Ana sayfa

İşçi sınıfının komünizm mücadelesinde program ve strateji sorunları

DEMOKRATİK DEVRİM ve SOSYALİST DEVRİM

Öznel koşulların belirleyici olarak alındığı koşullar, demokratik devrimden şu ya da bu biçimde sosyalist devrime geçişe izin veren nesnel koşullardır; bir yandan köylülük ve demokratik sorunlar önemini korurken diğer yandan üretimin toplumsallaşmasının, işçi sınıfının, sosyalist devrim için asgari düzeyde de olsa gelişmiş olduğu, kapitalizmin belirli bir gelişmişliğine karşılık gelen özel koşullardır.

SÜHA ILGAZ

 

SINIF MÜCADELESİ VE KOMÜNİST PROGRAM

Toplumun önündeki her sorun aynı ihtiyacı gündeme getiriyor. Özellikle içinde yaşanılan dönemde, emperyalist saldırganlığın tırmanması, bütün toplumsal mücadelelerin geriye itilmesi, bu dalgayı tersine çevirecek sınıf mücadelesinin yükselmesi ihtiyacını en yakıcı biçimde hissettiriyor. Elbette kastedilen, işçi sınıfının mücadelesinin yükselmesi, komünist politik hareketine sahip olarak ileri atılması, bütün toplumsal mücadeleleri ileri çekmesidir. Ulusal mücadelelerden, insan hakları mücadelelerine, sosyal devlet kazanımlarının korunmasından özgürlüklerin genişletilmesine kadar bütün mücadelelerin en fazla geliştirilmesini sağlayacak, bütün kazanımları kalıcılaştıracak gerçek güç, tarihsel olarak kendisiyle birlikte bütün insanlığı kurtarmak göreviyle yükümlü işçi sınıfıdır.

Toplumsal mücadelelere önderlik etmek, onları ileri çekmek, daha da önemlisi sosyalizm mücadelesini başarmak, kendisiyle birlikte bütün sınıfları ortadan kaldırarak insanlığın kurtuluşunu sağlayabilmek için, işçi sınıfının mücadelesi komünizmi hedeflemeli, hedefi komünizm olan kendi politik hareketine, önderliğine sahip olmalıdır. Bu açıdan komünizm doğrultusundaki politik çizginin bütünlüklü olarak öne sürülmesi ve bu komünist politikanın işçi sınıfına yol göstermesi belirleyici önemdedir. Buna bağlı olarak, işçi sınıfının mücadelesinin bütün toplumsal mücadelelerin en önünde yükseltilebilmesi için, işçi sınıfıyla birleştirilmek, işçi sınıfının ellerinde gerçek toplumsal bir güce dönüştürülmek üzere, hedefi sınıfsız toplum ve insanlığın kurtuluşu olan komünist politikanın kapsamlı bir biçimde ifade edilmesi ve ortaya konması, komünizmi benimseyenler açısından önde gelen bir ihtiyaçtır.

Toplumun önüne bütün sorunlarının çözümü için seçenek olarak konulmak durumunda olan komünist politika, mücadelesinin bütün aşamalarında yol göstermek üzere, onun bugünkü koşullarının çözümlenmesinden kalkarak işçi sınıfının sınıfsız topluma kadar taleplerinin, hedeflerinin, görevlerinin saptanmasına dayanır. İşçi sınıfının komünist politikası, gerçekten toplumsal bir seçenek olabilmek için, sınıfın toplumsal hegemonyasını sağlayabilmek için, bütün toplumsal sorunlara kendi cevabını vermeye çalışmalı, her sorunda işçi sınıfının bağımsız tutumunu ortaya koymalıdır. Ama tek tek ve anlık tutumların, tavırların, taktiklerin, bir bütün olarak mücadelenin komünizme yönelmesine hizmet etmeleri, komünizm mücadelesine tabi ve destek olmaları, daha uzun süreli ve genel bir stratejiye, komünist programa bağlanmalarını gerektirir. Mücadelenin genel koşullarına dayanarak bu koşulların temelde değişmemiş olduğu bütün bir devir için geçerlilik taşıyan ve varolan toplumdan sınıfların bütün izleriyle birlikte dünya ölçeğinde yok olmasına kadar işçi sınıfının mücadelesinin koşullarını, doğrultusunu saptayan, nihai hedefi gösteren komünist program, tek tek mücadelelerin aynı yönde birleştirilmesinin, tutarlılıklarının korunmasının da güvencesidir.

Programın üretilmesi, ortaya konması, sınıf mücadelesinin bu program doğrultusunda gelişmesini kendiliğinden sağlayamaz. Program ancak gerçek bir güç tarafından hayata geçirilebilir. Komünist program da ancak işçi sınıfı hareketiyle birleşmiş olarak, işçi sınıfının eylemi aracılığıyla, işçi sınıfının sınıf mücadelesinde gücü, kazanımları ölçüsünde, toplumsal gelişmeyi etkileyebilir, belirleyebilir. Bu bakımdan, sınıf mücadelelerinin, toplumsal gelişmenin seyrinin, ortaya konulmuş olan komünist programı izlemeyebileceği, farklı gelişmeleri gündeme getirebileceği gerçeği, programın önemini azaltmaz. Henüz gerçekleştirilememiş olması, farklı güncel gelişmeler, sınıf mücadelesinin genel koşulları temel olarak değişmemişse, programı geçersiz kılmaz. Komünist program, toplumsal gelişmenin önüne çıkardığı bütün durumlarda, işçi sınıfının uğrunda mücadele ettiği doğrultuyu, hedefleri ifade eder. Bu mücadelede işçi sınıfına yol gösterir ve aynı zamanda işçi sınıfının mücadelesini zafere ulaştırabilmesinin önkoşullarından birisidir. İşçi sınıfının mücadelesinin başarısı, komünist programın varlığını, işçi sınıfına yol göstermesini gerektirdiği gibi, programın gerçekleşmesi, tarihsel gelişmeyi belirlemesi de, işçi sınıfının mücadelesinin başarısına bağlıdır. İşçi sınıfı bütün gündelik mücadelelerini komünizm hedefine bağlayabilmek, her durumda bu hedefe yönelik taktikler izleyebilmek, mücadelesini bu genel doğrultuda ilerletebilmek için komünist programa, genel bir stratejiye sahip olmalı, bu program her durumda ona yol göstermelidir.

İşçi sınıfının mücadelesi, temel olarak, nihai hedefi, çıkarları gereği, uluslararası olduğu gibi, ağırlıklı olarak içinde geliştiği zemin de ulusaldır. Bu bakımdan işçi sınıfının mücadelesinin birbirlerine bağlı ama aynı zamanda da birbirlerinden ayırt edilen ulusal ve uluslararası koşulları, hedefleri, boyutları bulunur. Aynı biçimde işçi sınıfının programının, devrim stratejisinin de ulusal ve uluslararası boyutları ayırt edilebilir. İşçi sınıfının uluslararası komünist örgütlenmesinin, komünist dünya partisinin programı, işçi sınıfının mücadelesinin uluslararası koşullarını, hedeflerini ifade ederken bu dünya partisinin, enternasyonalin seksiyonları olarak ulusal komünist partilerin programları da işçi sınıfının o ülkedeki parçasının koşullarını, hedeflerini, stratejisini ortaya koymalıdır. İşçi sınıfı enternasyonalizmi açısından, işçi sınıfının tek tek ülkelerdeki parçalarının, ulusal çıkarlarının onun uluslararası, genel çıkarlarına tabi kılınmasını sağlayacak olan, komünist dünya partisinin, enternasyonalin varlığı ve işçi sınıfının tek tek ülkelerdeki komünist programının enternasyonal programına bağlı olarak biçimlendirilmesidir.

İşçi sınıfının hedefi, dünya devrimidir, dünya komünizmidir, bütün dünyada sınıfların, sınırların, baskı ve sömürünün ortadan kalkmasıdır. Ama devrim, tarihte görüldüğü gibi, tek tek ülkelerden başlayıp dünyaya yayılmak bakımından sınırlı da kalabilir. Devrimin ölçeğinin ulusal ya da uluslararası boyutta olması, birçoğu konjonktürsel olan çok sayıda etkene bağlıdır. Devrim uluslararası ölçek kazandığı ölçüde, uluslararası strateji, tek tek parçalardaki ulusal stratejilerin önüne geçmeli, hatta onların yerini almalıdır. Koşulları ortaya çıktığında bunun gerçekleşebilmesi için ise, yine işçi sınıfının enternasyonal programının varlığı, tek tek ülkelerdeki programlarının enternasyonal programa uygun olarak oluşturulması ve ona bağlı olması önem taşır.

Komünist program, işçi sınıfının komünizm mücadelesine uygun düşen bir yaklaşımla somut koşulların değerlendirilmesinin ürünü olmalıdır. Bu anlamda, komünist programın yaratılması doğrultusundaki çalışma, hem sınıf mücadelesinin geçmişten geleceğe ulusal ve uluslararası somut koşullarının incelenmesini, hem de bu incelemenin kendisine göre yapıldığı anlayışın işçi sınıfının bütünsel çıkarlarının ifadesi komünizme uygunluğunu gerektirir. Diğer bir deyişle, soyut bir programatik anlayış, somut koşulların incelenmesi olmaksızın, komünist programı yaratmak açısından tek başına yeterli olmayacağı gibi, yine, somut koşulların komünizme uygun olmayan bir yaklaşımla incelenmesinin de komünist programı üretmesi mümkün değildir.

