Ana sayfa

Kendi kaderini tayin hakkı

ULUSAL SORUN VE SINIFSAL SORUN

Ulusal hareket içerisinde işçi sınıfının, komünizmin özgürlüğü, bağımsızlığı, ulusal mücadelenin başarısının olduğu kadar sosyalizm mücadelesinin gelişmesinin de güvencesidir ve ulusal hareketin işçi sınıfının sosyalizm mücadelesi açısından desteklenmesinin önkoşuludur.

SÜHA ILGAZ

 

Çeşitli dönemlerde politik gündemde baş sıralarda yer alan ulusal sorun, bugün de gündemde tartışılan sorunlar arasında önlerde gelmektedir. Dünya ve ülke çapında öne çıkan, toplumsal gelişmenin doğrultusunu etkileyen, belirleyen çok sayıda sorun ulusal sorunla bağlantılıdır. Dünyanın yeniden düzenlenmesinden, Avrupa Birliği sürecine, Irak ve benzeri emperyalist askeri müdahalelerden Kürt hareketinin yeni yönelimlerine kadar bir dizi gelişme, ulusal sorunu, politik değerlendirme ve tartışmaların odağına getirmektedir.

Emperyalizm çağı ulusal sorunu genelleştirmiş ve emperyalizme karşı, ezilen halkların kurtuluş mücadelelerini, işçi sınıfının mücadelelerinin yanına, müttefik konumuna yerleştirmişti. Soğuk savaş döneminde ise, ulusal kurtuluş mücadeleleri iki bloğun karşılıklı rekabet ve dolaylı olarak çatışma alanı olurken Sovyetler Birliği ve müttefiklerine karşı sürdürülen mücadele ve muhalefet hareketleri içinde, milliyetçi, ulusal ayrılıkçı hareketler de önemli bir yer tutuyordu. Sovyetler Birliği, Yugoslavya gibi çokuluslu devletlerin yıkılmaları, parçalanmaları, ulusal devletlere bölünmeleri, sosyalizme ilişkin diğer sorunların yanısıra yine ulusal sorunun tartışılmasına, ulusal sorunun ne ölçüde çözümlendiğinin sorgulanmasına yol açmaktaydı. İşçi sınıfı hareketi ve sosyalizm açısından uluslararası yardımlaşma ile ulusal irade ve bağımsızlık arasındaki çelişki, zaten tartışma gündeminde bulunuyordu. Sosyalizm adına yaşanan yıkım, ulusal sorun karşısında sosyalizm açısından alınan tutumun değerlendirilmesine daha da önem kazandırdı.

Daha sonra bugüne kadar gelen dönemde, dünyanın tek kutuplu yeni dengesi giderek belirginleşti ve yeni dünya düzeni ve küreselleşme olarak adlandırıldı. Bütün dünyanın tek bir odağa tabi kılınmaya, tek bir merkezden yönlendirilmeye, tek bir kalıba uydurulmaya çalışılmasıyla simgelenen bu gelişme, uluslararası çıkarların artık ulusal çıkarların önüne geçtiği iddiasıyla temellendirilmektedir. Küreselleşme, ulusal çıkarların, kendi içine kapalılığın aşılması, uluslararası topluluğun bütün insanlığın çıkarlarını temsil etmesi olarak sunulmakta; böylece küçülen, küresel bir köye dönüşen dünyada yerel diktatörlüklerin, gericiliklerin üstesinden gelinmekte olduğu ileri sürülmektedir. Buna bağlı olarak da ulusal devletin öneminin kalmadığı, ortadan kalkmak zorunda olduğu savunulmaktadır. Bu ise, sermayenin uluslararasılaşmasına, uluslar ötesi şirketlere dayandırılmakta; bu şirketlerin yeryüzündeki ülkelerin çoğundan büyük oldukları vurgulanmaktadır. Sözü edilen şirketlerin ulusal değil uluslararası karakterde olduğu varsayıldığında, bunların egemen oldukları ve ulusal devletlerin de karşılarında duramadıkları bir düzen cisimleşmektedir. Ulusun, ulusal devletin varlığını tartışma konusu eden bu gelişmelerin değerlendirilmesi, ulusal sorunu öne çıkartmakta, bu değerlendirmelerin bütünlüklü bir biçimde gerçekleştirilebilmesi için ulusal sorunun öncelikle ele alınması gerekmektedir.

Avrupa Birliği süreci de aynı türden tutumların gelişmesine zemin sağlamakta, benzer tartışmalara yol açmaktadır. Avrupa Birliği projesi, tek tek Avrupa devletlerinin yerlerini bıraktıkları bir ortak Avrupa devleti hedefi doğrultusunda ilerliyor gözükmektedir. Bu anlamda bu süreç de ulusun, ulusal devletin ortadan kalkmakta olduğu doğrultusunda görüşleri üretmekte ya da desteklemektedir.

Avrupa Birliğinin genişleme süreci, adaylık koşulları ve uyum için yasal düzenlemeler, demokratik hak ve özgürlükler çerçevesinde, başta ulusal azınlıklar olmak üzere azınlık haklarını gündeme getiriyor. Ulusal azınlık kavramı ancak ulus kavramına başvurarak tanımlanabileceği gibi, azınlık haklarının yüklendiği işlev de, ulusal haklarla, ulusal sorunun çözümüne ilişkin alınan tutumlarla karşılaştırma içinde anlam kazanıyor. Dolayısıyla bu gelişmeler de ulusal sorunu, tartışma gündeminde öne çıkartıyor.

Türkiye ölçeğinde ise, ulusal sorun, geçmişte olduğu gibi bugün de, bir çok yönden önde gelen bir sorundur. Türkiye Cumhuriyetinin İstiklal Savaşının sonucunda bir ulusal devlet olarak kurulması, emperyalizme karşı alınan tavır, Kemalist hareketle Sovyet iktidarı arasında kurulan ilişkiler, sosyalizmin ulusal soruna yaklaşımı açısından, Türkiye’nin konumuna özgüllük kazandırıyordu. Emperyalizmle kurulan ilişkiler açısından ise, Türkiye, deyim yerindeyse, yeni-sömürgeciliğe çağından önce bir erken örnek oluşturmaktaydı. Diğer yandan, ulusal devletin oluşumundan itibaren taşıdığı sömürgeci karakter nedeniyle de, ulusal sorun, Türkiye’nin değerlendirilmesinde en başta ele alınması gereken yönlerdendir. Türkiye, yeni-sömürge statüsünün ilk örneklerinden olma konumunu, bugün de son sömürgeci devletlerden olmakla tamamlamak arzusu ve ısrarı içinde gibidir.

Yine gündemdeki Kıbrıs sorunu açısından, Kıbrıs nüfusunun ulusal bileşimi belirleyici önemdedir. Kıbrıslı Rumların ve Türklerin, Yunan ve Türk uluslarının mı, ayrı bir Kıbrıs ulusunun mu parçaları oldukları yoksa bunların dışında ayrı ayrı Kıbrıs Rum ve Kıbrıs Türk uluslarından ve bunların kendi kaderlerini tayin haklarından mı söz edilmesi gerektiği, açıktır ki, ulus ve ulusal sorun kavrayışlarına bağlıdır. Bu sorun üzerine tutum almak amacıyla, öncelikle ulusal sorun konusunda net bir anlayışa ulaşılmalıdır.

Türkiye’nin işgalcilikte ve sömürgecilikte direnmesi kadar, Ortadoğu’daki altüst oluş içerisinde Kürt sorununun aldığı boyutlar da ulusal sorunun politik gündem açısından öneminin sürdüğünü ve arttığını göstermektedir. Ayrıca yine Kürt hareketinin yeni yönelimleri, ulus, ulusal kurtuluş, ulusal sorunun çözümü, ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı üzerine ileri sürülen görüşler, ulusal sorunun tartışılmasının gündeme alınmasını gerektiriyor.

Aynı şekilde, Kürt ulusal hareketi karşısında sosyalizm açısından alınması gereken tutum, genel olarak ulusal hareketler üzerine bir değerlendirmeye, ulusal hareketlerin desteklenmesinin biçimi, koşulları üzerine bütünlüklü bir yaklaşımın geliştirilmesine dayandırılmalıdır.

Bütün bunlardan belki de daha önemlisi, işçi sınıfının komünist programının çözümlemesi gereken toplumsal koşullar arasında ulusal sorunun yeridir; işçi sınıfının komünizmi hedefleyen mücadelesinin bugünkü koşulları, önündeki devrimci adımın çözeceği sorunlar, bu devrimci adımın karakteri ve benzeri programatik değerlendirmeler, çözümlemeler açısından ulusal sorunun konumudur.

Bunların hepsi, ulusal sorunu gündeme getirmektedir. Bütün bu değinilen sorunların incelenmesi, açıklığa kavuşturulması, somut koşulların değerlendirilmesini gerektirmekle birlikte, bu çabanın tutarlı bir teorik çerçeveye yerleştirilmesi, belirli bir anlayışa dayandırılması önemlidir. Somut koşulların incelenmesi çalışmasından önce, bu değerlendirmelerin işçi sınıfının komünizm perspektifi açısından yapılmaları amacıyla, işçi sınıfının komünizm mücadelesine uygun düşmeyen, bundan sapan, uzaklaşan anlayışlar karşısında, bu doğrultudaki önermelerin, saptamaların –sosyalizmin ulusal soruna ilişkin çeşitli tartışmalarını akılda tutarak– vurgulanması yararlı gözükmektedir.

İŞÇİ SINIFI VE ULUSAL SORUN

İnsanların başka insanlar tarafından ezildiği, sömürüldüğü varolan toplumsal ilişkilerin ortadan kalkması, ancak dünya komünizminin hedeflenmesiyle mümkündür. Toplumdaki her türlü baskı, sömürü, eşitsizlik, üretilmiş onca zenginliğin karşısındaki derin yoksulluk ve bunların yanısıra hak ve özgürlüklerden yoksunluk, sınıfların varlığından kaynaklanır. Bu toplumsal koşulların ortadan kaldırılması, insanlığın kurtuluşu, işçi sınıfının eylemiyle, onun kendisiyle birlikte bütün sınıfları ortadan kaldırmasıyla, toplumun sınıflara bölünmüşlüğünü bütün izleriyle birlikte yok etmesiyle gerçekleştirilebilir. İşçi sınıfının sınıfları ortadan kaldırma eyleminin hedefi dünya komünizmidir; bütün dünyada sınıfların, devletin, ulusal sınırların ortadan kaldırılması, bütün insanların tek bir sınıfsız, devletsiz toplum içerisinde birleştirilmesi, kaynaştırılmasıdır.

İşçi sınıfının bir bütün olarak toplumun kurtuluşunu sağlayacak olan mücadelesinin hedefi dünya ölçeğindedir, uluslararasıdır. Bu mücadele, hedefine varabilmek için, varolan koşullardan kalkmak, içinde bulunduğu çelişkileri hedefine ilerleyebilecek biçimde aşmak zorundadır. Kapitalizm, işçi sınıfının mücadelesini, ulusal ve uluslararası ölçekte, bir yandan bölmekte, bir yandan birleştirmektedir. Burjuvazi, ulusal çıkarlar temelinde toplumun bütün sınıflarını kendi peşinde toplamaya çalışmakta, ulusal çıkarlar adına kendi çıkarlarını bütün sınıflara ve bunlar arasında işçi sınıfına da dayatmaktadır. Öte yandan dünya ölçeğindeki meta ilişkileri temeli üzerinde gelişmiş olan kapitalizm, her ülkeye girmiş ve her ülkenin toplumsal gelişmesini temelde giderek birbirine benzetmiş ve benzetmeye devam etmektedir. Bütün ülkelerde aynı sınıfsal bölünmeleri yaratan bu gelişme, bütün ülkelerin işçi sınıflarının çıkarlarının ortaklığının işaretlerini, göstergelerini kendiliğinden ortaya çıkartmaktadır.

