Ekonomik yabancılaşmayla, sosyalizmin, işçi sınıfının üretimi kendi ellerine almasından, yığınsal katılım ve inisiyatifinden kaynaklanan üstünlüğünü kaybetmesi, Sovyet iktidarının içerisine girip aşamadığı durgunluk ve tıkanıklığın temelinde yatar.
SÜHA ILGAZ
Sovyet iktidarının tarihi, işçi sınıfının sosyalist iktidarının oluşumu, gelişimi, bozulup tıkanması ve bunun sonucunda yıkılmasının tarihidir. Ortaya çıkışından yıkılmasına kadar bu tarih, işçi sınıfının sosyalist iktidarına ilişkin unsurların, özelliklerin gelişmesi ve öte yandan da yıpranması, bozulması, ortadan kalkması sürecidir. Bu çelişkili süreç, işçi sınıfının sosyalist iktidarı niteliğindeki Sovyet iktidarının özelliklerindeki belirgin değişikliklerin, içinde bulunduğu koşullardaki değişimlere bağlı olarak saptanabileceği birbirini izleyen dönemler biçiminde gerçekleşmiştir.
Sovyet iktidarının tarihi, işçi sınıfının sosyalist devleti ve sosyalist toplumun kuruluşu doğrultusundaki atılımlar, kazanımlar, gelişmeler bakımından olduğu kadar, bunlardaki bozulma, gerileme, tıkanıklıklar yönünden de, işçi sınıfının komünist programının şekillenmesinde önem taşır. Sosyalist devrimin hedeflerine ulaşmak için atılan adımlar gibi, bu hedeflerden sapmalar, uzaklaşmalar ve kopmalar da incelenmeli, değerlendirilmelidir. İşçi sınıfının gelecek sosyalizm atılımlarının daha gelişkin ve başarılı olması için yaşanan deneylerden ders çıkarılmalı; bu mücadeleye yol göstermek üzere işçi sınıfının komünist programı, çıkartılan dersleri içererek zenginleştirilmeli, geliştirilmelidir.
Sürecin belki en çarpıcı boyutu, yenilgiyle sonuçlanması, işçi sınıfının sosyalist iktidarı olarak oluşan Sovyet iktidarının bu niteliğini kaybederek yıkılmasıdır. Bu sonuç ise, birbirlerini etkileyen, daha sonraki gelişmelere neden olan çeşitli etkenlerin yol açmasıyla ve birbirlerini izleyen bir dizi aşamanın ardından ortaya çıkmıştır. Sürecin işçi sınıfının sosyalist iktidarının yıkılmasıyla sonuçlanmasında rol oynayan nedenler arasında, işçi sınıfının yabancılaşması ve bürokratlaşma önem taşır.
Sovyet iktidarının yıkılmasının önemli nedenleri olarak yabancılaşma ve bürokratikleşme de, süreç boyunca çeşitli aşamalarla yeni biçimler alarak yıkılmaya yol açan boyutlarına ulaşmıştır. Bu anlamda sürecin başlangıcı, Ekim Devrimiyle işçi sınıfının sosyalist iktidarının kuruluşuna karşılık gelir. Daha bu dönemde, Rusya’da maddi ve manevi koşullardaki yetersizlik, gerilik temeli üzerinde, işçi sınıfının devlet yönetimine bir bütün olarak katılımındaki eksiklik ve geri çekilme, Sovyet iktidarındaki yabancılaşma ve bürokratlaşmanın öncüllerini oluşturur.
Ekim Devriminin ardından bir yıl bile geçmeden girilen iç savaş döneminde, eski bürokrasiden, burjuva uzmanlardan Sovyet iktidarının denetimi altında çalıştırarak yararlanılırken, işçi sınıfının yönetimi öncü kesimine, komünist partiye bırakmasıyla yabancılaşma ve bürokratlaşmanın ilk adımları gündeme geliyordu. NEP döneminde, gelişen meta ilişkileri toplumsal farklılıkları artırırken, işçi sınıfı adına komünist partinin yönetmesi yerleşiklik kazanıyor, bu arada yönetime katılımda eşitsizlik partinin kendi içinde de beliriyordu. Sosyalist inşa döneminde, eski toplumdan devralınan bürokrat, uzman tabaka tasfiye edilip yerlerine işçi sınıfından yetiştirilen bir yönetici kesim geçirilirken, yönetim partinin de azınlığına, parti aygıtına daralıyordu. Konsolidasyon döneminde ise, bürokratlaşma, yönetimi elinde tutan kesimin bu siyasi ayrıcalığını maddi ayrıcalıklarla tamamlama yönelimine kadar vardığı gibi, bu kesim şiddet uygulanarak tasfiye edilip gençlikten eğitilen yeni bir kesim uzman, idareci konumlara getirilirken, yönetimin Stalin’in şahsında tek bir bireyin elinde toplanmasıyla, işçi sınıfının siyasi yabancılaşması en üst boyuta ulaşıyordu.
Savaş döneminde, Stalin’in parti aygıtına ek olarak devlet aygıtı ve ordunun başına geçip partinin nispeten geriye itilmesiyle yönetimin tek elde merkezileşmesi yerleşip resmileşirken, yığınları seferber etme adına eski değer yargılarına başvurulması, sosyalist ideolojiden taviz verilmesi de, işçi sınıfının yabancılaşmasını bir üst boyuta çıkardı, ideolojik yabancılaşmanın yolunu açtı. Bu dönemde parti ağırlıklı olarak fabrika işçisi ve kolektif çiftçi yeni üyelerle genişleyip büyürken gençlikten eğitilmiş uzman kesim parti yönetimindeki hakim konumunu koruyordu. Stalin’in ölümünden sonra, partinin yeniden devlet yönetiminde etkinlik kazanması ise, işçi sınıfının yönetime katılımının genişlemesinden, yığınsallaşmasından çok, parti yönetimini elinde tutan yeni aydın tabakanın maddi ayrıcalıklı bürokrasi olarak hakimiyetine karşılık geldi. Bürokratlaşmaya karşı mücadelede başvurulan yöntem, terör dalgasıyla yönetimin bireysel düzeye kadar daralması, –devlet yönetimini ellerine alması yerine ondan bütünüyle uzaklaştırarak– işçi sınıfının siyasi yabancılaşmasını en üst boyuta çıkarmış, bunun sonucunda, hedeflenenin tam tersine, bürokrasinin hakimiyetinin önünü açmıştı. Öte yandan, aynı sürecin diğer bir boyutu olarak, işçi sınıfının ideolojisinden uzaklaşılması, sosyalist ideolojik egemenlikteki gerileme de, benzer biçimde, revizyonizmin hakimiyetine yol açtı. İşçi sınıfının ideolojik yabancılaşması temelinde gerçekleşen revizyonizmin hakimiyeti ise, bürokrasinin iktidarını ifade etti.
Stalin’in ölümüyle, devlet, güvenlik ve parti aygıtlarının tepelerinin tek bir kişide toplanması son bulmuş, yönetimin keyfilik derecesinde kişiselleşmesinin yerini ‘kolektif önderlik’ almıştı. Stalin’in ölümünün ardından devlet ve parti yönetiminde yapılan düzenlemelerle, Malenkov, Bakanlar Kurulu Başkanı olarak öne çıkıyor, (içerisinde Hruşçov’un da yer aldığı) parti sekreterliği görevini bırakmasıyla da, devlet ve parti aygıtları, en tepelerinin tek bir kişinin elinde birleştirilmesi yerine, yeniden birbirlerinden ayrılıyordu. Stalin’in ölümünden sonra üretim araçları üretimi karşısında tüketim araçları üretimine ağırlık veren bir eğilim gelişmiş, buna yönelik tepkiler de Malenkov’un uzaklaştırılıp Hruşçov’un öne geçmesine yol açmıştı. Ancak ‘tüketici yandaşı’ benzer politikaları tarım alanında geliştiren ve partinin Birinci Sekreteri olan Hruşçov’un Malenkov’un yerine öne geçmesi, eski politikaya dönmeye değil, parti aygıtının yeniden yönetimde ağır basmasına karşılık geliyordu.
Liderliğine Hruşçov’un geçtiği yeni eğilim, 1956’daki Yirminci Parti Kongresinde kendisini, partinin politik çizgisinin kökten değişimi olarak ortaya koydu. Kongre raporlarında, kararlarında ifadesini bulan yeni çizgi, az ya da çok, tezlerini sözde marksizmin, leninizmin görüşlerine dayandırmaya çalışıyor, belirli koşullarda yapılmış saptamaları ileri sürüyordu. Ama marksizmin, leninizmin tezleriyle aynı isimleri de taşısalar, yeni tezler, bir yandan değişmiş koşullar için önerilmeleri, genellenmeleri, diğer yandan içeriklerinin işçi sınıfının komünizm mücadelesinin gereklerine aykırı doldurulmaları nedeniyle, aslında marksizmden ve leninizmden uzaklaşılmasına karşılık geliyordu. Bu doğrultuda yeni çizgiyle, emperyalizm koşullarında savaşların kaçınılmazlığı saptaması terk edilip kapitalizm ve sosyalizmin barışçıl biçimde birlikte varolmaları savunuluyor, sosyalizmin barış içerisinde ekonomik rekabet sayesinde kapitalizmi geçmesiyle emperyalizmin yenilmesi hedefleniyor ve buna yönelik olarak barış mücadelesi öne geçiriliyordu. Bunun yanısıra, farklı uluslara, ülkelere ilişkin özgün yönler bulunduğu ve bunlara uygun farklı yollar savunulması gerekçesiyle, enternasyonalizmden uzaklaşılıp milliyetçi yönde sapmalar geliştiriliyordu. Aynı biçimde, sosyalizme geçişte sosyalist devrim yerine, gelişmiş kapitalist ülkeler için barışçı geçiş, gelişmemiş bağımlı ülkeler için kapitalist olmayan gelişme yolu tezleri öne sürülüyordu. Öte yandan Sovyetler Birliği’nde komünizmin üst aşamasının inşa edilmekte olduğu iddia edilip bunun tamamlanması yakın hedef olarak konuluyordu.
Bu doğrultuda kongrede yeni duruma uygun olarak yeni bir parti programı hazırlanması kararı alındı. Yine bu kongrede, Stalin ve kişiye tapınma uygulaması eleştirilirken, son gün yaptığı gizli konuşmasında Hruşçov, terör dalgası sırasında işlenen suçları sıraladı. Yeni program hazırlanması ve Stalin eleştirisiyle simgelenen yeni politik çizgi, sosyalist inşanın sağlamış olduğu birikim temelinde onun kazanımlarından, nimetlerinden yararlanma, refah yönelimiyle uyumlu olarak, soyut ideolojik hedefler, ‘dogmatizm’ yerine bir an önce somut pratik yararlar elde etmek adına, barış mücadelesi ve tüketim araçlarına ağırlık veren bir ekonomik gelişmeyi, yarışmayı öne geçiriyordu. Aslında kısa vadeli amaçlar uğruna uzun vadeli amaçları, sosyalizmin genel çıkarlarını feda etmeye karşılık gelen bu sosyal-reformist revizyonizm, Sovyetler Birliği’nin daha sonraki sürecinde, tıkanmasında ve yıkılmasında belirleyici oldu.