Özetle, komünist program, işçi sınıfının, mücadelesini yükseltmek, bağımsız politik tavrını geliştirerek toplumsal mücadelelerin başına geçmek, dünya çapında sosyalist devrimi, sınıfların ortadan kaldırılması eylemini başarmak için olmazsa olmaz ihtiyacıdır. Komünist program, işçi sınıfının varolan mücadele koşullarından kalkmak, bunların incelenmesine dayanmak durumundadır. Ancak koşulların incelenmesinde, değerlendirilmesinde de belirli bir yaklaşıma, işçi sınıfının komünizm mücadelesine uygun bir programatik anlayışa bağlı kalınması belirleyici önemdedir.

Bu çerçevede, komünist programın üzerine dayanmak durumunda olduğu araştırma çalışmasına yol göstermek üzere komünist program anlayışının çeşitli yönleriyle ayırt edilerek belirginleştirilmesi öncelik taşır. Tarihsel olarak işçi sınıfının mücadelesinin aldığı çeşitli biçimler, yaşanan gelişmeler, marksizmin bunlar karşısında ürettiği çözümlemeler, ortaya çıkan tartışmalar, komünizme uygun bir programatik anlayışa ulaşılabilmesi açısından zengin veri sağlar. Bunlar arasında çeşitli dönüm noktalarında, özellikle devrimci atılım dönemlerinde ortaya çıkan farklı eğilimlerin değerlendirilmesi ise, program sorununda komünist bir anlayışın netleştirilip ifade edilmesi için oldukça önemlidir.

Program tartışmasının belki en fazla öne çıkan boyutu, işçi sınıfının önündeki devrimci adım, devrimin karakteri sorunudur. Bu sorun açısından da, varolan koşulların incelenmesinden önce yaklaşımlar arasındaki farklılıkların birbirlerinden ayrılması gerekir. Bunlar da işçi sınıfının mücadelesinin gelişimi içerisinde, koşullardaki değişimlere de bağlı olarak, ortaya çıkmış, giderek birbirlerinden ayrılan doğrultulardaki yönelimlere kaynaklık etmiştir. Sınıflar mücadelesi ve devrimler tarihinin yarattığı çeşitlilikler anlayış farklılıklarıyla birleştiğinde ve bunlara da varolan koşulların değerlendirilmesine ilişkin farklılıklar eklendiğinde, komünizm adına çok sayıda program ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla bütün bu çeşitlilik karşısında, komünist program anlayışını belirginleştirebilmek, işçi sınıfının komünizm mücadelesine yol gösterecek programı ortaya koyabilmek için öncelikle tarihsel gelişimi içerisinde sınıflar mücadelesinin değişik evrelerini ve bunlar karşısında öne sürülen belirli anlayışları ele almak gerekmektedir.

BURJUVA DEVRİMLERİ VE İŞÇİ SINIFI

Önceden de vurgulandığı gibi, marksizm, burjuva devrimleri içerisinde işçi sınıfının bağımsız çıkarlarının, hedeflerinin, mücadelesinin ilanıdır. Marksizm, daha önceleri bir özlem, bir ütopya olan komünizmin, mücadele içindeki gerçek bir toplumsal güçle bağını ortaya koymuş, insanlığın baskıdan, sömürüden, eşitsizlikten ve bunların kaynağı sınıflara bölünmüşlükten ancak işçi sınıfının mücadelesiyle kurtulabileceğini göstermiştir. Bu biçimde marksizm, komünizmi, insan aklının ürünü ideal bir toplum projesi olmaktan çıkartmış, onu toplumun gerçek gelişiminin üzerine oturtmuştur. Bu temelde artık komünizm, insanlığın ideali, özlemi olmaktan öteye, toplumun gelişiminin belirli maddi koşullara dayanan belirli bir evresidir. İnsanlığı komünizme götürecek olan da işçi sınıfının mücadelesidir ve bu nedenle işçi sınıfının gelişimi, toplumsal gelişimin komünizme ulaşmasının önkoşuludur.

İşçi sınıfının gelişimi, kapitalizmin gelişiminin parçası ve doğrudan ürünüdür. Meta üretiminin genelleştiği kapitalizm, işgücünün metalaşmasına, alınıp satılmasına ve ücretli emek üzerinde artıkdeğer sömürüsüne dayanır. Ücretli emek kapitalizmin varlık koşulu olduğu için işçi sınıfını yaratıp geliştirmeyen bir kapitalizm de var olamaz.

Kapitalizmin gelişiminin bir boyutu, üretimin toplumsallaşması, yığınların mülksüzleşmesi, üretici güçlerin ve işçi sınıfının maddi gelişimidir. Diğer bir boyutu ise kitlelerin politik eylemliliğinin, bilincinin, örgütlülüğünün gelişimi, sınıf mücadelesinin daha açık biçimlere bürünmesi, manevi gelişimdir. Bu gelişme dümdüz ya da tek yönlü değildir ve kendiliğinden de sosyalizme varmaz. Ama sosyalizm, hem üretimin toplumsallaşmasının, üretici güçlerin, emek üretkenliğinin, hem de kitlelerin politik bilincinin, örgütlülüğünün, katılımının belirli düzeylerde gelişmişliğini gerektirir. Bu anlamda kapitalizm, sosyalist devrimin maddi ve manevi koşullarını hazırlar, geliştirir.

Sermaye ile olan kopmaz bağı nedeniyle ücretli emek kapitalist ilişkilerin ortaya çıkışından itibaren gelişmekle birlikte, işçi sınıfının açık sınıf tavrının gelişimi, burjuva devrimleri içerisindedir. Burjuva devrimi, tarihsel olarak, feodalizmin yıkılması, köylülerin serflikten kurtulup feodallerin topraklarına el koymasıdır. Bu yüzden burjuva devrimi, öncelikle toprak devrimidir, köylü devrimidir; toprak sahibi özgür köylülüğün ortaya çıkması ve bu temel üzerinde meta üretimi ve kapitalizmin artan bir hızla gelişmesidir. Burjuva devrimi, aynı zamanda da siyasi özgürlüktür, uluslaşma, ulusal devletin oluşumu ve ulusal egemenliktir.

Kendisinden önceki toplum, feodalizm içinde kapitalizmin egemenliğinin koşulları olgunlaşırken sınıf mücadelesi de varolan egemen sınıfa ve onun egemenliğini oluşturan ve koruyan unsurlara, yapıya, düzene karşı yöneliyordu. ‘Özgürlük, eşitlik, kardeşlik’ talebinde sloganlaşan bu mücadelenin hedefleri, en genelde toplumun soyluluktan, babadan oğla geçen yönetimden, ayrıcalıklardan, haksızlıklardan, kast sınırlamalarından, dinsel kısıtlamalardan, toprağa bağımlılıktan, ağır rant ve vergiden kurtulma isteğini içerirken, özel olarak burjuvazi için de sermaye ve işgücünün pazarda serbestçe alım satımı, dolaşım özgürlüğüne karşılık geliyordu. ‘Demokrasi’ kavramının bugün çok farklı anlamlar taşıyacak şekilde dönüşüme uğramış olduğunu akılda tutmakla birlikte, komünizmin evrensel yazınına bağlı kalmak açısından, bu eşitlik, özgürlük mücadelesini genel olarak demokrasi mücadelesi olarak nitelemekte yarar var.

Toplumsal düzen değişikliğinin koşulları gelişirken toplumdaki soyluluğa, ayrıcalıklılığa, bağımlılığa tepki de açık muhalefete dönüşüyor, sokaklara dökülüyordu. Mücadele geliştiği, yaygınlaştığı ölçüde, eşitlik, özgürlük istemi, kitlelerin bilincinde, eyleminde yerleşti, kök saldı. Bu mücadele kendisinden önceki egemenliği devirip kendi egemenliğine yolu açtığı için en fazla burjuvazinin çıkarınaydı. Bu nedenle de burjuvazi, bu demokrasi mücadelesi içerisinde yer almak, kendi egemenliğini kurmak için ondan yararlanmak amacıyla mücadelenin başına geçmek durumundaydı.

Kitleler, bu mücadeleye bütün toplum için özgürlük, eşitlik, dayanışma talebiyle katılmıştı. Soyluluğun, ayrıcalığın, saltanatın, toprağa bağımlılığın kaldırılmasıyla bütün toplum kapitalizm öncesi bağlardan, ekonomi dışı zorlama ve kısıtlamalardan özgürleşiyordu. Ama kapitalizm de bir sınıflı toplum olduğu için, toplum üzerinde bir sınıfın, burjuvazinin egemenliği anlamını taşıdığı için, toplumun bütün bireylerinin biçimsel eşitliği, özgürlüğü görüntüsü arkasında aslında egemen sınıfın bireylerinin eşitliğini, özgürlüğünü gerçekleştiriyordu. Bu noktada kapitalizm, biçimsel eşitlik, özgürlük, demokrasi örtüsü altında egemenliğini gizleyerek güvenceye almasının yanısıra, taşıdığı sınıfsal egemenlik karakteri nedeniyle de, feodalizme karşı demokrasi mücadelesi içerisinde, burjuva devrimi içerisinde eşitlik, özgürlük, demokrasi istemleri gelişen kitlelerle keskinleşen bir çelişkiye giriyordu.