Ulusal çıkarların temelinde ise, o ulusun sermayesinin, burjuvazisinin diğer uluslarınki karşısındaki çıkarları, rekabeti, mücadelesi yatar. Çeşitli ulusların burjuvazileri birbirlerine karşı mücadelede kendi ezilen sınıflarının, işçi sınıflarının da desteğini sağlamaya çalışmaktadır. Ama egemenlik koşulları tehlikeye girdiğinde de kendi işçi sınıflarına ve diğer ezilenlere karşı, başka ulusların burjuvazilerinin, sınıf kardeşlerinin dayanışmasını aramaktan geri durmamaktadırlar. Buna karşılık mülksüz işçi sınıfının çıkarı, kendisininkinden başlayarak bütün dünyada burjuvazinin egemenliğinin yıkılmasında, bu amaçla uluslararası birliğinin sağlanmasındadır. İşçi sınıfı ancak gücünü uluslararası ölçekte birleştirebildiği ölçüde, burjuvaziyi devirip kapitalizmi yıkmayı ve sınıfları ortadan kaldırarak toplumu komünizme götürmeyi başarabilir.

İşçi sınıfının mücadelesi, hedefinin özellikleri, ölçeği nedeniyle uluslararası nitelik kazanmak zorundadır. İşçi sınıfının uluslararası birliği, enternasyonalizmi, mücadelesinin başarısının olmazsa olmaz koşuludur. İşçi sınıfının uluslararası birliğinin sağlanması ise, ulusal çelişkilerden, baskılardan, eşitsizliklerden kaynaklanan önyargıların, güvensizliklerin giderilebilmesini, aşılmasını gerektirir. İşçi sınıfının ulusal çıkarlar temelinde parçalanmasının ve birbirlerine düşman ulusal parçalara bölünmesinin, onun uluslararası birliğinin önünde yarattığı engeller, ancak ulusal sorunun çözülmesi temelinde ortadan kaldırılabilir. Ulusal sorunun çözümü, ulusal baskı ve eşitsizliklerin neden olduğu düşmanlık ve güvensizliklerin ortadan kaldırılması, işçi sınıfının –ulusal parçasının çıkarlarını bütününün çıkarlarına, uluslararası çıkarlarına tabi kıldığı– enternasyonalizminin önkoşulu ve gereğidir.

ULUSLAŞMA VE KAPİTALİZM

İşçi sınıfının, mücadelesinin başarısı için, uluslararası birliğini sağlamaya ihtiyacı vardır. Ama varolan ulusal baskılar ve bu temelde gelişen ulusal düşmanlıklar, bu birliğin önüne engeller çıkartır, onun gerçekleşmesini zorlaştırır. Ulusal sorunun varlığı, burjuvazinin ulusal temelde diğer sınıfları kuyruğuna takmasını, işçi sınıfının uluslararası birliğini parçalamasını kolaylaştırır. Bu yüzden, uluslararası birliğini sağlayabilmek açısından, işçi sınıfı için, ulusal sorunun çözümü, ulusal baskının, bu temelden kaynaklanan düşmanlıkların, güvensizliklerin kaldırılması, giderilmesi özel bir önem taşır.

Ulusal sorunun bugünkü toplumdaki, kapitalizmdeki varlığı tartışılmaz bir gerçektir. Bu sorunun bütünüyle ortadan kalkmasının, insanlığın tek bir toplum olarak kaynaşmasına, bunun da dünya ölçeğinde komünizme ulaşılmasına bağlı olduğu söylenebilir. Ama bunu bütün insanlık tarihi için aynı biçimde söylemek, bu tarihin her döneminde ulusal sorunun bu biçimde varlığından söz etmek mümkün değildir. Aslında egemen, resmi tarih anlayışı, tarihin uluslar mücadelesi tarihi olduğunu ileri süren anlayıştır. Buna karşılık, tarihin –daha doğrusu sınıfların ortaya çıkışından itibaren yazılı tarihin– sınıflar mücadelesi tarihi olduğunu saptayan marksizm açısından ulusların da, ulusal sorunun da varlığı tarihseldir. Bunlar insanlık tarihinin bütün dönemlerine ait değil, belirli koşulların ürünüdür.

Sınıflı toplumlar tarihi içerisinde kapitalizmden önceki dönemlerde yine devletler, savaşlar, işgaller, egemenlik ve bağımlılık ilişkileri ve benzeri söz konusu olmakla birlikte, bağımsız, küçük şehir devletlerinden dünyanın önemli bir kesimine hükmeden imparatorluklara, zayıf ya da güçlü bağlarla bağlanmış feodalliklere, beyliklere kadar bu yapıları ayırt eden, belirleyen unsurlar, ırk, etnik köken, dil gibi ulus oluşumuyla bağlantılandırılan öğeler değildir. Tarihte ulusların ortaya çıkması, uluslaşma süreçleri, burjuvazinin gelişimi ve kapitalizmin toplumda hakim olmaya yönelmesiyle paralellik taşır. Diğer bir deyişle, ulusların gelişimi kapitalizmin gelişimiyle bağlantılıdır ve ulusların varlığı, kapitalizme, tarihin bu dönemine aittir.

Kapitalizm, meta üretiminin genelleşmesi olarak, bir iç pazarın oluşumuna ve bu pazarda sermayenin hakim olmasına dayanır. Uluslaşma süreci ile kapitalizmin gelişimi arasındaki bağ da bu ilişkide yatar. Birbirleriyle belirli bir coğrafya ve ortak bir dil, kültür temelinde ilişki kurabilen, anlaşabilen meta alıcı ve satıcılarının yer aldıkları, oluşturdukları pazarın ölçeği ulusa karşılık gelir. Bu açıdan ele alındığında, uluslaşma süreci, belirli bir sermayenin hakim olabileceği iç pazarın, meta üretiminin yaygınlaşıp genelleştiği pazar bütünlüğünün oluşumunun önkoşullarını sağlar. Uluslaşma süreci, ulus yaratırken aynı zamanda da bir ulusal pazar yaratır. Bu ulusal pazarda ulusal sermaye, ulusal burjuvazi gelişip hakimiyet kazanırken ortaya çıkan ulusal devlet de bu ulusal sermayenin, ulusal burjuvazinin çıkarlarının ve ulusal kapitalizmin yeniden üretilmesi koşullarının koruyucusu olur.

Ulus, başta dil, coğrafya, kültür, yaşam, iç pazar ortaklığı olmak üzere çok sayıda etkene bağlı olarak şekillenir ve bir toplumsal kategori olarak da yine bunlara bağlı olarak ayırt edilebilir. Bütün bu etkenlerin çeşitliliği ve karmaşıklığı, somut uluslaşma süreçlerinin, belirli bir durumda ulus niteliklerinin varlığının kesin çizgilerle saptanmasını, tanımlanmasını zorlaştırsa da, genel olarak ulusların varlığı da, uluslaşmanın kapitalizmin gelişmesiyle bağı da nesnel bir gerçeklik taşır. Belirli bir ulusal kimliğin, ulusun, buna dayanarak ulusal devletin yaratılması, inşa edilmesi, sınıf mücadelesinin aldığı bir biçimdir. Dolayısıyla uluslaşma, ulusun inşası, toplumsal gelişmeye iradi bir müdahale olarak aynı zamanda öznel bir nitelik taşır. Öte yandan bu süreç, ulusal kimliğin, ulusun gelişmesi, kapitalizmin gelişmesinin koşullarını yaratır, önkoşuludur. Bu anlamda uluslaşma, ulusun ortaya çıkması, kapitalizmin gelişmesinin zeminini sağlayarak, bu gelişmeyle birlikte nesnellik kazanır.

Uluslaşma süreci, dilin çeşitli lehçelerinin, aksanlarının, etnik özellikleri belirli ölçüde birbirlerinden farklılık gösteren çeşitli toplulukların kaynaşması, tek bir ulusal kimliğin, ulusal dilin ve ulusun yaratılmasıdır. Bu süreç, dil, etnik köken gibi çeşitli farklılıkların kaldırılmasına, bunların zoru da içerebilen biçimlerde asimle edilmesine karşılık gelir. Bu, ulusun daha oluşurken, ulusal baskıyı da üretebilecek özellikleri taşıması demektir. Çeşitli farklılıklar asimle edilir, tek bir ulusal bütünlük içinde eritilirken, bunlardan tarihsel olarak bütünüyle yok olmayanlar, ulusal nitelikli çelişkilere ve bu temelde de ulusal sorunlara kaynaklık etme durumunda olurlar. Öte yandan daha önemlisi, ulusal eşitsizlikler temelinde ulusal sorunun ortaya çıkmasıdır. Toplumsal gelişmenin ve özellikle de meta üretimi ve kapitalizmin gelişmesinin eşitsizliği, ulusal pazarların ve bu çerçevede ulusların da eşitsiz gelişmesi biçimini alır ve bazı ulusların diğerleri aleyhine gelişmesi de, yine ulusal baskıya ve ulusal soruna yol açar.

Ulusal egemenlik, ulusal devlet, ulusal kapitalizmin gelişme koşullarını güvenceye alarak burjuva-demokratik devrimin bir öğesini oluşturur. Bu anlamda, ulusal sorunun çözümü, ulusal egemenlik, genel olarak kapitalizmin serbestçe gelişmesinin önündeki engelleri kaldıran bir işlev gördüğünden, ulusal sorun da burjuva-demokratik karakterli bir sorun olarak saptanabilir. Bu çerçevede ulusal sorunun çözümü, kapitalizmin serbestçe gelişmesinin önündeki bir engelin kaldırılarak işçi sınıfının maddi ve manevi gelişmesinin sağlanması açısından önem taşır.

Ulusal sorunun burjuva-demokratik karakterinin saptanması, bu alanda baskının, eşitsizliğin ortadan kaldırılması, eşitliğin, özgürlüğün elde edilmesi vurgularını öne çıkartır. Buna bağlı olarak ulusal sorunun çözümü, ulusun özgürlüğünün, eşitliğinin sağlanmasıdır. Ulusal baskıdan, bağımlılıktan kurtuluş, ulusun kendi kaderini tayin hakkını, devlet kurma hakkını, egemenliğini kazanmasıyla gerçekleşir.

ULUSUN KENDİ KADERİNİ TAYİN HAKKI

Demokrasi, önceden üzerinde durulduğu gibi, eşitlik, özgürlük, yönetim hakkı, irade anlamlarını taşır. (Kurtuluş Sosyalist Dergi 7, Haziran 2003, s. 74) Demokratik bir sorun olarak ulusal sorunun çözümü de, ulusun eşitliğinin, özgürlüğünün, iradesinin, kendi kaderini tayin etmesinin sağlanmasıdır. Bu anlamda, demokrasinin egemen kılınması, aynı zamanda ulusların da özgürlüklerini kazanmaları, birbirleriyle eşit ilişkilere sahip olmaları, başka uluslarla birlikte ya da ayrı ayrı, kendi iradeleriyle belirledikleri bir biçimde, devlet düzeyinde temsil edilmeleridir.

Ulusal sorunun bütün uluslar için çözümü, bütün ulusların özgürlüğü, eşitliği, kendi kaderini belirlemesi talebi ile tarihsel olarak bu çözümün sınırlı bir ölçekte gerçekleşmesi ve ulusal sorunun varlığını sürdürmesi çelişkisi, onun burjuva-demokratik karakterinden kaynaklanır. Demokrasinin ve ulusal egemenliğin kapitalizmle ve dolayısıyla burjuvaziyle bağlantılı olması, burjuvazinin tutarlı bir demokratik tutum alması ve kapitalizmin ulusal sorunu tümüyle, bütün uluslar için çözümlemesi anlamını taşımaz. Burjuvazinin demokratlığının sınırı, kendi egemenliğinden, kendi ulusunun özgürlüğünden geçer. Bu çerçevede, daha kendi iktidar mücadelesini verdiği dönemde bile, burjuvazinin demokratlığı tutarsız olduğu gibi, kapitalizmin ulusal soruna getirdiği çözümler yeni ulusal sorunları yaratmaktan geri kalmaz. Bir ulusun egemenliğini kazanır, kendi ulusal devletine sahip olurken başka ulusları egemenlik alması sık rastlanılan bir durumdur. Bu durumda ulusal sorun, egemenliğini kazanan ulustan egemenlik altına alınan ulusa taşınmış olur. Bu defa bu ulus açısından, ulusun eşitliğinin, özgürlüğünün, demokrasinin gerçekleştirilmemiş olması söz konusudur.