Stalin’in ölümünün ardından yönetimi eline alan ‘kolektif önderliğin’ gerçekleştirdiği yeni düzenlemelerin önde gelen bir boyutu ekonomik alandaydı. Üretimde ağırlık, üretim araçlarından tüketim araçlarına kaydırılmış, tüketim araçları üretimindeki artış, Sovyet iktidarının tarihinde ilk defa, üretim araçları üretimindeki artıştan fazla olmuştu. Yine ‘tüketici yandaşı’ tutuma uygun olarak, ücretler artırılırken perakende satış fiyatları düşürülmüştü. Tarım alanında da benzer yaklaşımla, ürün fiyatları yükseltilmiş, buna karşılık köylülerin özel üretimlerinden alınan vergiler ile zorunlu teslimat miktarları azaltılmış, ayrıca üretimin planlanmasında da merkeziyetçilik uygulaması gevşetilip kolhozlara daha çok inisiyatif tanınmıştı. Yeni tutumla başta hayvancılık olmak üzere tarımsal üretimin artırılması hedeflenmişti, ama bu sağlanamayınca bakir toprakları tarıma açmak üzere büyük bir kampanya gerçekleştirilmişti.
Şubat 1955’te, Malenkov’un Bakanlar Kurulu Başkanlığından ayrılarak Hruşçov’un öne geçmesine yol açan, yeni uygulamalara gösterilen ilk tepkilerdi. Ama Hruşçov’un liderliği, eski politikalara dönülmesi değil, yeni politikaların daha da ilerletilmesi anlamına geldi. Stalin’in ardından, çok sayıdaki bakanlıklar birleştirilerek sayıları azaltılmış, başlarına parti ileri gelenleri getirilirken karar yetkileri de artırılmıştı. Malenkov’un liderlikten düşmesinden sonra, Mayıs 1955’te, SSCB’ni oluşturan cumhuriyetlerin kendi sınırları içindeki ekonomik işletmeler üzerinde yetkileri artırıldı. Ağustos’ta da işletme müdürlerinin yetkilerini genişleterek –planların az sayıda üst görevli tarafından hazırlanmasının eleştirilmesi çerçevesinde– gelecek beş yıllık planın tartışılmasına müdürlerin, yerel görevlilerin, sendika örgütlerinin katılımını ileri süren bir kararname çıkarıldı. Öte yandan Haziran 1955’te, planlama örgütlenmesi ikiye bölündü, güncel planlamayla görevlendirilen Devlet Ekonomik Komisyonu (Gosekonomkomissiya) kurulurken, uzun dönemli planlama için Devlet Planlama Komitesi (Gosplan) görevlendirildi. Hazırlanan Altıncı Beş Yıllık Plan, Şubat 1956’daki SBKP Yirminci Kongresinde kabul edildi. Ancak bu plan, daha bir yıl içerisinde gözden geçirilmek üzere geri çekildi ve böylece Sovyetlerin barış döneminde terk ettiği bir plan oldu.
Aralık 1956’da toplanan SBKP Merkez Komite plenumunda, Altıncı Beş Yıllık Plan dengesiz, aşırı gergin, kusurlu olarak nitelenirken, plan hedeflerinin zamanında gerçekleştirilmesinin maddi imkansızlıklarının yanısıra, bakanlıkların birbirleriyle kaynaklar için rekabeti sorunu ve koordinasyon yetersizliği üzerinde duruluyordu. Bu anlamda planın revize edilmesi kararlaştırılırken yeniden merkezi planlamanın güçlendirilmesi çabaları gündeme geldi, bütün ekonomik bakanlıklar, başında Pervuhin’in bulunduğu Gosekonomkomissiya’nın denetimi altında toplandı. Ancak bir kaç ay içerisinde yönelim tekrar tersine döndü. Şubat 1957’de Hruşçov’un tartışmaya sunduğu öneriler, planlamacılar ile işletme müdürlerinin karşı çıkmasına rağmen, Mayıs 1957’de Yüksek Sovyet’te hemen hemen bütünüyle kabul edildi. Böylece Gosekonomkomissiya ve ekonomik bakanlıklar kaldırıldı, Sovyet toprakları ekonomik olarak 105 bölgeye ayrılarak bütün sanayi ve inşaat işletmeleri bölgesel halk ekonomi sovyetlerine (Sovnarhozi) bağlandı. Reform olarak adlandırılan bu düzenlemeyle üretimin planlanması ve yönetimi bölgelere verilirken Gosplan’ın rolü koordinasyonla sınırlandı.
Merkezi planlama yerine temel ekonomik birimin Sovnarhozi olarak kabul edildiği politika değişikliğine tepkiler, parti içinde de ilişkileri gerginleştirdi. Haziran 1957’de Merkez Komite Prezidyumunda çoğunluk desteğini kaybeden Hruşçov, Merkez Komite plenumunun toplanmasını sağladı. Plenum, ‘parti karşıtı grup’ olarak nitelediği Malenkov, Kaganoviç, Molotov’u ‘tutuculukla’, tarım alanlarının genişletilmesi, ekonomik planlamanın ve sanayinin yönetiminin yeniden biçimlendirilmesi, yaşam standartlarının iyileştirilmesi ve dış politika (dünya çapında ‘gerilimin azaltılarak barışın sağlamlaştırılması’) konularında parti çizgisine karşı çıkmakla ve hizipçiliğe başvurmakla suçlayarak Merkez Komiteden ve dolayısıyla Prezidyumdan çıkarttı. Daha sonra alınanlarla Prezidyum üyelerinin üçte ikisini parti sekreterleri oluştururken planlamacılar da tamamen etkisizleştirildi. Prezidyumun bileşimindeki değişim aynı zamanda, parti aygıtının hükümet aygıtına üstünlük kurmasının tamamlanmasını simgeliyordu. ‘Parti karşıtı grubun’ tasfiyesi de, Hruşçov’un Mart 1958’de Bulganin’in yerine Bakanlar Kurulu Başkanı olmasıyla tamamlandı. Ardından Gosplan’ın başına da, parti aygıtında çalışmış bir görevli olan Kuzmin getirildi.
Partinin Birinci Sekreterliğine ek olarak Bakanlar Kurulu Başkanlığını üstlenen Hruşçov, yeni ekonomik politikaları, Stalin’in ardından ‘kolektif önderliğin’ yönetimi eline aldığı dönemden başlayarak –Birinci Sekreter olarak nitelendiği Eylül 1953’teki Merkez Komite plenumuna sunduğu önerileriyle– öncelikle tarım alanında geliştirmişti. Tarıma ağırlık verilen yeni yönelimle, köylülerin ürünlerinin fiyatları yükseltilirken özel tarımları üzerindeki vergiler ve zorunlu teslimatların miktarları düşürülmüş, hedeflenen üretim miktarları doğrultusunda çalışmayı sağlamak için de, merkezi olarak asgari çalışma sürelerinin belirlenmesi yerine, kolhoz yönetimlerinin üyelerini çalıştırma yetkilerinin artırılması gündeme getirilmişti. Ancak bu düzenlemeler beklenen üretim artışını getirmeyince, yeni toprakların tarıma açılması kampanyasına girişilmişti. 1953’ten 1956’ya kadar 350 bin gönüllünün katıldığı kampanyayla 36 milyon hektar tarıma açılırken buralarda 425 yeni sovhoz kuruldu.
Hruşçov, ‘iki - üç yıl’ gibi çok kısa süreler, ‘hemen’ gerçekleştirilmek üzere abartılı hedefler koymakla birlikte, büyük bir kampanyayla belirli bir alana yoğunlaşılması yeni bir uygulama değildi. Buna karşılık merkezi planlama yerine yerel koşullara, kolhozlara ağırlık verilmesi, maddi teşviklerin öne alınması, yeni yönelimi ortaya koyuyordu. Mart 1955 kararnamesi, kolhozların yetkilerini genişletti; tarım alanlarının, hayvan sürülerinin büyüklüğü, üretim miktarları konusundaki kararlar kolhozlara bırakılıp planlama teslimat miktarlarıyla sınırlandı. Aynı zamanda, aşırı iddialı üretimi artırma kampanyaları da bizzat Hruşçov tarafından sürdürülüyordu. 1957’de et, süt, tereyağı üretiminde ABD’ye yetişme kampanyası başlatılırken, bu sırada bir yandan kolhozların birbirleriyle birleştirilmesi, diğer yandan da yine kolhozların ‘gönüllü’ olarak sovhozlara dönüştürülmesi kampanyalarına girişiliyordu. Böylece 1950’de 125 bin olan kolhoz sayısı, 1958’de 69 bine düştü.
Ocak 1958’de köylülerin özel üretimlerinden zorunlu teslimatlar bütünüyle kaldırıldı. Bu sırada köylülerin özel hayvanları da çoğalmıştı. 1958’de 1953’e göre köylülerin özel üretimi, ette yüzde 35, sütte de yüzde 25 artmıştı. Şubat 1958’de ise Hruşçov, önceden Stalin’in kabul etmediği öneriyi gerçekleştirdi, Makine Traktör İstasyonları (MTS) dağıtılıp tarım makineleri kolhozlara satıldı. Daha önce hizmetleri karşılığında ödeme olarak MTS’lere verilen tahıl, bundan sonra devlete satılmak, bununla da tarım makinelerinin masrafları ve artık kolhozlarda görevlendirilen makine operatörlerinin ücretleri ödenmek durumundaydı. MTS’lerin kaldırılma kararıyla birlikte, ürün fiyatlarında da düzenlemeye gidildi, önceden kota ve kota üstü için farklı olan fiyatlar birleştirildi.
Yeni politikanın temel bir yönelimi, yaşam standartlarının yükseltilmesi, hızla refaha ulaşılmasının hedeflenmesiydi. Buna bağlı olarak, Stalin sonrası dönemde, tüketim maddeleri çoğalıp fiyatları düşürülürken gelirlerin de artması ve en düşük ücretlilerin yararına ücret farklılıklarının azaltılması gözetiliyordu. Yirminci Kongrenin ardından çıkartılan bir dizi yasa ve kararnameyle yaşam standartlarını ve çalışma koşullarını iyileştirmek üzere çeşitli sosyal haklar getirildi, geliştirildi. Ücret farklılıklarının azaltılmasına da yönelik olarak şehirlerde ayda 300 ruble, kırsal alanda 270 ruble asgari ücret uygulamasına gidildi. Çalışma haftasının iki saat kısaltılarak aşama aşama yedi saatlik işgününe geçilmesi kabul edildi. 18 yaşından küçükler için işgünü süresi 6 saatle sınırlanıp asgari bir ay tatil yapmaları kararlaştırıldı. Ücretli doğum izni, 77 günden 112 güne çıkarıldı. Orta ve yüksek öğrenim parasız hale getirildi. Eğitim yaygınlaştırılıp zorunlu eğitim süresi uzatılırken eğitimli işgücüne katılımı yükselen kadınlar, öğretmen ve doktorların neredeyse tamamını oluşturdu. Emeklilik ve çalışamazlık yardımları, yüzde 50’den fazla artırıldı. Konut açığının 10-12 yılda kapatılması kararı alındı. İşe gelmemeye ilişkin ceza hukuku mevzuatı kaldırıldı. İş değiştirmek serbest olduğu gibi, sendikaların etkinlikleri, işyerlerinde işçilerin haklarını korumaları geliştirildi. Bu dönemde köylülerin gelirleri de arttı, yaşam koşulları büyük ölçüde iyileşti. 1952’den 1957’ye kolhoz köylülerine ödenen toplam nakit 12,4’ten 47,8 milyar rubleye yani trudoden (işgünü) başına 1,40’tan 4 rubleye, kolektif çalışma karşılığı toplam nakit ve ayni gelir ise, 47,5’ten 83,8 milyara, ya da trudoden başına kabaca 5,40’tan 7,55 rubleye çıktı.