Buna bağlı olarak, burjuva devrimleri içerisinde, burjuvazi, egemenliğini sağlar sağlamaz, daha burjuva-demokratik dönüşümler tamamlanmadan, devrimci mücadeleyi bitirmekten, durdurmaktan yana oldu. Devrim mücadelesi içerisinde bilinçleri, örgütlülükleri gelişen, ileri atılan kitleler ise, uğruna mücadeleye atıldıkları eşitlik, özgürlük taleplerinin burjuvazinin egemenliğiyle çeliştiğini de görmeye ve mücadelenin yönünü burjuvaziye karşı çevirerek kendi iktidarlarını talep etmeye başladılar. Devrimci mücadele, toplumun bütün sınıflarının, aristokrasinin, burjuvazinin, küçük-burjuvazinin, proletaryanın çıkarlarını, birbirlerinin karşısındaki konumlarını, tutumlarını açık bir biçimde ortaya çıkardı. İşçi sınıfı, nesnel ve öznel gelişkinliğine de bağlı olarak, devrimin taleplerinin gerçekleştirilmesi için tutarlı bir biçimde, sonuna kadar mücadelenin sürdürülmesinden yana olurken, işçi sınıfının gelişiminden, egemenliğinden her şeyden çok korkan burjuvazi, kendi devrim mücadelesinden vazgeçmeye, eski rejimle, feodaliteyle uzlaşmaya yöneldi. Ara sınıf konumundaki küçük-burjuvazi ise, burjuvazi ile proletarya arasında yalpalarken ileri atıldığı talepler uğruna mücadeleden aynı hızla geri çekilip işçi sınıfını yalnız başına bıraktı.

Kapitalizmin iç çelişkileri, daha başından itibaren gelişiminde de çelişkili sonuçlar ortaya çıkardı. Kapitalizmin gelişimiyle birlikte, burjuvazi istese de istemese de, işçi sınıfı da gelişmek durumundaydı. Bu, devrimci atılım içerisinde işçi sınıfının öznel gelişimi açısından da geçerliydi. Bu durumda, burjuvazi çelişik çıkarlarla karşı karşıya kalıyordu. Bir yandan eski iktidarı devirmek, kendi iktidarını kurmak için devrimden yanaydı. Diğer yandan da devrimci eylemlilik içerisinde işçi sınıfı gücünü birleştirdiği ve giderek kendi iktidarını talep etmeye yöneldiği için de iktidarı işçi sınıfına kaybetme tehdidi altında devrimin karşısına geçiyordu.

Böylece işçi sınıfının gelişmesi, güçlenmesi ölçüsünde, burjuvazinin burjuva devrimini en kısa sürede, en sınırlı taleplerle bitirmeye çalışıp devrimden vazgeçtiği, kendi devriminin karşısında konumlandığı noktaya ulaşıldı. Bundan sonra, burjuvazi, kitlelerle birlikte aşağıdan yukarıya burjuva-demokratik devrim yerine, feodaliteyle uzlaşarak yukarıdan aşağıya burjuva-demokratik devrime, feodal toprak beyliklerinin zamanla kapitalistleştirilmesine yönelirken artık işçi sınıfı da gelişmişliğine, gücüne bağlı olarak kendi devrimini, iktidarını önüne koyuyordu.

Fransa ve Almanya’da 1848 Devrimlerinin tecrübeleri sonucunda bu eğilimler artık açıkça ortaya çıkmıştı. İşçi sınıfını tarih sahnesine burjuva devrimi çıkarmıştı. Ama işçi sınıfı bu mücadelede güçlendiği ölçüde önüne kendi devrimini koyuyordu. Kendisi için en tehlikeli bulduğu bu gelişmeyi gören burjuvazi ise kendi devriminden vazgeçmeye, onu sınırlı reformlara indirgemeye başlıyor, eski düzenden tavizler kopartmayı, uzlaşmaları tercih ediyordu.

Marx ve Engels’in önderlik ettikleri Komünist Birlik Merkez Komitesi’nin Mart 1850’deki “Çağrı”sında da, burjuvazinin ve küçük-burjuvazinin devrimden vazgeçen tutumları sergilenip işçi sınıfının bağımsızlığının önemi vurgulanmakta ve önüne kendi devrimi, sosyalist devrim konmaktadır:

“az çok mülk sahibi tüm sınıflar egemen konumlarından uzaklaştırılıncaya dek, proletarya devlet gücünü ele geçirinceye ve yalnızca bir tek ülkedeki değil, dünyanın tüm önde gelen ülkelerindeki proleterlerin birliğinin, bu ülkelerin proleterleri arasındaki rekabetin ortadan kalkmış olduğu ve hiç değilse belli başlı üretici güçlerin proleterlerin ellerinde toplanmış bulunduğu noktaya ulaşıncaya dek, devrimi sürekli kılmak bizim sorunumuz ve bizim görevimizdir. Bizim için sorun özel mülkiyetin herhangi bir değişikliğe uğratılması değil, olsa olsa yok edilmesidir; sınıf karşıtlıklarının üzerinin örtülmesi değil, sınıfların ortadan kaldırılmasıdır; mevcut toplumun iyileştirilmesi değil, yeni bir toplumun kurulmasıdır.” (Marx - Engels, Seçme Yapıtlar, c. 1, s. 218)

İşçi sınıfının kendi iktidarını, sosyalizmi talep eden bağımsız bir güç olarak öne çıkmasıyla burjuvazi de artık mezar kazıcısını daha fazla güçlendirmemek için kendi devriminden büsbütün vazgeçiyordu. Ama aslında aynı çelişkiler ve eğilimler çok önceden, daha başından beri vardı. burjuva-demokratik devrimlerin hiçbiri, önündeki demokratik sorunları sonuna kadar çözmemiş, tamamlanmamıştı. En ileri model olarak kabul edilen 1789 Büyük Fransız Devrimi bile mükemmel değildi. Devrimle kazanılan siyasi demokrasi de eksikti, kusurluydu, kadınların oy hakkını içermiyordu. Kısa bir süre sonra ise, cumhuriyet yerini yeniden krallığa bıraktı. İktidara geçen burjuvazi de egemenliğini korumak için, krallıktan, kiliseden, gericilikten yararlanmayı tercih ediyordu.

DEMOKRASİ VE İŞÇİ SINIFI

Tarihsel gelişmenin çelişkileri, kapitalist toplumun temel çelişkisinin iki temel yanı burjuvazi ve işçi sınıfının gelişmesinde de ortaya çıkıyordu. Burjuva devrimi, demokratik dönüşümler, kapitalizmin gelişmesine, burjuvazinin egemenliğine uygun düştüğü halde, burjuvazi bunlardan vazgeçiyordu. Buna karşılık, burjuvazi burjuva devrimden, demokrasiden vazgeçip bunların karşısına geçerken, işçi sınıfı da, kökeninde kapitalizmle, burjuvaziyle ilişkili olmalarına rağmen, demokratik dönüşümlere, demokrasiye mücadele hedefleri arasında yer veriyordu.

Demokrasi, burada kullanıldığı anlamıyla, haklar, özgürlükler, eşitlik, kendi kendini yönetme, iradedir. Demokrasi öncelikle, kapitalizmin özgürce gelişmesinin önündeki engelleri kaldırması, meta ilişkilerini, ticaret özgürlüğünü, sermaye üretimi koşullarını güvenceye alması bakımından kapitalist altyapıyla bağlantılıdır, ona uygun düşer. Ama öte yandan kapitalizmin gelişimini kolaylaştıran dönüşümler, aynı zamanda işçi sınıfının da gelişimini sağlar, bu anlamda işçi sınıfının da yararınadır.

Daha da önemlisi, demokrasi, hukuki biçimdir, siyasi üstyapıdır. Yığınların haklarının, özgürlüklerinin gelişmesi, politik eylemliliklerini, katılımlarını artırır. Siyasi mücadele içerisinde kitlelerin bilinçlenme, örgütlenme düzeyleri yükselir. Saltanatın, soya bağlı egemenliğin yerini, cumhuriyetin, halkın kendi kendisini yönetmesinin alması, yönetime katılımı, yönetme tecrübesini geliştirir, kendi kendini yönetme bilincini, istemini yoğunlaştırır. İşçi sınıfının da devrimini, iktidarını gerçekleştirdiği siyasi biçim, yığınların özgürlüğünü, eşitliğini, yönetime katılımını içerir, gerektirir. Bu yüzden siyasi demokrasinin genişlemesi, bunun sayesinde işçi sınıfı kitlelerinin eşitlik, özgürlük bilincinin gelişmesi, yönetici tecrübe edinmesi, kendi birliğini sağlaması, örgütlülüğünü, siyasi bilincini yükseltmesi, işçi sınıfının da çıkarınadır.

Bunlara bağlı olarak sözü edilen çelişik durum ortaya çıkar: Demokrasi, demokratik dönüşümler kapitalizmle, burjuvazinin egemenliğiyle bağlantılıdır. Ama bunlar işçi sınıfının da gelişip güçlenmesine yardım ettiği ölçüde burjuvazi demokratik taleplerden, demokrasiden cayar, bunların karşısına geçer. İşçi sınıfı ise, tam da aynı nedenle, kökeni açısından kapitalizme, burjuvaziye ait olan demokratik kazanımlara, demokrasiye sahip çıkar, bunlar için mücadeleyi de önüne koyar.