Demokrasinin ve onun unsurlarından biri olarak ulusal sorunun çözümünün tarihte daima, sınırlı, geçici, tutarsız kalmış olması, önemini azaltmaz. Bütün demokratik sorunlarla birlikte ulusal sorunun da tutarlı, bütünlüklü çözümü talebinin ileri sürülmesi, işçi sınıfı açısından sosyalizm mücadelesinin gerekliliğini sergilemenin olanaklarını sağlarken, bu mücadelenin yığınların birliği, eğitimi, hazırlığına katkıları da küçümsenemez.

Bu yüzden varolan düzen içinde ne ölçüde gerçekleşebileceğinden bağımsız olarak ulusal sorunun çözümünün de diğer demokratik talepler gibi tutarlı, bütünlüklü ve sonuna kadar ileri sürülmesi önemlidir. Bu da ulusların kendi kaderlerini tayin hakkının ileri sürülmesine, savunulmasına karşılık gelir. Ulusal sorunun çözümü için, ya ulus bağımsızlığını kazanmalı, kendi ayrı ulusal devletine sahip olmalıdır; ya da kendi iradesiyle başka ulus veya uluslarla ortaklığı, birliği seçmeli, şu ya da bu biçimde bir ortak devlette yer almalıdır, temsil edilmelidir. Bu anlamda ulusun kendi kaderini tayin hakkı, ulusun ayrılma, kendi ayrı devletine sahip olma hakkını kendi içinde taşır, içerir.

Bu çerçevede ulusal sorunun çözümü, ulusun kaderini ellerine alması, geleceğini kendi iradesiyle belirlemesi, başka ulus veya uluslarla ayrılık veya birliği baskı ve zorla değil, özgürce kararlaştırmasıdır. Bu noktada, ulusal sorunun çözümü açısından kesin ve olmazsa olmaz olan, ulusun kendi kaderini belirleme hakkını kazanmasıdır. Öte yandan bu hakkın kullanılma biçimi, başka ulus ya da uluslarla ayrılık ya da birlik biçimleri, dereceleri, koşullara bağlıdır. Uluslararası ortaklık, birlik, bunların alacağı biçimler, öncelikle bütün tarafların ayrı ayrı rızasını, gönüllülüğünü gerektirir. Ayrıca ortak devletin üniter ya da federal olması ya da özerklik dereceleri, çeşitli nesnel ve öznel etkenlere, somut koşullara dayanır. Ama hangi biçim olursa olsun yine öncelikle önemli olan, demokratik ilişkilerin, ulusların eşitliğinin, özgür iradelerinin korunmasıdır. Öte yandan işçi sınıfının hedefi, ulusal sınırların giderek ortadan kaldırılması olduğu için, çıkarları uluslararası en geniş merkezi birlikten yanadır, ama ancak bu koşulla, yani demokrasi koşuluyla. Bu açıdan ulusal sorunda savunulacak çözüm biçimi, ulusların eşit, özgür, demokratik ilişkileri koşuluyla mümkün olan en geniş uluslararası merkezi birliktir.

Ulusal baskı ve bağlantılı sorunlar, buraya kadar ifade edildiği biçimiyle ulus ve ulusun kendi kaderini tayin hakkı sorunuyla sınırlı değildir. Ulusal ya da etnik azınlıklar ya da yaşadıkları uluslaşma süreçlerine bağlı olarak şu ya da bu derecede ulus özellikleri taşıyan halklar, milliyetler de, ulusal baskı, ayrımcılık, düşmanlık, asimilasyon, soykırım ve benzeri milliyetçi, ırkçı saldırıların hedefidir. Demokratik tutum, her türlü ulusal baskıya, ayrımcılığa, saldırıya karşı durmayı gerektirmekle birlikte, ulusal sorunun çözümünün kendi kaderini tayin hakkına karşılık gelmesi bakımından, ulus özgünlük taşır. Belirli bir bölge, toprak bütünlüğünü ya da ülkesindeki ulusal çoğunluğu içermesi bakımından ulus açısından, ulusal azınlıktan farklı olarak, ulusal sorunun çözümü, kendi kaderini tayin hakkına sahip olmasıdır. Bu anlamda, ulusal baskıya karşı durmaktan ya da azınlık haklarından öteye ulus için egemenlik hakları söz konusudur. Ulusal azınlık için ise, bu nedenden yani belirli bir coğrafi alan, bölge üzerinde bir azınlık oluşturmasından ötürü, egemenlik hakları ya da kendi kaderini tayin hakkı söz konusu değildir. Bu yüzden, ulus, toplumsal yapıda, ulusal azınlıktan farklı olarak bir birime karşılık gelir ve azınlık haklarından öteye, egemenlik, kendi kaderini belirleme haklarının öznesidir.

DEMOKRATİK TALEPLER BÜTÜNÜ İÇİNDE ULUSAL SORUN

Ulusal sorun, demokratik talepler bütününün bir öğesidir, parçasıdır. Yine önceden değinilen demokrasinin çelişkili yapısı, çeşitli öğelerinin, bileşenlerinin birbirleriyle olan ilişkilerinde, birbirleriyle çelişmelerinde ortaya çıkar. (Kurtuluş Sosyalist Dergi 7, Haziran 2003, s. 75) Demokratik taleplerden birine, bunlardan birisi olan ulusların kaderlerini tayin hakkına uygun düşen bir çözümün başka bir demokratik taleple çelişmesi, hiç de az rastlanmayan bir olasılıktır. Eğer böyle bir çelişki gündeme gelirse, demokratik tutum, parçanın bütüne tabi olarak ele alınması, demokratik talepler bütünüyle çelişen talebin genel olarak demokrasiye tabi kılınmasıdır.

Demokrasinin çelişkili bütünlüğü, çeşitli demokratik taleplere karşılık gelen politikaların birbirleriyle çelişebilmeleri ve dolayısıyla parçanın bütüne tabi kılınması zorunluluğu, her sorunun genel ilkesel saptamaların yanısıra kendi özel koşulları içinde ayrıca somut olarak ele alınmasını gerektirir. Bunlar, ulusal sorun için, çeşitli tarih ve coğrafyalarda gündeme gelen ulusal sorunun aldığı biçimler için de geçerlidir. 19. yüzyılda Doğu Avrupa’daki bazı ulusal hareketler bu çerçevede değerlendirilebilir. Bu hareketler ulusun kaderini tayin hakkı doğrultusunda demokratik bir karakter taşımalarına rağmen, genel olarak demokrasi sorunu karşısındaki konumları yüzünden farklı değerlendirilmek durumunda olmuşlardır. Bu ulusal hareketlerin gelişmesi o dönemde Rus Çarlığının konumunu güçlendiren bir özellikte olduğu ve Rus Çarlığı da Avrupa’da ‘gericiliğin kalesi’ olarak, genel olarak demokrasinin, demokrasi mücadelesinin karşıtı, düşmanı konumunda olduğu için, bu ulusal hareketler, dönemin demokratik hareketi tarafından desteklenmemişlerdir.

Ulusal hareket içerisinde milliyetçiliğin rolü de benzer biçimde değerlendirilebilir. Ulusal hareket, ulusun kendi kaderini tayin hakkı mücadelesi, ulusal baskıya, ezilmeye, haksızlığa karşı olduğu ölçüde demokratik bir içeriğe sahiptir. Ezilen ulus milliyetçiliğinin de demokratik olan yanı burasıdır. Ama milliyetçilik, kendi ulusunun çıkarlarını temel almak, bunları her şeyin önüne koymaktır. Dolayısıyla milliyetçilik, kendi ulusu üzerindeki ulusal baskıya karşıdır ama kendi ulusunun başka uluslar üzerindeki baskısına karşı değildir. Milliyetçilik, bugün kendi ulusu eziliyorsa ulusal baskıya karşı mücadele etmek ama yarın –hatta belki de mümkün olursa bugünden– fırsatını bulursa başka uluslar üzerinde baskı kurmak, onların egemenlik altına alınmasından yana olmak durumundadır. Bu yüzden, milliyetçiliğin ulusal baskıya karşı mücadelede, ulusun kaderini tayin hakkı mücadelesinde taşıdığı demokratik karakter, başka uluslara, ulusal azınlıklara karşı düşmanlık, ayrımcılık özelliği taşıdığı, kendi ulusunun başka uluslar üzerinde ayrıcalıklarını, hakimiyet mücadelesini geliştirdiği ölçüde yerini anti-demokratik bir karaktere bırakır.

Ulusal hareketler içerisinde milliyetçiliğin etkinliği, ulusal sorunun kapitalizmle bağlantılı olmasına rağmen, kapitalizm tarafından kapsayıcı bir biçimde çözüme kavuşturulamamasının bir nedenidir. Ulusal sorunun milliyetçiliğin etkinliği altındaki her çözümü, aynı anda yeni ulusal sorunlar üretir. Kapitalizm ulusal sorunu, ulusal sorunun çözümü için mücadeleleri gündeme getirir, ama ulusal sorunun bir bütün olarak çözümlenmesini, dünya üzerinde uluslar arasında eşitliği, demokratik ilişkileri, ulusal sorunun yeryüzünden silinmesini sağlayamaz. Kapitalizm ulusal sorunu ortadan kaldıramamışken, onun tekelci aşaması, emperyalizm, bütün dünyayı emperyalist ve bağımlı ülkeler, ezen ve ezilen uluslar biçiminde bölerek bu sorunu genelleştirmiş, demokrasinin, demokrasi mücadelesinin dünya ölçeğinde başta gelen bir unsuru haline getirmiştir.

Emperyalizmin ulusal sorunu genelleştirmesi, dünyayı emperyalist ve bağımlı ülkelere bölmesi, ulusal mücadeleyi sosyalizm mücadelesine bağlamanın olanağını da yaratmıştır. Ezilen, bağımlı, sömürge ulusların emperyalizme karşı mücadeleleri, emperyalizmi yıkmayı, yok etmeyi hedefleyen işçi sınıfının mücadelesiyle ulusal mücadelelerin yan yana gelmelerinin, ittifak kurmalarının, anti-emperyalist cephe oluşturmalarının zeminini sağlamıştır. İşçi sınıfının Ekim Sosyalist Devrimiyle Çarlığın bağımlı ve sömürgesi uluslar kendi kaderlerini tayin haklarını, kurtuluşlarını kazanmış oldukları gibi, İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı ertesi yeryüzünde ağırlıklı olarak sömürge zincirlerinin kırılmış olması da temel olarak ulusal kurtuluş mücadelelerinin, Ekim Devriminin ürünü Sovyet iktidarıyla geliştirdikleri ilişkiler ve işbirliğinin ürünüdür. Bugün de yeni-sömürgecilik olarak nitelenen ilişkiler içerisinde yine dünya emperyalist ve bağımlı ülkelere bölünmüş durumda olduğundan, emperyalizme karşı ulusal mücadelelerin, işçi sınıfının emperyalizmi yıkma, sosyalist devrim mücadelesinin yanındaki konumu varlığını sürdürmektedir.

Emperyalizme karşı mücadele boyutunun demokrasi mücadelesi bütünlüğü içerisinde önde gelen bir yer tutması, tek tek demokratik taleplerin ve bunlar arasında ulusal sorunun bir bütün olarak demokrasi mücadelesine tabi kılınmaları açısından, belirli bir ulusal mücadelenin değerlendirilmesinde onun emperyalizme karşı tutumuna özel bir önem kazandırır. Ulusal hareket, kendi ulusal taleplerini, kaderini tayin hakkını ileri sürmesi bakımından ne kadar demokratik nitelik taşırsa taşısın, genel olarak emperyalizme karşı mücadeleyi güçlendirip güçlendirmediği daha fazla öne çıkar ve demokratik karakteri, belirleyici olarak emperyalizmin konumunu zayıflatması ölçüsünde ağır basıp desteklenmeyi hak eder.