Ücretler, gelirler artırılırken fiyatlar yine düşük tutulmaktaydı. Çeşitli ürünlerin maliyetinin altında fiyatlandırılması, sübvanse edilmesi uygulaması da sürdürülüyordu. Sanayi toptan fiyatlarında indirim yapılması, ya da gıdalardaki resmi fiyatların, kolhoz pazarlarındaki fiyatların ortalama yüzde 35-45 altında olması da bunu gösteriyordu.
Buna karşılık, 1954’te Devlet Bankası, Maliye Bakanlığından ayrılmış ve kredileri, verimli işletmeleri teşvik etmek ve borca girenleri de ‘sosyalist iflasa’ varan bir caydırıcılıkla zorlamak üzere kullanmakla yetkilendirilmişti. Öte yandan bu dönemde, Sovyetlerin, öncelikli olarak sömürgecilikten yeni kurtulmuş, emperyalizme bağımlı ülkeler ve aynı zamanda da emperyalist Batı ülkeleri ile dış ticareti arttı. Gelişmemiş ülkelerle ticaret, Sovyetlerin o ülkelere ihracatlarının, söz konusu ülkenin ihracat mallarıyla ödenmesi biçimini alıyordu. Sovyetlerin, müttefiki Doğu Avrupa ülkeleri ile ticareti ise, artık, kapitalist dünya pazarlarındaki fiyatlar üzerinden yapılmaya başlanıyordu.
Ekonomik politikalardaki yeni yönelimle merkezi planlamanın zayıflatılması ve bununla birlikte bakanlıklar, işletmeler arasında rekabetin, koordinasyon eksikliğinin gelişmesine tepkiler, Altıncı Beş Yıllık Planın –kabul edilmesinin üzerinden daha bir yıl geçmeden– gözden geçirilmesine karar verilerek geri çekilmesine neden olmuştu. Ancak Hruşçov, kısa süre içerisinde, başını çektiği yönelime gösterilen direncin üstesinden gelmiş, bölgesel halk ekonomi sovyetleri (Sovnarhozi) kurulması ve ekonominin yönetiminin ağırlıklı olarak bunlara verilmesi önerisini kabul ettirmiş, planlamacıların desteklediği Malenkov, Kaganoviç, Molotov, ‘parti karşıtı grup’ olarak tasfiye edilmişti. Altıncı Beş Yıllık Planın revize edilip onaylanması gerçekleşmeyince, 1959-65 yıllarını kapsamak üzere hazırlanan Yedi Yıllık Plan, Ocak-Şubat 1959’daki SBKP Olağanüstü Yirmi Birinci Kongresinde benimsendi. Planda, özellikle kimya ve enerji sanayine yatırımın büyük ölçüde artırılmasının yanısıra, yapılan yatırımların da –toplam fonların yüzde 40’ından fazlasına karşılık gelecek biçimde– doğudaki bölgelere kaydırılması öngörülüyordu. Yedi Yıllık Planın ilk yıllardaki başarılarına dayanarak Hruşçov, Ekim 1961’deki Yirmi İkinci Kongrede, bazı plan hedeflerinin daha da yükseltildiğini açıklıyordu. Diğer yandan, Hruşçov’un iyimserliğinin işaret ettiğinin tersi yönde gelişmeler ve buna bağlı olarak ekonomide sorunlar da giderek ortaya çıkmaya başlıyordu.
1957 reformları ve sovnarhozi temelinde ekonomi yönetiminin bölgeselleştirilmesi, ekonomideki bürokratikleşme ve yabancılaşmadan kaynaklanan sorunlara çözüm arayışı biçiminde ileri sürülüyordu. Sovyet iktidarının geçirmiş olduğu bürokratikleşme ve yabancılaşmanın sonucunda, merkezi planlamanın uygulanmasında da, amaçlananla çelişen çarpıklıklar, çeşitli biçimlerde kendini gösteriyordu. Tezgah başındaki işçiden idareciye kadar, sınıf, üreticiler, üretime, toplumsal amaçlarına yabancılaştığı ölçüde, planlanmış hedefler, ancak zorunlu talimatlar olarak biçimsel düzeyde yerine getiriliyor, bu da, örneğin toplam miktar olarak plan hedefine ulaşılmasına rağmen, üretilen ürünlerin, çeşitlilik ya da kalite açısından, ihtiyaçlara tam karşılık gelmemesi gibi sorunlara yol açıyordu. Bu sorunlar karşısında, Hruşçov’un başını çektiği yeni çizginin çözüm arayışı, yerel inisiyatifi güçlendirmek için merkeziyetçilikten uzaklaşmak, maddi teşviklere daha çok rol vermek ve giderek piyasa ekonomisi unsurlarına yönelmek doğrultusundaydı.
Merkezi planlama uyarınca gerçekleştirilen üretimde, yabancılaşma ve bürokratikleşmeye bağlı olarak, belirli aksaklıklar, uyumsuzluklar ortaya çıkarken tüketim araçları üretimine ağırlık verilmesi bu sorunları daha da derinleştiriyordu. Kalite ve ürün çeşitliliği sağlamak üzere daha çok sayıda plan ölçütleri getiriliyor, ama bu da çoğalan ölçütlerin birbirleriyle çelişmelerine ve yeni sorunlara yol açıyordu. Bu ortamda, piyasa unsurlarından ekonomik düzenleyici olarak yararlanılması düşünceleri gelişti, meta - para ilişkileri tartışmaları hız kazanarak meta üretimi ve değer kanununun sosyalist üretim için de geçerli olduğu noktasına kadar vardı. Yeni politik çizginin, Sovyetler Birliği’nde Hruşçov önderliğinde egemen olan revizyonizmin bütünlüklü ifadesi olarak, Ekim 1961’de Yirmi İkinci Kongrede kabul edilen yeni parti programında da, sosyalizmde ve komünist inşa döneminde meta ilişkilerinin, para, fiyat, kâr vb. kategorilerin varlığı savunuluyordu:
“Komünist inşada, sosyalist dönemdeki yeni içerikleriyle koruyarak meta-para ilişkilerinden sonuna kadar yararlanmak gereklidir. Bunda, maliyet muhasebesi, para, fiyat, üretim maliyeti, kâr, ticaret, kredi ve finans gibi ekonomik kalkınma araçları büyük rol oynar. Tek komünist biçim olarak halk mülkiyetine ve komünist dağıtım sistemine geçişle birlikte, meta-para ilişkileri ekonomik olarak zamanını doldurmuş olacak ve sönümlenecek.” (Komünizmin Yolu, s. 536)
Sosyalizmin kazanımı olan merkezi planlamayı zayıflatmak, meta ekonomisi unsurlarına başvurmak, uğraşılan sorunları gidermedi, karışıklıklara neden olarak ağırlaştırdı, üzerlerine yeni sorunlar eklenmesine neden oldu. Ekonominin yönetiminin bölgelere ayrılması, ‘yerelciliğe’, koordinasyon eksikliğine ve aynı zamanda da bölgelerin kendi alanlarına öncelik vermeleriyle, diğer bölgelerin ve genelin ihtiyaçlarının gözardı edilmesine yol açtı. Bu karışıklıkla başa çıkabilmek için işletmeler gayrı resmi ilişkilere başvururken bununla birlikte yolsuzluklar da gelişti. 1961’de bir dizi ekonomik suça idam cezası getirilmesi, bunun bir göstergesiydi.
Reformların neden olduğu karışıklıklar, sorunlar ortaya çıktıkça, art arda yeni düzenlemelere gidildi. Yeniden merkezi düzeyde (eski bakanlıkların alanlarına karşılık gelen ama yetkileri olmayan) çok sayıda komite kuruldu. Gosplan önce bölündü, sonra sovnarhozinin bazı yetkilerini devraldı, daha sonra da hepsinin üzerine Tüm Birlik Halk Ekonomisi Sovyeti (VSNH) oluşturuldu. Öte yandan sovnarhozi birbirleriyle birleştirilerek sayıları azaltıldı. Bunlara ek olarak parti ve ardından devlet organları, sanayi ve tarım bölümlerine ayrıldı. Daha önce yapılanı bozan, birbirleriyle çelişen bütün bu sayısız reorganizasyon, üretimin örgütlenmesini, planlamayı iyice dağınıklığa itip çalışamaz duruma düşürdü. Bu sırada Hruşçov tarzı, tekil sorunlara kilitlenen aynı keyfi yaklaşımla yürütülen, kimya sanayini geliştirmek için diğer yatırımları kesmek gibi kampanyalar, ekonominin dengelerini bozuyor, sorunları, kargaşayı derinleştiriyordu.
Tarım alanındaki reformların sonuçları da farklı değildi. Yedi Yıllık Planda tarımsal üretimin bu dönemde yüzde 70 artması planlanmıştı, ama 1958’den 1965’e kadar artış yüzde 14’ü geçemedi. MTS’lerin dağıtılıp kolhozların tarım makinelerini satın almaları, onların ‘bütçe’ dengelerini, ödemelerini bozdu. Gelişmiş aletlerin kolhozlara dağıtılmaları, buna karşılık kolhozlarda yeterince bakım elemanı, nitelikli işgücü bulunmaması yüzünden, kolhozlar, tarım makinelerinin bakımını da gereğince yapamadı. Bunun yanısıra, üretim önceliklerindeki değişiklikler, ağırlıkların tüketim araçları üretimine kaydırılması ile birlikte, 1957’den sonra, bir çok tarım makinesi çeşidinin üretimi azaldı. Diğer yandan ürünlere ödenen fiyatlar artırılarak üretim teşvik edilmeye çalışılıyordu. Ancak, piyasa unsurlarından yararlanmak üzere başvurulan fiyat artışları, şehirlerde protestolara yol açıyor, ama bununla birlikte, hâlâ maliyetleri karşılamaya, buna bağlı olarak da üretimi teşvik etmeye yeterli olmuyordu. Kolhozların ürünlerinin fiyatları, büyük ölçüde yükseltilmiş, öte yandan da köylülerin bireysel boyuttaki özel tarım ve hayvancılığının konumu iyice geriye itilmişti. Meta üretiminin esas olarak çoktan tasfiye edilmiş olduğu koşullarda, fiyat düzenlemeleri ve piyasa etkenlerini kullanma girişimleri, amaçlanan sonucu doğurmuyor, ekonominin genelinde tutarsızlık, karışıklık yaratıyordu.
Bütün bunlara ek olarak, Hruşçov’un yerel koşulları göz önüne almayan, durmadan değiştirilen modalar biçimindeki (uygun koşulları bulunmayan yerler de dahil her yerde mısır ekilmesi, anlık olarak et üretiminin artırılması için hayvanların kesilmesi, ardından hayvan sayısının artırılması için gereksiz yere kesimlerin durdurulması, yine her yıl değişik bir hasat yönteminin her yerde uygulanmaya zorlanması vb. gibi) keyfi ve kişisel baskıyla uygulattığı kampanyaları büyük zararlar verdi. Aynı zamanda, sanayinin yönetiminde olduğu gibi tarım alanında da, ortaya çıkan eksikler ve sorunlara çözüm bulmak amacıyla art arda yapılan reorganizasyonlar (MTS’lerin dağıtılmasından sonra tarımsal ürünlerin teslimatı için ve tarım alet ve malzemelerinin tedariki için kurulan komiteler, daha sonra onların yerine oluşturulan Bölgesel Üretim İdareleri, idari bölümlerin ve parti örgütlenmesinin bunlara uygun olarak yeniden düzenlenmeleri, bütün bunlardan sonra partinin sanayi ve tarım olarak ikiye bölünmesi vb.) ise yeni karışıklıklar yarattı, dağınıklığa, örgütsüzlüğe neden olarak sorunları iyice derinleştirdi.