Demokrasinin çelişkili karakteri bu noktada bitmez. Demokratik cumhuriyet, bütün bireylerin diğer hak ve özgürlüklerle birlikte, seçme, seçilme, yönetme hakkına, özgürlüğüne sahip oldukları devlet biçimidir. Bu üstyapı, meta ilişkilerine, alım satım, ticaret özgürlüğüne, sermaye ve işgücünün serbest dolaşımına, kapitalist altyapıya uygun düşmesinin yanısıra, burjuvazinin egemenliğinin de en emin biçimidir. Toplumun bütün bireyleri, kapitalizm çerçevesinde eşit hak ve özgürlüklere sahip olsalar da, aralarındaki maddi eşitsizlik ortadan kalkmamıştır, sınıflara bölünmüşlük sürmektedir. Üretim ilişkileri içerisinde egemen olan sınıf, burjuvazi, bütün maddi güce sahiptir ve bu güçle fiilen bütün hakları, özgürlükleri kullanan, yöneten, dolayısıyla siyasi olarak da egemen olan sınıf burjuvazidir. Ama burjuvazi egemenliğini, bütün bireylerin eşitliği, özgürlüğü, yönetimi biçimi içerisinde gerçekleştirmektedir. Burjuvazinin egemenliğini bu görüntünün arkasında sürdürmesi, onu örtmesini, gizlemesini sağlamakta, böylece egemenliğine karşı gelişecek tepkileri, mücadeleyi önceden engellemesine yaramaktadır. Bu yüzden demokrasi, demokratik cumhuriyet burjuvazinin egemenliğinin en emin biçimidir.

Biçimsel olarak bütün bireylerin eşitliğini, özgürlüğünü, yönetim hakkını tanıyan demokratik cumhuriyet, burjuva demokrasisi, aslında burjuvazi için eşitlik, özgürlük, yönetim, demokrasidir, diğer sınıflar için, işçi sınıfı için diktatörlüktür. Ama bu da işçi sınıfının demokrasiye ilgisiz kalmasını, demokratik talepler için, demokrasi için mücadele etmemesini gerektirmez. Öncelikle varolan haklar, özgürlükler, demokrasi, bunların genişlemesi, kitlelere manevra olanakları sağlar. Bunlardan yararlanarak işçi sınıfı, kendi birliğini pekiştirir, bilinçlenme, örgütlenme düzeyini yükseltir, kendi kurtuluş mücadelesine, sosyalist devrime hazırlanır. Bundan da önemlisi ise, biçimsel eşitlik, özgürlük, demokrasi gerçekleştiği ölçüde, üretim ilişkileri içerisindeki eşitsizliğin, egemenliğin daha kolaylıkla görülebilir olmasıdır.

Eşitsizliğin, haksızlığın, adaletsizliğin siyasi üstyapıdaki nedenleri ortadan kalktığı ölçüde, bunların ekonomik altyapıdaki nedenleri açığa çıktığı için, eşitsizliğin, haksızlığın, özgürlükten yoksunluğun gerçek nedeninin, sınıfların varlığı olduğu, toplumun sınıflara bölünmüşlüğü olduğu anlaşılabilir. Bu bakımdan demokrasi için mücadele, demokratik taleplerin elde edilip demokrasinin genişlemesi, düzenin kusurlarını ve haksızlığın, eşitsizliğin, kendileri de aslında ekonomik yapının sonuçları olan ikincil nedenlerini kaldırıp aradan çıkartarak sınıf mücadelesinin daha açık biçimler almasını sağlar. Haklar, özgürlükler, eşitlik için mücadele, aslında bunlardan yoksunluğun sınıfların varlığından kaynaklandığını ve bunları gerçekten, sonuna kadar, bütünüyle elde edebilmek için gerekenin sınıfların ortadan kaldırılması olduğunu ortaya çıkarır. Bu anlamda, işçi sınıfı da demokrasi mücadelesi içerisinde, tam demokrasinin, eşitliğin, yönetim hakkı ve özgürlüğünün kapitalist düzende elde edilemeyeceğini görmek ve bunu kendi mücadelesiyle, kapitalizmi, toplumun sınıflara bölünmüşlüğünü ortadan kaldırarak gerçekleştirmek için sosyalist devrim mücadelesini yükseltmek durumundadır.

Lenin de Ekim 1915’te yazdığı Devrimci Proletarya ve Ulusların Kendi Kaderlerini Tayin Hakkı isimli makalesinde demokrasinin kapitalizmde tam olarak gerçekleştirilemeyeceğini belirtip bunu göstererek kapitalizme karşı mücadelenin yükseltilmesini vurgulamakta, bu biçimde işçi sınıfının demokrasi mücadelesi ile kapitalizmi yıkma mücadelesinin, sosyalizm mücadelesinin birleştirilmesine işaret etmekte ve işçi sınıfının sosyalist devrimi başarmak için demokratik eğitiminin zorunluluğunu da bunlara eklemektedir:

“Proletarya ancak demokrasi sayesinde, yani demokrasiyi tastamam uygulayarak ve mücadelesinin her adımını en kararlı bir biçimde dile getirilen demokratik isteklere uydurarak zafere ulaşabilir. Sosyalist devrimi ve kapitalizme karşı devrimci mücadeleyi bir tek demokratik soruna, mesela şu anda milli meseleye karşıt koymak saçmalıktır. Kapitalizme karşı, devrimci mücadeleyi bütün demokratik istekleri –cumhuriyet, milis, memurların halk tarafından seçilmesi, kadınlara eşit haklar, milletlerin kendi kaderlerini tayin hakkı, vs.– içeren devrimci bir program ve taktiklerle birleştirmeliyiz. Kapitalizm var oldukça bu istekler –hepsi– sadece bir istisna olarak, o da çarpık ve eksik bir biçimde gerçekleşebilir. Biz bugüne dek gerçekleşen demokrasiye dayanarak ve kapitalist düzende demokrasinin tam demokrasi olmadığını göstererek, kapitalizmin alaşağı edilmesini, burjuvazinin mülksüzleştirilmesini istiyoruz. Bu, yığınların yoksulluğuna son verilmesi, bütün demokratik reformların tastamam ve dörtdörtlük gerçekleştirilmesi için gereken temeldir. Bu reformlardan bir kısmı burjuvazi devrilmeden başlatılacaktır, bir kısmı burjuvazinin devrilmesi sırasında, bir kısmı da ondan sonra. Sosyal devrim tek bir savaş değildir; her türlü ekonomik ve demokratik reformlar uğruna verilen bir dizi savaşı kapsayan bir dönemdir. Bu savaşlar ancak burjuvazinin mülksüzleştirilmesiyle hedefe ulaşabilir. İşte bu nihai amaç uğrunadır ki, demokratik isteklerimizin her birini devrimciliğe yaraşır bir tutarlılıkla dile getirmeliyiz. Belli bir ülkenin işçileri, temel demokratik reformlardan biri bile gerçekleşmeden burjuvaziyi devirebilirler; bu pekala mümkündür. Fakat proletaryanın, tarihi bir sınıf olarak en tutarlı ve en kararlı devrimci demokrasi ruhuyla eğitilerek, buna hazırlanmadan burjuvaziyi yenilgiye uğratabileceği hiçbir zaman düşünülemez.” (Lenin, Toplu Eserler, c. 21, s. 408-9)

DEMOKRASİ VE SOSYALİZM

Demokrasi, kapitalizme, burjuvazinin egemenliğine uygun düşer; burjuvazi için eşitlik, özgürlük, demokrasi ve diğer sınıflar, işçi sınıfı için diktatörlüktür. Üstelik kapitalizm altında tam olarak, sonuna kadar elde edilemez, daima eksik ve kusurludur. Bütün bunlara rağmen, işçi sınıfı, demokrasiye, demokrasi mücadelesine kayıtsız, ona karşı değildir. Aksine, işçi sınıfı, demokrasiden, demokrasi mücadelesinden yanadır, ama bu da onun kendi sınıfsal çıkarlarından kaynaklanır. İşçi sınıfı, hem hakların, özgürlüklerin, demokratik kazanımların genişletilerek mücadele, bilinç, örgütlenme olanaklarının artırılması, hem de kapitalizm içerisinde tam demokrasinin elde edilemezliğinin ortaya konularak sosyalist devrim mücadelesinin yükseltilmesi bakımından, demokrasi mücadelesinde yer almak, demokrasi için mücadele etmek durumundadır. İşçi sınıfı, ancak bu mücadele içerisinde demokratik eğitimini tamamlayabilir; bu ise işçi sınıfının sosyalist devrimini başarabilmesinin önkoşuludur. Sosyalist devrim, sosyalizmin kuruluşu, kitlelerin bilinçli eylemidir, yığınsal olarak işçi sınıfının eşitliği, özgürlüğü, yönetimi, demokrasisidir. İşçi sınıfı sosyalist devrimini gerçekleştirmek için her şeyden önce kendi içerisinde demokrasiyi yerleştirmiş olmalıdır.

Bu çerçevede, demokrasi mücadelesi, işçi sınıfı için bağımsız bir amaç değildir, sosyalizm mücadelesine tabidir. Kapitalizm içerisinde, demokratik dönüşümlerle gerçek eşitlik, özgürlük sağlanamaz, baskı, sömürü ortadan kalkamaz, insanlığın kurtuluşuna ulaşılamaz. Sınıflar varoldukça tam demokrasi imkansızdır. Bu yüzden baskıdan, sömürüden, eşitsizlikten kurtuluş, varolan hakların, özgürlüklerin, demokrasinin genişletilmesiyle değil, ancak sınıf mücadelesiyle, işçi sınıfının kendisiyle birlikte bütün sınıfları ortadan kaldırmasıyla, sosyalist devrimle elde edilebilir. Yani demokrasi mücadelesi, kendi başına işçi sınıfının ve toplumun kurtuluşunu sağlayamaz, bunu gerçekleştirmek durumunda olan sosyalizmdir, sosyalist devrimdir. Dolayısıyla işçi sınıfı için temel olan, belirleyici olan, sosyalist devrimdir, sosyalizm mücadelesidir; demokrasi mücadelesi de sosyalizm mücadelesine bağlıdır, ona hizmet etmelidir.

