Ana sayfa

İŞÇİ SINIFININ KOMÜNİST PROGRAMI İÇİN TEMEL İLKELER

Sunuş

 

Biliyoruz ki, varolmuş ve varolan tüm siyasi hareketler ve örgütlülüklerin kendi öznel sorunları ve tarihleri, sosyalist hareketin genel sorunlarından ve tarihinden bağımsız ele alınamaz. Özellikle fikri düzeydeki tartışmalar, değerlendirmeler ve hesaplaşmalar, her türlü öznelliğin ötesinde, aynı zamanda sosyalist hareketin genel sorunları olarak da algılanmalı ve ilişkilendirilmelidir. Bu anlamıyla, komünistlerin teorik ve ideolojik hiç bir tartışması, “iç tartışma” düzeyine indirgenemeyeceği gibi tüm dünyadaki komünistlerin ortak tartışması haline de gelmelidir.

Bu metni yayınlayanlar Kurtuluş hareketinin içinden gelmektedirler. Bu durum, ortak bir tarihi paylaşmanın, ortak bir fikri altyapıya sahip olmanın kolaylaştırıcı etkileriyle beraber bir nesnelliğin bir anlamda zorunluluğu olarak ortaya çıkmıştır.

Kendi tarihimiz ve bugünümüz olarak, Kurtuluş hareketiyle birlikte, sosyalist hareketin geneline ilişkin yaptığımız değerlendirmeleri, Sovyetler Birliği ve dünya sosyalist hareketi deneyimi de dahil, kapsamlı bir biçimde ele almayı daha sonraya bırakarak, burada metni ilgilendirdiği kadarıyla kısa bir değinmeyle yetineceğiz.

İçinde yer aldığımız Kurtuluş hareketi, ortaya çıkışından bu yana kendi içine ve dışına yönelik fikri ve pratik düzeylerde değişik dönemeçlerden geçmiş, değişik yol ayrımları yaşamıştır. Birçok tartışma içeride cereyan etse de, çoğu sonuçları itibariyle kamuoyuna yansımıştır.

Bu dönemeç ve yol ayrımlarının değişik dönemlerinde, hareketin hata ve zaaflarına, çok kere içeriden müdahale edilmeye ve direnç noktaları oluşturulmaya çalışıldı. Tavır gösterenler bazen hareketin dışına itildi, bazen de eritilerek ya da eklemlenerek etkisizleştirildi. Bizler zaman zaman karşı taraflarda olmuş olsak da, değişik dönemlerde sağa yönelime karşı çıktık.

80’lerin sonu 90’ların başında, çoğunluğu etkisi altına alanlarca, hareketin yönünün net bir biçimde sosyal-reformizme ve dolayısıyla yasalcılığa çevrilmesi ve asıl olarak bunun teorik arka planının da oluşturulması son ‘umutların’ da tükenmesine yol açmıştır.

Pratik kopuşlarımız değişik tarihlerde gerçekleşmiş olsa da, asıl olarak bu noktadan itibaren çoğunluk olduğu iddia edilen eğilimle fikri düzeyde de yollarımız tamamen ayrılmıştır.

Bundan sonraki kendi sürecimiz, öncelikle Kurtuluş hareketinin birliğinden başlayarak komünistlerin birliğini gözeten bir yaklaşım içerisinde olmuştur. Tabii ki bunu, solun temel sorununu birliğe indirgeyen ilkesizlik, örgütsel ve fikri tasfiyecilik zemininde değil, 25 sene önce söylediğimiz gibi algıladık:

“Mücadelemizin temel şiarı birlik için mücadele, birlik amacıyla yanlış görüşlerle mücadele olmalıdır, ayrılık yaratabilmek amacıyla değil. Elbette bunun yolu da var olan ayrılıklar üzerine toprak atmak suretiyle yapay birlikler oluşturmaktan geçmez.” (KSD. 1, Haziran 1976, s.21)

Bu dönemde tüm solda olduğu gibi Kurtuluş içerisinde de varolan ideolojik ve teorik kaos ortamı, girişimlerimizi çeşitli zamanlarda akamete uğratmış ve bu sürecin uzamasına yol açmıştır.

En son bir gazete etrafında, pratik bir faaliyetle de birleştirilerek sürdürülen girişimlerimiz, en azından şimdilik, kendi açımızdan anlamlı sonuçlar doğurmuştur.

Bizler Kurtuluş’un ortaya çıkış manifestosunun ve teorik temellerinin özünü oluşturan, devrimci bir sınıf zeminine dayanan komünist işçi partisinin oluşturulması hedefini, hala önümüzde duran en temel görev olarak kabul ediyoruz. Bunun için geçmiş hata ve zaafların eleştirel bir zeminde aşılması, bu temelde geliştirilen görüşlerin program düzeyine yükseltilmesi gerekmektedir.

Bu tespitimiz üzerinden başlattığımız tartışma ve çalışmanın ürünlerinden biri olarak ortaya çıkan bu metin, programın teorik temellerinin yapıtaşlarıdır. Çeşitli düzeylerdeki etkileşime açık olarak da bu çaba teorik bir yayın ile de sürecektir.

