Bürokratikleşerek yıkıma sürüklenen sosyalizm uygulamaları karşısında, çoğulcu parlamentarizm ve burjuva demokrasisi unsurlarına başvurma, bunları sosyalizme eklemleme önerileri biçiminde çıkarılan dersler, işçi sınıfının komünizm mücadelesinin geliştirilmesine uygun değildir. Çözüm, sorunun ortaya çıktığı yerde, işçi sınıfının kendi eylemindedir.
SÜHA ILGAZ
Kurtuluş Sosyalist Dergi’nin sayfalarında çeşitli biçimlerde vurgulandığı gibi, yaşanan sosyalizm deneylerini de göz önünde tutarak, sosyalizm anlayışında bir çözümlemeye ulaşmak, sınıf mücadelelerinin gelişimini etkilemek, kaderini belirlemek açısından olağanüstü önemde gözükmektedir. Ekim Devrimiyle başlayan sürecin 1989’da Berlin Duvarının yıkılmasıyla simgelenen yenilgisi, dünya ölçeğinde işçi sınıfı ile burjuvazi, kapitalizm ile sosyalizm arasındaki mücadelenin bir dönüm noktasına karşılık geliyordu. Ekim Devriminin zaferiyle olduğu kadar yenilgisiyle de belirleyici bir rol oynadığı bu mücadele, Doğu’da kapitalizmin yıkılması ve sosyalizmin kuruluşu deneyiminden Batı’da sosyal devlet kazanımlarına, faşizmin ezilmesinden emperyalizme karşı bağımsızlık mücadelelerinin yükselmesine kadar yirminci yüzyıl dünya tarihinin bütün önemli olaylarına temel oluşturdu. Diğer bir deyişle, yalnızca sosyalizm mücadelesi, insanlığın baskı ve sömürüden kurtuluş mücadelesi açısından değil, bütün toplumsal mücadeleler, her türlü haksızlığa ve ezilmeye karşı mücadeleler, günlük hakların, kazanımların genişletilmesi mücadeleleri açısından da sosyalist devrim ve onun sorunları, bütün bu mücadelelerin kaderlerini çizecek, belirleyecek derecede önemlidir.
Farklı siyasi akımlardan kaynaklanan farklı sosyalizm anlayışları, sosyalizm deneylerine, pratiklerine yol göstermiş, bunların aldıkları biçimler üzerinde etkili olmuşlardır. Aynı zamanda da sosyalizm pratiklerinin sorunları, karşılaştıkları engeller ve geliştirilen çözümler, sosyalizm anlayışlarının daha da farklılaşmasına, bir kısmı etkinlik kaybederken diğer bir kısmının öne çıkmasına neden olmuştur. Uluslararası sosyalizmin giderek içine girdiği bunalım ve tıkanıklık ve sonunda etkisi bütün dünya çapında hissedilen, varlığı yadsınamayacak yıkım, sosyalizm anlayışları konusundaki arayışları da artırmış ve hızlandırmış, buna bağlı olarak sosyalizm anlayışına ilişkin çeşitli tartışmalar ve saflaşmalar ortaya çıkmış ve belirginleşmiştir.
İşçi sınıfı ile burjuvazi, kapitalizm ile sosyalizm arasındaki mücadelenin belirleyici olduğu bu çağda, sosyalizm mücadelesi ve sorunları, dünya ölçeğinde, bütün toplumsal mücadeleler üzerinde etkilidir. Bu yüzden en küçük bir toplumsal kazanım, ilerleme açısından bile, sosyalizmin sorunlarının çözümlenmesi, sosyalizm mücadelesinin gelişmesi önemlidir. Ekim Devrimiyle başlayan tarihin sınıf mücadeleleri üzerinde her aşamasındaki etkisinin de pratik olarak gösterdiği gibi, bir bütün olarak sınıf mücadelesinin ve toplumsal mücadelelerin yükselmeleri de, gerilemeleri de sosyalizm mücadelesinin gelişme seyriyle büyük ölçüde bağlantılıdır.
Bugün de bütün toplumsal mücadelelerin gelişmesi açısından belirleyici önem taşıyan sosyalizm mücadelesinin yeniden yükselmesinin birincil önkoşulu, yaşanan sosyalizm deneylerinin bütünlüklü olarak tartışılması, değerlendirilmesi ve bu değerlendirme içerisinde kusurları ayıklanıp eksikleri giderilerek geliştirilen sosyalizm anlayışının tutarlı bir biçimde ileri sürülmesidir. Bu anlamda, sosyalizm mücadelesinin yığınsallaşıp ileri atılabilmesi için, yaşanan sosyalizm deneylerinin eleştirisini ve yıkımın çözümlenmesini de içerecek biçimde hedeflenen sosyalizm anlayışının belirgin biçimde tanımlanması ve ortaya konması gerekir. Bu aynı zamanda farklı sosyalizm anlayışlarının da tartışılması, bunların işçi sınıfının sosyalizm mücadelesinin kazanımları açısından değerlendirilmeleri demektir. Böylece savunulan sosyalizm anlayışının özünde farklı sınıfsal çıkarları temsil eden diğerlerinden ayrılıp mücadele hedefleri ve sınıfsal temelleri gösterilerek onların karşısına kesin çizgilerle konması sağlanabilir.
Farklı sosyalizm anlayışlarının sosyalizm deneyleri sırasında aldıkları tutumlar farklı olduğu gibi, bu pratiklerden çıkardıkları dersler ve ulaştıkları sonuçlar da farklıdır. Sorun işçi sınıfının sınıfların ortadan kaldırılması mücadelesiyle uyumlu, buna hizmet eden yaklaşımları saptayabilmek, işçi sınıfının çıkarlarının temsilcisi komünizm doğrultusundaki anlayışların geliştirilmesini sağlayabilmektir.
Sınıfların, devletin ortadan kaldırılması hedefini bir biçimde ileri süren anarşizm, bu hedefe derhal, burjuva devlet yıkılır yıkılmaz ulaşmayı amaçlaması ve işçi sınıfının devlet olarak örgütlenmesine de karşı tutum alması nedeniyle, sosyalizm pratiklerinde ortaya çıkan bozulma ve yıkılma sorunlarının kaynağını doğrudan doğruya devlet örgütlenmesine başvurulmuş olmasında görmek durumundadır. Ancak işçi sınıfı, devlet örgütlenmesine başvurmadan kapitalizmi yıkıp sosyalizmi kurmayı, sınıfları ortadan kaldırarak insanlığı kurtarmayı başaramadığı ölçüde, bu yaklaşım sosyalizmin sorunlarına doğru bir çözümleme getirememekte ve sınıfların, devletin ortadan kaldırılmasına da hizmet etmemektedir.
İnsanlığın kurtuluşunu, sınıf mücadelesi yerine, genel olarak toplumun aydınlanmasında, tek tek insanların bilinçlenmesi, ahlaklılığı ya da akılcılığında arayan akımlar, toplumdaki bütün haksızlıkların, baskı ve sömürünün ancak işçi sınıfının kendisiyle birlikte bütün sınıfları ortadan kaldırmasıyla yok edilebileceğini göremedikleri için, işçi sınıfının sosyalist devriminin hem tek tek sonuçlarına hem de bir bütün olarak kendisine karşı çıkmakta ve aslında mevcut toplumsal yapının korunmasına, dolayısıyla insanlığın kurtuluşunun ertelenmesine hizmet etmekten öteye gitmemektedirler.
Ulusal ya da uluslararası koşullar veya devrimin belirli bir coğrafyada, ülkede, bölgede sınırlı kalması açısından sosyalist devrimi ya da sosyalizmin kuruluşunu olanaklı görmeyen, bunların koşullarını tartışma konusu yapan çeşitli yaklaşımlar, sosyalizmin sözü edilen sorunlarının nedenlerini, nesnel koşulların yokluğunda, bu anlamda maddi bir temele dayanmayan iradi zorlamalarda bulma eğilimindedir. Bu biçimde koşulların tartışılması, uygulamaların tartışılmasının önüne geçer ve sorunun sosyalizm pratiklerindeki aksamalar, sapmalar olduğu durumda bunların atlanmasına, önemsenmemesine neden olur.
Sosyalizm deneylerinde ortaya çıkan, işçi sınıfının sınıfların ortadan kaldırılması mücadelesi açısından eksikler, kusurlar karşısında, bunları iktidarın işçi sınıfından yeniden burjuvaziye, sömürücü sınıflara geçmesine bağlayan eğilimler, sorunun işçi sınıfı iktidarının kendi yapısal eksikliklerinden kaynaklandığı durumlarda, işçi sınıfının egemenliğine dayanan yapıları kapitalist olarak nitelemeleri nedeniyle, devlet kapitalizmine karşı mücadele adına sınıfın iç sorunlarından uzaklaşırlar. Dolaylı nedenleri dolaysız neden olarak görüp gösterdikleri için de gerçek sorunu saptayıp çözümleyebilme, gelişkin ve işçi sınıfı iktidarının bürokratlaşma, bozulma tehlikelerine karşı önlemleri içeren bir sosyalizm anlayışı ileri sürme yeteneğinde olmazlar.
Sosyalizmin sorunları karşısında, en yaygın ve en önemli anlayış ise, bunları kapitalizmle karşılaştırıp sosyalizmin eksiklerini kapitalizmden ödünç alınan unsurlarla tamamlama yönündeki eğilimdir. Bu eğilim, sosyalizm deneylerinin ekonomik düzlemde ortaya çıkan üretici güçlerin gelişiminin duraklaması, verimsizlik, tıkanıklık türünden sorunları karşısında, rekabet, karlılık, özel girişim gibi meta ekonomisi unsurlarına yönelmiş, piyasa sosyalizmi savunusuna varmıştır. Siyasi düzlemde ise, böyle bir eğilim, işçi sınıfı demokrasisinin bozulması, bürokratlaşma, yabancılaşma karşısında çoğulculuk, birey hakları gibi unsurları öne çıkartarak sosyalizmi burjuva demokrasisiyle düzeltmekten yana olmuştur. Ama bu eğilim de, sosyalist devrimi gerçekleştirerek toplumu komünizme kadar götürebilecek tek güç olan işçi sınıfının yerine toplumu oluşturan bireylerin çoğunluğunu ikame ettiği ve uzlaşmaz iki toplumsal yapı kapitalizm ve sosyalizmi uzlaştırmaya çalıştığı ölçüde, sosyalizmin sorunlarına çözüm getirmek yerine, sosyalizm mücadelesine yol göstermekten uzaklaşıp onu kapitalizmin sınırları içine çekmektedir. Buna karşılık, sosyalizm pratiğinin vardığı tıkanıklık ve çöküntüyü çözümlemek ve sosyalizmi bu sorunları giderecek önlemleri de içerecek biçimde geliştirmek, burjuva liberalizminin ve sosyal reformizmin etkilerinden kendisini bütünüyle ayıran, komünizm mücadelesini doğrudan işçi sınıfının eseri olarak gören ve işçi sınıfını temel alan farklı bir sosyalizm anlayışı, komünist bir anlayış gerektirir.