ULUSAL MÜCADELE VE SOSYALİZM MÜCADELESİ

Önceden de vurgulandığı gibi, işçi sınıfı açısından demokrasi, demokrasi mücadelesi, sosyalizm mücadelesine tabidir, bağımsız, kendi başına bir amaç değildir. (Kurtuluş Sosyalist Dergi 7, Haziran 2003, s. 78) Bu ilişki, demokrasinin bütün talepleri ve bunlar arasında ulusal sorun için de geçerlidir. Yani ulusal sorunun çözümü, ulusal mücadele de işçi sınıfı için mutlak, kendi başına bir amaç değildir, sosyalizm mücadelesine tabidir. Bu ise, komünizm açısından ulusal harekete yaklaşımda, onunla olan ilişkiler ve ona karşı tutumun saptanmasında belirleyici bir öneme sahiptir.

Ulusal mücadele, bu temelde, işçi sınıfının mücadelesini güçlendirecek, sosyalizm mücadelesini yakınlaştıracak, güncelleştirecek biçimde ele alınmak durumundadır. Bu karşılıklı ilişki içinde, ulusal mücadele ve diğer demokratik mücadeleler, geliştikçe, kazanımlar sağladıkça, sosyalizm mücadelesini güçlendirir, yakınlaştırır, yolunu açar. Sosyalizm mücadelesi ilerlediği, başarıya ulaştığı ölçüde ulusal sorunun ve diğer demokratik sorunların çözümünü sağlar, bunları tamamlar. Böyle bir ilişki içerisinde, ulusal mücadele ve sosyalizm mücadelesi, birbirlerini güçlendirir, tamamlar, geliştirir.

Ulusal mücadele ile sosyalizm mücadelesi arasındaki bu ilişkiye bağlı olarak, Marx, İngiltere işçi sınıfının mücadelesinin zaferinin İrlanda’nın da kurtuluşunu sağlayacağına işaret etmişti. Daha sonra yine Marx, ezen ulusun kendisinin de özgür olamayacağı saptamasıyla İngiltere işçi sınıfının kurtuluşunun İrlanda’nın kurtuluşundan geçtiğini vurgulamıştı. Gerçekten de, çıkarları tutarlı olarak ve sonuna kadar demokrasiden yana tek sınıf olan işçi sınıfının devrimi, ulusların kaderlerini tayin hakkını tanıyarak ezilen ulusun kurtuluşunun tutarlı ve köklü bir biçimde gerçekleşmesini sağlar. Diğer yandan ezen ulusun egemen sınıfı egemenliğini ulusal baskı ve düşmanlığa dayanarak sürdürdüğünden, ezilen ulusun kurtuluşu ezen ulusun egemen sınıfının egemenliğini sarsarak bu egemenliğin yıkılmasını, devrilmesini, ezilen sınıfların, işçi sınıfının kurtuluşunu kolaylaştırır, yakınlaştırır.

Ezilen ulusun kurtuluşunun işçi sınıfının kurtuluşunu yakınlaştırması, buna karşılık işçi sınıfının kurtuluşunun ezilen ulusun kurtuluşunu tutarlı, bütünlüklü ve kalıcı olarak sağlaması, ulusal mücadele ile sosyalizm mücadelesinin birbirini güçlendirdiği, ulusal mücadelenin sosyalizm mücadelesine tabi kılındığı ilişkinin zeminini oluşturur. Bu ilişki, ulusal sorunla bağlantılı çeşitli taleplerin, çözüm biçimlerinin, önermelerin tartışılmasında, değerlendirilmesinde de yine önemini korur.

Ulusal özerklik konusunda da, üniter devletten federasyona, bağımsızlığa kadar bunun çeşitli dereceleri gibi, bu özerkliğin gerçekleşeceği uluslar ortaklığının yapısı, bileşenleri de bu açıdan ele alınmalıdır. Kültürel özerklik, ulusal soruna çözüm olarak, dil, kültür, etnik bağlar temelinde toplulukların tanımlanmasına, bu biçimde tanımlanan ulusal topluluğa özerklik, çeşitli kültürel haklar tanınmasına dayanır. Bu durumda, sözü edilen ulusal topluluk, belirli bir toprağa, coğrafi alana, bölgeye bağlı olarak tanımlanmak durumunda değildir. Ama her şeyden önce, belirli bir toprak parçasına, ülkeye bağlı olmadan, belirli bir coğrafi alanda nüfusun ulusal çoğunluğuna dayanmadan kendi kaderini tayin hakkını ileri sürmek mümkün değildir. Bu nedenle, çok uluslu bir rejim içerisinde, ezilen ulus ya da ulusların varlığı koşulunda, kültürel özerklik talebi –ulusal sorunun çözümü kültürel haklardan, azınlık haklarından öteye, doğrudan doğruya ulusun kendi kaderini tayin hakkında olduğu için– ulusal soruna çözüm sunmak yerine tam tersine mücadeleyi tali, çıkmaz bir yöne saptırarak bu çözümü engelleyen, bastıran bir özellik taşımak durumunda olur. Ayrıca belki daha da önemlisi, nüfusun her bulundukları yerde, mahalleye, semte, köye, işyerine, fabrikaya varıncaya kadar, ait olduğu etnik grup temelinde, okulda, kültürel hayatta ayrılmak, bölünmek istenmesidir. Bu ise, etnik ayrımların sınıfsal bölünmelerin önüne geçmesine, sınıfsal birliğin, sınıf mücadelesinin zayıflatılmasına hizmet eder.

Buna karşılık ulusal haklar, özerklik taleplerinde coğrafi alana, bölgeye dayanılması, bunların temel alınması, hem ulusal mücadeleye sağlam bir zemin sunar hem de farklı etnik gruplardan üyeleri de olsa sınıfın birliğini geliştirir, güçlendirir. Bölgesel özerklik, belirli bir yerdeki, bölgedeki nüfusu birbirinden etnik çizgilerde ayırıp bölmez. Ayrıca hakların kendisi için talep edildiği topluluğu toprağa, belirli bir coğrafi alana, bölgeye bağlı olarak tanımladığı için, koşullara bağlı olarak, bunlar karşılık geldiği ölçüde, ulusun kaderini tayin hakkını ileri sürmesi, bunu bağımsızlık biçiminde somutlayabilmesi için de uygun düşer. Ulusal hakların öznesi olan topluluk ulusa karşılık geldiğinde, bu topluluğun yaşam alanı olan toprak parçası da ülkeye karşılık gelir. Ama bölgesel özerkliğin konusu yalnızca ulus ve ülke değildir. Şu ya da bu ölçüde ulusal özellikler, ulusal azınlıklar, uluslaşmakta olan halklar barındıran topraklar, bölgeler için de yine koşullara bağlı olarak özerklik biçimleri gündeme gelir.

Ulusal hakların, özerkliğin talep edildiği nüfusun, topluluğun tanımlanması üzerinde dururken, tekrar vurgulamak gerekirse, işçi sınıfının sosyalizm mücadelesinin temel alınması özel önem taşır. Ulusal mücadelenin tutarlılığı, sonuna kadar götürülebilmesi açısından da, işçi sınıfı için bundan da önemli olarak, bütün toplumsal mücadelelerin sosyalizm mücadelesine bağlanması, bu mücadeleyi güçlendirmesi açısından da, ulusal sorunlar, mücadele, sınıf mücadelesine, sosyalizm mücadelesine tabi olarak ele alınmalıdır. Bu anlamda da ulusal nitelikli sorunlarda çözüm biçimi olarak kültürel özerkliğin değil de bölgesel özerkliğin öne sürülmesi, sınıf mücadelesinin güçlenmesine, sosyalizm mücadelesinin gelişmesine uygun düşer, hizmet eder.

Ulusal hakların, özerkliğin öznesinin tanımlandığı temelden öteye, bu özerkliğin derecesi, kaderini tayin hakkının ne derece ayrılık ya da birlik biçiminde kullanılacağının değerlendirmesi de aynı bakış açısı doğrultusunda olmalıdır. Ulusal soruna demokratik bir çözüm, ulusun kendi kaderini tayin hakkının tanınmasını gerektirir. Ulusun bağımlılıktan, kölelikten kurtuluşunu savunmak, kendi kaderini tayin hakkını savunmaktır. Ama kendi kaderini tayin hakkını savunmak elbette mutlaka ayrılığı savunmak anlamını taşımaz. Savunulan kendi kaderini tayin hakkının ayrılık ya da birlik veya çeşitli özerklik biçimlerinde somutlanması koşullara bağlıdır. Komünizm açısından bu koşulların en önde geleni ise, işçi sınıfının sosyalizm mücadelesinin çıkarlarıdır. Ulusal düşmanlıklar, güvensizlikler varlığını koruduğu, işçi sınıfının birliğinin önünde engel oluşturduğu ölçüde –işçi sınıfının uluslararası birliğinin sağlanması, bütün bu ulusal düşmanlıkların, güvensizliklerin ortadan kalkmasını, aşılmasını gerektirdiği için, bu amaçla– ulusların yaşamlarını, yollarını birbirlerinden ayırmaları, daha fazla özerklikler ve gerekirse bağımsızlıklar, işçi sınıfı ve sosyalizm mücadelesinin çıkarları açısından savunulmalıdır. Buna karşılık, ulusal düşmanlıklar, güvensizlikler aşıldığı, uluslar demokratik ilişkiler içerisinde yan yana getirilebildiği, birleştirilebildiği ölçüde, yine aynı açıdan, işçi sınıfı ve sosyalizm mücadelesinin çıkarları açısından, ulusların yaşamlarını ortaklaştırmalarından, aynı devlet içinde birleşmelerinden, merkezi birliğinden yana çıkılmalıdır.

ULUSAL HAREKETLERİN KONUMU

Ulusal baskıya karşı mücadele ulusal harekette ifadesini bulur, cisimleşir. Başka bir ulus tarafından egemenlik alınmaya, ezilmeye, ulusal haklarının tanınmamasına, ayrımcılığa karşı mücadele, çeşitli ulusal hakların, ulusun kendi kaderini tayininin ileri sürülmesi boyutlarını alır. Ulusal hakların kazanılması, ulusun bütününün çıkarlarına uygun düştüğü ölçüde, ulusal mücadele içinde çeşitli sınıflar, tabakalar, kesimler yer alır. Ulusal mücadele içinde farklı sınıfların yer alması, varlığı, ulusal hareketin farklı siyasi akımları, hareketleri içermesine yansır.

Ulus, ulusun gelişmesi, tarihsel olarak, ulusal kapitalizmin gelişmesiyle, burjuvazinin egemenliğiyle bağlantılıdır. Ama buna dayanarak, burjuvazinin tutarlı biçimde ve sonuna kadar ulusal mücadelenin çıkarlarını savunacağını söylemek mümkün değildir. Tarihsel gelişmenin karmaşıklığı ve aslında sınıflar mücadelesinin belirleyiciliği, tersine bir sonuca yol açmaktadır. Sıklıkla, ezilen ulusun burjuvazisi, egemen sınıfı ya da bunun bir kesimi, ulusal mücadele yerine ezen ulusun işbirlikçiliğini tercih etmekte, ulusal mücadeleyi sürdüren kendi ezilen sınıflarının karşısına ezen ulusla birlikte dikilmektedir.