Bu çabalarımıza, elbette, içinde bulunduğumuz ortam, diğer bir deyişle ‘somut durumun somut tahlili’ yön gösterecektir. Uzun bir süredir gerek dünya, gerek Türkiye ölçeğinde, işçi sınıfının komünist siyasi hareketi mevcut olmadığı gibi, işçi sınıfı da komünizmin önderliğinden yoksun bulunmaktadır. Revizyonizmin egemenliğinin belirlediği uluslararası sosyalizmin –yeniden yığınsal politik bir seçenek olabilmesi için açıklanması önkoşul olan– bunalımı ve yıkımı, Türkiye sosyalist hareketinin içinde bulunduğu bunalımı ve çöküntüyü de belirlemiştir. Türkiye sosyalist hareketinin karakterindeki belirleyici özellik, bir yandan işçi sınıfıyla çakışmamışlığı ve sınıftan kopukluğu; bir yandan da bu sosyalizmin komünist olmaması, –sosyal-reformizm ya da küçük-burjuva ihtilalciliği biçiminde– revizyonizmin egemenliği altında olmasıdır.

Biliyoruz ki bunalımlar, dönüşümler ve değişimler için yeni yolları ve gelişme potansiyellerini de beraberinde sunarlar. Bu olanaktan yararlanabilmek ise sınıf mücadelesi tarihinin ve devrimci geleneklerin iyice bilincine vararak ve onları reddederek değil, felsefi inkarı üzerinden aşarak mümkündür.

İnsan toplumu sınıflara bölündüğünden beri, tarih sınıflar mücadelesi tarihidir ve sınıflar mücadelesi de, doğrudan üretim süreci içerisindeki konumlar üzerinden bir kavgaya dönüşmüş, bu kavganın genel toplumsal düzeyde sürdürülmesine karşılık gelen çeşitli biçimler de almıştır.

Sınıflı toplumlar tarihi boyunca, özel mülkiyetin ve sınıfların bulunmadığı ilkel toplumun anıları toplumsal bilinçaltında yaşamaya devam ederek, sömürünün ve baskının ortadan kalktığı, bütün insanların eşit ve özgürce ortak zenginlikten yararlandığı bir toplum özlemi hep var oldu. Bu özlem, çeşitli felsefi, dini görüşlere, siyasi yönetim modellerine, giderek değişik politik hareketlere yansıyarak şu ya da bu oranda kendisini bunlarda ifade etti. Kapitalizmin gelişme süreci ise, düşünce akımları ve siyasi hareketler düzeyinde, eşitlikçilik, özgürlükçülük, demokratizm, cumhuriyetçilik, halkçılık, aydınlanmacılık, radikalizm, ihtilalcilik, anarşizm ve sosyalizm gibi akımların gelişmesine de yol açmıştır. İşçi hareketleriyle, sınıf mücadelesinin yükselişine paralel, demokratik ve ilerici siyasi hareketler de, insanlığın kurtuluşu doğrultusundaki özlemlerine ve taleplerine bağlı kaldıkları ölçüde ayrışmaya ve dönüşümlere uğrayarak, eylemiyle insanlığı gerçekten kurtarabilecek tek güç olan ve somut olarak da toplumu mücadelesiyle ileriye doğru götüren işçi sınıfı hareketiyle birleşmeye yönelmişlerdir.

Bilimsel sosyalizm, bu eşitlikçi, düzene muhalif akımların içinden doğmuş ve marksizm, o güne kadar bir özlem ve ütopya olan sosyalizmi, maddi temellerine oturtmuştur. Varolan kapitalist toplumun bilimsel bir çözümlemesine dayanarak, sınıfları ortadan kaldırabilecek ve böylece eşitliği, özgürlüğü, insanlığın kurtuluşunu gerçekleştirebilecek tek güç olarak işçi sınıfı hareketine işaret etmiştir. Komünist Manifesto ile politik programatik açıdan kendini ilan eden, Komünistler Birliği ile de örgütsel biçimini alan komünizm, 1848’lerdeki burjuva demokratik devrim hareketleri içerisinde kendi sınıf mücadelesini yükselten proletarya hareketinin sınıf bilinçli, bağımsız kimliğini kazanmasının ifadesi olmuştur.

İşçi sınıfının komünist siyasi hareketinin ve komünist partisinin gelişim süreci, onun başka sınıflardan, diğer mevcut siyasi hareketlerden ve bunların kendi üzerindeki etkilerinden bağımsızlaşması, ayrışması ve giderek belirginleşmesi sürecidir. Başlangıçta, bu belirginleşme düzeyinin, sürecin daha sonraki gelişimiyle ulaştığı ölçüde olmaması, komünist siyasi hareketin, o dönemde işçi hareketi içindeki siyasi hareketlerden yalnızca birisi –örgütsel bağımsızlığını vurgulamayan birisi– olmasında etkendir. I. Enternasyonal’in tıkanmasında bu yanın rolü gözardı edilemez. Aşılması da I. Enternasyonal’in dağılmasına karşılık gelmiştir.

