin esas nedeni, Marksizmin kurucularının otoritesinin herhangi bir kimse ya da kimselerde, tekil bireylerde belirmemiş olmasından daha önce, bize bıraktıkları mirasın genişçe bir kesim tarafından terk edilmişliğinde aranmalıdır.

Ne var ki, kapitalizmin ürettiği toplumsal sorunlar var olmaya devam ediyor ve dolayısıyla çözümleri üzerine laf etmek halen herkes için kaçınılmaz bir zorunluluk olarak kendini dayatıyor. Bu bahiste söylenen her şey, zamanın ruhuna uygun olarak döne dolana demokrasi söylencelerine, demokrasinin efsaneleştirilmesine varmaktan kaçınamıyor. Sosyalizm yılgınlığıyla işçi sınıfının iktidarı anlayışından vazgeçenler, kendilerinden önce de var olan saf demokrasici çizgilere eklemleniyor ve sınıflar üstü demokrasi tanımlarını kutsuyorlar; hatta bu noktada duramayanlar açıktan bir şekilde kapitalizme iman etmeye savruluyorlar.

Bunlara göre, sosyalizm zaten demokrasisizlikten batmamış mıydı? Doğrusu, yalan da değildi söyledikleri! Evet, sosyalizm demokrasisizlikten havasız kalmış, toplum çürümüş ve nihayetinde çökmüş, kısacası, sosyalist devlet mekanizması işlememişti! Öyleyse çözüm demokraside, daha fazla demokrasideydi! Ama nasıl? “Ne için ve kimin için demokrasi?” sorularını, yani ‘eski’, kesin ve güvenilir olan sınıfsal ölçütü güverteden denize atarak yol almaya kalkanlar, sınıfsız, sömürüsüz bir dünya ‘ütopya’sına ulaşmak şöyle dursun, kapitalizmin dipsiz anaforlarında kayboldular! Kim ne derse desin 1989’dan bu yana yaşananlar, en çok da bu gerçeğin kanıtlanmasına hizmet etti.

Marx ve Engels, ütopist öncellerini aşarak, işçi sınıfını merkeze koyan bilimsel sosyalizm çizgisini inşa etmiş olsalar da, çöken sosyalizmin olumsuzlukları, sınıfın merkezi rolünü yadsıyan demokrasi anlayışlarının yaygınlaşmasına maddi bir temel oluşturdu! İnsan haklarından başlamak üzere, bütün evrensel değer ve kazanımlar, demokratik hak ve özgürlükler gerçek güvencesini sınıf mücadelesinden alsalar da, farklı sınıflar ve toplumsal kesimlerin ilgi alanına giren demokrasi meselesinin kaynağının, neden-sonuç ilişkilerinin, ilk bakışta kavranması bir hayli güç olabilmektedir! Bu güçlüğün ve yanılsamanın esas nedeni demokrasinin, sınıf hareketi ve iktidar mücadelesi için amaç düzeyine çıkarılmasıdır.