Yeni politik çizgiyi, hızla refaha ulaşma, hemen büyük atılımlar gerçekleştirme, derhal sonuç alma adına dengelerin, ilkelerin, uzun vadeli hedeflerin gözardı edilmesi karakterize ediyordu. Dogmatizmden kurtulma, pratik yarar gözetme adına revizyonizm, dağınıklığa ve bunun da sonucunda çarpıklıklara, aksaklıklara, gelişmenin yavaşlamasına neden olmuştu.
Dönemin ilk yıllarında, bütün bir sosyalist inşanın kazanımları, birikimleriyle oluşan sağlam temel üzerinde ve tek yönlü kampanyalar sonucunda, uzaya uydu gönderilmesi, nükleer enerji kullanımı, yeni toprakların tarıma açılması gibi gösterişli atılımlar yapılmıştı. Bunlar aynı zamanda, Hruşçov’un önderliğindeki, barış içinde ekonomik yarışmayla kapitalizmi geçme, emperyalizmin üstesinden gelme politikasının da ürünüydü ve onun unsurlarını, öğelerini oluşturuyordu. Bu politika çerçevesinde, Sovyetler Birliği’nde sosyalist toplumun nihai zafer kazanıp komünist toplumun tam ölçekli inşası dönemine girilmiş olduğu ileri sürülüyor, Hruşçov, yirmi yıl içerisinde –önde gelen kapitalist ülkeleri kişi başına ürün miktarında da geçerek– komünist topluma esas olarak ulaşılmasını hedef olarak koyuyordu. 1959’da SBKP Olağanüstü Yirmi Birinci Kongresinde bu hedefe yönelik olarak yirmi yıllık uzun vadeli bir plan ve bunun bir parçası olarak da 1959’dan 1965’e kadar olan dönemde uygulanmak üzere Yedi Yıllık Plan kabul edilmişti. 1961’de Yirmi İkinci Kongrede kabul edilen ve ‘komünist inşa döneminin programı’ olarak nitelenen yeni parti programı ise, başta Sovyetler Birliği’nin yapısı ve niteliği olmak üzere, emperyalizmle ilişkilerden sosyalizme geçişe kadar her alanda partinin politikasındaki kökten değişikliği simgeliyordu, sosyalizmin sorunlarını piyasa unsurlarına başvurarak çözmeye kalkışan reformların karşılık geldiği yeni ekonomik politikayı belirleyen revizyonizmin hakimiyetinin bütünlüklü ifadesiydi.
Sosyalist toplumsal yapıyla uyuşmayan reformlar, pazar ekonomisinden ödünç alınan unsurlar sorunlara çözüm sağlayamadığı gibi, bir kaç yıl gibi kısa süreler içerisinde olağanüstü atılımlar yaparak kapitalist ülkeleri geçmek ve ulaşılan bolluktan yararlanmak üzere sosyalist inşanın birikimlerini dar boyutlu kampanyalara, gösterişli ve pahalı yarışlara kullanmak, ekonomik dengeleri bozup gelişmeyi yavaşlattı. Oluşmuş birikimin, kısa vadeli çıkarlar, rahatlama uğruna, tek boyutlu atılımlara harcanması, sonraki ilerlemeye, uzun vadeli çıkarlara zarar verdi. Bu nedenle, başlardaki hızlı atılımın ardından, ekonomik büyüme aniden yavaşladı, yatırım artış hızı düştü.
Yedi Yıllık Plan döneminin son yıllarında açıkça ortaya çıkan aksaklıklar, daha sonra 1966’daki SBKP Yirmi Üçüncü Kongresinde, ‘kimya, imalat ve yakıt sanayilerinin bazı ürünlerinde plan hedeflerine ulaşılamaması, üretim ve emek üretkenliği artış hızının son yıllarda yavaşlaması, yatırımların verimliliğinin düşmesi, yeni girişimlerde gecikmeler’ olarak sayılıyordu. 1958’de yüzde 16 olan yatırım artış oranı, 1959’da yüzde 13’e, 1960’ta yüzde 8’e, 1961’de yüzde 4’e düşmüştü. 1963’te de sanayinin büyüme oranı yüzde 8’in altına, ulusal gelirin artışı ise yüzde 4’e kadar düşmüştü. Hruşçov, birkaç yıl içinde ABD’ye yetişerek 1980’e kadar komünizme geçilmesi gibi iddialı hedeflerin yanısıra, ilan ettiği belirli tarihlerde, 35 saatlik çalışma haftası uygulanması, gelir vergisinin kaldırılması gibi bir dizi vaatte de bulunmuştu. Bütün bu vaatlerini yerine getiremeyen Hruşçov’un başarısızlıkları, keyfilik derecesinde kişisel nitelik taşıyan önderlik ve yönetim tarzına tepkileri artırarak, Ekim 1964’te görevlerinden alınıp yönetimden uzaklaştırılmasıyla sonuçlandı. Düşürülmesinden önce, Birinci Sekreterliğin yanısıra Bakanlar Kurulu Başkanlığını, Prezidyum Başkanlığını, RSFSC Bürosu Başkanlığını, Silahlı Kuvvetler Başkomutanlığını kendisinde toplamış olan Hruşçov’un yerine Merkez Komite Birinci Sekreterliğine Brejnev ve Bakanlar Kurulu Başkanlığına da Kosigin getirildi.
Hruşçov’un görevden alınmasına, öncelikle ekonomideki aksaklıklar, ekonominin yönetimine ilişkin sorunlar yol açmıştı. Başını Brejnev ve Kosigin’in çektiği ‘kolektif önderlik’, ilk olarak, Hruşçov’un art arda gerçekleştirmiş olduğu ve kargaşalığa, dağınıklığa neden olan çok sayıda düzenlemeyi geri aldı: Sanayi ve tarım bölümlerine ayrılmasına son verilerek parti yeniden birleştirildi. Gosplan, hem uzun vadeli hem kısa vadeli planlamayı gerçekleştirmek üzere yeniden asıl planlama organı haline getirildi. Sovnarhozi kaldırıldı, tekrar ekonomik bakanlıklar kuruldu. Tarım alanında Bölgesel Üretim İdareleri kaldırılıp normal bölgesel idari organlar yeniden oluşturulduğu gibi, Tarım Bakanlığı da eski yetkilerine kavuşturuldu. Böylece Hruşçov’un birbirini izleyerek yapılanı bozan sayısız kampanya ve düzenlemelerine son verilip büyük oranda eski idari ve örgütsel yapıya dönüldü.
Hruşçov’un görevden alınması ve önderlikteki değişim, –dağınıklığa neden olan kampanya ve reorganizasyonlara son verilerek istikrar vaadinde bulunulması temelinde– politikalarda değişim sorununu gündeme getiriyordu. Yönetimdeki değişiklik, Hruşçov’un politikalarının başarısızlığının ürünüydü. Aksaklıklara gösterilen tepkiye dayanan yeni önderlik, açıkça kargaşa yaratan uygulamaları ortadan kaldırarak kendi dönemini Hruşçov döneminden ayırmaya yönelmişti. Ancak Hruşçov’un görevden alınmasının ardından örgütsel düzenlemeler, uygulamalar düzeyinde gerçekleştirilen değişiklikler, temel politikalar düzeyindeki bir değişime karşılık gelmiyordu. Yapılan, daha çok, Hruşçov dönemini belirleyen yeni yönelim, temel politik çizgi korunurken, bir anlamda, onun ‘aşırılıklarının’ törpülenmesiydi. Bu ölçüde, Hruşçov dönemi, yeni politik çizginin, revizyonizmin hakimiyeti açısından bir ‘geçiş’ ya da ‘başlangıç’ dönemini oluşturuyordu. Bu bakımdan, Nisan 1966’da SBKP Yirmi Üçüncü Kongresinde, yeniden Prezidyumun Politbüro, Birinci Sekreterin de Genel Sekreter olarak isimlendirilmesi, ‘Stalinizme’ dönülmesinden çok, Hruşçov dönemiyle araya mesafe konulduğunu gösterme arzusuna karşılık geliyordu.
Hruşçov’un ardından korunup sürdürülen temel bir politika, ekonomik alandaydı. Hruşçov döneminde, ekonominin yönetiminde merkeziyetçilik zayıflatılarak tarımda ve sanayide yerel inisiyatif öne çıkartılmış, merkezi planlamanın rolü geriletilirken maddi teşviklere ve piyasa unsurlarına yönelinmişti. Üretimin, ekonominin düzenlenmesinde para, fiyat, kâr gibi pazar ekonomisi kategorilerinden yararlanma düşünceleri geliştirilmiş ve bu yeni çizgi, 1961 Programında, ‘sosyalizm ve komünist inşa döneminde meta - para ilişkilerinin korunması’ biçiminde ifadesini bulmuştu. Bu temelde, 1962’den itibaren de sosyalist ekonomide meta ilişkilerinin rolü üzerine kapsamlı bir tartışma yürütülmüş, işletmeler için kâr etkeni ve serbest sözleşmelerin yaygınlaştırılması savunulup bilgisayar programlamasını kullanan matematiksel modellerle piyasa unsurlarını birleştiren optimum çözüm arayışları geliştirilmişti. İşte Hruşçov’un ardından Eylül 1965’te Merkez Komite plenumunda benimsendiği biçimiyle ekonomik reform, bu gelişmelere dayanıyordu ve bu sürecin ürünüydü. Bu kararlar çerçevesinde sovnarhozinin kaldırılması, sanayinin yönetilme biçimine ilişkin bir değişiklikti. Buna karşılık, maddi teşviklere ağırlık verilmesi ve işletme yönetimlerinin inisiyatiflerinin artırılması yönündeki önlemler, Hruşçov döneminde içine girilen yeni politik yönelimin daha da ilerletilmesi doğrultusundaydı.
Bakanlar Kurulu Başkanı Kosigin tarafından hazırlanan önlemleri onaylayan, Eylül 1965 Merkez Komite plenumu kararı, sanayinin gelişimi, toplumsal üretimin verimliliğinin artırılması, yaşam standartlarının yükseltilmesi için, planlama yöntemlerinin geliştirilmesi ve maddi teşviklerin artırılmasının yanısıra, işletmelerin inisiyatiflerine ve piyasa unsurlarına yer veriyordu:
“İşletmelerin faaliyetlerinin aşırı düzenlenmesine son verilmesi, üstlerinin işletmelere zorunlu kıldığı plan göstergelerinin sayısının azaltılması, onlara üretimin geliştirilmesi ve iyileştirilmesi için gerekli araçların sağlanması, kâr, fiyat, prim ve kredi gibi anahtar ekonomik kaldıraçlardan daha iyi yararlanılması uygun bulunmuştur.” (Sovyet Ekonomik Reformu, s. 147-8)
Ekonominin yönetiminde idari yöntemlerin yerine ekonomik yöntemlerin geçirilmesinin vurgulandığı ekonomik reformun unsurları, ‘planlamanın bilimsel düzeyinin yükseltilmesi, tam ekonomik muhasebe (hozrasçyot) temelinde işletmelerin geniş ekonomik inisiyatifinin merkezi planlamayla optimum bileşimi, artan üretimle işletmelere bırakılan fon artırılarak ekonomik teşvik sağlanması, işletmelerin ekonomik faaliyetlerinin değerlendirilmesinde kârın rol ve öneminin artırılması, işçilerin ücretlerinin kendi bireysel emekleri kadar personelin bütünün çalışmalarına bağlanması ve işletmeler arası ekonomik ilişkilerin doğrudan sözleşmelere dayandırılması’ olarak özetleniyordu.