İşçi sınıfının mücadelesinin yaygınlaştığı, kitleselleştiği, kurumsallaştığı, belirli haklar, mevziler kazandığı bir dönemde yükselen II. Enternasyonal de, diğer sınıfların etkilerinden, bu açıdan da, revizyonizmden ve oportünizmden bağımsızlaşmakta başarılı olamamıştır. Oportünizmden, revizyonizmden kopamamanın ve bunları saflarından temizleyememenin etkileri, birinci emperyalist dünya savaşının başlangıcında II. Enternasyonal’in hızlıca parçalanıp çökmesine yol açmıştır.

III. Enternasyonal, Komintern ise, esas olarak, Bolşevik Partinin deneyimi üzerinde kuruldu. Bolşevik Parti, Rusya Sosyal-Demokrat İşçi Partisi içerisinde Menşevizmden, yani oportünizmden ayrışıp koparak gelişmişti. Buradan çıkan derslerle de, Komintern, kendisini işçi sınıfının komünist öncüsüyle, komünist siyasi faaliyeti yürüten kesimiyle sınırlamıştı. Bu açıdan Komintern, II. Enternasyonal’in aksine, oportünizm ve revizyonizmden bağımsızlığıyla ve örgütsel yapısını da, sınırları belirsiz yığınlar yerine sınıfın öncüsüyle sınırlamasıyla, işçi sınıfının diğer bütün sınıflardan bağımsızlaşmasının ulaştığı en ileri düzeyi temsil etmiştir.

Komintern, aynı zamanda, Ekim Devriminin ürünü olduğundan, akıbeti de, Rusya’da işçi sınıfının Ekim Devrimiyle giriştiği sosyalist kuruluş deneyiminin başına gelenlerden bağımsız olmamıştır. Komintern, 1943’te, ikinci emperyalist dünya savaşının ortasında, belki de varlığının en fazla gerekli olduğu bir dönemde yöneticileri tarafından feshedildiğinden beri, işçi sınıfının komünist dünya partisi bulunmamaktadır.

Sonraki süreçte, uluslararası sosyalist hareketteki bölünmelere ise, Sovyetler Birliği ile Çin Halk Cumhuriyeti arasındaki ilişkilerin bozulması zemini üzerinden gelişen SBKP, ÇKP ve daha sonra AEP odaklı ayrılıklar eklendi. Bu çatışmalar, revizyonizmin egemenliğinin belirlediği uluslararası sosyalizmin bunalımını iyice açığa çıkardı.

Sosyalizmin bu bunalımı, Sovyetler Birliği ve kapitalizmden kopmuş diğer ülkelerin de yıkılmasına ve Ekim Devrimiyle başlayan sürecin yenilgiyle sonuçlanmasına vardı. Bunda baş rol, doğası gereği, varolan sorunlara, komünizme ilerleyen işçi sınıfının çıkarlarına uygun çözümler getiremeyen bürokrasiye ve temsilcisi sosyal-reformist revizyonizme aittir. Ama bürokrasinin kalıcılaşarak ayrıcalıklı bir tabakaya dönüşmesinde ve Partiye revizyonizmin egemen olmasında, işçi sınıfı adına partisinin yönetiminin yerleşmiş olmasının rolü de yadsınamaz. Bu açıdan, sınıfın bizzat devlet yönetimine katıldığı, bunu gerçekleştirdiği bir proletarya devleti, demokrasisi konusunda, işçi sınıfının sosyalist devrimine önderlik eden Bolşeviklerin teorik ve pratik tutumlarının değerlendirilmesi birincil önem taşımaktadır.

İşçi sınıfının Paris komünü sonrasında gerçekleştirdiği en büyük atılımı olan Ekim devrimiyle başlayan sürecin yenilgisiyle, dünyanın her köşesini ve bütün bir çağı belirleyen iktidarının ve sosyalist inşanın doğrudan ve hatta dolaylı kazanımlarının çoğu yitirildi. Bu yenilgi ise, halen içinde bulunduğumuz döneme damgasını vuran, dünya işçi sınıfının burjuvazinin saldırısı karşısında gerilemesinin ve yenilgisinin de merkezinde bulunmaktadır.

Türkiye’de de, her yerde olduğu gibi, sosyalist hareketin gelişimi 1917 Ekim Devrimi ile birlikte ivme kazandı. Komintern’in seksiyonu olarak Türkiye Komünist Partisi’nin kurulması da, Mustafa Kemal önderliğinde ulusal mücadelenin yükseltildiği dönemde gerçekleşti. Daha savaş günlerinde, ulusal mücadeleye katılmaya gelen TKP önderlerini katleden Kemalistler, iktidarlarını sağlamlaştırdıkları 1924’ten sonra da, Kürt ulusal mücadelesini olduğu gibi, işçi hareketini ve sosyalist hareketi de yasaklarla, baskılarla ezmeye giriştiler. Bundan sonra da ağır baskılar altında yaşamaya çabalayan sosyalist hareket, tüm bunlara rağmen, işçi sınıfının bağımsız politikasını ileri sürmeye çalışmaktan çok, çeşitli gerekçelerle, Kemalist iktidarı, burjuva rejimi desteklemeye devam etti.