Çeşitli sosyalizm anlayışlarıyla ayrımlarını çizerek ve sosyalizmin yaşanmış sorunlarını göz önünde tutarak, işçi sınıfının sınıfların ortadan kaldırılması eylemi olarak sosyalist devrimin bütün boyutlarıyla incelenmesi ve ayrıntılandırılarak geliştirilmesi, sosyalizmin yeniden bir toplumsal seçenek haline gelebilmesi açısından bir gereklilik olarak öne çıkmaktadır. İşçi sınıfının komünizme kadar mücadelesinin bütün düzeyleri, sosyalist devrimin nesnel ve öznel koşulları, işçi sınıfının sosyalist siyasi egemenliği, üretim ilişkilerinin sosyalist dönüşümü, sosyalist ideolojik egemenlik sorunları, üzerlerinde ayrı ayrı durmayı gerektirecek kadar önem taşımaktadırlar. Bunlar içerisinden siyasi düzey, işçi sınıfının sosyalist iktidarı bu yazının konusunu oluşturmaktadır.
Kısaca özetlenirse, sosyalizmin, yığınlarla birleşip yeniden toplumsal bir seçenek olabilmesi için toplumsal dönüşümün çeşitli boyutları açısından geliştirilerek tutarlı ve bütünlüklü bir biçimde ileri sürülebilmesi gerekir. Böyle kesin çizgilere kavuşturulmuş bir sosyalizm hedefinin kitlelerin önünde somutlaştırılabilmesi açısından, farklı sosyalizm anlayışları birbirlerinin karşısına konarak işçi sınıfının komünizm mücadelesinin ilerlemesini sağlayacak anlayış diğerlerinden ayırt edilebilmelidir. Bu bakımdan yaşanan sosyalizm pratikleri, değerlendirilmesi kaçınılmaz bir zorunluluk olan çok miktarda malzeme sağlar. Bunları ele almadan, bu pratiklerin gündeme getirdiği soruları cevaplamadan, sahip olunan sosyalizm anlayışının tutarlı ve bütünlüklü olduğunu iddia edebilmek ve bunu toplumun önünde savunabilmek mümkün değildir.
Sosyalizmin teorisi pratiğine dayandırılmalıdır, ancak pratiğin değerlendirilmesi de yine varolan teori açısından gerçekleştirilmek durumundadır. Söz konusu teori, marksizmin kapitalizmin eleştirisi temelinde komünizm mücadelesini işçi sınıfına dayandırması ve bunun koşullarını çözümlemesine karşılık gelir. Bu sosyalizm teorisi, 1848 Devrimlerinin, Paris Komününün, Ekim Devriminin pratikleriyle karşılaştırılmış, geliştirilmiştir; şimdi de sosyalizm adına yaşanan en son pratiklerin gündeme getirdiği sorunların cevaplarıyla zenginleştirilmelidir. Bu çözümlemenin referansı, değerlendirmenin kendisine göre yapılacağı ölçüm aracı ise, sosyalizmin teorisidir, marksizmdir.
Marksizmin özgünlüğü bilimselliğidir. Marksizm, insanlık tarihi boyunca bir özlem, bir ütopya olan komünizmi, varolan toplumun, kapitalizmin bilimsel çözümlemesiyle birleştirmiş, kapitalizmin doğrudan ürünü olan ve toplumsallaşan üretimde yoğunlaşırken üretim araçları mülkiyetinden dıştalanan işçi sınıfının, özel mülkiyeti ve buna dayanarak toplumun sınıflara bölünmüşlüğünü kaldırarak insanlığı her türlü eşitsizlik, baskı ve sömürüden kurtaracak gerçek güç olduğunu saptamıştır. Kapitalizmin gelişmesi, toplumsal çelişkileri keskinleştirir, komünizme, devrime duyulan ihtiyacı yakıcılaştırırken, kaçınılmaz olarak da işçi sınıfının nesnel ve öznel gelişimine yol açar. Geniş yığınlar proleterleşirken bilinçlenen, örgütlenen, diğer ezilenleri peşinde toplayan işçi sınıfı sosyalist devrime hazırlanır.
Sosyalist devrimin önkoşulu olarak kapitalizmin ve işçi sınıfının gelişmişlik ölçüsünün nasıl somutlanacağı, başta Ekim Devrimi, gerçekleşen devrimler sırasında olduğu gibi, bunların başlattıkları süreçlerin karşılaştıkları sorunlar ve yaşadıkları tıkanıklıklarla ilgili olarak da tartışma konusu olmuştur. Bozulma, başarısızlık, yenilgi, vb. sosyalist devrimin çeşitli sorunlarının, devrimin koşullarının yeterince bulunmamasından, maddi temelden kopuk iradi zorlamalardan kaynaklandığı da ileri sürülen görüşler arasındadır. Bu çerçevede sosyalist devrimin nesnel ve öznel koşullarının ayrıca ele alınması, sosyalist devrim pratikleri ile de ilişki içersinde yeniden genişçe tanımlanmaya çalışılması yararlı olabilir. Ancak burada bir noktayı belirtmeden geçmek mümkün değil. Dünyanın neredeyse hemen her köşesinde bugün kapitalizmin ve işçi sınıfının ulaştığı gelişmişlik düzeyi, işçi sınıfının sayısal çoğunluğunun bulunup bulunmamasının ne derecede bir ölçüt olduğu tartışmasını pratikte anlamsızlaştırıyor. Bu da ağırlığı çok daha açık bir biçimde öznel koşullar, bilinç, örgütlenme, önderlik, ittifaklar, hegemonya sorunları üzerine kaydırıyor.
Sosyalist devrim, temel hedefiyle bütünlük içerisinde, toplumun komünizme götürülmesi demektir. Komünizm insanların her türlü baskıdan, sömürüden, yoksulluktan kurtularak eşit ve özgür bir biçimde ortak zenginlikten yararlanmalarıdır. Sonunda bütün insanlığın kurtuluşu olarak toplumun bütününün çıkarına uygun olmasına rağmen, sınıflara bölünmüş bugünkü toplumun bireylerinin hepsinin andaki çıkarlarına uygun değildir. Diğer bir deyişle, sosyalist devrim, toplumun sınıflara bölünmüşlüğünün ortadan kaldırılması, bugünkü toplumun bütününün değil, onu oluşturan sınıflardan birinin, işçi sınıfının eylemidir; yalnızca işçi sınıfı mülksüzleştirenleri mülksüzleştirme, kendisiyle birlikte bütün sınıfları ortadan kaldırma yeteneğine sahiptir.
Hedefi ile kalkış noktası, toplumun bütünü ile onun bir parçası işçi sınıfı arasındaki çelişkide sosyalist devrimin karakterini belirleyici yönlerden biri yatar. Sonunda bütün toplumun çıkarına olsa da, bu eylem, ezilen sınıfın egemen sınıfı devirmesi, sınıf mücadelesi, devrim yoluyla gerçekleştirilmek durumundadır. Yani toplumun bir kısmının diğer bir kısmını baskı altında tutmasına son vermek için, yine bir kısmının diğer kısmını baskı altına alması söz konusudur. Ancak aynı zamanda da hedef, her türlü baskının, ezme ve ezilme ilişkisinin yeryüzünden silinmesi olduğuna göre, bunu sağlayacak özellikleri de daha baştan içererek yeni oluşan baskı ve ezme ilişkisinin yerleşip kalıcılaşması engellenmelidir. İşte Komünist Manifesto’da ifade edildiği gibi, daha önceki devrimci hareketler, toplumsal azınlıkların hareketleri ya da bilinçsiz çoğunlukların bilinçli azınlıkları izlediği, bu azınlıkların çıkarlarına uygun hareketlerken, işçi sınıfı hareketinin bilinçli çoğunluğun kendi çıkarına hareketi olması böyle bir anlam taşır:
“Daha önceki bütün tarihsel hareketler, azınlık hareketleri, ya da azınlıkların çıkarına olan hareketlerdi. Proleter hareket, büyük çoğunluğun, büyük çoğunluğun çıkarına olan bilinçli, bağımsız hareketidir.” (Marx – Engels, Seçme Yapıtlar, c. 1, s. 144)
İşçi sınıfının toplumun çoğunluğunu oluşturması ya da diğer ezilenleri onların sorunlarını da çözme temelinde peşinde toplaması, toplumda hegemonyasını gerçekleştirmesi, sorunun diğer bir yanını oluşturmakla birlikte, burada değinilmeye çalışılan yan, insanın insanı ezmesi, baskı altında tutmasının bütünüyle yok edilmesi açısından, sosyalist devrimin bir azınlık hareketi değil de bir çoğunluk hareketi karakteri taşımasının önemidir.
Sosyalist devrimin çoğunluk hareketi olması, kimsenin kimseyi baskı altında tutmaması, ezmemesi hedefiyle uyumludur. Çoğunluğun azınlığı baskı altında tutması, azınlığın çoğunluğu baskı altında tutmasına göre daha kolay ve daha az zorla gerçekleştirilebildiği gibi, baskı altında tutulmanın toplumun bütünü açısından bir istisna halini almasıyla giderek kimsenin baskı altına alınmadığı duruma doğru ilerleyebilmenin de yolunu açar. Farklı bir anlatımla, komünizm, herkes yönettiği için kimsenin yönetilmediği, yöneten - yönetilen ayrımının yok olduğu toplumdur. Yönetimi eline alan işçi sınıfı, toplumun geri kalanını da kendi düzeyine yükselterek, herkesi yönetime katarak toplumu komünizme götürmek durumundadır. Sosyalist devrimin çoğunluk hareketi olması, yönetici tabanı, bir azınlık hareketiyle, azınlık egemenliğiyle karşılaştırılamayacak ölçekte genişleterek yönetici inisiyatifin, katılımın yığınsal boyutta gelişip yönetimin giderek bütün topluma yayılabilmesini, sonunda yöneten - yönetilen ayrımının bütünüyle giderilebilmesini sağlar.