Kapitalizmin gelişmişlik derecesiyle bağlantılı olarak daha belirgin bir biçimde ortaya çıkan bu gelişme, bütün toplumsal mücadeleler içinde olduğu gibi, ulusal mücadele içinde de işçi sınıfının mücadelesine belirleyici önem kazandırmaktadır. İşçi sınıfının mücadelesi nihai olarak dünya ölçeğinde komünizmi hedeflediği için, herhangi bir dar, yerel ya da ulusal taleple sınırlı değildir. Tam tersine, bütün insanlığın kurtuluşuna karşılık gelen, insanlığı kapsayan hedefine ilerleyebilmek amacıyla, bu kısmi sorunları aşmak, sınıflar mücadelesinin üzerini örten eşitsizlikleri, haksızlıkları kaldırmak, bütün demokratik talepler, bunlar arasında ulusal haklar için mücadele etmek, böylece her şeyden önce kendi saflarında demokratik bir bilinci yerleştirmek zorundadır. Bu anlamda bütün demokratik talepler için olduğu gibi, ulusal haklar için mücadelede de yalnızca işçi sınıfının mücadelesi tutarlıdır, mücadelenin sonuna kadar sürdürülmesi doğrultusundadır. Dolayısıyla, sosyalizm mücadelesinin en güçlü biçimde ilerletilebilmesi bakımından olduğu kadar, demokratik mücadelenin, ulusal mücadelenin tutarlılığı, sonuna kadar götürülebilmesi, ezen ulusla işbirliğine giden sınıf ve tabakalar tarafından yarı yolda bırakılmayıp taleplerini bütünlüklü olarak elde edebilmesi bakımından da işçi sınıfının bu mücadelede güçlü bir biçimde yer alması, önderlik için mücadele etmesi, ulusal hareketin de önderliğini kazanması belirleyici önemdedir.

İşçi sınıfının bu hareket içindeki yeri, belirli bir ulusal hareketin işçi sınıfının sosyalizm mücadelesi açısından değerlendirilmesinde ele alınması gereken yönlerin en başta gelenlerinden biridir. Ayrıca hareketin demokratik özelliklerinin, genel olarak demokrasi mücadelesi, demokratik hareket içindeki yerinin göz önüne alınması gerekir. Ezilen ulusun ulusal baskıya, bağımlılığa, ayrımcılığa karşı mücadelesini temsil etmesi itibariyle, ulusal hareketin haksızlığa, eşitsizliğe karşı mücadele niteliği taşımasından, bu anlamda demokratik bir nitelik taşımasından öteye, bu hareketin hem kendi içindeki ilişkiler, iç demokrasisi, hem de diğer demokratik sorunlar ve hareketlerle ilişkisi, bunlar karşısında aldığı tutum, konum önem taşır. Diğer bir anlatımla, ulusal hareketin demokratik karakterinin saptanmasında ve demokratik hareket çerçevesinde desteklenmesine yönelik olarak değerlendirilmesinde, yalnızca onun ulusal nitelik taşıması yeterli değildir. Bu değerlendirme, ulusal hareketin iç ilişkileri ve diğer demokratik mücadelelerle ilişkileri dahil, demokrasi mücadelesinin bütünlüğü içinde yapılmak durumundadır.

Bu anlamda, ulusal hareketin demokratik hareket çerçevesinde desteklenmesi, gündemdeki demokratik mücadeleleri geliştirmesine, güçlendirmesine sıkı sıkıya bağlıdır. Genel olarak demokratik mücadeleleri ve bunların başında anti-emperyalist mücadeleyi güçlendirmek yerine zayıflatan bir çizgide ilerleyen ulusal hareketler ise, demokrasi mücadelesinin bütünü içerisinde desteklenecek konumda olmaz. Aynı biçimde, kendi içerisinde baskıcı, tahakkümcü, anti-demokratik bir karakter kazanan ya da kendi ulusu üzerindeki ulusal baskıya karşı mücadele ederken kendi ulusunun başka uluslar üzerinde ulusal baskı kurmasına yönelen bir ulusal hareket, bu anti-demokratik özellikleri demokratik yanına ağır bastığı ölçüde, yine demokratik hareketin desteğini hak edemez. Demokrasi mücadelesinin bütünlüklü çıkarları açısından desteklenecek hareketin –çeşitli demokratik sorunlar karşısındaki tutumlarını da kendi iç ilişkilerini de içerecek biçimde– genel olarak demokratik nitelikleri ağır basmalı, onun karakterini belirleyen demokratik yanı olmalıdır.

Ulusal hareketin karakterini belirleyen özellikler ise, büyük ölçüde onun sınıfsal bileşimine, onu oluşturan sınıf ve tabakalara dayanır. Ulusal hareket içerisindeki sınıfların ağırlıkları, hakimiyetleri, aynı zamanda bu hareketin karakterinin de belirleyenidir. Ulusal hareket içerisinde, egemen sınıfların, burjuvazinin ağırlığı, başı çekmesi, hakimiyeti, mücadelenin kısa vadeli, dar çıkarlar uğruna yarım bırakılması tehlikesini güçlendirmekten öteye, hem içe hem de dışa yönelik olarak anti-demokratik ilişkilerin ortaya çıkmasını, gelişmesini muhtemel kılar. Egemen sınıf, en fazla, ezilen sınıfların mücadelesinin yükselmesinden, kendi egemenliğini tehdit etmesinden çekindiği için, ulusal hareket içerisinde de baskıcı bir yapı ve işleyişten, ezilen sınıfları kendi egemenliği altında tutmasını sağlayacak anti-demokratik ilişkilerden yanadır. Yine burjuvazinin çıkarları kendi pazarının, kendi ulusunun çıkarlarını her şeyin önüne koymaktan yanadır. Dolayısıyla ulusal hakları aslında kendi ulusu için isterken, koşulları uygun olduğunda başka ulusların haklarını çiğnemekten, onları baskı altına almaktan, başka uluslar üzerinde kendi ulusunun üstünlüğünü kurmaktan yana olacaktır. Ulusal hareketin böyle bir milliyetçi yönelime girmesi, ulusal harekete milliyetçiliğin hakim olması, damgasını vurması, onun ulusal baskıya karşı mücadelesinin taşıdığı demokratik karakterin, yerini, başka uluslar üzerinde hakimiyet kurma mücadelesinin belirlediği bir anti-demokratik karaktere bırakması anlamını taşır.

Bu açıdan, egemen sınıfın, burjuvazinin ulusal hareket içerisinde ağır basması, hakim olması, hem ulusal hareketin demokratik niteliklerinin zayıflamasına hem de ulusal mücadelenin tutarlı ve bütünlüklü olamamasına, kalıcı kazanımlara yönelememesine, zayıflamasına ve yarı yolda bırakılmasına neden olur. Ulusal hareketin başka demokratik hareketlerle çelişmesi, anti-demokratik özellikler kazanması, onu yalnızlaştırır, genel olarak demokratik hareketin desteğinden yoksun bırakır. İç ilişkilerinin demokratik nitelikli olmaması ya da bu nitelikten uzaklaşması, yığınların bilincini, coşkusunu köreltir, katılımını azaltır, hareketi güçten düşürür, zayıflatır. Buna karşılık, ulusal hareket içinde, ezilen sınıfların, işçi sınıfının güçlü bir biçimde yer alması, etkinliği, ağır basması, bu ölçüde, ulusal mücadelenin tutarlılığını, ileri atılmasını geliştirir. Mücadelesi bütün demokratik sorunların sonuna kadar çözülmesinden öteye, sınıfların ortadan kaldırılması, komünizm ve insanlığın kurtuluşu hedefli işçi sınıfının ulusal hareket içinde başı çekmesi, önderliği ölçüsünde, ulusal mücadele de yığınsallaşıp gelişme, hedeflerine tutarlı bir biçimde ilerleme, demokratik hareketin geneli içinde güçlenme olanağı kazanır.

İşçi sınıfının sosyalizm mücadelesi açısından, ulusal hareket içerisinde işçi sınıfının güçlü katılımı, önderliği, ulusal mücadeleyi sosyalizm mücadelesine bağlamak, sosyalizm mücadelesinin güçlenmesini sağlamak yönünden daha da önem taşır. Bu yüzden ulusal hareket içerisinde işçi sınıfının, komünizmin özgürlüğü, bağımsızlığı, ulusal mücadelenin başarısının olduğu kadar sosyalizm mücadelesinin gelişmesinin de güvencesidir ve ulusal hareket karşısında alınan tutumun belirleyicisidir. En genel çizgileriyle, işçi sınıfının, komünizmin özgürlüğü, bağımsızlığı, ulusal hareketin işçi sınıfının sosyalizm mücadelesi açısından desteklenmesinin önkoşuludur.

Bu saptama, taslağını Lenin’in hazırladığı ve Komintern’in 2. Kongresinde kabul edilen Ulusal ve Sömürge Sorunları Üzerine Tezler’de şöyle ifade edilmiştir:

“5) Aslında ne komünist ne de devrimci olan kurtuluş hareketlerinin kendilerini komünist gösterme çabalarına karşı kararlı mücadele gereği. Komünist Enternasyonal, sömürge ve geri ülkelerde devrimci hareketleri, yalnızca, geleceğin ismen değil gerçekten komünist olacak proletarya partilerinin unsurlarını bir araya getirmek ve özel görevlerini, yani kendi ulusları içinde burjuva-demokratik harekete karşı mücadele görevlerini kavramaları için eğitmek koşuluyla desteklemelidir. Komünist Enternasyonal, sömürge ve geri ülkelerde devrimci hareketlerle geçici ilişkilere girmeli ve ittifak yapmalıdır ama hiçbir zaman bunlarla kaynaşmamalı ve proletarya hareketinin bağımsızlığını, embriyo biçiminde bile olsa, her koşulda korumalıdır.” (Tezler, Kararlar ve Bildirgeler, [Fr.] s. 58; [İng.] s. 80)

Komünist Enternasyonal’in kabul ettiği Tezler’de, ulusal hareketlerle ittifak yaparken işçi sınıfı hareketinin, komünizmin bu hareketin içinde eritilmemesi, bağımsızlığının korunması ve bir yandan da burjuva-demokratik harekete karşı mücadele gereği vurgulanmakta, ulusal hareketlerin desteklenmesi, işçi sınıfının, komünizmin bağımsızlığı koşuluna bağlanmaktadır.

Lenin ise, Kongreye Rapor’unda Tezler’i sunarken Ulusal ve Sömürgeler Sorunları Komisyonundaki tartışmaları şöyle aktarıyordu:

“Üçüncüsü, özellikle geri ülkelerde burjuva-demokratik hareket sorununu vurgulamak istiyorum. Bu aramızda belirli farklılıklara yol açmış olan bir sorundur. Komünist Enternasyonal’in ve Komünist partilerin geri ülkelerde burjuva-demokratik hareketi desteklemeleri gerektiğini söylemenin ilke olarak ve teoride doğru mu yanlış mı olduğunu tartıştık. Tartışmalarımızın sonucunda, oybirliğiyle ‘burjuva-demokratik’ hareket yerine ulusal-devrimci hareketten söz etme kararına vardık. Kuşkusuz her ulusal hareket ancak bir burjuva-demokratik hareket olabilir; çünkü geri ülkelerde nüfusun ezici çoğunluğu, burjuva-kapitalist ilişkileri temsil eden köylülerden oluşur. Bu geri ülkelerde proletarya partilerinin, gerçekten ortaya çıkabilseler bile, köylü hareketiyle belirli ilişkiler kurmadan ve ona etkin bir destek vermeden, komünist taktikler ve komünist bir politika izleyebileceklerine inanmak hayalcilik olur. Ancak, burjuva-demokratik hareketten söz edersek reformist hareketle devrimci hareket arasındaki bütün ayrımı silip atmış olacağımız doğrultusunda itirazlar ileri sürülmüştür. Fakat emperyalist burjuvazi reformist hareketi ezilen uluslar arasına da yerleştirmek için elinden geleni yaptığından, son zamanlarda, o ayrım, geri kalmış ve sömürge ülkelerde çok açıkça ortaya çıkmıştır. Sömürücü ülkelerin burjuvazisi ile sömürge ülkelerinki arasında belli bir rapprochment (yakınlaşma – ç.) olmuştur; öyle ki çok kere –belki de çoğunluk hallerde– ezilen ülkelerin burjuvazisi bir yandan ulusal hareketi desteklerken, diğer yandan emperyalist burjuvazi ile tam bir anlaşma içerisindedir, yani bütün devrimci hareketlere ve devrimci sınıflara karşı onunla güç birliği yapmaktadır. Komisyonda tartışma götürmez biçimde bu kanıtlandı ve tek doğru tutumun, bu ayrımı dikkate almak ve hemen hemen bütün durumlarda ‘burjuva-demokratik’ terimi yerine ‘ulusal-devrimci’ terimini kullanmak olduğuna karar verdik. Bu değişikliğin anlamı şudur: biz, komünistler olarak, sömürgelerde burjuva-kurtuluş hareketlerini ancak gerçekten devrimci oldukları ve ancak bu hareketlerin savunucuları bizim köylüleri ve sömürülen yığınları devrimci bir ruhla eğitip örgütlememize engel olmadıkları taktirde desteklemeliyiz ve destekleyeceğiz. Bu koşullar bulunmuyorsa, bu ülkelerdeki komünistler, İkinci Enternasyonal kahramanlarının da saflarına ait oldukları reformist burjuvazi ile mücadele etmelidirler. Sömürge ülkelerde reformist partiler şimdiden mevcuttur ve bazı durumlarda sözcüleri kendilerini Sosyal-Demokrat ve Sosyalist olarak isimlendirmektedir.” (Lenin, Toplu Eserler, c. 31, s. 241-2)