Çok partili döneme geçiş sırasında yine işçi hareketi ve sosyalist hareket canlandı, sol partiler kuruldu. İktidar değişikliğini ise, baskı ve ezilme dönemi takip etti. 1960 sonrası, toplumsal muhalefet ve sol hareket yeniden canlandı. Grev ve toplu iş sözleşmesi hakları yasalaştı. Bu dönemde, sendikacılar tarafından Türkiye İşçi Partisi kuruldu. Yasal ve parlamentarist zeminde kalan TİP içinde de giderek sosyalist hareketin uluslararası ayrımları yansımaya başladı. 1968’lerde dünyada ve Türkiye’de toplumsal muhalefetin yükselmesi, uluslararası akımların karşılıklarının gelişmesinde etken oldu. Kitlesel bir gençlik hareketi üzerinde yükselen Dev-Genç ise daha sonra ihtilalci akımların içinden doğduğu zemini oluşturdu.

Yükselen toplumsal muhalefet, 1970’te işçi sınıfının, sendikal hareketine yönelik saldırıyı İstanbul ve İzmit’te sokağı ele geçirerek püskürttüğü 15-16 Haziran eylemiyle zirvesine ulaştı. Sınıfın, devrimci gücünü açıkça gösterdiği bu eylem, bütün mevcut siyasi yapıyla birlikte Türkiye sosyalist hareketini de sarstı. Sosyalistler arasında işçi sınıfının varlığı, fiili önderliği üzerine olan tartışmaları bir anda anlamsızlaştırdı. Aynı zamanda 15-16 Haziran’ın yarattığı etki ve ortaya koyduğu sonuçlar, 12 Mart’ın gerçekleştirilmesinin en önemli etkenlerinden biri olmuştur.

12 Mart döneminin baskıları toplumsal muhalefeti geriletirken bütün kanatlarıyla sosyalist hareketi de ezmeye girişti. Silahlı mücadele başlatan THKP-C, THKO, TİKKO yenildiler. 1973 sonrası ise toplumsal muhalefetin yükselişiyle sosyalist hareket de yeniden gelişti, yığınsallaştı. 12 Mart yenilgisinden çıkarılan sonuçlar, sosyalist hareketlerin ezici çoğunluğunu, kitle desteği olmayan bir silahlı mücadeleden uzaklaşmaya, kitle mücadelesine yönelmeye itmişti. Ama, bunların çoğu, faşizme karşı mücadele içinde çeşitli kesimlerden halk hareketlerine dönüşürlerken, sendika bürokrasisi içinde bazı mevziler kazanan TKP de, sosyal-reformist politikasıyla ve işçi sınıfını burjuvazinin peşine takan yapısıyla, işçi sınıfının komünist hareketi niteliği taşımayan sosyalist hareketin bir parçası oldu.

Yine, 1973 sonrası, önder kadroları Dev-Genç ve THKP-C kökeninden gelen Kurtuluş hareketinin ilk teorik ve politik temelleri atıldı. “Yol Ayrımı”, “Ulusal Sorun” ve “Sosyal-Emperyalizm mi Büyük Han Şovenizmi mi?” başlıklı ilk çıkış yazılarında, kendini Sovyetler Birliği ve Çin kutuplaşmasının dışında, bağımsız ihtilalci bir zeminde tarif eden Kurtuluş hareketi, genelde sosyalist hareketi özelde ise içinden geldiği THKP-C’yi eleştirel bir biçimde geçmiş değerlendirmesine tabi tutuyordu.

Kemalizm, ittifaklar, devlet, demokrasi, faşizm, evrim – devrim, ulusal sorun, işçi sınıfı partisi gibi temel konularda THKP-C’nin (ve Türkiye sosyalist hareketinin) temel tezlerinin bir çoğuna karşı çıkıp eleştiren Kurtuluş, bir kopuşu gerçekleştirdi. İşçi sınıfının sosyalizmin ve devrimin öznesi olduğunu ve bunu da ‘modern sanayi proletaryası’nın öncü unsurlarından kurulu partisiyle, öncü parti ile yapacağını savunan Kurtuluş, teorik olarak bu alanda komünist çizgiyi benimsedi.

1976’da çıkmaya başlayan Kurtuluş Sosyalist Dergi ve daha sonra haftalık Kurtuluş gazetesi etrafında hem teorik gelişme, hem de kitleselleşme bakımından bir cazibe odağı olarak sosyalist hareketin en güçlü akımları arasında yer almaya başlayan Kurtuluş hareketi, süren anti-faşist mücadeleye aktif katılımıyla da hızla yaygınlaştı. Bu yaygınlaşma aynı zamanda örgütlenme konusunda sorunları da beraberinde taşıdı. İşçi sınıfı içinde görece bir gelişim sağlansa da, kadroların büyük ve asıl bölümü küçük-burjuva kökenden, öğrenci gençlikten geliyorlardı. Dolayısıyla, Kurtuluş, teorik savunusunu, yapısına içkin hale getiremediği ölçüde ise pratik olarak Leninist örgüt ve parti anlayışından uzaklaşıyordu.