Ekonomik reform uygulaması çerçevesinde, ekonominin düzenlenmesinde bütün ayrıntıların merkezi planlanması yerine işletme yönetimlerinin inisiyatiflerinin artırılması ve bunun için maddi teşviklerin çoğaltılması hedeflendi. Bu doğrultuda, işletmelerin uyması zorunlu plan göstergeleri büyük ölçüde azaltıldı. Kâr unsuruna başvurularak işletmenin kârının aktarılacağı maddi teşvik fonu, toplumsal-kültürel ve konut fonu, yatırım fonu, vb. geliştirildi. İşletmelerin girdilerini satın almak ve ürünlerini satmak için ikili sözleşmeler yapmaları, buna bağlı olarak üretime ilişkin birçok kararı kendilerinin vermeleri temelinde özerklikleri artırıldı. Fiyatlar, amortisman payı eklenerek yeniden hesaplandı. Fiyatların artırılmasıyla, işletmelerin maddi teşvik için kullanabilecekleri kâr payı sağlandı.
Ancak 1965 reformlarının akıbeti, Hruşçov reformlarınınkinden farklı olmadı. Kapitalizmin, piyasa ekonomisinin tasfiyesi üzerinde kurulan sosyalizmin sorunlarına, kapitalizmden, piyasa ekonomisinden ödünç alınan unsurlarla çözüm bulma çabası başarıya ulaşamadı. 1965 Kosigin reformları da sistemin bütününde tutarsızlıklara neden olarak sorunları ağırlaştırmaktan öteye gidemedi. Başvurulan yöntemlerle bir yandan merkezi planlama zayıflatılmıştı. Öte yandan, işletmelerin özerkliklerinin sınırlı olması, eninde sonunda plana uymak zorunda olmaları, fiyatların da arz ve talebe göre değil maliyete yapılan eklemeyle saptanması nedeniyle, aslında piyasa da belirleyici değildi. Bu durum, ekonominin işleyişinde çelişkilere, aksaklıklara, yeni sorunlara yol açtı. İstifçilik, malzeme tahsisi için gereksiz, aşırı istemler, üretim ve yapım gecikmeleri, bölümcülük - yerelcilik, bakanlık ve işletmelerin tedariklerini kendileri ayarlamaları, buna yönelik olarak gayrı resmi aracıların yasal düzenlemelerin dışına çıkan anlaşmalar gerçekleştirmeleri gibi sorunlar gelişirken, reformlar kapsamında alınmış olan kararlar ve düzenlemelerde de çok sayıda değişiklik yapıldı. Aksaklıklar karşısında yeni merkezi plan göstergeleri zorunlu kılınarak işletmelere bırakılan özerklik daraltılırken fonlara, primlere, maddi teşviklere ilişkin kurallar sık sık değiştirildi. İşletme müdürleri yine plan hedeflerine ulaşmakla yetinmeye yönelirken planlar da plan dönemleri içerisinde defalarca değiştirilerek istikrarsız hale geldi. Reformların yarattığı tutarsızlıklara karşı yapılan yeni düzenlemelerle, birkaç yıl içerisinde, 1965 reformları büyük ölçüde geri çevrildi, ekonomi yönetimi, işletme müdürlerinin inisiyatiflerine değil, merkezi plan talimatlarına dayanmaya devam etti.
Reformların yol açtığı aksaklıklarla ağırlaşan sorunlar sonucunda ekonomik gelişim giderek geriledi ve gerileme ve yavaşlamanın yerleşiklik kazandığı birkaç plan döneminin ardından durgunluğa dönüştü. 1966-70 yıllarını kapsayan Sekizinci Beş Yıllık Plan döneminde, Hruşçov’un kampanyalarının aşırılıklarının neden olduğu örgütsüzlüğün yerine istikrar sağlanmasının da sayesinde, ulusal gelirde yüzde 41, sanayi üretiminde yüzde 50 artışla plan hedeflerine ulaşılıp geçildi. Ama 1970’ten sonra yavaşlama ve duraklama belirgin hale geldi. 1971-75 yıllarına karşılık gelen Dokuzuncu Beş Yıllık Plan döneminde ulusal gelirde yüzde 39 oranında bir büyüme hedeflenmesine rağmen, bu oran yüzde 28’de kaldı. Üretim araçları sanayisindeki yüzde 46 oranındaki büyüme planlanan düzeye çok yakın olmakla birlikte, plan hedeflerinin oldukça gerisinde kalınmasına yol açan eksiğin en önemli bölümünü, planlanan yüzde 49 yerine yüzde 37’de kalan tüketim araçları sanayisinin üretim artışı oluşturuyordu. 1976-80 yılları arası Onuncu Beş Yıllık Plan döneminde ise, fark daha da büyüdü, neredeyse her dalda plan hedeflerinin gerisinde kalındı. Ulusal gelirdeki artış yüzde 26 gibi mütevazı bir oranda planlanmasına rağmen yüzde 20’de kalırken, büyüme, üretim araçları sanayisinde planlanan yüzde 40 yerine yüzde 26, tüketim araçları sanayisinde de yüzde 31 yerine yüzde 21 oldu. Gerileyen ekonomik gelişme, projelerin tamamlanmasının gecikmesine, kaynakların başlanan ve yarım kalan çok sayıda yatırıma dağılarak dengesizliğin, verimsizliğin artmasına yol açtı. Yeni reformların uygulamaya konulduğu 1979’da, yatırımların büyüme hızı, yüzde 1’in altına düştü.
Tarım alanındaki gelişmeler de ekonominin genelinin bir parçasıydı ve benzer bir seyir izledi. Genelde tüketim araçlarına olduğu gibi, tarıma önem ve öncelik verilmesi sürdürüldü. Tarıma büyük ölçeklerde yatırım yapıldı; ürünlerin teslimat fiyatları defalarca artırıldı; sovhoz işçilerinin ücretleri ve kolhoz köylülerinin gelirleri önemli ölçülerde yükseldi. Ancak üretilen tarımsal ürün miktarı, birbirini izleyen plan dönemlerinde artmakla birlikte, çeşitli verimsizlikler nedeniyle hedeflenen düzeylere ulaşamadı. Bunun sonucunda tarım, sanayiye kaynak sağlayan bir konumdan, tersine ekonominin bütünü üzerinde yük oluşturan bir konuma geldi. Özellikle hayvancılıktaki –artırılan teslimat fiyatları ile düşük tutulan perakende fiyatları arasındaki farktan kaynaklanan– zararları karşılamak için yapılan sübvansiyon, 1979’da 23 milyar rubleyi, diğer bir ifadeyle, resmen kabul edilen askeri harcamalar düzeyini aştı. Buna bağlı olarak, tarımdaki üretkenlik sorunları, verimsizlik, ekonomik gelişmedeki gerilemenin, durgunluğun bir boyutunu ve etkenini de oluşturuyordu. Bununla birlikte, üretkenlikte hedeflenen gelişme sağlanamasa da, toplumsal ekonomik yapıya ilişkin temel süreçler varlığını korudu. Kolhozların yerini sovhozların alması süreci ilerleyerek sovhozlar, işlenen toprakların yarıdan çoğunu kaplayan bir düzeye ulaştı.
Bu dönemde ekonomide gelişen dengesizlikler, kendisini tüketim ve yaşam standartları açısından da gösterdi. Ücret ve gelirlerin artırılması, buna karşılık perakende fiyatların düşük tutulması, harcanamayan birikimler biçimini aldı. Tasarruf hesapları hızla kabarırken, karaborsa fiyatları, resmi fiyatların, 1965’te yüzde 37, 1970’te yüzde 55, 1975’te yüzde 77 ve 1978’de yüzde 100 üzerine çıktı. Tüketim araçlarındaki yokluklar ya da sıkıntılar, rüşvet, karaborsa, stoklama, el altından satış gibi toplumsal sorunlara, bozulmalara yol açıyordu.
Öte yandan, Brejnev döneminde Sovyetler Birliği’nin dış ticareti de, ‘détente’ (yumuşama) politikasına paralel olarak, büyük ölçüde arttı. 1970-78 arası Sovyet dış ticareti üç mislinden fazla yükseldi. Bu dönemde en hızlı artan kapitalist batıyla olan ticaretti.
Hruşçov ve Brejnev dönemlerindeki ekonomik reformlar başarısız oldu; 1980’lerin başında, ekonomi ve bir bütün olarak toplumsal gelişme tıkanıklığa girdi. Uygulanan ekonomik politika, Stalin sonrası Sovyetler Birliği’nde hakim olan yeni çizginin, revizyonizmin parçasıydı. Stalin döneminde terör dalgasıyla parti ve devlet yöneticisi kesim tasfiye edilerek yönetim kişisel boyutta Stalin’in elinde toplanmış, buna karşılık, Stalin’in ölümünden sonra partinin yeniden devlet yönetiminde ağırlık kazanması, maddi ayrıcalıklı bürokrasinin hakimiyetine karşılık gelmişti. Yeni politik çizgi, revizyonizm ise, bu bürokrasinin çıkarlarını ifade ediyordu.
Diğer bir anlatımla, parti, İkinci Emperyalist Savaş öncesi, ‘büyük temizlikle’ daralmış, tasfiye edilen işçi sınıfı kökenli yönetici kesimin yerine gençlikten eğitilmiş yeni aydın tabaka ağırlıklı konuma gelmişti. Savaş sırasında ve sonrasında, asker, işçi, kolektif çiftçi yeni üyelerle parti iki misli büyürken yönetiminde beyaz yakalı kesimin ağırlığı korunmuştu. Buna bağlı olarak, kitleselleşirken partinin tabanı ile yönetimi arasında organik açıdan bir ayrım oluşmuştu. Stalin sonrası partinin yeniden yönetimde eski ağırlığını kazanması da, parti yönetimini elinde tutan tabakanın, maddi ayrıcalıklı bürokrasinin hakimiyetine karşılık gelirken işçi ve kolektif çiftçi üyelerle kitleselleşen parti de bürokrasinin iktidarının kitle tabanını oluşturmuştu.
Bürokrasinin iktidarı altında da süreç aynı yönde devam etti. Partinin, 1956’da, toplam nüfusun yüzde 3,5’ine karşılık gelen 6 milyon 796 bin olan üye sayısı, 1976’da, nüfusun yüzde 6’sına karşılık gelen 15 milyon 694 bin üyeye çıkmıştı ve 250 bin kadar tam zamanlı görevli, parti aygıtını oluşturuyordu. Bu dönemde de parti sayıca iki mislinden fazla büyürken üyeleri içerisinde beyaz yakalı kesime oranla kol işçilerinin sayısı artmaya devam etti. Aynı zamanda parti yönetiminde aydın kesimin hakimiyeti de pekişiyordu. Parti komite sekreterlerinin 1952’de şehir ve semt düzeyinde yüzde 18,4’ü, cumhuriyet ve bölge düzeyinde yüzde 67,7’si üniversite eğitimi almıştı; 1973’te bu oranlar yüzde 97,7’ye ve yüzde 99,2’ye yükselmişti.
Parti yönetimi ve tabanı arasında giderek büyüyen ayrım, savaş öncesinden beri yönetimi elinde tutanlarla, kitlesini oluşturan yeni üyeler arasındaki belirgin farklılıkta somutlanıyor, bu aynı zamanda parti üyelerinin yaşları açısından bir bölünmeye de karşılık geliyordu. Tabanı oluşturan üyeler nispeten genç yaştayken, yönetici konumdakiler genelde 50 yaşın üzerindeydiler ve politbüronun yaş ortalaması da 70’i buluyordu. Bu dönemde, diğer sorunların yanısıra, ‘yaşlılar yönetimi’, toplumsal durgunluğun simgelerinden birini oluşturuyordu.