Komünizmin toplumdaki yöneten - yönetilen bölünmesini yok etme hedefiyle uyumlu olarak sosyalist devrimin çoğunluk hareketi olması vurgulanırken yine bunun devrimin sınıfsal karakterini yok sayacak bir tarzda kavranamayacağını da belirtmek gerekir. Çoğunluk hareketi saptaması mutlaklaştırılıp işçi sınıfının tarihsel görevi sosyalist devrim, işçi sınıfının azınlık olduğu koşullarda (bugün bunun ne ölçüde geçerli olduğu bir yana) çeşitli sınıflardan bir halk çoğunluğuna devredilemez. Bu belki azınlık işçi sınıfının, toplumun çoğunluğuna karşı devrimi gerçekleştirmesi değildir ama işçi sınıfının diğer ezilenleri peşinde toplaması, nüfusun çoğunluğunun desteğini kazanması da sosyalist devrimin sınıf kökeni belirsiz bir çoğunluk tarafından gerçekleştirilmesi demek değildir. Bu anlamda sosyalist devrimin çoğunluk hareketi olması onun sınıfsal karakterinin karşısına konamaz. İşçi sınıfı hareketinin toplumda hegemonyasını kurması, bu sorunun çözümünde iki yanın uyumlu bileşimini de içeren bir cevaptır.
Bütün insanlığın kurtuluşu komünizm, işçi sınıfı tarafından, sınıf mücadelesiyle gerçekleştirilebilir. Yalnızca işçi sınıfı, bugünkü toplumdaki, kapitalizmdeki konumu nedeniyle, üretim araçlarını toplumsallaştırarak sosyalizmi inşa etme, bütün toplumu komünizme götürme yeteneğine sahiptir. Egemen sınıf burjuvazi ve bütün sömürücü sınıflar ise kendi konumlarını korumak, sömürülerini sürdürmek için bütün güçleriyle ve olanaklarıyla, sonuna kadar bu harekete karşı direnmek durumundadır. Bu da sınıf mücadelesinin keskin boyutlar alması, egemen sınıfın şiddetine şiddetle karşılık verilmesi, işçi sınıfının kendisini ve kendisiyle birlikte tüm toplumu kurtarabilmek için karşısındaki direnci zorla kırması demektir. Bütün bunlar, toplumu komünizme götürmek hedefini taşıyan işçi sınıfının burjuvaziyi zorla devirmesinin, şiddete dayanan devriminin zorunluluğunun nedenlerini oluşturur.
Sınıf mücadelesinde kapitalist sınıfın en önemli aracı burjuva devlettir. Bu devlet baskıya ve zora dayanarak kapitalizmin varlığını sürdürmesini ve kendisini yeniden üretmesini sağlamak, korumak üzere biçimlenmiştir. Azınlık egemenliğini ve sömürü ilişkisini korumak, sürdürmek amacına karşılık gelen işlevleri, ona çeşitli yapısal özellikler kazandırmıştır. Bunlar, açıktır ki, işçi sınıfının eyleminin içeriği ve hedefleriyle taban tabana karşıt yöndedir. Dolayısıyla işçi sınıfının sosyalist devriminin egemen sınıfı devirirken ilk görevi, burjuva devleti de yıkmak, ortadan kaldırmaktır.
Devlet, toplumun sınıflara bölünmesinin, sınıf mücadelesinin bir ürünüdür; baskı ve zorun örgütlenmesiyle egemen sınıfın egemenliğini sürdürmesinin bir aracıdır. Sınıfları ortadan kaldırma eylemine girişen işçi sınıfı mücadelesinin bir hedefi de devletin ortadan kalkması, bütün toplumun gerçekten kendi kendisini yönetmesidir. İşçi sınıfının sosyalist devriminin hedefi devletin bütünüyle ortadan kalkmasıdır ama bu hedefine burjuvaziyi devirir devirmez ulaşması mümkün değildir. İşçi sınıfının sınıf düşmanının direncini kırabilmek, onu baskı altında tutabilmek için ve üretim araçlarını toplumsallaştırıp sosyalizmi kurmak için devlet örgütlenmesine ihtiyacı vardır. Bu da, bu hareketin anı ile geleceği, varolan koşulları ile hedefi arasındaki yaşanması gereken dönüşüme karşılık gelir. Buradan işçi sınıfının sosyalist devrimi gerçekleştirmek, komünist topluma ulaşmak için ihtiyaç duyduğu devletin temel özelliklerinden birisi ortaya çıkar. Bu devlet sonunda kendisini yok edecek bir yapıda olmalı, yok olmasını sağlayacak unsurları başından itibaren barındırmalıdır.
Öte yandan, işçi sınıfının devriminin amaçları için, hiçbir şekilde bu amaçlara uygun olmayan varolan burjuva devlet aygıtı alınıp kullanılamaz. İşçi sınıfının devletinin işlevi azınlığın değil, çoğunluğun egemenliğini sağlamak, sömürüyü korumak değil yok etmek olduğuna göre, bu devlet burjuva devletten yapısal olarak da farklı özellikte olmak durumundadır. Bu yüzden burjuva devlet yıkılıp parçalanmalı, başta silahlı baskı ve zor aygıtları, ordu, polis olmak üzere organları dağıtılmalıdır. Bu anlamda işçi sınıfının devleti, burjuva devletin organlarının yerine kendi organlarını oluşturmak durumundadır.
Sosyalist devrim açısından yaşanan pratiklerin ele alındığı noktalardan birisi de, ne ölçüde eski devlet yapısının dağıtılıp yenisinin oluşturulduğudur. Ortaya çıkan bozulma ve çarpılmaların kaynağı olarak bürokratlaşma incelenirken Ekim Devriminden sonra eski bürokrasinin ve devlet aygıtının ne olduğu sorgulanmakta, bunların tasfiye edildiği ya da tersine varlığını sürdürüp yeniden egemen olduğu değerlendirmeleri yapılmaktadır. Ekim Devriminin ardından işçi sınıfının nesnel ve öznel güçsüzlüğü nedeniyle söz konunu tasfiyenin tam anlamıyla gerçekleştirilemediği saptaması haklılık taşımakla birlikte, bürokratlaşma sorununun asıl kaynağı işçi sınıfı saflarından doğan yeni bir ayrıcalıklı tabaka, yeni bir bürokrasi olması nedeniyle, eski toplumdan devralınan bürokrasinin ele alınan bürokratlaşma sorunundaki etkisi ikincildir.
Bolşevik Parti’nin 1919 tarihli programında da eski devlet aygıtının ortadan kaldırılması ve devlet yönetiminin kitleler tarafından üstlenilmesi açısından bürokrasi sorununa yer verilmektedir:
“Yalnızca devletin sovyet örgütlenmesi sayesinde, proletarya devriminin, resmi kurumları ve yargı mekanizması ile birlikte burjuvazinin eski devlet aygıtını, tek bir darbede yıkması ve yerle bir etmesi mümkün oldu. Ancak, kitlelerin görece düşük kültür düzeyi, kitlelerce sorumluluk gerektiren görevlere getirilenlerin idari işlerde gerekli olan tecrübe eksikliği, zor sorunlarda hizmetlerine ihtiyaç duyulan eski uzmanlara olağanüstü teşvikler sağlama gereği ve kent işçilerinin (savaşma görevini üstlenmek zorunda olan) en ileri tabakasının geri çekilmesi, sovyet sistemi içinde bürokrasinin kısmi olarak yeniden canlanmasına yol açmıştır.” (Buharin - Preobrajenski, Komünizmin Abecesi, s. 383)
Sosyalist devrimin devleti, sınıfları ortadan kaldırma hedefine doğru ilerleyebilmesi bakımından eski devlet yapısının, eski bürokrasinin yok edilmesi hayati bir önem taşımakla birlikte, işçi sınıfı iktidarının kendi saflarında gelişen bürokratlaşma sorununun da saptanıp giderilmesi için gereken önlemlerin üzerinde yeterince durulabilmesi açısından, eski bürokrasinin tasfiyesi sorununun yeni bürokrasinin doğuşu sorununun üzerini örtmesine, onu gizlemesine de izin vermemek gerekir.
Sosyalist devrimin hedefi, devletin koşullarının, gereğinin ve sonuçta kendisinin ortadan kaldırılması, izlerinin toplumdan silinmesidir. Ama bunu gerçekleştirebilmek için, işçi sınıfının kendi devletine ihtiyacı vardır, devlet örgütlenmesine başvurmadan devletsiz toplum hedefine ulaşamaz. Öncelikle devrilmiş burjuvazinin direncinin kırılması, ezilmesi, tekrar hakimiyetini kurmak için ayaklanma girişimlerinin engellenmesi, baskı altında tutulması için, işçi sınıfının devlet olarak örgütlenmesi gerekir. İşçi sınıfı ancak devlet örgütlenmesiyle burjuvazinin, sömürücü sınıfların, kendisine karşı ayaklananların saldırılarını püskürtüp iktidarını koruyabilir. Öte yandan küçük-burjuvazinin, ara sınıfların düşmanla kendisi arasındaki yalpalamalarını etkisizleştirmek için de işçi sınıfının devlet gücüne ihtiyacı vardır. Bu ara tabakaların burjuvaziyi izlemeye yönelen kesimlerine de şiddet uygulamak, onları zorla dağıtmak, tecrit etmek, buna karşılık kendisine yönelen kesimlerini gücüyle yanına çekmek için, işçi sınıfı devlet örgütlenmesine başvurmak durumundadır. Ayrıca işçi sınıfı, diğer ezilenleri peşinde toplamak, kendi saflarını sağlamlaştırmak, kitleleri sosyalist inşa çalışmasında birleştirmek, iç disiplinini korumak ve sıkılaştırmak için de devletine ihtiyaç duyar.
İşçi sınıfının sınıf mücadelesinde sosyalist devrimi başarmak için kendi devletine ihtiyaç duyması saptamasıyla bağlantılı olarak, bu devletin özellikleri ele alındığında, eyleminin içeriği ve sınıf karakteri en belirgin biçimde öne çıkar. Eyleminin hedefleri, sosyalizmin kuruluş çalışmasının aracı olması, ona sosyalist karakterini verir. Bu eylemin öznesinin işçi sınıfı olması da işçi sınıfına dayanmasını, onun devleti olmasını zorunlu kılar. Bu anlamda işçi sınıfının sosyalist devriminin aracı olan devlet, ancak işçi sınıfının egemenliğine karşılık gelen ve eylemi ve hedefleri sosyalist olan bir devlet olabilir.