Ulusal hareket içerisinde devrimci ve reformist akımlar arasında gelişen ayrıma değinerek ezilen ulusun burjuvazisinin sömürülen yığınlara ve devrimci hareketlere karşı emperyalizmle girdiği işbirliğine işaret ettiği bu konuşmasında Lenin, söz konusu kurtuluş hareketlerinin, ancak gerçekten devrimci olmaları ve komünistlerin sömürülen yığınları devrimci bir ruhla eğitip örgütlemesine engel olmamaları koşuluyla desteklenmeleri gerektiğini de vurgulamaktadır.

“PROLETARYANIN KENDİ KADERİNİ TAYİN HAKKI”

İşçi sınıfının sosyalizm mücadelesi açısından işçi sınıfının, komünizmin özgürlüğünün, bağımsızlığının her şeyin önüne konması, ulusal hareketlerin desteklenmesinin diğerlerinin yanında bu koşula bağlanması, özellikle demokratik ittifakları, demokrasi mücadelesini, ulusal mücadeleyi zayıflatmamak gerekçesiyle, işçi sınıfının bağımsızlığından taviz veren, işçi sınıfının demokratik hareket, ulusal hareket içerisinde erimesine yol açan anlayışlar karşısında önemlidir. İşçi sınıfının başta burjuvazi olmak üzere başka sınıf ve tabakaların kuyruğuna takılmasına karşılık gelen bu anlayışa tepkiyi de ifade eden diğer bir anlayış ise, işçi sınıfının ulusal mücadele vermesine, bu mücadeleye katılmasına karşı çıkılmasıdır. Bu anlayışın dayandığı bir gerekçe, ulusal hakların elde edilmesinin imkansızlığı, diğer bir gerekçe de farklı sınıflardan oluşan ulusun kaderini tayininin değil, işçi sınıfının kaderini tayininin savunulmasıdır.

Ulusların kendi kaderini tayin hakkının elde edilmesinin, kapitalizmde, ücretli işçinin emeğinin karşılığını elde etmesi gibi imkansız olduğunu ileri süren Kievsky’ye cevabında Lenin, ‘elde edilemezliğin’ iki ayrı biçimde tanımlanabileceğini vurguluyor, ekonomik düzey ve siyasi düzey arasındaki ayrıma ve bu ikisi arasındaki bağın bire bir, otomatik olmayan niteliğine işaret ediyordu. Kapitalizm ve emperyalizm altında, ulusal hakların ve diğer demokratik hakların elde edilemezliği, Lenin’in burada anlattığı gibi, mutlak değil, nispidir. Diğer demokratik haklar gibi ulusun kendi kaderini tayin hakkı da kısmi, geçici ya da istisnai olarak ve büyük devrimci atılımlara bağlı olarak elde edilebilir:

“Politik olarak elde edilmelerinin güç olması ya da bir dizi devrim olmadan tamamen elde edilemez olmaları anlamında bütün demokratik talepler, emperyalizmde ‘elde edilemez’ niteliktedir.

Ancak, kendi kaderini tayin hakkının ekonomik anlamda elde edilemez olduğunu iddia etmek temelden yanlıştır.” (Lenin, Toplu Eserler, c. 23, s. 40)

Demokrasinin, ulusal hakların elde edilebilmesinin nispiliğinden daha önemlisi, önceden Lenin’den aktarılmış olduğu gibi, işçi sınıfının bu mücadele içerisinde kendi saflarında demokratik bilinci yerleştirmesi, varolan düzen içerisinde bu hakların elde edilmesinin sınırlılığını görüp göstererek sosyalizm mücadelesini bu yönden de, ulusal hakların, demokratik hakların sonuna kadar, bütünlüklü ve kalıcı olarak elde edilebilmesi için de, öne çıkartması, yükseltmesidir. (Kurtuluş Sosyalist Dergi 7, Haziran 2003, s. 77-8) Lenin, yine ulusların kendi kaderini tayin hakkına karşı çıkan Kievsky’yi eleştirirken de, demokrasi mücadelesinin, ulusal hakların işçi sınıfının sosyalizm mücadelesi açısından anlamı üzerinde durmakta, ne kadar kapitalizmde ‘elde edilemez’ olursa olsun demokrasinin, demokrasi mücadelesinin, demokratik eğitimin sosyalizm için, sosyalist devrime hazırlık için zorunluluğunu vurgulamaktadır:

“Ezilen sınıfların demokratik haklarını ‘kullanmalarını’ imkansız hale getiren koşullar, kapitalizmde istisna değildir, sistemin tipik özelliğidir. ...

Bundan, ancak, düzgün düşünemeyenler ya da marksizm hakkında hiç bir bilgisi olmayanlar, öyleyse cumhuriyete sahip olmanın hiç bir anlamı yok, boşanma özgürlüğünün hiç bir anlamı yok, demokrasinin hiç bir anlamı yok, ulusların kendi kaderlerini tayin etme hakkının hiç bir anlamı yok sonucunu çıkarırlar! Marksistlerse demokrasinin sınıfsal baskıyı ortadan kaldırmadığını bilirler. Demokrasi yalnızca sınıf mücadelesini daha doğrudan, daha geniş, daha açık, daha belirgin hale getirir ... Ulusal eşitlik daha tam hale geldikçe (ve bu ayrılma özgürlüğü olmadan tam değildir), ezilen ulusların işçileri, ezilmelerinin nedeninin hak eksikliği değil, kapitalizm olduğunu daha açıkça göreceklerdir, vb. ...

Bütün ‘demokrasi’, kapitalizmde ancak çok küçük bir ölçüde ve yalnızca nispi olarak gerçekleştirilebilen ‘hakların’ ilanından ve gerçekleştirilmesinden oluşur. Ama bu hakları ilan etmeden, onları hemen getirmek için mücadele etmeden, yığınları bu mücadele ruhuyla eğitmeden, sosyalizm imkansızdır.

... demokrasi olmadan sosyalizm imkansızdır çünkü: (1) demokrasi mücadelesiyle hazırlanmadan proletarya sosyalist devrimi gerçekleştiremez; (2) zafer kazanan sosyalizm, tam demokrasiyi uygulamadan, zaferini sağlamlaştıramaz ve insanlığı devletin sönümlenmesine götüremez. Kendi kaderini tayin hakkının sosyalizmde gereksiz olduğunu iddia etmek, bu nedenle, sosyalizmde demokrasinin gereksiz olduğunu iddia etmek kadar anlamsız ve o kadar umutsuz bir şaşkınlıktır.” (Lenin, Toplu Eserler, c. 23, s. 72-5)

Bu nedenle, işçi sınıfı için, demokrasi mücadelesi, onun bir biçimi olarak ulusal mücadele önemsiz değildir. İşçi sınıfının bu mücadeleye, kendi saflarında demokrasi bilincini yerleştirmek, demokratik eğitimini tamamlamak, sosyalizm mücadelesine hazırlanmak, sosyalizm mücadelesini yakınlaştırmak için ihtiyacı vardır. Demokratik mücadelenin, ulusal mücadelenin yükselmesi, ulusal ya da diğer demokratik haklar elde edilemese bile, demokratik bilincin gelişmesi doğrultusunda, sosyalizme hazırlık doğrultusunda etkide bulunacaktır. Burada işçi sınıfı açısından önemli olan, sosyalizm mücadelesinin temel alınıp diğer her şeyin ona tabi kılınması ve böylece onu güçlendirmesidir. Bunun da en somut ifadesi, ulusal ve diğer demokratik mücadelelerde yer alırken, ittifaklar kurarken daima işçi sınıfının bağımsızlığının korunması, mücadelesinin gelişip güçlenmesi, ileri atılıp önderliği elde etmeye çalışmasıdır.

Ulusun kendi kaderini tayin hakkının yerine işçi sınıfının kendi kaderini tayin hakkının ileri sürülmesinin geçerliliği ise, koşullara, tarihsel süreç içinde ulusun ve işçi sınıfının gelişimine bağlı olarak ele alınmalıdır. Ulusun gelişimi, aynı zamanda sınıfların, sınıf mücadelesinin gelişimidir. Ulus, ulusal çıkarlar, öncelikle ulusal sermayenin, burjuvazinin çıkarlarıdır. Gelişen sınıf mücadelesi ise, işçi sınıfının burjuvazi karşısındaki çıkarlarını, mücadelesini öne çıkartır. Burada söz konusu olan çelişkiler, ulusun gelişmesiyle onun içerisinde gelişen sınıflardan birinin, işçi sınıfının, bir diğerinin, burjuvazinin karşısına dikilmesi, onunla çatışması, kaderini kendi ellerine alması, tarihsel gelişmeye bağlıdır, onun ürünüdür.

İşçi sınıfının, tarihsel gelişmenin bu aşamasında burjuvazinin karşısına kendi kaderini tayin hakkını çıkartması ile ulusun hakları, ulusun kendi kaderini tayin hakkı için mücadelede yer alması, ileri atılmasının çelişmesi de böyle bir çelişkidir. İşçi sınıfı, karakteri burjuva-demokratik olan ulusal mücadelede, bu mücadele içinde gelişip güçlenmek, kendi sosyalizm mücadelesini yakınlaştırmak için yer alırsa, sınıf mücadelesini en hızlı ve kolay biçimde geliştirebilmek için ulusal mücadeleden yararlanmış, işçi sınıfının kendi kaderini tayinine en kısa yoldan ulaşabilmek için ulusun kendi kaderini tayinini ileri sürmüş olur. Bu durumda, ulusal mücadelenin burjuva karakterli olduğu, işçi sınıfının sınıf mücadelesiyle devirmek durumunda olduğu burjuvazinin çıkarlarını ifade ettiği gerekçesiyle, işçi sınıfının ulusun kendi kaderini tayin hakkı için mücadele etmesine, ulusal mücadeleye katılmasına karşı çıkmak doğru olmaz. Tarihsel gelişmenin, işçi sınıfının kendi iradesini gündeme getirmesi, kendi kaderini tayin etmesi için koşulların henüz olgunlaşmadığı aşamasında, tam da böyle koşullara en hızlı ve en kolay ulaşabilmek için, işçi sınıfı, ulusun kendi kaderini tayin hakkı mücadelesinde yer almalı, ulusal mücadeleyi desteklemeli, hatta onun başına geçmeye çalışmalıdır. Bu mücadelenin de sayesinde işçi sınıfı sosyalist devrime hazırlığını tamamladığında, tarihsel olarak işçi sınıfının iktidarının koşulları olgunlaştığında ise, işçi sınıfının kendi kaderini tayin hakkı da gündemdeki yerini alır. İşçi sınıfı, burjuvaziyi devirip egemenliğini kurduğunda, ulusu temsil eden, dolayısıyla ulusun kendi kaderini tayin hakkını da kendinde, işçi sınıfında toplayan bir konuma ulaşmış olur.