Sovyetler Birliği’nin yıkımına bakarak, sovyet biçimindeki yeni devlet mekanizmasının işlemediği ve dolayısıyla yanlış olduğu çıkarsamasını yapanlar, kapitalizmin yok saydığı ya da bastırdığı çeşitli farklılıkların, eşitsizliklerin, bir şekliyle sisteme içerilmesinin, yaşanan sorunlara çözüm olabileceğini düşünüyorlar ve bu görüş geniş kitlelerce benimseniyor. İşçi sınıfının sosyalizmden ricat edip kapitalizme yönelmiş olması, bazılarının beklediği ya da önerdiği gibi, siyasal sistem düzeyinde bir üçüncü yol yaratmayacaktı ve yaratmadı da! Çözüm olarak, bu gericilik dalgası içinde, burjuva demokrasisinin ve parlamentarizmin çoğulculuk temelinde yeniden düzenlenmesini önermek, dilenecek bir yer bulduğu için sevinen dilencinin nafakasıyla eşdeğerdedir. Çeşitli türden ‘demokrasi savunucuları’ uzunca bir süredir bütün enerjilerini böyle bir demokrasi keşfetmeye ve bu yönde örgütsel denemeler yapmaya ayırıyorlar. Dahası, proletaryanın demokrasisine burjuvazininkinden öğeler transfer etmenin de ötesine geçerek –ve bu durumda özel mülkiyet hakkına dokunmadan– burjuva demokrasisinin sosyalizan kavramlarla desteklenmesini tercih ediyorlar. Oysaki sosyalizmin çöküşünden bu yana geçen zaman içinde dünyanın başına bela olmuş toplumsal sorunların hiç biri çözülmüş, savaşlar ve sömürü engellenmiş, eşitsizlik ve haksızlıklar giderilmiş olmadığı gibi, tersine bütün bunlar şiddetlenerek artmaya devam ediyor. Beğenilmeyen haliyle bile sosyalizmin, Sovyetler Birliği’nin esasen çözdüğü ulusal sorundan kadın sorununa, eğitim, konut, sağlık gibi kökeninde demokrasi ile ilişkili olan sorunların niteliğine baktığımızda, kapitalizmin demokrasisinin sonuçları ile karşılaştırılamayacak bir gelişkinlik ve sahicilik görülecektir.

Sosyalizmde yaşanan sorunların çözümü için eklektik ideolojilere başvuranlar, kaçınılmaz olarak daha da karmaşıklaşan sorunun çözümünü haliyle ‘tutarlılıkta’ aramışlar ve tutarlılığın sağlanıp eklektizmin aşılması, burjuva kavramların değil de, ne yazık ki sosyalizme ait olanların kapı dışarı edilmesiyle mümkün görülmüştür. Ekim Devrimi ile birlikte ‘yeni icat edilen mekanizma’ kuşkusuz ki sınıflar üstü demokrasi anlayışı ile çelişmekteydi. Yeniliğinin kaynağı da esasında buydu! Bu yeni mekanizmanın nerede ve nasıl aksadığına değil de, sınıflar üstü demokrasi anlayışıyla uyumlulaştırılmasına kendilerini vakfedenler, bu mekanizmanın sorunlarını tespit edemeyecekleri gibi, ‘özel mülkiyetin ilgası’ anlayışıyla ilişkisiz ‘radikal demokrasi’ savunularını keskinleştirmek dışında bir ‘yaratıcılık’ gösterebilmiş değiller! Oysaki işçi sınıfı ve halkların ihtiyacı olan şey, sorunlar karşısında kendisini silahlandıracak teori ve stratejiler edinmek ve bu sayede köktenci çözümlere ulaşabilmektir.