Bütün insanlar için gerçek eşitliği, özgürlüğü, demokrasiyi sağlamanın yolu, işçi sınıfının eylemi, devrimi, demokrasisidir. Bu yüzden işçi sınıfının demokrasi mücadelesinin asıl yönü, kapitalizmde tam demokrasinin elde edilemezliğini ortaya koyarak bunu kendi demokrasisi aracılığıyla gerçekleştirmek üzere talep etmektir, demokrasi mücadelesinden işçi sınıfı demokrasisi, sosyalist devrim mücadelesi için yararlanmaktır. Varolan hakların, özgürlüklerin, demokrasinin genişletilmesi, mücadele olanaklarının geliştirilmesi ise, ikincil yönüdür, bu mücadelenin yan ürünüdür. Demokrasi mücadelesinin birincil yönü, kapitalizmde demokrasinin sınırlılığının ortaya konması, demokratik bilincin, eğitimin tamamlanması, işçi sınıfı demokrasisi ve sosyalist devrim talebinin yükseltilmesi olduğu için de, bütün demokratik talepler, varolan düzen içerisinde karşılanabileceği varsayılan ölçüde değil, tam bir tutarlılıkla ileri sürülmelidir. Bütünlüklü bir biçimde ileri sürülen demokratik talepler, yığınların demokratik bilincini geliştirir, tamamlarken düzenin bunları karşılayamayacağını, bunun için işçi sınıfının kendi demokrasisinin, sosyalist devrimin gerekli olduğunu da göstermelidir.

Özetle, demokrasi, gerçekleştiği ölçüde, kapitalizmin serbestçe gelişmesinin önündeki engelleri kaldırarak, işçi sınıfının bilinçlenmesini, örgütlenmesini, güçlenmesini kolaylaştırarak sosyalizmi, sosyalist devrimi yakınlaştırır. Sosyalizm, sosyalist devrim, geçerken demokrasiyi sonuna kadar götürür, tamamlar. Mücadelesinin içeriği demokrasiyle sınırlı olmayıp sosyalizme, kendisiyle birlikte bütün sınıfların ortadan kaldırılmasına kadar uzandığı için, yalnızca işçi sınıfı, tutarlı olarak, sonuna kadar demokrasiden yanadır. Bütün diğer sınıf ve tabakalar ise, değişik aşamalarda demokrasi mücadelesini sınırlamaya, demokratik taleplerden, dönüşümlerden vazgeçmeye eğilimlidir.

Bu yüzden işçi sınıfı demokratik mücadeleler içerisinde ne kadar etkin bir biçimde yer alır, bu mücadelenin başına geçebilirse, demokrasi mücadelesi de o kadar tutarlı olabilir, o kadar ileri götürülebilir. Buna karşılık, işçi sınıfının demokrasi mücadelesindeki zayıflığı, başka sınıfların etkinliği, o ölçüde bu mücadeleyi geri çeker, zayıflatır, tutarsızlığa sürükler. İşçi sınıfının demokrasi mücadelesinde güçlü bir biçimde yer alması, bu mücadelede önderliği kazanması, hem böylece bu mücadelenin tutarlılığının sağlanabilmesi, sonuna kadar götürülebilmesi nedeniyle demokrasi mücadelesinin çıkarınadır; hem de bu biçimde demokrasi mücadelesi sosyalizm mücadelesine bağlanabileceği, güçlendirerek ona hizmet edebileceği için sosyalizm mücadelesinin çıkarınadır.

Demokrasi mücadelesine, demokratik sorunlara yaklaşım, işçi sınıfının çıkarlarının savunucusu komünizmi diğer akımlardan ayırt eden oldukça önemli yönlerdendir. Demokrasi mücadelesinde çeşitli sınıf ve tabakaları, içinde işçi sınıfını da eriterek, tek bir halk topluluğunda kaynaştırmaya çalışan halkçı politik akım, demokrasiyi bağımsız, temel bir hedef kabul ederek demokratizme yönelir. Öte yandan hakların, özgürlüklerin, demokrasinin genişletilmesini, iyileştirilmesini, devrim mücadelesinin yan ürünü olarak değil de devrimden önceki bir ara aşama olarak alan reformizm, demokrasinin genişletilmesini, iyileştirmeleri, reformları temel alarak devrim ve sosyalizm mücadelesini belirsiz bir geleceğe erteleyip işçi sınıfını varolan düzene, kapitalizme mahkum etmiş olur. Buna karşılık, işçi sınıfının çıkarlarını savunan komünizmi ayırt eden ise, demokrasinin genişletilmesini, reformları devrim mücadelesinin yan ürünleri olarak ele alıp sosyalizm mücadelesini temel alması ve demokrasi mücadelesini de sosyalizm mücadelesine tabi kılmasıdır.

Demokrasi mücadelesi ile sosyalizm mücadelesi arasında kurulan ilişki, bağ, söz konusu siyasi akımın niteliği açısından belirleyici önemdedir. Bu bakımdan, bir dönem İkinci Enternasyonalde ortaya çıkan reformizme değinmekte de yarar var. İkinci Enternasyonal partilerinin reformizme düşmeleri ele alındığında, bunun, işçi sınıflarının önlerindeki devrimci adımın sosyalist devrim olduğu ülkelerde, demokrasi mücadelesini, demokrasinin genişletilmesini, iyileştirilmesini temel almalarından kaynaklandığı görülebilir. Bu değerlendirme çerçevesinde, İkinci Enternasyonal partilerinin reformizminin nedeni, onların demokrasi mücadelesi vermeleri, bunu programlarına almaları, asgari programa sahip olmaları değil, demokrasi mücadelesini sosyalizm mücadelesine, asgari programlarını azami programlarına tabi kılmamaları olur. Bu durumda sorun, asgari programın varlığı, demokratik taleplere programda yer verilmesi değil, sosyalist devrimin, azami programın temel alınmamasıdır.

DEMOKRATİK DEVRİM VE İŞÇİ SINIFI

Reformizm İkinci Enternasyonale hakim olurken Rusya’da da işçi sınıfının çıkarlarının savunucusu devrimci akım gelişiyordu. Büyük Ekim Sosyalist Devrimine önderlik ederek işçi sınıfının sosyalist devrimci çıkarlarını savunduğunu en somut toplumsal pratik düzeyde kanıtlayan Bolşevik Parti de aynı kökenden geldiği Menşevik Parti ile 1903 RSDİP programını paylaşıyordu. İki partinin programının ortak olması, Menşeviklerin reformist politikaları ile Bolşeviklerin devrimci politikaları arasındaki ayrımı kaldırmadığı gibi, asgari ve azami programları olması Bolşevikleri reformizme düşürmedi.

Sosyalizm adına farklı anlayışların demokrasiye yaklaşımları, Rusya’da Çarlık feodalizmine karşı başlayan burjuva-demokratik devrim, 1905 Devrimi sırasında belirginleşmişti. Narodnik geleneğin sürdürücüsü Sosyalist-Devrimciler bütün halkın otokrasiye karşı demokrasi mücadelesini önlerine koyarak demokratizm akımının temsilciliğini yapıyorlardı. Rusya Sosyal-Demokrat İşçi Partisi içerisinde daha önce örgütsel sorunlar temelinde ayrılan Bolşevikler ve Menşevikler, 1905 Devrimi karşısında farklı tutumlar alarak politikalarında da birbirlerinden ayrılıyorlardı. İşçi sınıfının gelişmesinden korkan burjuvazinin kendi devriminden yüz çevirmesi olgusu karşısında, Menşevikler, burjuva devriminin Çarlığa karşı başarı kazanmasını, işçi sınıfının burjuvaziyi korkutmamak için ileri atılmamasına bağlıyor, işçi sınıfının kendi bağımsız mücadelesini yükseltmek yerine burjuvaziyi desteklemesini savunuyorlardı. Buna karşılık Bolşevikler, aynı gelişme karşısında Menşeviklerin tersine bir sonuç çıkarıyorlar, devrimin sonuna kadar götürülebilmesi, başarılı olabilmesi için, işçi sınıfının köylülükle ittifak yaparak en aktif biçimde devrime katılmasını, hatta burjuvaziyi tecrit edip önderliği eline geçirmesini savunuyorlardı. Trotski’nin burjuva devrimin sorunlarını, köylülüğün desteğini alan işçi sınıfının kendi devrimiyle çözmesi görüşünü de bu iki ayrı politik tutuma eklemek gerekir.

Bir açıdan değerlendirildiğinde, Menşeviklerin savunduğu burjuvazinin devrimi ve Trotski’nin savunduğu işçi sınıfının devrimi önermeleri, Marx ve Engels’in burjuva ve proleter devrimlere ilişkin daha önceki görüşlerinin genel çerçevesinin içinde bulunabilir. Buna karşılık Bolşeviklerin savunduğu işçilerin, köylülerin devrimi, işçilerin, köylülerin devrimci-demokratik diktatörlüğü önermeleri, Lenin’in geliştirdiği yeni görüşlerdir ve bu anlamda marksizme katkıdır. Burjuvazinin önderlik ettiği burjuva devrim ve hatta burjuva devriminin görevlerini tamamlayan proleter devrim kavramları marksizmin o günkü sınıflandırmalarının dışında değildir. Ama işçilerin, köylülerin demokratik devrimi bu ikisinden de farklıdır ve o günkü marksizm için yeni bir önermedir.