Bolşevik Parti’nin 1919’da 8. Kongre’de kabul edilen Programında da, ulusun kendi kaderini tayin hakkının kimin tarafından ifade edileceği, ulusun hangi sınıf tarafından temsil edileceği sorunu, ulusun ulaşmış olduğu gelişme aşamasına bağlanmakta ve bu yaklaşım tarihsel sınıf bakış açısı olarak nitelenmektedir:

“4. Ulusun ayrılma iradesini kimin ifade edeceği sorununa ilişkin olarak, Rusya Komünist Partisi, belirli bir ulusun ulaşmış olduğu tarihsel gelişme aşamasını –örneğin, ortaçağdan burjuva demokrasisine veya burjuva demokrasisinden sovyet veya proleter demokrasiye vb. geçmekte olduğunu– dikkate alarak tarihsel sınıf bakış açısını benimser.

Her durumda, başka ulusları ezen ulusların proletaryaları tarafından özel bir dikkatin gösterilmesi ve ezilen veya egemen olmayan ulusların emekçi kitleleri arasında varlığını sürdüren ulusal duygulara azami özen göstermek zorunludur. Sovyet Rusya etrafında çeşitli ulusal sovyet cumhuriyetlerinin birliği deneyimi ile görüldüğü gibi, ancak böyle bir politika sayesinde, uluslararası proletaryanın ayrı ulusal unsurları arasında kalıcı ve gönüllü bir birliğin gerçekleştirilmesi için gerekli koşulları yaratmak mümkün olacaktır.” (Buharin - Preobrajenski, Komünizmin Abecesi, s. 384)

Aynı kongrede Lenin, Program Üzerine Rapor’unda, ulusun kendi kaderini tayin hakkına, ulusun proletaryayla birlikte burjuvaziyi içermesi ve proletaryanın da burjuvazinin kendi kaderini tayin hakkını tanımaması düşüncesiyle karşı çıkan Buharin’i “Ulusların içerisinde gerçekleşmekte olan farklılaşma sürecinden, proletaryanın burjuvaziden ayrılma sürecinden söz ediyorsun. Ama bu farklılaşmanın nasıl ilerleyeceğini görelim.” diye cevaplıyordu. İşçi sınıfının kendi kaderini tayin hakkının Rusya’dan başka bir yerde gerçekleşmemiş olduğunu, buna karşılık Finlandiya’nın “kendi kaderini tayin hakkını tanımış olmakla orada işçi sınıfının burjuvaziden farklılaşma, ayrışma sürecinin kolaylaştırılmış”, buna yardımcı olunmuş olduğunu belirten Lenin, başka ulusların sömürücülerini devirmelerine yardımın “ancak bir devrim bütünüyle olgunlaştığında ve müdahaleyle tam da hızlandırılmak istenen proletaryanın ayrışma sürecini geciktirmeyecek biçimde, dikkatle yapılması” gerektiğini vurguluyordu. “Kırgız, Özbek, Tacik, Türkmen gibi halkların bütünüyle kendi mollalarına tabi olduklarını” ve onların sömürücülerini devirmelerini istemek için, “ulus gelişinceye kadar, proletaryanın burjuva unsurlardan kaçınılmaz olan farklılaşması gerçekleşinceye kadar beklemek gerektiğini” anlatan Lenin tam bir sınıf bakış açısına sahip olduklarına işaret edip sözlerini şöyle sürdürüyordu:

“Ulusun ortaçağdan burjuva demokrasisine ve burjuva demokrasisinden proletarya demokrasisine giden yolda ulaştığı aşamanın hesaba katılması gerektiğini söylüyoruz. Bu kesinlikle doğru. Bütün ulusların kendi kaderlerini tayin etmeye hakları vardır – Hotantolardan ve Bushmanlardan özel olarak söz etmeye gerek yok. Bütün ülkeler ortaçağdan burjuva demokrasisine veya burjuva demokrasisinden proletarya demokrasisine gitmekte olduğundan, dünya nüfusunun büyük çoğunluğu, büyük ihtimalle onda dokuzu, belki de yüzde 95’i, bu tarife girer. Bu kesinlikle kaçınılmaz bir rota. Daha fazlası söylenemez, çünkü bu yanlış olur, çünkü bu gerçekte varolandan başka bir şey olur. Ulusların kendi kaderlerini tayinini çıkartıp yerine emekçilerin kendi kaderini koymak kesinlikle yanlış olur, çünkü sorunun çözümüne bu yaklaşım biçimi, zorlukları, ulusların içinde farklılaşmanın izlediği zikzaklı rotayı hesaba katmaz.” (Lenin, Toplu Eserler, c. 29, s. 173)

Lenin, konuşmasının devamında burjuvazinin, Bolşeviklerin süngü gücüyle kendi rejimlerini başka ülkelere taşımak istedikleri doğrultusundaki propagandasına dikkat çekiyor ve ulusun kaderini tayininin yerine emekçilerin kendi kaderini tayinini koymaya kalkışmanın işçileri bu propagandanın etkisinden kurtarmaya hizmet etmeyeceğini vurgulayıp ulusun gelişme aşamasını, ortaçağdan burjuva demokrasisine, burjuva demokrasisinden proletarya demokrasisine giden yolda vardıkları aşamayı hesaba katmak gerektiğini tekrarlıyordu:

“bizimkilerden daha ileri ve kültürlü olan Polonyalı işçilerin çoğunluğu, sosyal-savunmacı, sosyal-yurtsever tutumu paylaşıyor. Beklemeliyiz. Burada emekçilerin kendi kaderini tayininden söz edemeyiz. Bu farklılaşma uğruna propagandayı sürdürmeliyiz. Yaptığımız budur, ama şu anda Polonya ulusunun kendi kaderini tanımamız gerektiği konusunda hiç bir kuşku, bunun küçücük gölgesi bile yoktur. Bu açık. Polonya proletarya hareketi proletarya diktatörlüğü doğrultusunda bizimkiyle aynı rotaya giriyor, ama Rusya’dakiyle aynı biçimde değil. Ve orada işçiler, hep Polonyalıları ezmiş olan Moskovalıların, Büyük Rusların Büyük-Rus şovenizmini komünizm görüntüsü altında Polonya’ya getirmek istedikleri anlamında sözlerle korkutuluyor. Komünizm zorla kabul ettirilemez.” (Lenin, Toplu Eserler, c. 29, s. 175)

Ulusun içindeki sınıf farklılaşması, sınıf mücadelesi olgunlaşıncaya, işçi sınıfı kendi iktidarını kurmaya hazırlanıncaya kadar işçi sınıfının ya da emekçilerin kendi kaderini tayininden değil, ulusun kendi kaderini tayininden söz etmek gerektiğini anlatan Lenin’in sözleri talihsiz bir öngörüyü de dile getiriyordu. Bir yıl sonra, Polonyalı sınıf kardeşlerini kurtarmak üzere Varşova’ya yürüyen Kızıl Ordu, ‘Rus işgaline karşı ulusal direniş’ adına burjuvazinin arkasında kenetlenen Polonya işçilerince geri püskürtülüyordu!

Daha sonraları işçi sınıfı iktidarı ile kapitalist ülkedeki işçi hareketi arasındaki ilişki, ulusun kendi kaderini tayinini tanımak, öte yandan o ulusun mücadele eden işçi sınıfının desteklenmesi, işçi sınıfı hareketine yardımın aldığı biçimler, bunun ulusun kendi kaderini tayin hakkını çiğneyip çiğnemediği ve bunlarla ilişkili sorunlar defalarca gündeme geldi. Her defasında da doğrulanan, işçi sınıfının kaderini tayininin koşullara bağlı olduğu saptamasıyla sorunun karmaşıklığına işaret edip ulusal gelişmenin aşamalarının üzerinden atlanamayacağını vurgulayan, “komünizm zorla kabul ettirilemez” diyerek Engels’in “zafer kazanan proletarya kendi zaferine zarar vermeden hiçbir yabancı ulusa hiçbir nimeti zorla bahşedemez” (Marx - Engels, Seçme Eserler, s. 678) biçimindeki saptamasını daha da belirginleştiren Lenin’in sözleri oldu. Bu yaklaşıma sadık kalmayan, Lenin’in dile getirdiği gerçekleri göz ardı eden uygulamalar, işçi sınıfı enternasyonalizminden, işçi sınıfının uluslararası çıkarlarından sapılması, uzaklaşılması sonucuna yol açtı.

Ulusların içişlerine karışmama gerekçesi altında, kendi egemen sınıflarına karşı mücadele eden, ayaklanan işçi hareketlerinin, muhalefet hareketlerinin desteklenmemesi, burjuvazi tarafından ezilmelerine seyirci kalınması, işçi sınıfı enternasyonalizmini terk ederek bir tür ulusalcılığa, ulusal kendi kendine yeterlilik anlayışına sapılmasına karşılık geldi. Bunun tersine, işçi sınıfı enternasyonalizmi, uluslararası sınıf dayanışması, yardımlaşması adı altında, uluslararası yardımın çok ötesine geçerek açıkça dış müdahale karakteri alan gelişmeler, yardım ettiğini ileri sürdüğü işçi hareketinin gelişmesi yerine, onun karşıtının, milliyetçiliğin, anti-komünizmin güçlenmesine hizmet ederek yine işçi sınıfının uluslararası çıkarlarının değil, söz konusu müdahaleyi gerçekleştiren iktidarın dar çıkarlarının ifadesi oldu. Bu türden sorunlar, işçi sınıfı enternasyonalizmi ile ulusun kendi kaderini tayın hakkı arasındaki ilişkinin önemini hep gündeme getirdi.

Kızıl Ordu’nun Varşova’ya yürümesinden Sovyetler Birliği’nin Afganistan’a müdahalesine kadar bu konuda yaşanan çok sayıda tecrübe, her defasında yeniden, sorunun son derece karmaşık olduğunu, ulusun kendi kaderini tayin hakkının tanınmasıyla işçi sınıfı enternasyonalizmini birbirinden ayıran çizginin çok ince ve keskin olduğunu gösteriyor. Bu soruna ilişkin olarak savunulan anlayış çerçevesinde, işçi sınıfı enternasyonalizminden, işçi sınıfının uluslararası birliği ve yardımlaşmasından hiç bir koşulda taviz verilemeyeceği, bu yardımın biçiminin söz konusu ulusun tarihsel gelişme, sınıfsal parçalanma ve sınıf mücadelesinin ilerleme derecesine bağlı olduğu, uluslararası yardımın ulusal mücadeleye, baskıya dönüşerek ulusal yanın sınıfsal yanın önüne geçmemesi için yardım olarak nitelenen müdahalenin bu boyutları aşıp asıl mücadele gücü konumuna gelmemesi gerektiği, komünizmin dışarıdan zorla dayatılamayacağı saptanabilir. Bütün bunları soyutlama düzeyinde ifade etmek belki çok zor olmasa da bu saptamaları sınıf mücadelesinin karmaşıklığı içerisinde somutta gerçekleştirmenin daha önemli ve belirleyici olduğunu da burada eklemek gerekiyor.

ULUSAL SORUNLAR KARŞISINDA POLİTİK TUTUM

Komünizmin ulusal soruna ilişkin anlayışının bütünlüklü bir biçimde ifade edilmesi, işçi sınıfının komünizm hedefli mücadelesinin gereksindiği politik hat geliştirilirken ulusal sorun karşısındaki tutumun da içerilmesi açısından önemlidir. Diğer bir deyişle, bugünden yarına işçi sınıfının komünizm mücadelesinin önüne çıkan ulusal nitelikli sorunların çözümlenmeleri, bütün bu sorunlarda komünist politik tavrın somutlanması, komünist bakış açısı, anlayış temeline dayandırılmalıdır. Komünist anlayış temeli üzerinde bu sorunların ele alınmaları, somut verilere dayanarak çözümlenmeleri de toplumun önüne politik bir seçenek olarak konulabilmesi için komünizmin bağımsız bir politik hat olarak programatik düzeyde geliştirilmesi çabalarının parçasıdır.