Komünist toplumun ilk aşaması anlamında sosyalizm, işçi sınıfı burjuvaziyi devirip egemen olur olmaz kurulmuş değildir. İşçi sınıfı kendi devleti aracılığıyla kapitalizmi ve meta üretimini tasfiye ederek toplumu sosyalizme götürmek durumundadır. Bu bakımdan bu geçişi gerçekleştirmenin aracı olan devletin sosyalist olarak nitelenmesi, başlangıçta, oluşmuş sosyalist toplumun bir kurumuna değil de, bu devletin hedefine ve işlevine karşılık gelir. Yani burjuvaziyi deviren işçi sınıfının devleti, toplumu kapitalizmden sosyalizme götüren dönüşümleri gerçekleştirdiği için sosyalisttir. Ancak bu da, sosyalizmde devletin bulunmaması ya da sosyalist nitelik taşımaması anlamına gelmez. Aksine, sınıflar ortadan kalktığı ölçüde gereksizleşmesine rağmen, sosyalizmde devlet, çalışma ve bölüşümün denetlenmesi gerektiği ölçüde de varlığını sürdürür; bu anlamda sosyalist toplumun özelliklerine, yani komünizmin üst aşamasına ilerlemeye uygun bir işlev yerine getirir. Bu gerçekleştiği, komünizmin üst aşamasına geçildiği ölçüde de devlet bütünüyle ortadan kalkmış olur.
Toplumun komünizme götürülmesini, devletin ortadan kaldırılmasını sağlayan sosyalist devrimdir. Sosyalist devrim yalnızca işçi sınıfının eseri olabilir. Sosyalist devrimin bir aracı olarak da sosyalist devlet, işçi sınıfının devleti olmak durumundadır. Her devlet gibi, işçi sınıfının devleti de demokrasi ve diktatörlük kavramları çerçevesinde alındığında, bunlar, hem bir sınıf egemenliğine, devletin sınıfsal karakterine, hem de bu devletin diğer sınıflarla ilişkilerine ve biçimsel özelliklerine işaret eder. Özellikle demokrasi deyiminin birbirlerinden farklılaşan anlamları içerisinde, işçi sınıfı devletinin hem bir demokrasi, üstelik daha önce görülmemiş genişlikte bir demokrasi, hem de bir diktatörlük olduğu ortaya çıkar.
Öncelikle sınıf egemenliği, yönetme hakkı, iradesi anlamında, bu bir işçi sınıfı demokrasisidir; işçi sınıfı için demokrasi, diğer sınıflar için diktatörlüktür. Yani işçi sınıfının egemenliği, yönetme hakkı, özgürlükleri mutlaktır. Bu devletin işlevi, işçi sınıfının egemenliğini güvenceye almak ve diğer sınıfları da egemenlikten dıştalamaktır. Aynı zamanda da egemenliğin korunması, diğer sınıfların hak ve özgürlüklerinin bütünüyle yok edilmesini mutlaka gerektirmeyebilir. Bu devletin sömürücü bir azınlığın değil de sömürülen çoğunluğun çıkarlarının savunucusu olması, kendisinden önceki devletlere göre, çok daha az baskı ve kısıtlamayla yetinebileceğini, hak ve özgürlükleri çok daha büyük bir ölçekte tanıyabileceğini, bu anlamda demokrasiyi çok daha geniş bir biçimde gerçekleştirebileceğini gösterir. Ayrıca işçi sınıfı demokrasisi, burjuva demokrasisinde kağıt üzerinde kalan hakların, özgürlüklerin kullanılabilmesinin maddi araçlarını da (toplantı yerleri, iletişim araçları, medya, vb.) sömürenlerden alıp sömürülen kitlelere vererek bunların pratikte gerçekten varolabilmesini sağlar.
Sınırlama ve kısıtlamaların işçi sınıfının egemenliğini koruyacak ölçekte olması ise, işçi sınıfının haklarının, özgürlüklerinin demokrasisinin mutlaklığı karşısında, diğer sınıfların hak ve özgürlüklerinin nispi olması demektir. Öte yandan işçi sınıfının devleti, amaçlarına ulaştıkça, burjuvazinin direnişi bastırılıp, ara sınıfların yalpalamaları etkisizleştirildikçe, işçi sınıfı ve ezilenler sosyalist inşa çalışmasında birleştirilip sınıfların ortadan kaldırılmasına ilerlendikçe, diğer sınıfların hakları, özgürlükleri üzerindeki kısıtlamalar da giderek gereksizleşmek ve önemini kaybetmek durumundadır; bu anlamda bu önlemler geçici bir niteliğe de sahiptir.
Demokrasi, eşitliğin, özgürlüğün hukuk ve kurumlara dayanarak sağlanması temelinde, devletin varlığıyla sıkı sıkıya bağlantılıdır. Diğer bir deyişle, eşitliği, özgürlüğü sağlayan devlet, bunu sağladığı insanlar için demokrasidir. Ama insanların bir kısmı için demokrasi, aslında diğerleri için demokrasinin bulunmamasıdır ve eşitsizliğin, özgürlüklerden yoksunluğun kaynağı, sınıfların ve devletin varlığı olduğuna göre, bütün insanlar için gerçekten eşitliğin, özgürlüğün sağlanması, sınıfların, devletin ve devlet olarak demokrasinin de ortadan kaldırılmasını gerektirir. Eyleminin içeriği bunu gerçekleştirmek, yani bu biçimde devleti ve demokrasiyi ortadan kaldırmak olan işçi sınıfının devleti, biçim olarak ise, demokratiktir, üstelik önceki devletlerle karşılaştırılamayacak ölçekte.
Devletin ortadan kaldırılmasının aracı işçi sınıfının devletine, proletarya diktatörlüğüne ilişkin iki temel niteleme, bu devletin ‘devlet olmayan devlet’ olması ve aynı zamanda da ‘oluşurken kendisini yok etmeye girişen’ özellikte olmasıdır. İşçi sınıfı devletinin ‘devlet olmayan devlet’ olarak nitelenmesi, belirli bir devlet kavramına, devletin, özel mülkiyet ve sınıfların varlığı temelinde, üretim araçlarına sahip olan egemen sınıfın sömürüsünü sürdürmek için ihtiyaç duyduğu baskı ve zor aracı olarak açıklanmasına dayanır. Toplumun küçük bir azınlığını oluşturan bu sömürücü egemen sınıfın, iktidarını ve sömürüsünü sürdürebilmek için son derece gelişkin bir baskı ve zor aygıtına, bürokratik ve militarist bir devlete ihtiyacı vardır. Buna karşılık işçi sınıfı devletinin işlevi sömürüyü korumak, sürdürmek değil, onu ortadan kaldırmaktır. Aynı zamanda da bu devlet, toplumun küçük bir azınlığının değil, çoğunluğunun çıkarlarının temsilcisidir. Bu yüzden kökten farklı özelliktedir ve ‘kelimenin gerçek anlamında devlet olmayan devlet’ olarak anılması da buradan kaynaklanır.
Yaşanan sosyalizm deneylerinde bürokratik bir devlet aygıtının gelişmesi, sorunu bu boyutuyla tartışma gündemine getirmiştir. Bürokratlaşmaya ilişkin değerlendirmelerde, sorun azınlık ya da çoğunluk egemenliği noktalarından alınmış, Sovyet Devrimini gerçekleştiren işçi sınıfının toplumun azınlığı olmasından hareketle bürokratikleşmeyi kaçınılmazlaştıran görüşler ileri sürülmüştür. Böyle bir görüş çerçevesinde, işçi sınıfının devleti de bir azınlık devleti olarak kelimenin gerçek anlamındaki devletin özelliklerini taşımak durumunda olur. Hatta bundan kaçınmak için de mutlak anlamda bir çoğunluk egemenliği ve nüfusun çoğunluğunu oluşturmak üzere bir ‘halk’ devrimi ve iktidarı önerilmekte ve bu işçi sınıfı devriminin ve iktidarının karşısına konmaktadır. Oysa ilk saptanması gereken, sosyalist devrimi gerçekleştirebilecek güç olarak işçi sınıfının yerine sınıfsal karakteri belirsiz bir halk çoğunluğunun ikame edilemeyeceğidir. Ayrıca işçi sınıfı bir yandan sömürüyü ortadan kaldırarak bir yandan da tüm toplumu komünizme götürerek çoğunluğun çıkarlarını ifade etmek ve desteğini sağlamak durumundadır. Daha da önemli olan ise, bürokratikleşmenin işçi sınıfının kendi içindeki kaynağıdır, işçi sınıfının kendi içindeki yöneten azınlık - yönetilen çoğunluk ayrışmasıdır. Bu anlamda, burada asıl vurgulanması gereken, işçi sınıfının azınlık olarak egemenliği sorununun bu belirleyici sorunun, yani işçi sınıfının kendi içindeki azınlığın egemenliği sorununun önüne geçirilmemesidir.
İşçi sınıfı devletinin, proletarya diktatörlüğünün daha kurulurken kendisini yok etmeye girişen bir özellikte olması, devletin ortadan kaldırılması hedefiyle andaki devlet ihtiyacı arasındaki çelişkinin ve bu çelişkinin çözülebilme koşulunun ifadesidir. Sosyalist devrim sınıfları ve buna dayanarak devleti ortadan kaldırmak durumundadır ama bunun için devlete ihtiyacı vardır. O zaman bu devlet başlangıçtan itibaren öyle özellikler taşımalıdır ki, bunlar devletin kalıcılaşmasına engel olsun, giderek bütünüyle ortadan kalkmasını sağlasın.
Lenin tarafından Komintern’in 1. Kongresine sunulan Burjuva Demokrasisi ve Proletarya Diktatörlüğü Üzerine Tezler’de devletin ortadan kalkması hedefine ve bu doğrultuda önlemlere işaret ediliyor:
“20. Devlet iktidarının yok olması, başta Marx, bütün sosyalistlerin koydukları hedeftir. Bu hedefe ulaşılmadan gerçek demokrasi, yani özgürlük ve eşitlik gerçekleştirilemez. Pratik olarak buna ulaşmak ise, emekçi halkın kitle örgütlerini devlet yönetimine sürekli ve eksiksiz olarak katarak her türlü devletin bütünüyle sönümlenmesini derhal başlattığı için, yalnızca Sovyet, ya da proleter, demokrasi yoluyla mümkündür.” (Lenin, Toplu Eserler, c. 28, s. 466; Tezler, Kararlar ve Bildirgeler, [İng.] s. 14; [Fr.] s. 10)
Sosyalist devletin daha oluşurken kendisini yok eden nitelikte olmasına ilişkin ilk olarak söylenebilecek, onun eylemiyle sınıfları, dolayısıyla devletin gereğini ortadan kaldırdığıdır. Bu elbette devletin yok olmasının maddi koşuludur ve devletin varlığının sona ermesi ancak bu temel üzerinde gerçekleşebilir. Ama bu maddi koşulun devletin ortadan kalkması için tek başına yeterli olmadığı, bunun siyasi, ideolojik, manevi başka koşullarla tamamlanması gerektiği, burada üzerinde daha fazla durulması gereken yandır.