“Proletarya partisinin şüphesiz en temel ilkesi onun çağımızın tek devrimci sınıfı, proletaryanın partisi olmasıdır. Bu özellik, onu bütün diğer partilerden ayıran en önemli olgudur. Proletarya partisinin, proletaryanın örgütü olması olgusu sık sık çarpıtılan bir konudur. Özellikle de proletarya partisinin bir öncü örgütü ve bir profesyonel devrimciler örgütü olması onun sınıfsal içeriği konusundaki çarpıtmaların çıkış kaynağı yapılır. Bu iki temelden kalkılarak proletaryanın örgütlenmesinin, proletaryanın dışındaki unsurlarla da gerçekleşebileceği kanısı yaygındır. Genellikle bu hata çoklarını proleter örgütlenmesini öğrencilerin, aydınların cılız omuzlarına yüklemeyi getirir. Bir başka kesim ise proletarya örgütlenmesinin proletaryanın örgütü olarak değil, ülkedeki bütün emekçi sınıfların temsilcisi olarak görür ki temelinden sakattır, yanlıştır... Yoksa parti kısa zamanda proletaryanın siyasi örgütü olmaktan çıkıp hızla bir küçük-burjuva örgüte dönüşür.” (KSD. 21, Şubat 1978, s. 46-7), “proletaryanın devrimci partisi ise, içinde proletaryanın örgütlendiği, proletaryanın ideolojisi ile donanmış, onun iktidarını amaçlayan... diğer sınıflardan, onların ideolojilerinden bağımsız olarak örgütlenmiş bir partidir.” “Oysa Türkiye’de genel olarak solun parti anlayışı daha ziyade emekçiler partisidir. Proletaryanın bağımsız siyasi örgütü değildir”, “Leninist parti, modern sanayi proletaryasının temeli üzerinde yükselen, marksizm-leninizm ile donanmış bir savaş örgütüdür. Bunun dışındaki bütün siyasi ‘proleter’ örgütlenmeleri ya da ‘devrimci’ örgütlenmeler ya küçük-burjuva devrimci partilerdir, ya da oportünist örgütlenmelerdir” (KSD. 11, Nisan 1977, s. 31-6) denmesine rağmen, bu perspektifle nesnelliğin zorladığı duruma karşı gereken müdahalede bulunulmaması, örgütsel bir takım zaaflarla da birleşince, savunulan ve yapılan arasında bir çelişki ortaya çıktı. Bu çelişki de uzun yıllar, hatta bugüne kadar, Kurtuluş hareketinde hem pratik hem de teorik olarak bir gerilimi ve sorunu hep canlı tuttu.

70’lerin ortalarından itibaren yükselen toplumsal muhalefete paralel olarak, egemen sınıfların baskısının artması ve faşist hareketin gelişimi mücadelenin sert biçimler almasına yol açmış, toplumsal olayların önünü alamayan siyasal iktidar çareyi 1978 Aralık ayında sıkıyönetim ilan etmekte bulmuştu. Sosyalist hareketin dayandığı küçük-burjuva yığınlar, devletin ve faşist güçlerin yoğun saldırılarının da etkisiyle mücadeleden uzaklaşmaya başlamıştı. Devrimci hareket gerileme sürecine girmişti. Kitleler mücadeleyi bırakıyordu. Kadro eylemleri ön plana çıkıyor, kitle gösterileri azalıyordu. Varolan sınırlı siyasal özgürlükler sıkıyönetim eliyle kullanılmaz bir hale geliyordu.

Emperyalizm ve işbirlikçilerinin lehine yeni bir ekonomik ve sosyal dönüşümü içeren 1980’in başında alınan 24 Ocak kararlarını, buna karşı başta işçi hareketi olmak üzere yeniden yükselmesi muhtemel toplumsal muhalefeti ezerek hayata geçiren 12 Eylül 1980 askeri diktatörlüğü, sosyalist harekete de azgınca saldırdı. Siyasi önderlikten yoksun işçi hareketi ile –askeri diktatörlüğe karşı direnebilecek tek güç olarak gözükse de– işçi hareketinden kopuk olan sosyalist hareket de cuntaya direnemedi ve yenildi.

12 Eylül’den sonra, yönetici kadrolarını kaybeden sosyalist hareketin, siyasal çalışmanın nispeten rahat yürütüldüğü koşullarda oluşturulan örgütlenmeleri de fiilen dağılmaya başlamışlardı. Kurtuluş hareketi de, 12 Eylül’ün ilk dönemlerinde önderlik düzeyinde ciddi kayıplar verilmemiş olsa da, kendiliğindenci, yarı-legal çalışma tarzının etkisinden kurtulamadı ve ilk alınan kararlardan biri olan ‘büyük şehirlere ve sanayi proletaryasının içine geri çekilme’ taktiği hayata geçirilemedi.