Sosyalizm adına yaşanan deneylerden, anın ve geleceğin gündemindeki çeşitli sorunlara kadar, yazının girişinde sıralananların da aralarında yer aldığı bir dizi sorun, bu derginin de hedeflediği ve gerçekleştirmekte olduğu bu çalışmanın konusudur. Bunların bir kısmı daha önceki sayılarda ele alındı, incelendi. Bir çoğu da ilerde önem sırasıyla ele alınmak, değerlendirilmek durumunda.

Yaşanan sosyalizm deneylerinin ulusal sorunla ilişkili olarak gündeme çıkarttıkları sorunlar, burada tartışılan işçi sınıfının uluslararası birliği ve yardımlaşması ile ulusun kendi kaderini tayin hakkı çelişkisinden öteye, ulusal sorunun bu süreçlerde ne ölçüde çözümlendiğine, dağılma ve yıkılmada ulusal sorunun ne ölçüde rol oynadığına kadar uzanır. Bunlar aynı zamanda özerklik dereceleri, federasyon, devlet biçimleri gibi uygulamaları tartışma gündemine getirir. Ulusun kaderini tayin hakkının tanınmasının, ulusal farklılıkların baskıyla, zorla ortadan kaldırılmamasının, koşullar değiştiğinde, kapitalizmin gelişme koşulları belirdiğinde, milliyetçiliğe ne ölçüde zemin, olanak tanıdığı ya da tersine ulusal baskının, ayrımcılığın yine ne ölçüde milliyetçiliğin kalıntılarının varlığını sürdürmesine yaradığı çeşitli deneyler çerçevesinde ele alınmak durumundadır. İşçi sınıfının komünizm hedefli politik çizgisi, komünist program, bütün bu sorunlara cevapları içermeli, yaşanan sosyalizm deneylerine dayanarak komünizmin ulusal soruna ilişkin programını bütünlüklü bir biçimde ortaya koymalıdır.

Küreselleşmeye bağlı olarak ulusun, ulusal devletin konumunun, değişiminin değerlendirilmesi, bugünkü kapitalizmin, emperyalizmin komünizm açısından çözümlenmesinin bir parçasıdır. Küreselleşme, bütün ulusların eşitçe ve özgürce tek bir insanlık toplumu olarak kaynaşması değil, daha önce genişçe açıklandığı gibi, emperyalizmin soğuk savaş sonrası dönemindeki adıdır. (Kurtuluş Sosyalist Dergi 1, Kasım 2001, s. 86) Emperyalizm, bütün dünya nüfusunun ezen ve ezilen, emperyalist ve bağımlı uluslara bölünmesinin tamamlanması olduğu gibi, bu anlamda küreselleşme de bütün ulusların, ulusal devletlerin ortadan kalkmaya yönelmesi değil, emperyalist uluslar, ulusal devletler karşısında bağımlı ulusların daha da bağımlılaşması, bunların ulusal devletlerinin zayıflatılmasıdır. Bu anlamda küreselleşme, komünizmin enternasyonalizm amacıyla, idealiyle bir ortaklık taşımadığı gibi, sınıf mücadelesinin döneme ait koşulları açısından da kendisine karşı mücadele edilen, yıkılmaya, yenilmeye çalışılan hedeflerin, düşmanların başında gelir.

Avrupa Birliği süreci de, yine daha önce işaret edildiği gibi, ulusların, ulusal devletlerin kaynaşmasından önce rekabetin keskinleşmesinin ürünüdür. (Kurtuluş Sosyalist Dergi 4, Ağustos 2002, s. 27) Emperyalist odaklar arasındaki çelişkiler keskinleştikçe, ABD ve Japonya karşısında, Avrupa emperyalistleri güçlerini birleştirme zorunluluğu duymaktadırlar. Rakipleri olan emperyalistlere karşı durabilmek, güçlerini koruyabilmek için Avrupa emperyalistleri aralarında birleşme yolunda ilerlemelerine rağmen, varolan durumda hala daha ağır basan yön, tek tek ulusal çıkarlarıdır, bağımsız ulusal devletleridir. Avrupa Birliği de, komünizmin ulusal sınırların ortadan kaldırılması, ulusların birliği, enternasyonalizm hedefine karşılık gelmeyen emperyalist bir birliktir.

Avrupa Birliğinin genişlemesi, yeni üyeler alması konusunda azınlık haklarının gündeme gelmesi, aynı şekilde önceden değinildiği gibi, kökeninde, yıkılırken milliyetçilikle, ulusal çatışmalarla bölünmüş Doğu Avrupa’daki ulusal çelişkilerin azınlık hakları çerçevesine hapsedilip bastırılması, böylece kapitalist restorasyonun istikrarının güvenceye alınması hedefiyle bağlantılıdır. (Kurtuluş Sosyalist Dergi 4, Ağustos 2002, s. 32) Ezilen ulusun varlığı, ulusal egemenlik talebinin varlığı koşullarında, azınlık hakları, ulusal hakların, ulusun kendi kaderini tayin hakkının yerine geçirildiği ölçüde, ulusal kurtuluş hedefinin saptırılmasına, bu anlamda ulusal mücadelenin bastırılmasına hizmet eden bir nitelik kazanır. Ulusal azınlıktan öteye ulusal hakların öznesi olarak baskı altında tutulan bir ulusun varlığı koşullarında, komünizm ise, ezilen ulusun kurtuluşu, eşitliğinin, özgürlüğünün sağlanması için, ulusun kendi kaderini tayin hakkını kazanmasından yanadır.

Ortadoğu, Türkiye, Kürdistan, Kıbrıs söz konusu olduğunda, sınıf mücadelesinin koşullarının incelenmesi, komünist politik tutumların saptanması açısından ulusal nitelikli çeşitli sorunlar önem taşır. Komünist politik hattın, programın geliştirilmesi çabaları bu sorunların somut veriler ışığında değerlendirmesini de içermek zorundadır. Bunlar, bu nedenle, bu derginin komünist program hedefli çalışmasının ileriye yönelik gündemindeki araştırma konuları arasında yer alır.

Ulusal sorun karşısında komünizmin tutumuna ilişkin burada son olarak, ezen ulusun komünist işçi hareketinin ezilen ulusun devrimci kurtuluş hareketine verdiği desteğin biçiminin fiili olması gerektiği vurgulanmalıdır. Ezen ulus şovenizminin kendisini sosyalist bir örtüyle örtmesine, sosyal-şovenizme karşı mücadele, ezilen ulusun kurtuluşu için, kendi kaderini tayin hakkı için mücadelenin desteklenmesinin, bu mücadelede fiilen yer almanın olmazsa olmaz bir parçasıdır. Şovenizmin, sosyal-şovenizmin işçi sınıfı hareketini de etkilemesine, bu etkinin komünist saflara da yansımasına karşı mücadele, öncelikle kendi ulusunun şovenizmine, milliyetçiliğine karşı mücadeleyi gerektirir. Kendi ulusunun milliyetçiliğine, şovenizmine karşı mücadeleye öncelik vermek ise, ezen ulus komünistlerinin ezen ulus şovenizmine, ezilen ulus komünistlerinin ise, ezilen ulus milliyetçiliğine karşı mücadelesini öne çıkartır. Ulusların kendi kaderini tayin hakkı açısından, ajitasyonda vurguyu, ezen ulus komünistlerinin ayrılma özgürlüğüne, ezilen ulus komünistlerinin de birleşme özgürlüğüne yapmaları, bu yönlere odaklamaları, bu temelde anlam taşır. Gündemdeki ulusal soruna ilişkin belirli bir politik tutum alınmasına, saptanan politik çizginin uluslararası komünist hareketin bütün ulusal parçalarınca ileri sürülmesine karşılık, komünist ajitasyonda, siyasi çalışmada sözü edilen farklılık, kendi ulusunun ulusal sorun çerçevesindeki özel konumuna ve dolayısıyla seslenilen kitlenin etkisi altında olduğu şovenizme bağlı olarak milliyetçiliğe, şovenizme karşı mücadelenin varolan koşullarda sürdürülmesi görevinden, bunun gerekliliğinden kaynaklanır.

KAYNAKÇA

V. I. Lenin, Collected Works (Toplu Eserler), Progress Publishers, Moscow, 1977

Theses, Resolutions and Manifestos of the First Four Congresses of the Third International (Üçüncü Enternasyonal İlk Dört Kongresi Tezler, Kararlar ve Bildirgeleri), Pluto Press, London, 1983; Thèses, Manifestes et Résolutionsdes Quatre Premier Congrès de L’Internationale Communiste, François Maspero, Paris, 1972

N. Buharin - E. Preobrajenski, The ABC of Communism (Komünizmin Abecesi), The University of Michigan Press, Michigan, 1966

K. Marx - F. Engels, Selected Works (Seçme Eserler), Progress Publishers, Moscow, 1968

ARALIK 2003

8

ÖNE ÇIKANLAR


SSCB NEYDİ VE NEDEN ÇÖKTÜ

NEYDİ VE NEDEN ÇÖKTÜ?

SSCB’NİN KARAKTERİ ÜZERİNE BİR ÇÖZÜMLEME

Süha ILGAZ

Ütopya Yayınevi

KİTAPÇILARDA

SUNUŞ


İSMET ÖZTÜRK (ÇÖRTÜK İSMET)

Kurtuluş hareketinde olduğu gibi, genel olarak Türkiye sosyalist hareketinde de, yaşamıyla, mücadelesiyle, görüşleriyle özel bir yer tutan, yazarımız, yoldaşımız İsmet Öztürk’ü 19 Kasım 2011 günü kaybetmiştik. Vasiyet ederek bedenini bilimin hizmetine sunduğu Pamukkale Üniversitesi’nde görevi sona erince, O’nu 20 Haziran 2015 günü Rumelikavağı’nda, yoldaşlarının, dostlarının katılımıyla, kızı Ekin’in yanına, doğaya uğurladık.

İSMET ÖZTÜRK

İSMET ÖZTÜRK YAŞAMI, MÜCADELESİ VE GÖRÜŞLERİ İLE YOL GÖSTERİYOR


SOVYETLER BİRLİĞİ DEĞERLENDİRMELERİ

SOVYETLER BİRLİĞİ’NİN KARAKTERİNE İLİŞKİN FARKLI DEĞERLENDİRMELER

Sovyetler Birliği eleştirileri ve değerlendirmeleri, işçi sınıfının yeni sosyalizm deneyimlerine yol gösterecek komünizmin geliştirilmesi açısından önem taşır.


GEÇMİŞİN DEĞERLENDİRİLMESİ

GEÇMİŞİN DEĞERLENDİRİLMESİ: KURTULUŞ’UN ‘YOL AYRIMI’

Çeşitli ‘yol ayrımları’ sonucu bölünmeler ve farklı yönlerde sapmalar yaşayan Kurtuluş hareketinin teori, pratik ve örgütlenmesinin, belirleyici dönüm noktalarıyla ele alınarak “proletarya partisi” hedefi açısından irdelendiği geçmiş değerlendirmesi, “İşçi Sınıfının Komünist Programı İçin Temel İlkeler” metniyle ileri sürülen perspektifin oluşumunda önemli rol sahibidir.


TEMEL İLKELER

İşçi Sınıfının Komünist Programı İçin TEMEL İLKELER

Komünist programın üretilmesi çalışmalarına yol göstermek amacıyla hazırlanan “Temel İlkeler”, işçi sınıfının komünizm mücadelesinde ulaştığı en ileri örgütsel düzeye karşılık gelen Komünist Enternasyonal’in üzerinde kurulduğu politik çizgiyi ifade etme iddiasıyla, bütün sosyalistleri, işçi sınıfının mücadelesine önderlik etmek üzere komünizmi benimsemeye çağırmaktadır.


İNTERNET SİTESİ ve
ELEKTRONİK POSTA
ADRESLERİ