Her örgütlenme ve kurum gibi, devlet de, yerine getirdiği işlev ve görevler açısından tanımlanabilir, belirli bir amaca uygun bir araç olarak ele alınabilir. Bu çerçevede amaca uygunluğu temelinde aracın amaç tarafından belirlenmek durumunda olduğu söylenebilir. Ancak araç olarak isimlendirilen yapı kendi düzleminde ele alındığında bu defa kendi özellikleri belirleyici biçimde öne çıkar ve hatta amaç üzerinde de etkili olur. Her örgütlenme, şu ya da bu ölçüde, temsil ettiği tabana, çıkarlara yabancılaşma tehlikesi taşır. Devlet de, ilk kökeninde, toplumdan, onun ihtiyaçlarından doğmuş, ama sonra (toplumun sınıflara bölünmesi, maddi çıkar farklılıklarının oluşması temeli üzerinde) toplumdan kopup ona yabancılaşarak toplum üzerinde bir baskı aygıtına dönüşmüştür. Devletin bürokratik ve militarist yapısı, yöneten - yönetilen ayrımı biçimindeki bir toplumsal işbölümüne dayanması, bu ayrımı koruması ve sürdürmesi, onu toplumun karşısına topluma yabancı bir güç olarak yerleştiren özellikleri arasındadır. Bu özellikler, aynı zamanda, devletin, toplumdaki yöneten - yönetilen bölünmesinin varlığını sürdürmesinin ve yeniden üretmesinin de dayanaklarıdır.
Devletin yok edilmesini hedefleyen işçi sınıfı devleti, proletarya diktatörlüğü ise, tam tersine özelliklere sahip olmalıdır. İşçi sınıfının devleti, kalıcılaşmasına ve toplumdan kopmasına engel olan, giderek kendisinin yok olmasını sağlayan özellikler taşımalıdır. Devletin toplumdan yok olması, yöneten - yönetilen ayrımının kalkması, herkes yönettiği için kimsenin yönetmemesidir. Proletarya diktatörlüğü, bunu öncelikle işçi sınıfının giderek daha geniş kesimlerinin, sonra da toplumun geri kalanının yönetici katılımını geliştirerek sağlamalı, buna yönelik bir yapıda olmalıdır. Bundan da öteye, temsilcilerin temsil ettikleri tabandan, devlet görevlilerinin hizmet ettikleri toplumdan kopmalarına, yönetim ayrıcalığı ya da maddi ayrıcalıklar edinmelerine, bunları koruyacak baskı araçları oluşturmalarına karşı özel önlemlere sahip olmalıdır. Yaşanan sosyalizm deneyimleri, bunların tıkanıklığa girmesinde temsil ettiği sınıftan kopup ayrıcalıklar kazanarak doğan bir bürokrasinin rolüne ve bununla birlikte devletin yok olmak yerine tersine kalıcılaşmasına işaret ettiğinden, bu deneyimlerden çıkan dersler ışığında, bugün bu sorunlar, çok daha büyük, hayati önem taşımaktadır.
Lenin, sosyalist devrim açısından devlet sorununu incelediği, proleter devrimle yıkılan burjuva devlet ve oluşan proletarya diktatörlüğü üzerinde durduğu Devlet ve İhtilal’de işçi sınıfı devletinin bürokratikleşmeye karşı önlemlerini Marx ve Engels’e başvurarak sıralıyor:
“İşçiler, siyasal iktidarı ele geçirdikten sonra, eski bürokratik aygıtı parçalayacak, temellerine dek yıkacak, yerle bir edecek ve onu, işçi ve çalışanlardan oluşan yeni bir aygıtla değiştireceklerdir. Bunların bürokratlara dönüşmelerine karşı, Marx ve Engels tarafından ayrıntılarıyla belirtilen önlemler hemen alınacaktır: 1) yalnızca seçim değil, aynı zamanda her an geri alınabilme; 2) işçinin aldığından yüksek olmayan bir ücret; 3) denetim ve gözetimin herkes tarafından yapılmasının hemen başlatılması, böylece herkesin bir zaman için ‘bürokrat’ durumuna gelebilmesiyle sonuçta kimsenin ‘bürokrat’ olamaması.” (Lenin, Toplu Eserler, c. 25, s. 486)
İşçi sınıfı devletinin daha oluşurken kendisini yok etmeye girişen niteliğini somutlayan özelliklere ilişkin saptamalar, yine bu yöndeki pratiklere dayanır. İlk proletarya diktatörlüğü olarak Paris Komününün uygulamaları ve aynı şekilde Ekim Devrimiyle iktidarı eline alan Sovyetlerin yapısı, bürokratikleşmeye karşı ilkeselleştirilen önlemlerin kaynaklarıdır. Milis, görevlilerin seçilmeleri ve geri çekilmeleri ve işçi ücretleri kadar ücret almaları, Komünün ilkeleriyken, iktidar organlarının üretim yerleri temelli olmaları, işçi sınıfı devletinin Sovyetlerle aldığı biçimdir.
Devletin toplumdan kopup yabancılaşarak kalıcılaşmasına karşı Paris Komününün ilkelerinden birincisi, bütün görevlilerin seçilmeleri ve istenildiği zaman geri alınabilmeleridir. Bu ilke, devletin her düzeydeki örgütlenmesi için kurallaşmış ve geçerli olmalıdır. Ancak kural olarak benimsenmesi, gerçekte işliyor olması için yeterli değildir. İşleyişi karmaşıklaştıran bir boyut, irade merkezileştikçe temsil düzeylerinin oluşmasıdır. Dar bir grup her zaman bir araya gelerek bütün kararlarını birlikte alabilir, doğrudan demokrasiyi gerçekleştirebilir. Ama ölçek büyüdükçe, grup ancak belirli bir sıklıkta toplanabilir ve iki toplantı arasında işlerini yürütmeye yetkili temsilciler seçer. Ölçek ülke düzeyine karşılık geldiğinde, temsil düzeylerinin çoğalması ve temsilcilerin milyonları temsil etmesi söz konusudur. Bunun seçilme ve geri çağrılma işleyişlerini zorlaştırdığı ve ek olarak özel bir titizliği gerektirdiği açıktır. Seçme ve geri çekme haklarının kağıt üzerinde kalmaması için, temsilcilerle temsil ettikleri arasındaki bağların bu ilkenin pratikte uygulanmasını sağlayacak yoğunlukta ve sıkılıkta olması gerekir. Çare ise, merkezileşmekten kaçınmak, küçük yerel iktidarlar biçiminde bağımsız parçacıklara bölünüp dağılmakta da değildir. Burada daha çok vurgulanması gereken, temsilcilerin kendilerini yetkilendirenlerden kopmaları tehlikesine karşı, iradenin yenileneceği aralıkların mümkün olduğunca kısa saptanması, seçimlerin, kongrelerin sıklığı, bunların gereksiz formaliteler olarak algılanmasına ve aksatılmasına izin verilmemesi, belki en önemlisi de yığınların bu işleyişe en aktif ve uyanık katılımı için sürekli mücadele edilmesidir.
Paris Komününün önlemlerine dayanan diğer bir ilke de, ‘herkesin bir süre bürokrat durumuna gelmesiyle’ kimsenin bürokratlaşmaması ve en önemli olarak da sürekli ordu ve polisin yerine halkın silahlanmasıdır. Bu ilkenin uygulanmasının maddi koşulu, bir yandan bütün işlerin uzmanlık gerektirmeyecek kadar basitleşmesi, diğer yandan da kültür ve eğitim düzeyinin yükselmesiyle herkesin her işten anlayabilmesidir. Eğer hiç bir iş, başkasının yerini dolduramayacağı özel görevliler gerektirmezse, böyle özel görevlilerin toplumdan koparak onun üzerinde bir tabakaya dönüşmesi tehlikesi de olmaz. Özelikle ordu ve polis, silahlı güç olarak baskı ve zor organı niteliğinde oldukları için, bunların toplumdan, sınıftan kopmaları çok daha tehlikelidir; içinden doğdukları toplum, sınıf üzerinde baskı kurma tehlikesi taşırlar. Profesyonel memurlara, orduya, polise sahip olmamak, devletin demokratikliğinin ve buna bağlı olarak sönüp yok olmasının da bir güvencesidir. Ama belirli bir anda bu önlemlerin uygulanması, etkinlikte, verimde bir düşmeye de karşılık gelebilir. Emperyalist kuşatma, iç savaş, ekonomik yıkım gibi ağır koşullarla karşılaşılan yaşanan deneylerde olduğu gibi, bir an önce üstesinden gelinmesi gereken zorluklar karşısında, kolay kolay uzmanlaşmanın sağladığı avantajlardan vazgeçilememektedir. Hatta işler belki yalnızca böyle yürütülebilmektedir, yani bir tercih sorunu bile olmamaktadır. Ama sürecin ürettiği sonuçlar, bürokratikleşme ve bunun bir bütün olarak deneyin başarısızlığındaki rolü göz önünde tutulduğunda, bu tercihin hayati önemi ortaya çıkmaktadır. Buradan çıkan sonuç, sosyalist devrimin komünizme, devletin ortadan kaldırılmasına doğru ilerleyebilmesi için, bu tercihin, varlığını korumayı daha da tehlikeye düşürmek pahasına bile olsa, söz konusu ilkeye sonuna kadar sadık kalmak doğrultusunda olmasıdır.
Komünün devletin bürokratikleşmesine karşı üçüncü ilkesi de, memur maaşlarının ortalama işçi ücretlerinden yüksek olmamasıdır. Maddi ayrıcalıkları engellemek, ayrıcalıklı bir tabakanın oluşmasını engellemenin maddi koşuludur. Ancak yine yaşanılan deneylerde bu ilkenin uygulanması da zorluklarla karşılaşmıştır. Devrimden sonra burjuva uzmanlara duyulan ihtiyaç, onların yüksek ücretler karşılığında satın alınmalarını gerektirmiştir. Bunun işçi sınıfı demokrasisi üzerindeki olumsuz etkisi, ortaya çıkan bürokrasilerin asıl kaynağı eski düzenden devralınan bürokrasi olmayıp işçi sınıfı içerisinden doğan yeni bir bürokrasi olması nedeniyle, belki doğrudan değil, dolaylıdır. Burjuva uzmanlara ödenen yüksek ücretler, toplumdaki büyük gelir farklılıklarının işçi sınıfı devleti aracılığıyla sürdürülmesinin bir öğesi olarak ‘kötü örnek’, olumsuz bir manevi etken olmuştur. Buna karşılık, maddi teşviklere ağırlık verilmesi, parça başı ücret, vb. de ücretleri farklılaştırıcı esas etken olmuştur. Ücretler arasında çok büyük farklılıklar bir defa doğallaştıktan sonra, yüksek maaşlı memurların, ayrıcalıklı bir bürokrasinin oluşması da kolaylaşmıştır. Yaşanan deneyler üzerinden varılan bu sonuç ise, ücretlerin farklılaşmasının engellenmesinin ve giderek eşitlenmesinin bürokratlaşmaya karşı bir önlem olarak önemini ortaya çıkartmaktadır.