85’e kadar ciddi tartışmaların ve ayrışmaların yaşanmasına ve örgütlenme sorunlarının çözülememesine rağmen, genel olarak önderliğin ayakta kalmış olması ve görece bir toparlanmanın sağlanmış olması bir çok sorunu perdelese de, eski çizgi sürdürülmeye çalışılıyordu. Bu şartlar aynı zamanda da, çeşitli girişimlere rağmen, kendi sürecine ilişkin sağlıklı bir değerlendirme yapmayı engelliyordu.

Bu arada, Türkiye sosyalist hareketi de, 12 Eylül’ün ağır koşullarında kendisiyle hesaplaşmaya, değerlendirme yapmaya çalışırken, ardından gelen ‘sosyalist blok’un çökmesi, sosyalist hareketin bunalımını iyice derinleştirdi. Bu gelişmeler, zaten sınıfsal bir zemine oturmayan Türkiye sosyalist hareketinde bir yanda liberalizm, diğer yanda da ulusalcı eğilimleri güçlendirdi.

85’te önderliğini neredeyse bir bütün olarak kaybeden Kurtuluş da kendini, hem örgütsel hem de fikri olarak yaşanan bunalımın tam ortasında buldu.

Yaklaşık yirmi beş sene önce, “Özellikle proletaryanın devrimci bir partisinin bulunmadığı ülkelerde örgütlenme, örgüt meselesi hareketin karşısına dikilmiş en temel, en hayati görevdir. Böyle bir ülkede proletaryanın devrimci partisinin inşası diğer bütün meselelerin üzerinde sosyalistlerin karşısına dikilir. Zira bağımsız bir devrimci siyasi örgütlenmesi, devrimci bir partisi olmadan proletaryanın devrim yapması kesinlikle beklenemez” (KSD. 11, Nisan 1977, s. 31) saptamasını yapan Kurtuluş, temel sorunları saptayıp çözümleyememiş olan sosyalist hareketin bütünü gibi, 12 Eylül yenilgisinin nedenlerini politikasında, organik yapısında aramak yerine fiziksel güç, birlik gibi daha pratik sorunlardan öteye gidemedi.

Temel sorun(lar)dan koparılarak yapılan dünya ve Türkiye sosyalizmine ilişkin değerlendirmeler, eleştiriler ve geliştirilen “yeni” tezler, yüzyıldır komünizmi kemiren sosyal-reformizmin “yeni” biçimlerinin icadından başka bir sonuca yol açmadı.

Toparlanmak, büyümek, güçlenmek umutlarıyla hayata geçirilen bir dizi birlik girişiminden sonra ise, ortaya çıkan manzara, beklenenin aksine temel sorunların çözümlenmemesi ve giderek erime, maddi ve manevi zayıflama olarak görülmekte.

Komünistler açısından, aşılması, çözülmesi ve gerçekleştirilmesi gereken koşullar hala ortada durmaktadır. Ülkede tekerrür eden bir kısır döngüden kurtulmak için temel sorunun doğru tespit edilmesi önemli.

İşçi sınıfının komünist siyasi hareketinin bulunmadığı koşullarda, böyle bir hareketin, komünist işçi partisinin yaratılması tespiti, sorunun bir açıdan doğru –neredeyse işin alfabesi olması anlamında da ortak– tespitidir. Buna rağmen bu konudaki girişimlerin başarısızlığa uğraması, yine, başarısızlıkların gerçek nedenlerinin anlaşılamaması nedeniyle biçimsel değişikliklerle tekrar edilmesi, işin ikinci önemli boyutunu açığa çıkartmaktadır. Bu ise, komünizmin işçi sınıfı hareketiyle çakışması ve işçi sınıfına önderliğinin sağlanması için, öncelikle, komünist olmayan bir sosyalizmin yerine komünizmin temel alınmasının gerekliliğidir.

Bu anlamda da Kurtuluş, yaklaşık yirmi beş sene önce önündeki görevi de tarif ediyordu,

“Henüz partileşilememiş bir dönemde proletaryanın devrimci hareketinin görevleri daha farklıdır. Israrla üzerinde durulması gereken nokta; programın yaratılmasıdır... O programı hayata geçirecek, yani, sosyal pratikte sınayacak kadrolar sorunu partileşme yolundaki devrimci hareketin önündeki ikinci sorundur... program ve kadro sorununu izleyen üçüncü adım ise örgütlenmedir. Proletarya partisinin örgütlenmesi değil ama ona ulaşmaya çalışan bir örgütlenme.” (KSD. 28, Ekim 1978, s. 4)