Parti yönetimini ve onun aracılığıyla iktidarı elinde tutan bürokrasinin çıkarlarının ifadesi olarak ve onun toplumsal konumuyla uygunluk içerisinde, revizyonizm, genel ve bütünlüklü hedefler yerine kısmi ve anlık çözümlere yöneliyordu. Kapitalizme ve emperyalizme karşı alınan tutumdan komünizme ilerlemenin sorunlarına kadar çeşitli alanlardaki politikalar aynı çizginin parçasıydı. Sosyalist ekonominin sorunlarına kapitalizmden ödünç alınan yöntemlerle çözüm arayışı da sorunları ağırlaştırmaktan başka sonuç vermedi. Sorunun kaynağında, işçi sınıfının –ekonomik düzeye kadar varan– yabancılaşması yatıyordu. Bürokrasinin uyguladığı politikanın sonuçları ise, sorunu çözmek değil, derinleştirmek ve giderek tıkanıklığa yol açmak doğrultusundaydı.
Stalin dönemi politikalarından uzaklaşma, destalinizasyon adına, revizyonizm, ekonomik politika alanında olduğu gibi her alanda yeni bir çizgi geliştirmeye girişmişti. Yeni çizgi, ifadesini, 1961’de SBKP Yirmi İkinci Kongresinde kabul edilen yeni parti programında buldu. Yeni programda, Sovyetler Birliği’nin komünist toplumun inşası dönemine girmiş olduğu saptamasıyla yirmi yıl gibi bir süre içerisinde komünizme esas olarak geçilmesi hedefi ileri sürülüyordu:
“Partinin halkın refahının iyileştirilmesi için önüne koyduğu görevlerin yerine getirilmesiyle, Sovyetler Birliği, ihtiyaca göre dağıtım komünist ilkesinin pratikte gerçekleştirilmesi doğrultusunda önemli yol kat edecek.” (Komünizmin Yolu, s. 545)
Bu sözlerin ardından da, kamu tüketim fonlarından bedava karşılanacak hizmetler sıralanırken, yirmi yıl içerinde, bedava karşılanan tüketimin, nüfusun gerçek gelirinin yarısı kadarına yükseleceği söyleniyordu. Kısa sürede komünizme ulaşma tezi altında bir an önce yaşam standartlarını yükseltme, refaha kavuşma yaklaşımı, bunun gerçekleşebilmesi için silahlanma harcamalarının sınırlanması ve barış koşullarının gerekliliği çerçevesinde, bütün diğer mücadele alanlarına ilişkin tutumlarla bağlantılanıyordu. Bu anlamda, barış, yumuşama vurguları, emperyalizmle ilişkilerden sosyalizm mücadelelerine, sosyalist ekonominin sorunlarından Sovyet devletinin yapısına kadar her alana ilişkin tezlere damgasını vuruyordu.
Bu temelde, revizyonizmin ‘barışçı geçiş’, ‘kapitalist olmayan kalkınma yolu’, ‘kapitalizmle barış içinde rekabet’ tezleri, yeni programda yer alıyordu:
“Mevcut koşullarda, bazı kapitalist ülkelerde, öncü müfrezesinin başını çektiği işçi sınıfı, işçi sınıfı ve halk cephesi ve farklı partiler ve kitle örgütleri arasında diğer mümkün anlaşma ve politik işbirliği biçimleri temeli üzerinde, ulusun büyük kitlesini birleştirme, iç savaş olmadan devlet iktidarını ele geçirme ve temel üretim araçlarının halka devrini sağlama fırsatına sahiptir.” (Komünizmin Yolu, s. 485)
“Kapitalist-olmayan kalkınma yolu, işçi sınıfının ve halk kitlelerinin mücadelesiyle, genel demokratik hareketle güvenceye alınır ve ulusun mutlak çoğunluğunun çıkarlarına hizmet eder.” (Komünizmin Yolu, s. 495)
“Barışçı birlikte yaşama, sosyalizm ve kapitalizm arasında uluslararası ölçekte barışçı rekabet için temel sağlar ve onlar arasında sınıf mücadelesinin özgül bir biçimini oluşturur.” (Komünizmin Yolu, s. 506)
Sınıf mücadelesinin ‘yumuşatılması’, ‘uzlaşma’, ‘barış’ vurgusu, emperyalist kapitalizm karşısında alınan konum ve işçi sınıfının iktidarda olmadığı ülkelerde devrim ve sosyalizme geçiş konularında olduğu gibi, sosyalizmin, Sovyetler Birliği’nin kendisine ilişkin tezlerde de beliriyordu. Revizyonizmin tezlerinin bütünlük biçimde ifade edildiği yeni programda da, sosyalist ekonomide, komünist inşada meta - para ilişkilerine ekonomik gelişmede büyük rol tanınmasının yanısıra, proletarya diktatörlüğünün görevini tamamladığı ve ‘sosyalist devletin, halkın bütün ulus ölçeğinde devletine dönüştüğü’, ‘proletarya demokrasisinin bütün halkın sosyalist demokrasisine geliştiği’ ileri sürülerek proletarya diktatörlüğünün yerine bütün halkın devleti geçiriliyordu:
“Sosyalizmin –komünizmin ilk evresinin– tam ve nihai zaferini ve toplumun komünizmin tam boy inşasına geçişini sağlamış olarak, proletarya diktatörlüğü, tarihsel görevini yerine getirmiş ve iç gelişme görevleri açısından SSCB’nde vazgeçilmez olmaktan çıkmıştır. Proletarya diktatörlüğünün devleti olarak ortaya çıkan devlet, yeni, çağdaş aşamada, tüm halkın devleti, bir bütün olarak halkın çıkarlarını ve iradesini ifade eden bir organ haline gelmiştir.” (Komünizmin Yolu, s. 547)
Sosyalist devrimin yerine barışçı geçişi, işçi sınıfının mücadelesinin yerine halk cephesini, ulusal cepheyi, burjuvaziyle uzlaşmayı geçiren revizyonizm, Sovyetler Birliği’ne yönelik olarak da, bir yandan sosyalizmi meta ilişkileriyle eklemleme, diğer yandan da proletarya diktatörlüğünün yerine bütün halkın devletini koyma politikalarını savunuyordu. Buradan da öteye, revizyonizm, işçi sınıfının yerine halkın geçirilmesi anlayışını komünist politik örgütlenmeye, komünist partisine kadar vardırdı. 1961 Programında SBKP, artık bütün halkın partisi olarak niteleniyordu:
“SSCB’nde sosyalizmin zaferinin ve Sovyet toplumunun birliğinin pekiştirilmesinin sonucunda, işçi sınıfının Komünist Partisi, Sovyet halkının öncüsü, bütün halkın Partisi haline gelmiştir ve yol gösterici nüfuzunu toplumsal yaşamın bütün alanlarına yaymıştır.” (Komünizmin Yolu, s. 582-3)
Yine Yirmi İkinci Kongresinde kabul edilen tüzüğünde de SBKP, aynı biçimde bütün halkın partisi olarak gösterilirken, aynı zamanda da ‘Sovyet toplumunun önder ve rehber kuvveti’, ‘Sovyet halkının yöneticisi’ olarak tanımlanıyordu:
“Komünist Parti, işçi sınıfının partisi, bugün bir bütün olarak Sovyet halkının partisi olmuştur.
Parti, halk için vardır ve ona hizmet eder. Toplumsal-politik örgütlenmenin en yüksek biçimidir ve Sovyet toplumunun önder ve rehber kuvvetidir. Sovyet halkının büyük yaratıcı faaliyetini yönetir ve onların en üst hedefe, komünizmin zaferine ulaşma mücadelelerine örgütlü, planlı ve bilimsel temelli bir karakter kazandırır.” (Komünizmin Yolu, s. 597)
Yirmi İkinci Kongrede, partinin yeni tüzük ve programının kabulü, Sovyetler Birliği’nin yeni bir gelişme aşamasına, komünizmin tam boy inşası dönemine girdiği gerekçesine dayandırılıyordu. Aynı gerekçeyle, Sovyet anayasasının da değiştirilmesi gündeme geldi; 1962’de Yüksek Sovyet tarafından yeni anayasa taslağını hazırlamak için bir komisyon oluşturuldu. Bu sırada Hruşçov, yeni anayasanın, ‘Sovyet toplumunun komünizmi inşa etmekte olan ve bütün halkı kapsayan sosyalist devlet olarak mevcut yapısını’ ve ‘proletarya demokrasisinin bütün halkın demokrasisine gelişmiş olduğunu’ yansıtması gerektiğini söylüyordu. Ancak taslakların hazırlanarak yeni anayasanın kabul edilmesi, yıllar sonra Brejnev döneminde, 1977’de gerçekleşti.
Hruşçov’un görevden alınması, bir dizi alanda hemen, bir iki yıl içerisinde gerçekleştirilmek üzere ileri sürdüğü –en önde geleni 1980’lere kadar komünizme geçilmesi olan– vaatlerini yerine getirememesine ve bunların karışıklığa, dağınıklığa neden olarak sorunları çözümlemek yerine ağırlaştırmasına dayanıyordu. Hruşçov’dan yönetimi alan, Brejnev’in içerisinde bulunduğu ‘kolektif önderlik’, Hruşçov’un giriştiği sayısız örgütsel düzenlemeyi geri aldı, aşırılıkları törpüledi, ama temel politik çizgiyi korudu, sürdürdü. Bu çerçevede Brejnev döneminde, Hruşçov dönemindeki ‘komünizmin inşa edilmekte, komünizme geçilmekte olduğu’ iddiasından vazgeçilmiş, bunun yerine Sovyetler Birliği’nde ‘olgun sosyalizm’ döneminde bulunulduğu ileri sürülmekteydi. Ancak bununla birlikte, ‘barış’, ‘yumuşama’ ve Hruşçov döneminde geliştirilen diğer revizyonist tezler gibi, Sovyet devletinin artık proletarya diktatörlüğü değil, ‘bütün halkın devleti’ olduğu tezi de savunulmaya devam ediyordu. Bu anlamda, yeni anayasa, Brejnev döneminde kabul edilmekle birlikte, Hruşçov’un Sovyet devletinin bütün halkın devleti olarak saptanması istemini de yerine getiriyordu.
1977 tarihli SSCB Anayasasında, Başlangıç bölümünde, ‘gelişmiş sosyalist toplum’ ve ‘olgun sosyalist toplumsal ilişkiler toplumu’ saptamaları yer almaktadır:
“SSCB’nde gelişmiş bir sosyalist toplum inşa edilmiştir.”
“O, bütün sınıflar ve toplumsal tabakaların birbirine yakınlaşması ve bütün uluslarının ve milliyetlerinin hukuki ve fiili eşitliği ve kardeşçe işbirliği temelinde, yeni bir tarihsel halk topluluğunun –Sovyet halkının– oluşmuş olduğu bir olgun sosyalist toplumsal ilişkiler toplumudur.”
“Gelişmiş sosyalist toplum komünizme giden yolda doğal, mantıksal bir aşamadır.