Ekim Devrimiyle işçi sınıfının egemenliği ikinci kez kurulduğunda, işçi sınıfı demokrasisine ilişkin Paris Komünü ilkelerine eklenen özgün yanların en önemlisi, Sovyetlerin üretim yerleri temeline dayanmasıydı. Yerleşim birimlerinin değil de, üretim birimleri, fabrikalar, atölyeler, vb.nin, işçi sınıfının sınıfsal birliğini sağlamasının zemini olarak, iktidar organlarının temelini oluşturması, Sovyetlerin sınıfsal karakteri açısından bir güvence olduğu gibi, bu yapı işçi sınıfının siyasi etkinliği, katılımı yönünden de eşsiz bir olanak yaratıyordu. İşçi sınıfı günlük varlık koşulları içerisinde, siyasi gelişmeler karşısında kolektif iradesini oluşturup müdahale edebiliyor, her an fabrika sovyetlerini toplayarak siyasi kararlar alabiliyor, kolaylıkla temsilcilerini yenileyip gerektiğinde geri çekebiliyordu. Daha sonraki gelişmeler içerisinde, siyasi yapıda işçi sınıfının ayrıcalıkları kaldırılırken, üretim temeli yerine coğrafi temelin geçirilmesi, devletin toplumdan, işçi sınıfından uzaklaşmasının, bürokratlaşmanın adımlarından biri olmuştur.
Paris Komünü gibi Sovyet iktidarı da yasama ve yürütme güçlerini tek bir hareketli yapıda birleştiriyordu. Bu yapı, burjuva demokrasisinin, devlet işlerini yığınlardan uzaklaştırıp özel devlet görevlileri tabakasının, devlet bürokrasisinin ellerinde toplayarak devletin toplumsal katılım görüntüsü altında toplumun azınlığına, burjuvaziye hizmet etmesini sağlayan işleyişinin tam karşıtı özellikte olmak durumundaydı. Yasama ve yürütmenin birleştirildiği devlet yapısı, kitlelerin bütün devlet işleri üzerine kendileri karar alıp, yasa çıkartıp, bunları da yine doğrudan kendilerinin uygulamasına uygun düşüyordu.
Burjuva demokrasisi karşısında işçi sınıfı demokrasisinin, Sovyet demokrasisinin konumu, 1. Kongrede kabul edilen Komünist Enternasyonal Platformu’nda da vurgulanmıştı:
“Burjuva demokrasisi ve parlamentarizmin karakteristikleri olan yasama ve yürütme gücünün ayrılması ve geri çağırma hakkının bulunmaması, kitlelerle devlet arasındaki kopukluğu artırır. Buna karşılık, Sovyet sistemi, geri çağırma hakkıyla, yasama ve yürütme gücünün birleştirilmesiyle ve sonucunda Sovyetlerin çalışan organlar olma konumuyla, kitlelerle yönetici organları birbirine bağlayabilir. Bu bağ, suni olarak coğrafi bölgeleri değil de, yerel üretim birimlerini temel alan seçim sistemiyle daha da güçlenir.” (Tezler, Kararlar ve Bildirgeler, [İng.] s. 42; [Fr.] s. 20)
Yasama ve yürütmenin birleştirilmesi, yığınların yönetime katılımını seçimden seçime oy kullanmakla sınırlamak ve devlet işlerini uzmanlara, özel görevlilere bırakmak yerine, yığınların devlet işlerini doğrudan kendi ellerine almalarını, devlet yönetimine katılımlarını geliştirmek, giderek herkesin yönetmesini sağlamak ve böylece yöneten - yönetilen ayrımını ortadan kaldırmak doğrultusundadır; bu hedefe yöneliktir. Ancak Sovyet iktidarında yığınların günlük devlet işlerine katılımdan geri çekilmeleri, devlet yönetimini daha çok bir azınlığa, Bolşevik Partiye bırakmaları, yasama ve yürütmenin birleştirilmesinin, hedeflenenin tersi yönde etkide bulunmasına, yönetimin daralmasına, yığınlardan uzaklaşmasına, siyasi yabancılaşmanın hızlanmasına hizmet etmesine yol açmıştır.
Bu sonuçlar karşısında, geliştirilen çeşitli sosyalizm değerlendirmeleri ve anlayışları, yasama ve yürütmenin ayrılığına, güçler ayrılığına karşılık gelen önermeler ileri sürmektedirler. Sosyalizmin eksiklerini ya da kusurlarını burjuva demokrasisiyle, parlamentarizmle gidermeyi öneren bu görüşler, aslında yığınların devlet yönetimine katılımını sınırlı tutup yönetimi uzmanlarına, elit bir azınlığa emanet etmeyi önermiş olmaktadırlar. Ancak bu, yöneten - yönetilen ayrımının giderilmeyip kalıcılaştırılmasından başka bir anlam taşımadığı gibi, sosyalist devrimin toplumun kendi kendisini yönetmesi, devletin ortadan kalkması hedefine ilerlemeye uygun değildir; aksine bunu engelleyen özelliktedir.
Kapitalizmden ödünç alınan unsurlar, sosyalizmin eksiklerini tamir etmez, sosyalist devrime hizmet etmez. Yasama ve yürütmenin birleştirilmesinin Sovyet deneyiminde yabancılaşmayı hızlandırmış olması sorunu, güçler ayrılığına başvurmakla çözümlenemeyeceğine göre, çözüm yine yığınsal katılımın geliştirilmesinde, canlı tutulmasında aranmak durumundadır. Sosyalist devrimi gerçekleştiren işçi sınıfı egemenliği, dar, yerel bir ölçekte değil, ülke, bölge, hatta mümkün olursa dünya ölçeğindedir. Böyle bir ölçekte doğrudan demokrasi mümkün değildir, temsil ilişkileri kaçınılmazdır. Ama yine de tercihler, bu ilişkilerin kurulmasında ve kurumlaşmasında, yığınların yönetici katılımlarını en fazla geliştirecek biçimler doğrultusunda olmalıdır. Yönetimin en az temsili ve en fazla doğrudan demokrasiye yakın olabilmesi için, temsilin en az kademeli, organların en geniş bileşimli, toplantıların en sık olması gözetilmelidir.
İşçi sınıfının komünizme uygun örgütlenme ilkesi demokratik merkeziyetçiliktir. Bu temelde, işçi sınıfının devlet örgütlenmesinin, proletarya diktatörlüğünün yapısına da federalizm yani mutlak özerklikçilik değil merkeziyetçilik yol göstermek durumundadır. Böyle bir yapıda merkezi ve yerel iktidar organlarının yetki alanları mutlak anlamda birbirlerinden ayrılmadığından ve bütün özerklikler nispi olduğundan, hem yerel hem de merkezi iktidar organlarının karışamayacakları, kendine özgü olarak diğerinin müdahalesinden bütünüyle ayrı tutulan yetki alanları yoktur.
Yalnızca ulusal sorun, bu yaklaşımın bir ölçüde farklı ele alınmasını gerektirir. Hedef dünya komünizmi, bütün dünyada sınıfların olduğu kadar sınırların da ortadan kalkması olduğuna göre, bu hedefe yönelebilmek, ulusların gönüllü kaynaşmalarıyla bu doğrultuda ilerleyebilmek için, ulusal farklılıklar varlıklarını korudukları sürece, bu farklılıklara uygun düşen ölçüde özerklik dereceleri ve bu ölçüde federalizm, işçi sınıfı devletinde geçici olarak yer bulur. Ancak bu saptama, yaşanan sosyalizm deneyinin bir dizi ‘bağımsız sosyalist devlet’ pratiğinin ‘ülkeye özgü’, ulusal sosyalizm savunularını haklı çıkarmaz. Gereken ölçüde özerklik derecelerine, ulusal sorun, ulusal farklılıklar temelinde, yer verilse de, dünya komünizmi hedefiyle uyumlu olan, ayrı ulusal devletlere bölünmek değil, proletarya diktatörlüğünün, sosyalist devletlerin uluslararası birliğidir. Sosyalist devrimin dünya ölçeğinde zaferi, dünya komünizmi, ancak bütün ulusların, dünya proletaryasının diktatörlüğü ile mümkündür.
Sosyalist devrimin hedefi, dünya komünizmidir, bunun için işçi sınıfının dünya çapında birliği ve egemenliğidir, dünya sosyalist devletidir. Bu birliği sağlamak için, işçi sınıfının devleti merkezidir, merkeziyetçilikten yanadır. Ancak burada yığınlardan uzaklaşmamaya özen gösterip yalnızca gerektiği kadar merkezileşerek aşırı merkezileşmeden kaçınmak da, yine yığınların katılımının, yönetici inisiyatifinin geliştirilmesi bakımından önemlidir.
Devlet işlerine yığınsal katılımın önemini, bu noktada bir kere daha vurgulamakta zarar olmaz. Bunun maddi temeli, bir yandan görevlerin herkesin yerine getirebileceği biçimde basitleşmesi, diğer yandan da eğitim ve kültür düzeyinin herkesin bunları başarabileceği biçimde yükselmesidir. Ancak böylece yeri doldurulamayan uzmanlara, özel görevlilere bağımlı kalmaktan kurtulmak mümkün olabilir. Bu hedefe doğru ilerlerken görevlerin dönüşümlü olarak yerine getirilmesi gibi önlemler de, belirli bir özel görevliler tabakasının oluşmasına, kalıcılaşmasına karşı bir ölçüde etkili olabilir. ‘Tek adam yönetimi’ gibi uygulamalar ise, yığınsal inisiyatifi geliştirici değil, zayıflatıcı olmuştur. Ayrıca eski düzenin görevlilerinin, bürokrasisinin işçi sınıfı demokrasisini bozmasına, ona zarar vermesine son vermek için bunların işçi sınıfı saflarından gelen yeni görevlilerle değiştirilmesi uygulamasına da başvurulmuştur. Burjuva uzmanlara, görevlilere bağımlılıktan kurtulmak için işçi sınıfı saflarından yetiştirilen yönetici kuşağın bürokratlaşması ise, işçi sınıfının sosyalist devletinin niteliğinin korunup hedeflerine ilerlemesinde, yine katılımın yığınsallaşmasının, yönetimin yığınlara mal edilmesinin, yığınların ellerinde toplanmasının belirleyici önemini göstermektedir.