Bu noktadan bakıldığında Kurtuluş hareketini resmiyet düzeyinde izlemek zorunda kalan sosyalist kamuoyu olup biteni bir sis perdesi arkasından algılamak zorunda kaldı. Kurtuluş Sosyalist Dergi’lerde savunulanlara karşın, sürekli sağcılaşan ve buna uygun örgütsel formlar yaratanlar, Kurtuluş’un önüne koyduğu örgüt anlayışının çok uzağında bir yerlerde, ÖDP gibi bir partide yer alabilmişlerdir. Bu durumun Kurtuluş’un reddi anlamına geldiğini ise kabul etmemektedirler. İşçi Sınıfının Komünist Programı İçin Temel İlkeler metninin arkasında duran bizler, hareketin geçirdiği ideolojik ve politik evrimin her aşamasında gücümüzün yettiği oranda sesimizi duyurmaya çalıştık. Ama farklı tarihlerde ve farklı nedenlerle bilindik merkezci eliminasyona uğrayan kişiler olarak genel eğilimi belirleyemedik. Sınıf mücadelesinin sınıfın dışında sürüp giden cephesindeki gelişmeleri, ‘dar örgütlerin’ içinde varolan bütün darlıklarının sergilendiği alanlar olarak algılayan komünistler açısından sorun, her koşulda marksizmin savunusu ve örgütsel alanda somutlanmasıdır. Bu somutlanma gerçekleşmediğinde tarih, kimin haklı konumda olduğunu değil, bu duruşa rağmen başaramadıklarını yazacaktır. Temel İlkeler, böyle bir çabanın temeli olarak algılanmalıdır.

Bugüne kadar Kurtuluş zemininde olduğunu iddia etmelerine rağmen, tam da bu niyetlerinin aksine nesnel olarak aslında ideolojik ve politik açıdan Kurtuluş’u terk eden insanların çok farklı yerlerde konumlanabilmelerinin elbette nedenleri vardır. Bunda belirleyici neden, geçmişten bugüne yaşanan dünya ölçeğindeki gelişmeler ve bunların Türkiye’ye yansımaları olarak ortaya çıkan sapmaların bu kesimde egemen olmasıdır. İkincil nedenler ise, aynı tezlere dayandığını söyleyenlerin bu gelişmeler karşısında neden farklı farklı açılımlara yönelebildiğinin yanıtından çıkartılabilir. Kurtuluş, hemen her konuda bir teze sahipti, ama bu tezlerin ayrıntılanmışlık düzeylerinin yetersizliğinin yanısıra, tezlerin iç bütünlüğünü kurmak noktasında da belli zaafları bünyesinde taşıyordu. Tezlerin iç bütünlüğü gözetilmiş olsa da program kaygısı dışında ve program disiplini ile oluşturulmayan tezler kendi aralarında gerilimlere neden olabiliyor ve bu gerilimler üzerinden farklı paradigmalar kurulabiliyordu. Bugün farklı farklı yerlerde yer alabilmekle birlikte kendisine Kurtuluşçuyum diyenlerin çokluğu nispeten bu durumla açıklanabilir.

Temel İlkeler metni, oluşturucuların siyasal kökeni ve başlangıç noktaları ne olursa olsun marksizm alanındaki her türden karmaşaya bir müdahaledir. Sosyalistler arasındaki ilişkiler teorik netlikler üzerinden kurulmalı, birlikler günlük siyasal gelişmelere bağlı kılınmamalıdır. Muğlak teorik yapıların birlikleri yeni çatlaklar yaratmaya gebedir. Temel İlkeler bu yönüyle, hangi zeminde birlik sorununa yanıttır.

Gelinen noktada yaşananlar göstermektedir ki, önümüze koyduğumuz hedef hala gerçekleşmeyi beklemektedir ve Temel İlkeler metniyle yapmaya çalıştığımız da, bu hedefe uygun olarak, Komünist Enternasyonal’in üzerinde kurulduğu politik çizgiyi ifade ederek, işçi sınıfının komünist politikasına yol göstermek üzere komünizmin temel ilkelerinin saptanmasına yönelik bir adım atmaktır.

Biliyoruz ki, komünist işçi hareketine yol gösterecek olan komünist siyasi programdır. Temel İlkeler, bir siyasi program olmamakla birlikte, komünist siyasi programın kendisine uygun olarak geliştirileceği temel ilkeler, programın teorik parçası olma özelliği taşımaktadır.

Ayrıca, Temel İlkeler, bir çağrı niyetini de içinde barındırmaktadır. Tüm sosyalistler, komünizm hedefine ulaşılmasının bir önkoşulu olarak, işçi sınıfı hareketine yol göstermek üzere komünizmi benimsemelidir. Bu anlamda, Temel İlkeler, aynı zamanda, ileri sürülen tezleri tartışma, üzerinde anlaşma, benimseme ve gereklerini yerine getirme çağrısıdır da.

Temel İlkeleri benimsemenin gerektirdiği görevlerin başında teorik faaliyet gelmektedir ve bu açıdan, işçi sınıfının komünist politik faaliyetinin kendisine uygun olarak gerçekleştirileceği komünist siyasi programın yaratılabilmesi için teorik çalışmanın önceliği vurgulanmaktadır.