Lenin, 1905’te yazdığı ve Menşeviklerin Konferansı ile Bolşeviklerin Kongresinin kararlarını karşılaştırdığı Demokratik Devrimde Sosyal-Demokrasinin İki Taktiği adlı eserinde, burjuvazinin çarlığa karşı mücadele etme konusundaki isteksizliğine dayanarak, devrimin kesin zaferi için, proletaryanın ve köylülüğün devrimci-demokratik diktatörlüğünü savunmaktadır:

“Büyük burjuvazi, toprak beyleri, fabrikatörler... kesin bir zaferi bile istemiyorlar. Biliyoruz ki, sınıfsal konumları gereği, çarlığa karşı kesin bir savaşım verme yetenekleri yoktur; kesin bir savaşıma girmekte, özel mülkiyet, sermaye ve toprak, bunların ayaklarına ağır bir köstek olmaktadır. Bunların, proletaryaya ve köylülüğe karşı kullanmak için, çarlığın, bürokratik, askeri ve polis güçlerine öylesine büyük gereksinmeleri vardır ki, çarlığın yıkılmasını isteyemezler. Hayır, ‘çarlık üzerinde kesin bir zafer’ kazanabilecek tek güç halktır, yani eğer esas ve büyük güçleri alır ve kır ve kent küçük-burjuvazisini (bunlar da ‘halk’ın bir parçasıdır) ikisi arasında paylaştıracak olursak, proletarya ve köylülüktür. ‘Devrimin çarlık ürerindeki kesin zaferi’, proletaryanın ve köylülüğün devrimci-demokratik diktatörlüğünün kurulması demektir.” (Lenin, İki Taktik, s. 58-59)

Bolşeviklerin tutumu da burjuvazinin kendi devriminden vazgeçmesi saptamasından kaynaklanmaktadır. Ama bu aynı saptamadan Menşeviklerden ve Trotski’den farklı bir önerme çıkartılmakta, işçi sınıfının bağımsız mücadelesiyle ileri atılmayıp burjuvazinin desteklenmesini ya da köylülüğün desteklediği işçi sınıfı devrimini öneren tutumların yerine işçi sınıfı ve köylülüğün demokratik devrimi savunulmaktadır. Bu demokratik devrim, içeriği, görevleri açısından burjuva devrimidir, demokratik sorunları çözmek, demokrasiyi elde etmek durumundadır. Ama sınıfsal katılım açısından burjuvazinin önderlikten uzaklaştırıldığı, tecrit edildiği, buna karşılık işçi sınıfı ve köylülüğün gerçekleştirdiği bir devrimdir, bu anlamıyla da burjuva olmayan bir devrimdir. Devrimi, en erken, en kısa yoldan, en az kazanımla bitirmek istediği için, burjuvazi bu devrimden dışlanmalı, buna karşı işçi sınıfı ve köylülük devrimi sonuna kadar götürmelidir. Devrim ne kadar ileri giderse, demokrasi ne kadar tam elde edilirse, işçi sınıfı o kadar sosyalist devrime ilerleme olanağı bulur, o kadar işçi sınıfının çıkarınadır. Bu yüzden işçi sınıfı demokratik devrimde en etkin bir şekilde yer almalı, bu devrimin önderliğini ele geçirmeye çalışmalıdır.

İşçi sınıfı demokratik devrime katılmalı, hatta ona önderlik etmelidir. Ama bu, o devrimi sosyalist yapmış olmaz. İşçi sınıfının önderlik ettiği demokratik devrim, işçi sınıfının yoksul köylülükle ittifak yaparak sosyalist devrimi gerçekleştirmesinden farklıdır, dolayısıyla sosyalist devrimle aynı şey değildir. Demokratik devrim ve sosyalist devrim, dayandıkları temel ittifaklar, hedefledikleri iktidarlar, önlerine koydukları görevler ve programları açısından birbirlerinden farklıdır. Bu farklılık, demokratik devrimin ve sosyalist devrimin unsurlarının somut gerçeklikte birbirlerinin içine geçmesini ortadan kaldırmadığı gibi, bu iç içe geçme de ikisinin arasındaki kategorik ayrımı ortadan kaldırmaz.

Lenin, İki Taktik’te demokratik devrim ile sosyalist devrimi şöyle ayırıyor:

Proletarya, kuvvet yoluyla otokrasiyi ezmek ve burjuvazinin tutarsızlığını etkisiz hale getirmek için köylü yığınlarıyla ittifak kurarak, demokratik devrimi sonuna kadar götürmelidir. Proletarya, kuvvet yoluyla burjuvazinin direncini kırabilmek için, köylülüğün ve küçük-burjuvazinin kararsızlığını etkisiz hale getirebilmek için, halkın yarı-proleter unsurlarıyla ittifak kurarak sosyalist devrimi başarmalıdır.” (Lenin, İki Taktik, s. 119-120)

Lenin, yine İki Taktik’te, iki devrimin unsurlarının iç içe geçmesinden söz ederken demokratik devrim ile sosyalist devrimi birbirinden ayırt etmenin zorunluluğunu da vurguluyor:

“Elbette, bugünkü tarihsel koşullarda, geçmişin unsurları, geleceğin unsurları ile iç içe girmişlerdir; iki yol kesişmektedir. Ücretli emeğin özel mülkiyete karşı savaşımı, otokrasi koşullarında da vardır; serflikte bile vardır. Ama bu, hiç de bizi gelişmenin belli başlı aşamaları arasındaki mantıksal ve tarihi ayrımı yapmaktan alıkoyamaz. Hepimiz burjuva devrim ile sosyalist devrimi karşı karşıya koruz; hepimiz ikisi arasında kesinkes bir ayrımın mutlak zorunluluğu konusunda direniriz; ama tarihin akışı içerisinde, bu iki devrimin tek tek özgün unsurlarının iç içe geçmiş oldukları yadsınabilir mi? Avrupa’da demokratik devrimler dönemi bir takım sosyalist hareketler ve sosyalizmi kurma yolundaki girişimlerle karşılaşmadı mı? Ve Avrupa’daki geleceğin sosyalist devrimi, demokrasi alanında geride bırakılmış bir sürü tamamlanmamış şeyi tamamlamak zorunda kalmayacak mıdır?” (Lenin, İki Taktik, s. 99)

Demokratik devrim de en az demokrasi kadar iç çelişkilere sahip bir kavramdır. Çözmesi gereken sorunlar açısından, içeriği ve programı açısından burjuva devrimidir. Ama devrimden yüz çevirmesine bağlı olarak burjuvazinin değil, işçi sınıfının ve köylülüğün gerçekleştirdiği devrimdir. Sonuna kadar götürülebilmesi açısından işçi sınıfının bu devrime en etkin katılımı, hatta önderliği gereklidir. Ama bu da, bu devrimin sosyalist olması demek değildir.

Bu noktada belirleyici olan, işçi sınıfının önderliğinin, devrime katılım için bir önkoşul olarak dayatılmamasıdır. İşçi sınıfının önderliği, hem demokratik devrimin en tutarlı ve bütünlüklü olabilmesi, sonuna kadar götürülebilmesi için, hem de sosyalist devrime en çabuk ve kolay ilerlenebilmesi için uğruna mücadele edilen bir hedeftir, ama bu devrimin karakterinin tanımlayıcısı değildir. Demokratik devrimi tanımlayan, demokratik ittifak, iktidar ve programdır. Bu ittifak, işçi sınıfı ve köylülüğün ittifakıdır ve iktidar da işçi sınıfı ve köylülüğün devrimci-demokratik diktatörlüğüdür. Bu ittifak devrimci-demokratik zeminde olduğu için, işçi sınıfına olduğu kadar çıkarları demokrasiden yana olan, bunu savunan köylülüğe de açıktır. Bu ise demokratik ittifakın ve iktidarın aynı zamanda işçi sınıfının müttefiklerinin, köylülüğün hakimiyetine de açık olmasının kabul edilmesi demektir. İşte bu karakteri, yapısal olarak köylülüğün, küçük-burjuvazinin hakimiyetine izin veren karakteri nedeniyle de demokratik devrim ve devrimci-demokratik diktatörlük, burjuva olarak nitelenebilmiştir.

Burada, devrimin çeşitli gelişme ihtimallerine açık bir yaklaşım bulunmaktadır. Köylülüğün, küçük-burjuva karakterin ittifak içerisinde, devrimde, iktidarda hakim olması ihtimali, devrime katılımdan vazgeçmeyi getirmemektedir. Çünkü demokratik devrim, sosyalist devrimi yakınlaştırdığı için işçi sınıfının çıkarınadır ve ne kadar ileri giderse o kadar sosyalist devrimin koşullarını hazırlar. Bu anlamda, işçi sınıfının önderliğinin önkoşul olarak getirilip getirilmemesi, devrimin karakterinin tanımı açısından belirleyici bir önem kazanmakta, iki konum arasındaki fark demokratik devrim ile sosyalist devrim arasındaki farka karşılık gelmektedir. İşçi sınıfının yarı-proleterlerle ittifakı temelinde çeşitli halk kesimlerini, köylülüğü peşinde topladığı, onların desteğini kazandığı devrim sosyalist devrimdir ve proletarya diktatörlüğünü kurarak geçerken demokratik dönüşümleri tamamlayıp sosyalist önlemler almaya yönelir. Demokratik devrim ise, kapitalizmin serbestçe gelişmesinin önündeki engelleri kaldırmaya karşılık gelen demokratik dönüşümleri gerçekleştirmek üzere işçi sınıfının köylülükle ittifakıdır ve başarısı ölçüsünde de işçi sınıfının açık sınıf mücadelesi içerisinde sosyalist devrime yürümesinin koşullarını sağlar.