İŞÇİ SINIFININ KOMÜNİST PARTİSİ VE DEVLETİ
Sosyalist devrimin sınıfların, devletin ortadan kaldırılması hedefine ilerleyebilmesi, işçi sınıfının egemenliğini ve oluşan iktidarının sosyalist karakterini gerektirir. Bu ise devrimi gerçekleştiren işçi sınıfı hareketine komünizmin önderlik etmesine, bu hareketin komünizm hedefli olmasına bağlıdır. İşçi sınıfı hareketinin komünizm doğrultusunda olması da, onun komünist öncüsüne, komünist partisine sahip olmasına, komünist partisinin sınıf hareketine önderlik etmesine dayanır. Komünist partisinin önderliği, işçi sınıfının devriminin zaferinin olduğu kadar iktidarının sosyalist karakterinin de belirleyici etkenidir. Aynı şekilde komünist partisinin önderliğinin korunması ve sürdürülmesi, işçi sınıfının devletinin sosyalist karakterinin korunmasının ve toplumu komünizme götürme görevini yerine getirmesinin güvencesidir.
Bolşevik Parti’nin 1919’da kabul edilen programında belirtildiği gibi, işçi sınıfının yığınlarının eğitilmesi, inisiyatifinin güçlendirilmesi, katılımının geliştirilmesi, yönetiminin genişletilmesi görevi, öncelikle onun sınıf bilinçli öncüsü, komünist partisine düşer:
“Partimizin görevi, doğru işlemesi için, kitlelerin kültür, örgütlenme ve inisiyatif güçlerinin sürekli olarak daha yüksek düzeye çıkarılmasını gerektiren daha üstün demokrasi tipinin tam olarak gerçekleştirilmesini sağlamak için usanmadan çalışmaktır.” (Buharin - Preobrajenski, Komünizmin Abecesi, s. 379)
Komünist partisinin işçi sınıfının sosyalist devrim mücadelesini başarmasını, komünizme ulaştırmasını sağlaması, sınıfın geri kalanını ve giderek toplumun tümünü devlet yönetimine katarak kendi düzeyine yükseltmesine ve böylece toplumdaki yöneten - yönetilen ayrımını yok edebilmesine bağlıdır. Bu açıdan, komünist partisinin önderliği, sosyalist devrimin hedefine ilerleyebilmesi için bir zorunluluk olduğu gibi, bu önderliğin yığınların yönetici katılımını köreltecek değil, geliştirecek bir biçimde gerçekleşmesi de, yine sosyalist devrimin amaçlarına ulaşması için bir gerekliliktir.
Yaşanan sosyalizm deneylerinde, işçi sınıfının yığınlarının devlet işlerine katılımdan geri çekilmesinin bir sonucu olarak gelişen partinin ve devletin çakışması süreci, bir aşamasında hukuki bir boyut alarak, varolan komünist partisinin önderliğinin anayasa düzenlemesi haline getirilmesine kadar varmıştır. Parti diktatörlüğü denilen sorunu kurumsal bir düzeye getirip derinleştiren bu uygulama, işçi sınıfı, partisi ve devleti arasındaki ilişkileri bozulmuş biçimiyle kalıcılaştıran niteliktedir. Varolan partinin yasal olarak, yani devlete göre, işçi sınıfının ve toplumun önder partisi olarak saptanması, bu partinin bozulması, sınıftan kopması durumunda da, işçi sınıfının devlet düzeyinde silahsız bırakılması demektir. Halbuki komünist partisi, önderliğini, iktidarını, yasal düzenlemelerden değil, işçi sınıfı ile ilişkilerinden almalı; işçi sınıfının iradesinin, eyleminin işçi sınıfının iktidar organları tarafından gerçekleştirilmesine dayanarak, sınıfın önderliğini sürekli siyasi olarak yeniden kazanmalıdır. Bu, işçi sınıfının siyasi inisiyatifinin, canlılığının geliştirilmesine, sınıfın yığınsal olarak iktidarı elinde tutmasına uygun olduğu kadar, aynı zamanda varolan partinin sınıftan kopması gibi bir durumda, işçi sınıfının yasal olarak başka bir partide örgütlenebilmesi, böylece partisinin bozulmasına rağmen devletinin bozulmasının engellenebilmesi olanağı yönünde de bir önlemdir.
Partinin konumunun hukuki olarak düzenlenmemesi, tek partililiğin yasallaştırılmamasıdır, bu anlamda kurallaştırılmamasıdır. Öte yandan bu yaklaşım, çok partililiğin kurallaştırılmasına da karşılık gelmez. İşçi sınıfının iktidar organları, karşı-devrim örgütleyen, ayaklanan burjuva partilerine özgürlük tanıyamaz. İşçi sınıfı ve burjuvazi, devrim ve karşı-devrim arasında yalpalayan ara sınıf, küçük-burjuva partileri de karşı-devrim saflarında yer aldıkları ölçüde siyasi demokrasinin sınırlarının dışına düşer. Ancak işçi sınıfını izleyen, destekleyen ara sınıf hareketlerinin, akımlarının, eğer böyle akımlar bulunuyorsa, yasal olarak varlıklarını sürdürmeleri söz konusu olabilir. İşçi sınıfı açısından ise sorun, sınıfın siyasi birliği sorununa karşılık gelir. Komünizm, işçi sınıfının dar, parçasal (grupsal, mesleksel, ulusal, vb.) ya da anlık, kısa vadeli değil, bunları aşan, genel, uzun vadeli, bir bütün olarak sınıfların ortadan kaldırılması doğrultusundaki çıkarlarını temsil ettiğinden, sınıfın siyasi birliğini sağlama yeteneğindedir. Buna karşılık, sınıfın belirli bir kesiminin belirli anlık çıkarlarını temel alan, komünist olmayan işçi partileri ve siyasi akımlar, eninde sonunda ya sınıfın eyleminin genel doğrultusuyla birleşmek ya da onun karşısında burjuvazinin destekçisi bir konum almak durumundadır. Dolayısıyla tek partililiğin yasallaştırılmaması, birden çok işçi partisinin varlığına izin veren bir yasallıktır ama birden çok işçi partisi bulunuyorsa, işçi sınıfının siyasi bölünmüşlüğü sorunu söz konusudur. Ekim Devrimi deneyiminin bir biçimde gösterdiği gibi, sosyalist devrim süreci içerisinde, özellikle safların devrim ve karşı-devrim olarak keskin bir biçimde bölündüğü iç savaş koşullarında, savunduğu dar çıkarları aşarak işçi sınıfının genel çıkarlarına sadık kalan partiler komünizmde birleşir, burjuvazinin kuyrukçuluğuna düşenler de karşı-devrim saflarına geçerler. İşçi sınıfının siyasi bölünmüşlüğü sorununun ortadan kalktığı böyle bir durumda ise, yine istense de istenmese de tek partililikle karşılaşıldığından, işçi sınıfı iktidarı altında çok partililik yasaklanan değil, olsa olsa pek olası görülmeyen bir gelişme olur.
Dünya çapında işçi sınıfının içinde bulunduğu yenilgi sürecini tersine çevirmek, sosyalist devrimin zaferi için mücadeleyi yükseltmek, sosyalizm adına yaşanan yıkımdan dersler çıkartıp onu geliştirmeye, zenginleştirmeye bağlıdır. Bürokratikleşerek yıkıma sürüklenen sosyalizm uygulamaları karşısında, çoğulcu parlamentarizm ve burjuva demokrasisi unsurlarına başvurma, bunları sosyalizme eklemleme önerileri biçiminde çıkarılan dersler, işçi sınıfının komünizm mücadelesinin geliştirilmesine uygun değildir. Kapitalizm ve sosyalizm birbirleriyle uzlaştırılamaz. Sosyalist devrim de sınıf kökeni belirsiz kalabalıkların, nüfus çoğunluğunun değil, işçi sınıfının eseridir. Sorun ve çözüm, işçi sınıfının kendi eyleminde aranmak durumundadır. Bu anlamda, burjuva demokrasisi ya da unsurları, sosyalist devrimi, sosyalizmin amaçlarını gerçekleştirmeyi sağlamaz, buna hizmet etmez. Sosyalist devrimi, sosyalizmi gerçekleştirmenin aracı, yolu, işçi sınıfının egemenliğidir; aynı anlama gelmek üzere, işçi sınıfı diktatörlüğüdür, işçi sınıfı demokrasisidir.
Sosyalizm adına rejimin bürokratikleşerek sınıftan ve toplumdan kopması, yabancılaşması sürecinin başlangıç noktasında, kökeninde, işçi sınıfının yığınlarının kendi devlet yönetimlerine katılımdan geriye çekilerek bunu dar bir kesime, giderek devletle çakışan, özdeşleşen Bolşevik Partiye terk etmeleri yatmaktadır. Bu gelişmede işçi sınıfının yönetici inisiyatifinin, yani demokratik eğitiminin gelişmesindeki yetersizlik belirleyici rol oynamakla birlikte, işçi sınıfı devletinin, Sovyetlerin ‘devletin yok olması’ doğrultusunda benimsedikleri, sahip oldukları önlemler bürokratikleşmeyi engellemekte başarısız kaldığı gibi, Bolşevik Parti de yığınların bilincinin, inisiyatifinin, devlet yönetimine katılımının gelişmesini sağlayamamıştır. Sovyet iktidarı altında oluşan ve burjuva iktidarların devrildiği diğer ülkelere de yayılan toplumsal yapının, üzerinde yükseldiği sınıfa ve topluma maddi anlamda da yabancılaşarak tıkanıklığa girip yıkılmasının temelinde bu siyasi yabancılaşma yatar.
Bu saptama çerçevesinde, yıkımdan sosyalizm anlayışını zenginleştirmek, geliştirmek üzere çıkarılan ders, öncelikle üç noktada toplanır: işçi sınıfının yönetici inisiyatifinin, demokratik eğitiminin geliştirilmesi; işçi sınıfı devletinin bürokratikleşmeye karşı önlemlerinin sağlamlaştırılması; işçi sınıfının öncü kesiminin, komünist partisinin, sınıfın kültürel dönüşümü çabalarını hiç ihmal etmeden, aksatmadan sürdürmesinin vazgeçilmez önemi. Konunun işçi sınıfının demokratik gelişimi ve komünist partisinin sınıfın geri kalanını kendi düzeyine doğru yükseltmesi yönleri, sosyalist devrimin koşulları, ideolojik boyutu, komünist partisinin ideolojik mücadele ve sınıfa önderlik sorunları ile de ilişkilidir. Bürokratikleşmeye karşı önlemler ise, sosyalist devrimin işçi sınıfının egemenliği boyutuna ilişkindir ve zenginleştirilerek öne sürülmek durumunda olan sosyalizm anlayışını devlet düzeyinde geliştirmek üzere çıkarılan derslere karşılık gelir.