SSCB’NİN KARAKTERİ ÜZERİNE BİR ÇÖZÜMLEME - NEYDİ VE NEDEN ÇÖKTÜ

Bu kitabın konusu, Ekim Devrimi ile kuruluşundan başlayarak Sovyet aygıtının, yani ‘yeni tip devlet mekanizmasının’ hangi tarihsel koşullarda ve nasıl olup da önce aksamaya başladığı ve sonra da işlemez olup çöktüğüdür; işçi sınıfının egemenliği, yani devlet tipi olarak proletarya diktatörlüğünün, devlet biçimi olarak işçi sınıfının ‘demokrasisi’ olma zorunluluğuna karşın, olayların tarihsel akışı içinde, işçi sınıfının bütününün değil de bir kısmının ve giderek daralan kesimlerinin, partinin, parti aygıtının, kişinin ve sonunda da bürokrasinin politik iktidarına dönüşebilmiş olmasıdır. 1905 Devrimi’nin yenilgisi sonrasında gelişen karşıdevrim ve gericilik atmosferi Bolşevik Parti saflarında gerici felsefe ve ideolojileri moda yapmıştı. Ekim Devrimi’nin yenilgisiyse, benzer bir şekilde ve çok daha büyük ölçekte, bütün dünya çapında bir karşıdevrim ve gericilik dalgasını yükseltti; ideolojik ve felsefi düzeyde ‘yeni’ arayışlara kapıyı sonuna kadar araladı. Lenin’in Materyalizm ve Ampriokritisizm kitabında somutlaşan felsefi düzeydeki mücadelesiyle diyalektik materyalizmi tavizsiz savunusunun bir örneği, ne yazık ki, halen etkinliğini sürdüren içinde yaşadığımız gericilik dalgasına karşı yükseltilebilmiş değil. Sovyet deneyiminin başarısızlıklarına bakıp da çeşitli türden eklektik –radikal, karma, halkçı, sosyalist vb.– demokrasi savunuları geliştirenler, Sovyet aygıtının işleyebileceğine inanıp da neden işlemediğini merak edenlerden halen kat be kat fazla! Sovyetler’in çürüyerek çöküşü sonrasında yükselen gericilik dalgasından beslenen her kılıktan demokrasi ve devlet anlayışı ortalığı kaplamış durumda. Çöküşü izah edebildiği, yaşanmış olan başarısızlığın başka türlü gerçekleşme potansiyellerini engelleyen tarihsel zorunlulukların yanı sıra, stratejik yanlışların neler olduğunu ortaya koyabildiği ölçüde, buradaki saptamalar, Sovyetler’in yıkımı sonrası yükselen karşıdevrimci dalgaya, kendi alanından bir karşı duruş niteliği de kazanacaktır.

Bilindiği gibi, Sovyetler Birliği’nin çöküşü ile paralel bir şekilde, sosyalizme olan inanç ve eğilim bütün dünya çapında erozyona uğradı. Bu erozyona karşın, dünya ölçeğinde yaşanan sorunların kaynağının kapitalizm olduğu ve onu aşmanın zorunluluğu kitlelerin bilincinden silinebilmiş değil. Sovyetler Birliği deneyiminin kitlelerin bilincinde yer eden ‘olumsuzluklarını’ aşmanın maddi zeminini, işte bu nedenle, hem varlığını sürdürmekte olan kapitalist sistemin kendisi, hem de kitlelerin kapitalizmle artmakta olan çelişkileri beslemektedir. İşçi sınıfı sosyalizme ideolojik olarak ne kadar uzak olursa olsun, kapitalizmle yaşadığı çelişkiler karşısında göstereceği her çözüm iradesi, her politik girişim ve mücadele, ister istemez onu sosyalizm problemi ya da tercihi ile karşı karşıya bırakacaktır. Sovyet deneyiminin tarihsel zorunluluklar karşısında geliştirdiği stratejilerinin doğruluk ya da yanlışlıklarının bilince çıkarılması ve sonuçların programatik düzeyde içselleştirilmesi, işte bu noktada büyük önem kazanmaktadır.

İşçi sınıfı ve bütün halklar için sosyalizmin yeniden umut olması, Sovyetler Birliği’nin hesabını verebilmekten, doğru bir değerlendirmesi ile bir sonraki geniş ve karşı konulmaz atılımın teorik cephaneliğine içerilmesinden geçmektedir. İşçi sınıfının ve kitlelerin sosyalizme olan yabancılaşmaları, uzaklıkları karşısında, bugün yaşanmakta olan kapitalizmin kötülükleri ile yaşanmış olan Sovyet deneyiminin ‘olumsuzluklarının’ karşılaştırılarak, ‘kötünün iyisi’ tercihine sıkışmamak gerektiğine göre, kapitalizmden tamamen kopmanın, ona ait bütün kavram ve araçlardan da kopmak olduğu bilince çıkarılmalıdır!

Çağımızda insanlık, aslında halen, sosyalizme geçip geçememe sorunu ile cebelleşip durmaktadır. Yaşanan ve yaşanacak olan savaşlar, işgaller; parlamentarizmin ipliğinin dökülerek diktatörlüklerin moda haline gelebilmesi; burjuvazinin her türden politik sisteminin lime lime dökülüp teşhir olmasına karşın, bütün bu sorunların kaynağı olan özel mülkiyetin kaldırılarak işçi sınıfı egemenliğinde en geniş demokrasi deneyimine, sosyalizme girişilememesi, öncelikle ideolojik hegemonyanın yitirilmesindendir. Sosyalizmin hegemonyasının geri kazanılması için öncelikli görev, Sovyet devleti ve aygıtının derinliğine incelenmesini gerektirmektedir.