Belirli somut koşullarda iç içe geçmekle birlikte, demokratik ve sosyalist devrimler arasındaki ayrım, önlerindeki görevler, içerik açısından, demokratik dönüşümlerle sosyalist dönüşümlere karşılık gelir. Bolşevikler, proletarya ve köylülüğün devrimci-demokratik diktatörlüğünün, partinin asgari programını gerçekleştirmesini savunmuşlardır. Bu anlamda, asgari programlarını devrim programı, demokratik devrimin programı olarak savundukları için reformizme düşmemişler, reformlar için mücadeleyi devrim mücadelesine tabi kılarken aynı zamanda demokrasi mücadelesini de sosyalizm mücadelesine bağlamışlardır. Böylece sosyalist devrim koşullarında demokrasi mücadelesini, demokrasinin genişletilmesini, reformları temel alan başka İkinci Enternasyonal partilerinden farklı bir tutum alabilmişlerdir. Dolayısıyla Bolşeviklerinki gibi bir yaklaşımla, komünist parti programında, asgari ve azami program ayrımında ifadesini bulan demokratik talepler ve demokrasi mücadelesi ile sosyalizm mücadelesi arasındaki ilişki, devrimci bir tarzda kurulabilir. Asgari program demokratik talepleri, dönüşümleri içerirken, azami program da, sosyalist önlemleri sıralar, sosyalist devrim programını oluşturur.

KESİNTİSİZ DEVRİM

Hem burjuvazinin halk kitlelerini peşine takarak gerçekleştirdiği burjuva-demokratik devrimden, hem de işçi sınıfının diğer emekçilerin, ezilenlerin desteğini alarak gerçekleştirdiği sosyalist devrimden farklı olarak kendi devrimci-demokratik diktatörlükleri altında demokratik dönüşümleri yapmak üzere işçi sınıfı ve köylülüğün gerçekleştirdiği demokratik devrim stratejisi, Lenin’in marksizme bir katkısıdır. Demokratik devrim ve sosyalist devrimin birbirlerinden belirgin bir biçimde ayırt edilmelerinden öteye, Lenin’in katkısının diğer bir boyutu da bu ikisi arasında kurulan ilişkidir; demokratik devrimin sosyalist devrime bağlanması ve demokratik devrimden sosyalist devrime kesintisiz geçişin savunulmasıdır. Bu anlayış açısından temel alınan, sosyalist devrimdir, işçi sınıfının sosyalizm mücadelesidir; demokrasi mücadelesi, demokratik devrim ise, buna, sosyalizm mücadelesine tabidir. Dolayısıyla demokratik devrim, demokrasi, kendi başına bir amaç değildir, sosyalist devrimin koşullarını hazırlayabilmek, en hızlı biçimde sosyalist devrime ilerleyebilmek için önerilmektedir. Lenin İki Taktik’te demokratik devrim ile sosyalist devrim arasındaki ilişkiyi şöyle tarif ediyor:

“Bugünkü devrimin kesin zaferi, demokratik devrimin sona erdiği ve sosyalist devrimin kararlı savaşımının başladığı nokta olacaktır. Köylülüğün bugünkü istemlerinin karşılanması, gericiliğin tümüyle bozguna uğratılması ve demokratik cumhuriyetin gerçekleşmesi, burjuva devrimciliğinin ve hatta küçük-burjuva devrimciliğinin son sınırını belirleyecek ve proletaryanın sosyalizm için gerçek savaşımının başlangıcı olacaktır. Demokratik devrim ne denli eksiksiz olursa, bu yeni savaşımın gelişmesi o denli çabuk, o denli yaygın, o denli açık-seçik ve o denli kararlı olacaktır ... devrimin kesin zaferi de kesin bir olgu haline geldiğinde ... demokratik diktatörlük sloganını proletaryanın sosyalist diktatörlüğü, yani eksiksiz bir sosyalist devrim sloganı ile ‘değiştireceğiz’.” (Lenin, İki Taktik, s. 155-6)

Bu yaklaşımla hedef sosyalizmdir, sosyalist devrimdir. Demokratik devrim ise sosyalizm mücadelesinin en çabuk gelişebilmesinin yolu olarak savunulmaktadır. Çünkü demokratik devrim ne kadar ileri gitmiş, tamamlanmış olursa, sosyalist devrim mücadelesi de o kadar hızlı, gelişkin, yaygın, kararlı olacaktır. Demokratik devrim ile sosyalist devrim arasındaki bu ilişki, demokratik devrimin sosyalist devrime tabi olarak ele alınması, işçi sınıfının önündeki devrimci adımın niteliğinin belirlenmesi konusunda ve bunun da dayandığı demokratik devrimden sosyalist devrime geçiş sorunu açısından özgün bir sonuç yaratır.

Lenin, yine 1905’te yazdığı Köylü Hareketine Karşı Sosyal-Demokrasinin Tavrı isimli makalesinde, demokratik devrimden sosyalist devrime geçiş sorununu ele alırken kesintisiz devrim anlayışını ileri sürüyordu:

“Demokratik devrimden derhal ve gücümüze, sınıf bilincine varmış ve örgütlenmiş proletaryanın güç derecesine tamamen uygun bir şekilde sosyalist devrime geçmeye koyulacağız. Biz kesintisiz devrimden yanayız, yarı yolda durmayacağız.” (Lenin, Toplu Eserler, c. 9, s. 236)

Bu çerçevede, demokratik devrimden sosyalist devrime geçiş, yalnızca bir tek şeye, işçi sınıfının gücüne, yani sosyalist devrimi gerçekleştirebilecek duruma gelmiş olup olmadığına bağlıdır. Başka hiçbir önkoşul, örneğin demokratik devrimin tamamlanması, vb. ileri sürülmemektedir. Demokratik devrim ne dereceye kadar ilerlemiş olursa olsun, tamamlansa da tamamlanmasa da, işçi sınıfı gücü yettiği an sosyalist devrime girişmek, demokratik devrimden kesintisiz olarak sosyalist devrime geçmek durumundadır.

Lenin, bu anlayışını Proletarya İhtilali ve Dönek Kautsky’de de şu sözlerle ifade ediyor:

“İki devrim arasına suni olarak bir Çin Seddi kurmak, ikisini proletaryanın hazırlık ve yoksul köylülükle birleşme derecesiyle değil de, herhangi başka bir şeyle birbirlerinden ayırmak, marksizmin tahrifini son haddine vardırmaktır, marksizmi bayağılaştırmaktır, marksizmin yerine liberalizmin konmasıdır.” (Lenin, Proletarya İhtilali ve Dönek Kautsky, s. 157)

Burada da demokratik devrim ile sosyalist devrim arasındaki ayrımın, marksizm açısından, başka hiçbir şeye değil de, yalnızca işçi sınıfının sosyalist devrime hazırlık derecesine dayandırılması gerektiği vurgulanmaktadır. Marksizm açısından, demokratik devrim ve sosyalist devrim, birbirinden kopuk değildir, demokratik devrim de kendi başına amaç değildir. Demokratik devrim işçi sınıfını sosyalist devrime hazırlar, işçi sınıfı kendi gücünün, hazırlığının tamamlanmışlığının ölçüsünde kesintisiz olarak sosyalist devrime geçer. Demokratik sorunların çözülmesi, bunların tamamlanması, sosyalist devrime geçişin önkoşulu değil, bu geçişin kolaylaştırıcısı, hızlandırıcısı, yakınlaştırıcısıdır.

Demokratik devrimle güçlenen, bilinçlenmesini, örgütlenmesini, hazırlığını tamamlayan işçi sınıfının kesintisiz olarak sosyalist devrime geçmesi anlamında kesintisiz devrim, belki Marx’ın dile getirdiği ve burjuva devrimi içerisinde güçlenen işçi sınıfının önüne sosyalist devrimi koyan sürekli devrimden çok farklı değildir. Ama bundan da öteye kesintisiz devrim, daha özgün bir anlam taşır; demokratik devrimle iktidarda yer alan işçi sınıfının ikinci bir ihtilale, bir siyasi devrime gerek kalmadan sosyalist devrime geçmesi anlamını içerir.

Lenin, 1917’de Şubat Devriminden sonra, Sovyetlerin bütün iktidarı almasını, bu anlamda bir barışçı geçişi savunmuştur. O sırada, burjuvaziyi temsil eden Geçici Hükümet ile işçi sınıfı ve köylülük ittifakını temsil eden Sovyetler arasında bir ikili iktidar durumu söz konusuydu. Geçici Hükümetin bağımsız silahlı gücü, iktidar organları yoktu; hakimiyetin işçi sınıfında değil, köylülükte, küçük-burjuvazide olduğu Sovyetlerin rızasıyla iktidardaydı. Lenin bu koşullarda, Sovyetlerin bütün iktidarı eline alması biçiminde devrimin barışçı gelişmesini öngörüyordu. Sovyetler içerisindeki küçük-burjuva hakimiyeti bu yönde gelişmeye imkan vermeyince de, Sovyetler içerisinde işçi sınıfının hakimiyeti mücadelesini ve ikinci bir ihtilalle, siyasi devrimle sosyalist devrimin gerçekleştirilmesini öne çıkarttı. Bu anlamda kesintisiz devrim, bir ihtimaldi, uğruna mücadele edilen bir seçenekti, ama Şubat Devriminde gerçekleşmedi. Devrimin barışçı gelişme imkanı ortadan kalktı ve sosyalist devrim, ikinci bir devrimle Ekim Devrimiyle gerçekleşti.