Sovyet devletinin yüce amacı, halkın komünist öz-yönetiminin bulunacağı, sınıfsız komünist toplumun inşasıdır.” (SSCB Anayasası, Başlangıç)
Öte yandan, ekonominin düzenlenmesinde, kâr gibi piyasa unsurlarından yararlanılması anlayışı anayasaya kadar girmiştir:
“Ekonominin yönetiminde ... işletme muhasebesi, kâr, maliyet ve diğer ekonomik araç ve teşvikler etkin biçimde kullanılır.” (SSCB Anayasası, Madde 16)
1977 Anayasasında, bir yandan sınıfsız komünist toplumun inşası gerçekleştirilecek görev olarak saptanıp farklı sınıfların varlığından söz edilir ve ekonominin yönetiminde piyasa unsurlarına yer verilirken, diğer yandan da proletarya diktatörlüğünün sona erip Sovyet devletinin bütün halkın devleti olduğu ileri sürülmektedir:
“Proletarya diktatörlüğünün amaçları yerine gelmiş olarak, Sovyet devleti, bütün halkın devleti olmuştur.” (SSCB Anayasası, Başlangıç)
“Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği, işçilerin, köylülerin ve aydınların, ülkenin bütün uluslarının ve milliyetlerinin emekçi halkının istem ve çıkarlarını ifade eden, bütün halkın sosyalist devletidir.” (SSCB Anayasası, Madde 1)
Böylece, her alanda sınıf mücadelesinden uzaklaşan, işçi sınıfının mücadelesini geri plana iten, onu halk içinde eriten revizyonizm, komünizmin inşasını işçi sınıfı yerine halka yükleyen, proletarya diktatörlüğü yerine halk devletini geçiren anlayışını anayasaya da yerleştiriyordu. Bundan da öteye, partinin önderliği ve yöneticiliği anayasaya taşınarak, 1977 Anayasası ile, parti - devlet çakışması, ilk defa anayasa düzeyine çıkartılıyor, SBKP, anayasanın “Politik Sistem” başlığını taşıyan bölümündeki bir düzenlemeyle, ‘politik sistemin, devlet örgütlenmesinin çekirdeği’ olarak tanımlanıyordu:
“Sovyet toplumunun önder ve rehber kuvveti ve politik sisteminin, bütün devlet örgütlerinin ve toplum örgütlerinin çekirdeği, Sovyetler Birliği Komünist Partisidir. SBKP halk için vardır ve halka hizmet eder.” (SSCB Anayasası, Madde 6)
SBKP’nin anayasa hükmüyle ‘toplumun yöneticisi’, ‘devlet örgütlerinin çekirdeği’ olarak tanımlanması sonucunda, Sovyet iktidarının başlangıcından itibaren gelişen parti - devlet çakışması sorunu hukuki bir biçim alıyordu. Politik sistemin tanımlandığı anayasal düzenleme içerisinde parti, devlet organı konumuna yerleştiriliyor ve resmen devlet politikasını belirlemek, halkın mücadelesini yönetmekle görevlendiriliyordu:
“Marksizm-leninizmle silahlanmış olarak Komünist Parti, toplumun gelişmesinin genel perspektiflerini ve SSCB’nin iç ve dış politikasının seyrini belirler, Sovyet halkının büyük inşa çalışmasını yönetir ve onların komünizmin zaferi için mücadelesine planlı, sistemli ve teorik olarak doğrulanmış bir karakter kazandırır.” (SSCB Anayasası, Madde 6)
SBKP’nin yöneticiliğinin hukukileştirilmesi, önderliğin –politik olarak yığınların desteği sağlanarak kazanılmak yerine– yasal düzenlemeye bağlanması biçiminde, bir açıdan daha işçi sınıfının sosyalist devletinin özelliklerinden uzaklaşmak anlamını taşıdığı gibi, Sovyet iktidarının bozulma sürecinde de yeni bir aşamaya karşılık geliyordu. İşçi sınıfının sosyalist iktidarı olarak doğmuş olan Sovyet iktidarı, işçi sınıfının sosyalist devletine özgü özelliklerinin bozulduğu gelişmelerle biraz daha sınıfsal temelinden uzaklaşıyor ve tarihsel olarak da niteliğini bütünüyle kaybetme tehlikesi büyüyor, giderek yakınlaşıyordu. İşte partinin yöneticiliğinin anayasal düzenlemeyle resmileştirilmesi de, partinin bozulduğu, işçi sınıfının komünist partisi olmaktan çıktığı koşullarda, işçi sınıfını devlet düzeyinde silahsızlandırması nedeniyle, bu doğrultuda bir adım oluşturuyordu. Diğer bir deyişle, varolan partinin anayasa yaptırımıyla devletin yönetici partisi olarak tanınması, işçi sınıfının yasal olarak bu partinin dışında ve ona karşı örgütlenmesine, onu iktidardan indirmesine kapıyı kapatıyor, izin vermiyordu. Bu durumda artık gerçek komünist partisi ise, ancak yasadışı olarak örgütlenebilirdi ve revizyonizmin devrilerek işçi sınıfının komünist politikasının iktidarı yalnızca bir politik devrimle mümkün olabilirdi.
Buna karşılık, yığınların politikadan uzaklaştığı, sosyalist ideolojik egemenliğin gerileyip ortadan kalktığı ortamda, burjuva değerler, düşünceler gelişiyor, yaygınlaşıyordu. Bu temelde ortaya çıkan muhalefet hareketleri ise, rejim karşıtı, sosyalizm karşıtı nitelik kazanıyordu. Bu anlamda, içten içe süren ve ideolojik yabancılaşmanın önde gelen bir unsurunu oluşturduğu bozulma, potansiyel olarak karşıdevrim tehlikesini besliyor, yakınlaştırıyordu.
1977 Anayasası, maddi ayrıcalıklı bürokrasinin iktidarının hukuki ifadesiydi. Bürokratikleşme ve bürokrasinin oluşumu, Ekim Devrimi ve Sovyet iktidarının, geri ve kuşatılmış koşullarda gelişmek zorunda kalmasının bir ürünü olduğu gibi, aynı zamanda, ilerlemesinin önündeki sorunların çözümlenemeyip ağırlaşmasının ve engellere dönüşerek süreci sonunda yıkılmaya götüren tıkanıklığın da bir kaynağıydı.
Ekim Devrimi, geri bir ülkede, köylülük yığınları ile kuşatılmış sayıca güçsüz bir işçi sınıfı tarafından, Şubattan Ekime kadar bir kaç aylık açık sınıf mücadelesi içerisinde kazanılan demokratik eğitim temelinde gerçekleştirilmişti. Sovyet iktidarının ilk dönemlerinden itibaren, işçi sınıfının gündelik devlet yönetimi işlerine yeterince katılmaması, giderek geri çekilmesi, işçi sınıfının siyasi öncüsünün siyasi yönetim ayrıcalığına sahip bir kesime dönüşmesine yol açtığı gibi, aralarında emperyalist kuşatma, müdahale ve iç savaşın da önemli unsurlar olarak bulunduğu ve yoklukların, sıkıntıların belirlediği ağır koşullar, bürokratikleşmenin maddi zeminini oluşturuyordu. İşçi sınıfının yığınlarının katılımı yerine öncü kesiminin, partinin yönetimi yerleşiklik kazanırken, bir yandan köylülükle olan mücadele, bir yandan savaş tehdidi karşısında emperyalist devletlere yetişme çabası, kolektifleştirme ve sanayileşme doğrultusundaki büyük atılımın dayandığı ve seferberlikler, baskılar, zorlamalar biçiminde bürokratikleşmenin gelişmesine zemin hazırlayan, ağırlaşan koşulları yaratıyordu. İkinci Dünya Savaşı öncesinde ve sırasında bu koşullar daha da ağırlaşırken, büyük temizlikle, yönetim ayrıcalığını maddi ayrıcalıklarla tamamlayarak kalıcılaştırmaya yönelen bütün bir yönetici kesim tasfiye ediliyor, yönetim Stalin’in elinde bireysel düzeye kadar daralıyordu. Emperyalist savaş sonrasında da, bu defa soğuk savaş biçiminde, benzer koşullar varlığını sürdürdü.
Stalin’in ölümünden sonra, ‘destalinizasyon’, ‘Stalin dönemi politikalarından uzaklaşma’ olarak nitelenen yeni politik çizgi çerçevesinde, gevşeme, rahatlama, yumuşama doğrultusunda bir politika hakim oldu. Sosyalist inşanın kazanımlarından hemen yararlanmayı öne süren bu politika, maddi ayrıcalıklı bürokrasinin çıkarlarına ve hakimiyetine karşılık geliyordu. Refah düzeyini, yaşam standartlarını hızla yükseltmeyi vaat eden bu politikanın nispi bile olsa başarısı, kaynakların silahlanma yarışından kişisel tüketime aktarılabilmesini gerektiriyordu. Bunun için de emperyalist tehdidin ve saldırganlığın durdurulabilmesi, yerini barış ve silahsızlanmanın alması gerekiyordu.
Buna bağlı olarak, barış ve yumuşama politikası ve silahsızlanma girişimleri, bu dönemde Sovyet iktidarının politikasında en ön sırada yer aldı. İkinci Dünya Savaşının ardından, Sovyet iktidarıyla emperyalistler arasındaki çelişkiler keskinleşir, soğuk savaş tırmanırken, Sovyetler Birliği, ‘halk demokrasileri’ olarak nitelenen bir dizi Doğu Avrupa ülkesi ve Çin Halk Cumhuriyeti ile bir sosyalist blok oluşturmak üzere ittifak ilişkileri geliştirdiği gibi, başta Birleşmiş Milletler olmak üzere çeşitli uluslararası zeminlerde de bir barış hareketinin gelişmesi için çaba gösteriyordu. SBKP Yirminci Kongresinde ileri sürülen tezler arasında da ‘barış içinde birlikte yaşama’ tezi önde geliyordu. Bu temelde, silahlanmanın ve silahlı kuvvetlerin karşılıklı olarak azaltılması, nükleer silahlanmanın yasaklanıp denemelerin durdurulması, Avrupa’da ve Asya’da kolektif güvenlik sistemi yaratılması çabaları sürdürüldü. Ancak bu çabaların sonucunda elde edilen nispi başarılara, başarısızlıklar, tırmanan gerginlikler de eşlik etti. 1962’de Küba’ya füze yerleştirilmesinin yol açtığı bunalım, Sovyetleri, ABD ile savaşın eşiğine getirdi.
Hruşçov’dan sonra Brejnev döneminde de, çelişkilerin, kamplaşmaların keskinleştiği gerginliklerin yanısıra, barış ve silahsızlanma doğrultusundaki politikalar da sürdü. 1972’de Sovyetler Birliği ile ABD arasında imzalanan Stratejik Silahların Sınırlanması Anlaşması (SALT I) ‘détente’ (yumuşama) politikasının uygulamaya geçişini simgelerken 1975’teki Avrupa’da güvenliği güvenceye almak için karşılıklı sınırları tanıyan Helsinki Anlaşması da bu politikanın ulaşabildiği daha üst boyuta karşılık geliyordu. ‘Détente’ sürüp 1979’da SALT II imzalanırken bu süreçte, Asya, Afrika, Latin Amerika’da, bir tarafta emperyalist blok, diğer tarafta sosyalist blok tarafından desteklenen güçler arasındaki çatışmalar ve savaşlar da iki blok arasındaki mücadelenin dolaylı olarak askeri biçim alan boyutunu oluşturuyordu. Yine 1979’da Afganistan’a müdahalesi ise, Sovyetleri doğrudan askeri çatışma içine sokarak süreci çelişkilerin keskinleşmesi yönünde etkiliyordu.