İçinde yaşadığımız kapitalizmin bize dayattığı toplumsal sorunların çözümünü, burjuva devlet mekanizmasının parçalanması ve özel mülkiyetin kaldırılmasında, bunun imkânlarını ise işçi sınıfının egemenliği ve politik iktidarının kurulmasında, yani bilimsel sosyalizm geleneğinde gören yazarın, bu amaçla girişilmiş en kapsamlı örnek olan SSCB deneyimini değerlendirmek ve hesabını vermek doğrultusundaki çalışması, bu tarihsel zorunluluk ve görevden kaynaklanmıştır.

HACI YILDIZ

ÖNE ÇIKANLAR


SSCB NEYDİ VE NEDEN ÇÖKTÜ

NEYDİ VE NEDEN ÇÖKTÜ?

SSCB’NİN KARAKTERİ ÜZERİNE BİR ÇÖZÜMLEME

Süha ILGAZ

Ütopya Yayınevi

KİTAPÇILARDA

SUNUŞ


İSMET ÖZTÜRK (ÇÖRTÜK İSMET)

Kurtuluş hareketinde olduğu gibi, genel olarak Türkiye sosyalist hareketinde de, yaşamıyla, mücadelesiyle, görüşleriyle özel bir yer tutan, yazarımız, yoldaşımız İsmet Öztürk’ü 19 Kasım 2011 günü kaybetmiştik. Vasiyet ederek bedenini bilimin hizmetine sunduğu Pamukkale Üniversitesi’nde görevi sona erince, O’nu 20 Haziran 2015 günü Rumelikavağı’nda, yoldaşlarının, dostlarının katılımıyla, kızı Ekin’in yanına, doğaya uğurladık.

İSMET ÖZTÜRK

İSMET ÖZTÜRK YAŞAMI, MÜCADELESİ VE GÖRÜŞLERİ İLE YOL GÖSTERİYOR


SOVYETLER BİRLİĞİ DEĞERLENDİRMELERİ

SOVYETLER BİRLİĞİ’NİN KARAKTERİNE İLİŞKİN FARKLI DEĞERLENDİRMELER

Sovyetler Birliği eleştirileri ve değerlendirmeleri, işçi sınıfının yeni sosyalizm deneyimlerine yol gösterecek komünizmin geliştirilmesi açısından önem taşır.


GEÇMİŞİN DEĞERLENDİRİLMESİ

GEÇMİŞİN DEĞERLENDİRİLMESİ: KURTULUŞ’UN ‘YOL AYRIMI’

Çeşitli ‘yol ayrımları’ sonucu bölünmeler ve farklı yönlerde sapmalar yaşayan Kurtuluş hareketinin teori, pratik ve örgütlenmesinin, belirleyici dönüm noktalarıyla ele alınarak “proletarya partisi” hedefi açısından irdelendiği geçmiş değerlendirmesi, “İşçi Sınıfının Komünist Programı İçin Temel İlkeler” metniyle ileri sürülen perspektifin oluşumunda önemli rol sahibidir.


TEMEL İLKELER

İşçi Sınıfının Komünist Programı İçin TEMEL İLKELER

Komünist programın üretilmesi çalışmalarına yol göstermek amacıyla hazırlanan “Temel İlkeler”, işçi sınıfının komünizm mücadelesinde ulaştığı en ileri örgütsel düzeye karşılık gelen Komünist Enternasyonal’in üzerinde kurulduğu politik çizgiyi ifade etme iddiasıyla, bütün sosyalistleri, işçi sınıfının mücadelesine önderlik etmek üzere komünizmi benimsemeye çağırmaktadır.


İNTERNET SİTESİ ve
ELEKTRONİK POSTA
ADRESLERİ