Komünist politik çizgiyi benimsemenin gerektirdiği diğer bir görev ise, bu çizginin tüm siyasi akımlardan ayırt edilerek savunulması, ideolojik mücadelenin önemidir. Bunun bir yanı, geçmiş değerlendirmesi, özeleştirisi üzerinden, geçmişin komünist olmayan çizgilerinden koparak, her açıdan komünizmin benimsenmesini gerektirir. Bu, hem –başta Komintern– uluslararası sosyalizmin, hem –başta Kurtuluş hareketi– Türkiye sosyalist hareketinin değerlendirilmelerini içerir. Diğer yanı da, her türlü oportünizm, revizyonizmle ayrımları belirginleştirebilmek için sosyalist polemiktir; sosyal-reformizm, sınıf uzlaşmacılığı, kuyrukçuluk, küçük-burjuva devrimciliği, demokratizm, popülizm, ikamecilik, merkezcilik karşısında komünist platformu savunmaktır.

Komünizmi benimsemenin komünistlere yüklediği sonuncu ama diğerlerinden önemsiz olmayan görev de, işçi sınıfı arasında komünist siyasi faaliyetin, komünizm doğrultusunda ajitasyon, propaganda, örgütlenme çalışmasının yürütülmesidir. İşçi sınıfı hareketiyle komünizmin çakışmasının, birleştirilmesinin yolu, sınıfın gündelik hareketinin önderlerinin komünistler olmasından geçmektedir. Bundan dolayı da işçi sınıfının komünist siyasi hareketini, komünist işçi partisini yaratmayı hedefleyen çaba, komünizmin işçi sınıfına taşınması, komünistlerin sınıfın gündelik mücadelesinde yer alıp öne geçmeye çalışmaları, öncü işçilerin komünizme kazanılmaları doğrultusunda komünist siyasi faaliyeti gerektirir.

Son olarak kısaca söylemek gerekirse, uluslararası boyutu komünist dünya partisi / Enternasyonal olan komünist işçi partisinin yaratılması hedefi, İşçi Sınıfının Komünist Programı İçin Temel İlkelerin öne sürülmesinin ardındaki belirleyici etkendir.

TEMEL İLKELER

 

ÖNE ÇIKANLAR


SSCB NEYDİ VE NEDEN ÇÖKTÜ

NEYDİ VE NEDEN ÇÖKTÜ?

SSCB’NİN KARAKTERİ ÜZERİNE BİR ÇÖZÜMLEME

Süha ILGAZ

Ütopya Yayınevi

KİTAPÇILARDA

SUNUŞ


İSMET ÖZTÜRK (ÇÖRTÜK İSMET)

Kurtuluş hareketinde olduğu gibi, genel olarak Türkiye sosyalist hareketinde de, yaşamıyla, mücadelesiyle, görüşleriyle özel bir yer tutan, yazarımız, yoldaşımız İsmet Öztürk’ü 19 Kasım 2011 günü kaybetmiştik. Vasiyet ederek bedenini bilimin hizmetine sunduğu Pamukkale Üniversitesi’nde görevi sona erince, O’nu 20 Haziran 2015 günü Rumelikavağı’nda, yoldaşlarının, dostlarının katılımıyla, kızı Ekin’in yanına, doğaya uğurladık.

İSMET ÖZTÜRK

İSMET ÖZTÜRK YAŞAMI, MÜCADELESİ VE GÖRÜŞLERİ İLE YOL GÖSTERİYOR


SOVYETLER BİRLİĞİ DEĞERLENDİRMELERİ

SOVYETLER BİRLİĞİ’NİN KARAKTERİNE İLİŞKİN FARKLI DEĞERLENDİRMELER

Sovyetler Birliği eleştirileri ve değerlendirmeleri, işçi sınıfının yeni sosyalizm deneyimlerine yol gösterecek komünizmin geliştirilmesi açısından önem taşır.


GEÇMİŞİN DEĞERLENDİRİLMESİ

GEÇMİŞİN DEĞERLENDİRİLMESİ: KURTULUŞ’UN ‘YOL AYRIMI’

Çeşitli ‘yol ayrımları’ sonucu bölünmeler ve farklı yönlerde sapmalar yaşayan Kurtuluş hareketinin teori, pratik ve örgütlenmesinin, belirleyici dönüm noktalarıyla ele alınarak “proletarya partisi” hedefi açısından irdelendiği geçmiş değerlendirmesi, “İşçi Sınıfının Komünist Programı İçin Temel İlkeler” metniyle ileri sürülen perspektifin oluşumunda önemli rol sahibidir.


TEMEL İLKELER

İşçi Sınıfının Komünist Programı İçin TEMEL İLKELER

Komünist programın üretilmesi çalışmalarına yol göstermek amacıyla hazırlanan “Temel İlkeler”, işçi sınıfının komünizm mücadelesinde ulaştığı en ileri örgütsel düzeye karşılık gelen Komünist Enternasyonal’in üzerinde kurulduğu politik çizgiyi ifade etme iddiasıyla, bütün sosyalistleri, işçi sınıfının mücadelesine önderlik etmek üzere komünizmi benimsemeye çağırmaktadır.


İNTERNET SİTESİ ve
ELEKTRONİK POSTA
ADRESLERİ