1980’lerin başına gelindiğinde, barış, yumuşama, silahsızlanma doğrultusundaki politikaların sonucunda elde edilebilen bütün başarılara rağmen, hâlâ ağır basan, savaş tehdidi ve silahlanma yarışıydı. Bu anlamda, askeri harcamalar Sovyet ekonomisi üzerinde giderek ağırlaşan bir yük oluşturmaya devam ediyordu. Öte yandan, Hruşçov’un yerleşik uygulamaları ve düzenlemeleri altüst ederek karışıklığa, dağınıklığa neden olan politikalarının ardından Brejnev döneminin istikrar politikaları, hareketsizliğe ve durgunluğa kadar varmıştı.
Toplumun her alanında kendini gösteren durgunluğun temelinde ekonomik gelişmenin duraklaması yatıyordu. Ekonominin büyümesindeki yavaşlama, 1970’lerde durgunluğa dönüşmüş, 1980’lerin başında da tıkanıklık boyutuna varmıştı. Bunda emperyalistlerle silahlanma yarışının tırmanmasının ekonomi üzerindeki ağır yükü çok önemli bir yer tutuyordu. Ancak sosyalizmin kapitalizm karşısındaki niteliksel üstünlüğü açısından değerlendirildiğinde, Sovyetlerin, varolan sorunların bütün ağırlığına rağmen, bunların üstesinden gelebilmesi beklenirdi. Buna karşılık, süreç tersi yönde bir seyir izledi; durgunluk tıkanıklığa ve en sonunda da çöküşe kadar vardı.
Gelişmenin olumsuz yönde olması, Sovyet iktidarının geçirdiği bozulmadan ve bunun ulaştığı boyuttan kaynaklanıyordu. Bu anlamda Sovyet iktidarının bozulması, sosyalizme ilişkin özelliklerinin, onun üstünlüğünü zayıflatıp ortadan kaldıracak ölçüde kusurlu olmasına, sakatlanmasına varmıştı. Sosyalizmin üstünlüğü, üretimin toplumsal niteliği ile üretim araçlarının özel mülkiyeti arasındaki karşıtlığı kaldırmasında, üretimin toplum tarafından, toplumsal ihtiyaçlar doğrultusunda gerçekleştirilebilmesi için, üretim araçlarını işçi sınıfının şahsında doğrudan üreticilere vermesinde olduğuna göre, sosyalizmin verimliliği, gücü, üstünlüğü, öncelikle, –üreticilerin üretim koşullarına, ürünlerine yabancılaştığı üretim ilişkilerinin, kapitalizmin, meta ilişkilerinin yerine– üreticilerin, üretim araçlarının toplumsallaştırılması temelinde, üretimin düzenlenmesini kendi ellerine almasına, bunda yığınsal katılımına ve inisiyatifine dayanır. Sovyet iktidarının gelişme üstünlüğünü kaybetmesi, emperyalistlerle yarışta geri kalması ise, temelinde, sosyalizmin bu belirleyici yönüne ilişkin oluşan sorunlara bağlıdır.
Sovyet iktidarı, kapitalizmi ve meta ilişkilerini tasfiye etmiş, üretim araçlarını toplumsallaştırarak üretimin toplumsal ihtiyaçlar doğrultusunda merkezi planlanmasını gerçekleştirmişti. Bu süreç sırasında, kapitalizm ve meta ilişkilerine ait olan yabancılaşma ortadan kaldırılmış, ancak bundan farklı nitelikte bir yabancılaşma sorunu belirmişti. Sovyet iktidarının ilk dönemlerinden itibaren bir bütün olarak işçi sınıfının devlet yönetimine katılımı geriledikçe, yönetimi işçi sınıfı adına öncü kesimi üstlenmiş, yönetimden uzaklaşan işçi sınıfının giderek kendi iktidarı karşısında yabancılaşmasıyla, ortaya, kapitalizmdekine göre yeni bir biçim taşıyan bir siyasi yabancılaşma çıkmıştı. Yönetimin Stalin’in şahsında bireysel boyuta daralmasıyla işçi sınıfının siyasi yabancılaşması derinleşirken, emperyalist savaş sırasında toplumsal seferberlik adına burjuva değer yargılara başvurulması, sınıfsal temeli zayıflayan sosyalist ideolojik egemenliği yıpratıyor, geriletiyordu. Bu gerilemenin yarattığı ideolojik boşluk üzerinde revizyonizmin hakim olması, işçi sınıfının yabancılaşmasını bir üst düzeye çıkardı, ideolojik yabancılaşmaya karşılık geldi. Siyasi ve ideolojik boyut alan yabancılaşmanın ulaştığı son düzey ise ekonomik yabancılaşmaydı; işçi sınıfının hukuken sahibi olduğu üretim araçları ve emeğinin ürünleri karşısında, fiilen kendisini bunların sahibi hissetmeyerek umursamaz ve kayıtsız kalması, bunun sonucunda etkin olmayan, pasif, bir tutum almasıydı.
Buna bağlı olarak, üretimin örgütlenmesi, planlanması da, işçi sınıfının, doğrudan üreticilerin yığınsal katılımı, yığınların iradesinin merkezileşmesi yerine, onlar adına bir kesim, bürokrasi tarafından gerçekleştiriliyor, merkezi planlama demokratik değil, bürokratik nitelik taşıyordu. İşçi sınıfının üretim, ekonomi karşısında yabancılaştığı bu durumda, üretim araçlarının toplumsallaştırılmasının dayandığı düzenlemeler, sosyalizmin verimliliğini, üstünlüğünü sağlamak yerine, tersine gelişmesinin duraklamasına, tıkanıklığa girmesine hizmet eden özellikler alıyordu. Ekonomik gelişimin ulaşmış olduğu, emek-yoğun üretime göre teknoloji-yoğun üretimin ağırlık kazandığı aşamada, doğrudan üreticinin inisiyatifi belirleyici önem taşıyordu. Buna karşılık bürokratik merkeziyetçiliğin yığınsal inisiyatifi geliştirmek yerine engellemesi, durgunluğa ve tıkanıklığa neden oluyordu.
Sorunun kaynağı yabancılaşmaydı, ama sosyalizmin verimsizleşmesi, tıkanıklığı karşısında, bürokrasinin çözüm arayışları, kendi doğasından kaynaklanan bir biçimde, yığınların katılımının, inisiyatifinin geliştirilmesinden çok, kapitalizm ve meta üretiminden unsurlar ödünç alarak bunları sosyalizme eklemleme yönünde oldu. Ancak bu yönde Hruşçov ve Brejnev döneminde başvurulan ‘reformlar’ başarılı olmadı, sosyalizmin içine girdiği verimsizliğe, durgunluğa çözüm sağlayamadı.
1980’lerin başında çözülemeyen bu sorunlar, bir tıkanıklık biçiminde Sovyet iktidarının karşısında duruyor ve yeniden aynı arayışlara ve yönelimlere yol açıyordu. Kasım 1982’de Brejnev öldüğünde, bu temelde, yine reform talepleri gündemde yer alıyordu. Bu doğrultuda, Brejnev’in yerine SBKP Genel Sekreterliğine getirilen Andropov da, içinde bulunulan durgunluğun aşılması hedefiyle yeni bir ‘reform’ uygulanması yönelimindeydi. Parti ve devlet yönetiminde geniş çaplı atamalar ve değişimlerle, başta Gorbaçov olmak üzere reform yandaşları etkin konumlara geldiler. Ancak Şubat 1984’te ölen Andropov’un yerine Çernenko’nun geçmesi, bu yönelimi bir süreliğine kesintiye uğrattı. Çernenko’nun Mart 1985’te ölümünden sonra Gorbaçov’un SBKP Genel Sekreteri olması ise, Sovyet iktidarının tarihindeki son –ve kaderini belirleyen– reform döneminin başlangıcını simgeliyordu.
The Road to Communism, Documents of the 22nd Congress of the Communist Party of the Soviet Union, October 17-31, 1961 (Komünizmin Yolu, Sovyetler Birliği Komünist Partisi 22. Kongre Belgeleri, 17-31 Ekim 1961), Foreign Languages Publishing House, Moscow
Soviet Economic Reform, Main Features and Aims (Sovyet Ekonomik Reformu, Ana Özellikler ve Hedefler), Novosti Press Agency, Moscow, 1967
Constitution (Fundamental Law) Of The Union Of Soviet Socialist Republics (Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği Anayasası), http://www.departments.bucknell.edu/russian/const/1977toc.html
HAZİRAN 2007
12
ÖNE ÇIKANLAR
NEYDİ VE NEDEN ÇÖKTÜ?
SSCB’NİN KARAKTERİ ÜZERİNE BİR ÇÖZÜMLEME
Süha ILGAZ
Ütopya Yayınevi
KİTAPÇILARDA
Kurtuluş hareketinde olduğu gibi, genel olarak Türkiye sosyalist hareketinde de, yaşamıyla, mücadelesiyle, görüşleriyle özel bir yer tutan, yazarımız, yoldaşımız İsmet Öztürk’ü 19 Kasım 2011 günü kaybetmiştik. Vasiyet ederek bedenini bilimin hizmetine sunduğu Pamukkale Üniversitesi’nde görevi sona erince, O’nu 20 Haziran 2015 günü Rumelikavağı’nda, yoldaşlarının, dostlarının katılımıyla, kızı Ekin’in yanına, doğaya uğurladık.
İSMET ÖZTÜRK YAŞAMI, MÜCADELESİ VE GÖRÜŞLERİ İLE YOL GÖSTERİYOR
SOVYETLER BİRLİĞİ’NİN KARAKTERİNE İLİŞKİN FARKLI DEĞERLENDİRMELER
Sovyetler Birliği eleştirileri ve değerlendirmeleri, işçi sınıfının yeni sosyalizm deneyimlerine yol gösterecek komünizmin geliştirilmesi açısından önem taşır.
GEÇMİŞİN DEĞERLENDİRİLMESİ: KURTULUŞ’UN ‘YOL AYRIMI’
Çeşitli ‘yol ayrımları’ sonucu bölünmeler ve farklı yönlerde sapmalar yaşayan Kurtuluş hareketinin teori, pratik ve örgütlenmesinin, belirleyici dönüm noktalarıyla ele alınarak “proletarya partisi” hedefi açısından irdelendiği geçmiş değerlendirmesi, “İşçi Sınıfının Komünist Programı İçin Temel İlkeler” metniyle ileri sürülen perspektifin oluşumunda önemli rol sahibidir.
İşçi Sınıfının Komünist Programı İçin TEMEL İLKELER
Komünist programın üretilmesi çalışmalarına yol göstermek amacıyla hazırlanan “Temel İlkeler”, işçi sınıfının komünizm mücadelesinde ulaştığı en ileri örgütsel düzeye karşılık gelen Komünist Enternasyonal’in üzerinde kurulduğu politik çizgiyi ifade etme iddiasıyla, bütün sosyalistleri, işçi sınıfının mücadelesine önderlik etmek üzere komünizmi benimsemeye çağırmaktadır.
SİTE HARİTASI
sayı 2 /
sayı 3 /
sayı 4 /
sayı 10 /
sayı 12 /
sayı 13 /
sayı 14 /
Tezkere /
Pakistan /
SDP /
Geçmiş: Kurtuluş / / (formalı)
Anayasa /
Sovyetler Birliği / / (formalı)
İNTERNET SİTESİ ve
ELEKTRONİK POSTA
ADRESLERİ
internet sitesi:
kurtulussosyalistdergi.awardspace.info
erişim sayfası:
kurtulussosyalistdergi.blogspot.com
elektronik posta:
kurtulussosyalistdergi@gmail.com