Sosyalist devlete ilişkin bu doğrultuda önerilen ise, yeni bazı önlemler, yapısal biçimler ileri sürmekten çok, Komün ve Sovyet deneylerine dayanarak ilkeselleştirilenlerin tavizsiz uygulanması, uzun vadeli hedefler açısından, bu ilkelerden sapmaların yol açtığı ölümcül hasarlar göz önünde tutularak, kısa vadede ortaya çıkan yaşamsal tehlikeler bile göze alınıp, hatta maddi güç, etkinlik kaybı pahasına, bu ilkelere sonuna kadar sadık kalınmasıdır. Bu yaklaşım, mutlak ifadeler yerine ‘daha doğrudan demokratik, daha katılımcı, daha yığınsal’ gibi nispi ifadelere dayandığı için, belki yıkıma uğrayan sosyalizmin sorunlarına çözüm olması açısından tartışma konusu edilebilir. Gerçekten bu sorunlara mutlak cevaplara dayanan çözümler bulunabilseydi, bunların savunulması da, anlaşılması da, uygulanması da kolay ve garantili olurdu. Ama ne yazık ki, böyle mutlak ve kolaycı çözümler yoktur. Böyle çözümler bulmak iddiasındaki her girişim de, ister burjuva demokrasisi biçiminde olsun, ister çeşitli anarşizan yönelimler biçiminde olsun, sosyalizmin kendisinden vazgeçmeye ve işçi sınıfını kapitalizme mahkum etmeye yönelmektedir.
Mutlak olan, sosyalist devrimin, toplumun komünizme götürülmesinin, insanlığın kurtuluşunun işçi sınıfının eseri olması, bu bakımdan sosyalist devletin işçi sınıfının egemenliğine karşılık gelmesidir. Yani sınıfların ortadan kaldırılması eyleminin, sosyalist devrimin aracı, işçi sınıfının diktatörlüğüdür, işçi sınıfının demokrasisidir. İşçi sınıfının sosyalist devleti aracılığıyla sosyalist devrimin tamamlanması, komünizme ulaşılması ise, otomatik, kendiliğinden bir süreç değildir. Bu sürecin ilerleyebilmesi, sürekli olarak, her an, koşullarının yerine getirilmesine bağlıdır. Bu koşullar ise, bir çok boyutun varlığına ve bunların sürecin ilerlemesi üzerinde etkisine karşılık gelir. Dolayısıyla bunlar tek bir etkene indirgenemeyeceğinden, sorunlar da tek bir boyuta bağlı kalarak ele alınamaz ve çözümlenemez.
Belki bu farklı etkenler arasında, sınıfın yığınlarının bilinç ve eğitimi, kültürel dönüşümü, inisiyatif ve yöneticiliğinin gelişimi öncelik taşır. Her türlü kurumsal, hukuksal önlemin kağıt üzerinde kalmamasını, hayata geçirilmesini sağlayacak olan budur; sınıfın yığınlarının devrimci uyanıklığı, atılımıdır. Ama öte yandan devlet örgütlenmesinin yapısı da buna en uygun olmalı, kitlelerin inisiyatifini, devlet yönetimine katılımını en fazla geliştirecek biçimde olmalıdır. Bu anlamda farklı düzeylerde incelenebilecek etkenler, boyutlar aslında birbirleriyle ilişkilidirler, birbirlerini olumlu ya da olumsuz doğrultuda etkilemek durumundadırlar. Yani hedefi sınıfların, devletin ortadan kaldırılması, komünizm olan sürecin ilerlemesi, öncelikle yığınların bilincinin, yönetici inisiyatifinin gelişmesine bağlıdır. Ama aynı zamanda da, devletin biçimi, kurumsal, hukuksal yapısı önemsiz değildir; doğrudan doğruya yığınların yönetiminin, inisiyatifinin geliştirilmesinde hayati öneme sahiptir.
Bu, diğer yandan da demokrasinin ikili anlamına karşılık gelir. Sosyalist devlet, işçi sınıfının egemenliği olarak, işçi sınıfı için demokrasi, diğer sınıflar için diktatörlüktür. İşçi sınıfının yönetimini, çıkarlarını temsil eden bu devlet, işçi sınıfı demokrasisi, aynı zamanda biçim olarak da demokratiktir. Dolayısıyla sosyalist devletin biçimi de demokrasidir; bu devlet bu anlamda da işçi sınıfı demokrasisidir.
Sosyalizmin tıkanıklığa varan sorunlarının kökeninde işçi sınıfının yönetiminin onun adına öncü kesimine kadar daralmasının yattığı saptaması, işçi sınıfının egemenliğinin onun bütününün yönetime katılması biçiminde gerçekleştirilmesi anlamında işçi sınıfı demokrasisinin vurgulanmasını öne çıkartıyor. Bu çerçevede yaşanan deneylerden çıkan dersler, işçi sınıfının egemenliğinin onun bir azınlığının yönetimine dönüşmemesi, sınıfın gerçekten yığınsal olarak yönetimini sürdürmesi açısından, işçi sınıfı demokrasisine özel olarak ek bir titizlik gösterilmesini gerektirir.
Demokrasi, bir yandan eşitlik, özgürlük, yönetme hakkıdır; bir yandan da bunun sınıf egemenliği ve devlet örgütlenmesiyle gerçekleştirilmesidir, devlet biçimidir. Devletin varlığı, sınıf egemenliğine, bir sınıf için demokrasinin diğer sınıflar için diktatörlük olmasına karşılık geldiğinden, demokrasinin devlete dayanması aslında, tam demokrasinin, herkes için demokrasinin olmamasıdır. Demokrasi talebinin gerçekten herkes için gerçekleşmesi, herkes için eşitliğin, özgürlüğün, yönetme hakkının gerçekleşmesi, devletin ortadan kalkmasını, bu anlamda devlet biçimi olarak demokrasinin de ortadan kalkmasını gerektirir. Bu yine sonuna kadar varan bir sürecin karşıtına dönüşmesi örneğidir. Toplumun bütününü yönetime katarak sonuna kadar gerçekleşen demokrasi, herkes yönettiği için kimse yönetmediğinden ortadan kalkar. İnsanların kendi kendilerini yönetmeleri, toplumsal kurallara uymaları artık bütünüyle bir alışkanlığa dönüştüğünden hukuka, kurumlara, toplum üzerinde özel bir baskı gücüne artık gerek kalmaz; demokrasiyle birlikte devlet ve böylece insanların bir kısmının diğer bir kısmını baskı altında tutması, ezmesi ilişkisi de bütün izleriyle birlikte toplumdan silinir. İşte bu, insanlığın binlerce yıllık özlemi, kurtuluşudur ve o da ancak işçi sınıfı diktatörlüğü, işçi sınıfı demokrasisi aracılığıyla elde edilebilir.
K. Marx - F. Engels, Seçme Yapıtlar, Sol Yayınları, Ankara, 1976-1979
V. I. Lenin, Collected Works (Toplu Eserler), Progress Publishers, Moscow, 1977
Theses, Resolutions and Manifestos of the First Four Congresses of the Third International (Üçüncü Enternasyonal İlk Dört Kongresi Tezler, Kararlar ve Bildirgeleri), Pluto Press, London, 1983; Thèses, Manifestes et Résolutions des Quatre Premier Congrès de L’Internationale Communiste, François Maspero, Paris, 1972
N. Buharin - E. Preobrajenski, The ABC of Communism (Komünizmin Abecesi), The University of Michigan Press, Michigan, 1966
MART 2003
6
ÖNE ÇIKANLAR
NEYDİ VE NEDEN ÇÖKTÜ?
SSCB’NİN KARAKTERİ ÜZERİNE BİR ÇÖZÜMLEME
Süha ILGAZ
Ütopya Yayınevi
KİTAPÇILARDA
Kurtuluş hareketinde olduğu gibi, genel olarak Türkiye sosyalist hareketinde de, yaşamıyla, mücadelesiyle, görüşleriyle özel bir yer tutan, yazarımız, yoldaşımız İsmet Öztürk’ü 19 Kasım 2011 günü kaybetmiştik. Vasiyet ederek bedenini bilimin hizmetine sunduğu Pamukkale Üniversitesi’nde görevi sona erince, O’nu 20 Haziran 2015 günü Rumelikavağı’nda, yoldaşlarının, dostlarının katılımıyla, kızı Ekin’in yanına, doğaya uğurladık.
İSMET ÖZTÜRK YAŞAMI, MÜCADELESİ VE GÖRÜŞLERİ İLE YOL GÖSTERİYOR
SOVYETLER BİRLİĞİ’NİN KARAKTERİNE İLİŞKİN FARKLI DEĞERLENDİRMELER
Sovyetler Birliği eleştirileri ve değerlendirmeleri, işçi sınıfının yeni sosyalizm deneyimlerine yol gösterecek komünizmin geliştirilmesi açısından önem taşır.
GEÇMİŞİN DEĞERLENDİRİLMESİ: KURTULUŞ’UN ‘YOL AYRIMI’
Çeşitli ‘yol ayrımları’ sonucu bölünmeler ve farklı yönlerde sapmalar yaşayan Kurtuluş hareketinin teori, pratik ve örgütlenmesinin, belirleyici dönüm noktalarıyla ele alınarak “proletarya partisi” hedefi açısından irdelendiği geçmiş değerlendirmesi, “İşçi Sınıfının Komünist Programı İçin Temel İlkeler” metniyle ileri sürülen perspektifin oluşumunda önemli rol sahibidir.
İşçi Sınıfının Komünist Programı İçin TEMEL İLKELER
Komünist programın üretilmesi çalışmalarına yol göstermek amacıyla hazırlanan “Temel İlkeler”, işçi sınıfının komünizm mücadelesinde ulaştığı en ileri örgütsel düzeye karşılık gelen Komünist Enternasyonal’in üzerinde kurulduğu politik çizgiyi ifade etme iddiasıyla, bütün sosyalistleri, işçi sınıfının mücadelesine önderlik etmek üzere komünizmi benimsemeye çağırmaktadır.
SİTE HARİTASI
sayı 2 /
sayı 3 /
sayı 4 /
sayı 10 /
sayı 12 /
sayı 13 /
sayı 14 /
Tezkere /
Pakistan /
SDP /
Geçmiş: Kurtuluş / / (formalı)
Anayasa /
Sovyetler Birliği / / (formalı)
İNTERNET SİTESİ ve
ELEKTRONİK POSTA
ADRESLERİ
internet sitesi:
kurtulussosyalistdergi.awardspace.info
erişim sayfası:
kurtulussosyalistdergi.blogspot.com
elektronik posta:
kurtulussosyalistdergi@gmail.com