Kesintisiz devrim, ikinci bir siyasi devrime, devlet iktidarının yıkılıp yenisinin kurulmasına gerek kalmadan kesintisiz olarak demokratik devrimden sosyalist devrime geçiş, belirli koşullara dayanan bir ihtimaldir, devrimin gelişiminin belirli bir yoludur. Ama yine demokratik devrim, işçi sınıfı ve köylülüğün devrimci-demokratik diktatörlüğü de, benzer biçimde, devrim mücadelesinin gelişiminin yollarından biridir, belirli koşullara dayanan bir ihtimaldir. Dolayısıyla, sosyalist devrime geçiş için işçi sınıfının önünde bulunan ihtimallerden söz edilebilir.

Bunlardan biri, burjuva-demokratik devrimin ilerlemesi içerisinde güçlenen işçi sınıfının önüne sosyalist devrimi koyması, sosyalist devrime yönelmesidir. Diğeri, demokratik devrimi sonuna kadar götürebilmek, böylece kendi sosyalist devrimini yakınlaştırabilmek için işçi sınıfının köylülükle ittifak yapması, işçi sınıfı ve köylülüğün devrimci-demokratik diktatörlüğünün kurulmasıdır. Buradan öteye de iki ihtimalden söz edilebilir. Birincisi, demokratik sorunların tutarlı çözümü sayesinde, demokrasinin bütünlüklü elde edilmesi sayesinde güçlenen, hazırlığını tamamlayan işçi sınıfının sosyalist devrimini gerçekleştirmesidir. İkincisi de, işçi sınıfının, demokratik ittifak içerisinde önderliği ele geçirmesi ve koruması, burjuvaziyi bu ittifaktan dıştalayıp tecrit etmesi ve köylülüğü, küçük-burjuvaziyi küçük üretim karşısında kolektivizmin üstünlüğüne ikna edip bu kesimin desteğini sağlaması koşullarıyla, yeni bir siyasi devrime gerek kalmadan, kesintisiz olarak sosyalist devrime geçmesidir. Bütün bu değişik ihtimaller göz önünde tutulduğunda devrimin gelişiminin, sosyalist devrime ilerlemenin tek bir belirlenmiş yolu değil, çeşitli farklı yolları, ya da ihtimalleri öne çıkar. Bu ihtimallerden hangisinin gerçekleşeceği ise, varolan koşullara bağlıdır.

Devrimci stratejinin saptanmasında öncelikle belirleyici olan, verili koşullardır; belirli bir anda devrimin koşullarının bulunup bulunmadığından ya da konjonktürsel nitelikli koşullardan farklı olarak nispeten uzunca bir dönem boyunca geçerliliğini koruyan temel nitelikteki koşullardır. Ancak saptanan stratejinin savunulmasının onun gerçekleşmesini sağlayacağının da güvencesi yoktur. Bu düzeyde belirleyici olan ise sınıf mücadelesidir. Bu anlamda da devrim mücadelesinin gelişimi çeşitli yollara, çeşitli ihtimallere açıktır. Sorun, her durumda hedefe ilerleyebilmek ve bunu en çabuk ve en kısa yoldan yapabilmektir, daima bu amaçla mücadele etmektir.

İşçi sınıfının mücadelesinin hedefi, sosyalist devrimdir, sınıfların ortadan kaldırılmasıdır, komünizmdir. İşçi sınıfının komünizm mücadelesi açısından, bir yandan varolan koşullarda bu hedefe en uygun, en doğrudan hedefe götürecek stratejilerin saptanması, bir yandan da bu stratejilerin gerçek sınıf mücadelesi içerisinde hayata geçirilmesi için mücadelenin sürdürülmesi gerekir. Dolayısıyla saptanıp savunulan stratejinin bir ihtimal olmaktan çıkıp gerçekliğe dönüşmesi, aynı zamanda, onu gerçekleştirebilmek için sürdürülen mücadelenin başarıya ulaşmasına da bağlıdır. Ama bu, sınıfların ortadan kaldırılması hedefine, komünizm hedefine en hızlı bir biçimde ilerleyebilmek amacına uygun düşen stratejinin saptanabilmesi için varolan koşulların incelenmesi gereğini ortadan kaldırmaz, bu çözümlemenin önemini azaltmaz.

DEMOKRATİK DEVRİMİN VE SOSYALİST DEVRİMİN KOŞULLARI

Burjuva devrimlerin koşulları, feodalizmin bağrında kapitalizmin gelişmesiyle olgunlaşmıştı. Gelişmesinin henüz çok zayıf olduğu, bağımsız sınıfsal tutumunun ve mücadelesinin cisimleşmediği dönemde, işçi sınıfı da bütün bir halk kitlesi içerisinde burjuvaziyi desteklemekten öteye geçmek, kendi devrim stratejisini öne sürmek durumunda değildir. Komünist programın öznesi işçi sınıfı olduğuna göre, bu program açısından strateji sorununu ele almak, işçi sınıfının en azından bağımsız politikasını ortaya koyabilecek düzeyde varlığını öngörür. Bu aynı zamanda, işçi sınıfının bu biçimde henüz varolmadığı koşullarda komünist program ve strateji sorununun da daha söz konusu olmaması demektir. Ama işçi sınıfının sosyalist devriminin dünya ölçeğindeki etkisinin, eğer hala kalmışsa yeryüzünün daha işçi sınıfının gelişmemiş olduğu köşelerindeki toplumsal gelişmeyi belirlemesi, kendi denetimi altına alması, bu genellemeyi bozmaz. Bu tür bölgeler, dünya tarihini belirleyen bölgelerdeki gelişmelere tabi kılınmış ve toplamda yine işçi sınıfının gelişmişliği, gücü, toplumsal gelişmeyi, stratejiyi belirlemiş olur.

Bu çerçevede, komünist programda strateji sorunu, işçi sınıfının bağımsız politikasının varlığına dayanır. İşçi sınıfının, sınıfların ortadan kaldırılması, komünist toplum hedefine ilerleyebilmek için önündeki devrimci adımın varolan koşullara dayanarak saptanması açısından, aktif biçimde yer aldığı ya da belirlediği devrimler olarak demokratik devrim ve sosyalist devrim stratejileri öne çıkar. Bu anlamda, söz konusu sorun açısından gereksinim duyulan çözümleme, demokratik devrim ile sosyalist devrim arasındadır. İçinde bulunulan koşulların buna yönelik olarak değerlendirilmesi gerektiğinden de, demokratik devrimin ve sosyalist devrimin koşullarının üzerinde durulması önem kazanır.

Demokratik devrim ya da sosyalist devrim stratejilerinin saptanmasında bir boyut, Lenin’in kesintisiz devrim anlayışında ifade edildiği gibi, işçi sınıfının, bilinç, örgütlenme, yarı-proleterlerle ittifakın gerçekleştirilmesi açılarından hazırlığı, gücü yeterli düzeye ulaştığı ölçüde, sosyalist devrime geçmesidir. Bu çerçevede işçi sınıfının, önüne sosyalist devrimi koymasının koşulu, bilinç, örgütlenme, ittifaklar düzeyidir. Bu koşul sağlandığı ölçüde işçi sınıfının önündeki devrimci adım, strateji, sosyalist devrim olarak saptanmalı, tersi durumda da söz konusu saptama demokratik devrim biçiminde olmalıdır. Daha doğrusu işçi sınıfı, koşulları oluştuğu ölçüde sosyalist devrime geçmelidir.

Bu koşullar henüz bulunmadığında ise, işçi sınıfı, en hızlı biçimde bunları tamamlayıp sosyalist devrime ilerleyebilmek için önüne demokratik devrimi koymalıdır. Demokratik devrimin kazanımları, demokratik sorunların çözümlenmesi, demokrasinin elde edilmesi ölçüsünde, açık sınıf mücadelesi içerisinde, gerçek kurtuluşun sınıfların ortadan kaldırılmasında, sosyalist devrimde olduğu ortaya konabilecek, işçi sınıfı, gelişip bilinçlenmesini, örgütlenmesini tamamlayabilecek, köylülüğün ayrışıp parçalanması temeli üzerinde yoksul köylülükle, yarı-proleterlerle ittifakını gerçekleştirebilecektir. Demokratik devrim sayesinde sosyalist devrime geçişin koşullarının gelişmesini sağladığı ölçüde de, işçi sınıfı, önüne sosyalist devrimi koyabilecektir.

Bu biçimde, demokratik ve sosyalist devrim stratejilerinin saptanmasında, aralarındaki ayrımın dayandırıldığı ölçüt, bilinç, örgütlenme ve ittifaklar düzeyidir, yani sınıflar mücadelesine ilişkindir ve öznel koşula karşılık gelir. İşçi sınıfının önündeki devrimci adımın, stratejinin saptanmasında öznel koşulun öne çıkması, sınıf mücadelesinin belirleyici olması, aynı zamanda bir toplumsal gelişme düzeyinin de üzerinde yükselir, böyle bir düzeyi varsayar ya da içerir. Öznel koşul, sınıflar mücadelesinin belirli bir düzeyi, bir nesnel koşula, belirli bir sosyo-ekonomik gelişmişlik düzeyine dayanır. Sınıflar mücadelesinin aldığı biçim, dayandığı toplumsal yapıyla bağlantılıdır, o çerçevede şu ya da bu yönde etkili olur. Bu anlamda öznel koşul, nesnel koşula dayanır, onun tarafından belirlenir. Buna karşılık belirli bir sosyo-ekonomik gelişme düzeyi veri kabul edildiğinde, artık belirleyici olan, öznel koşuldur, sınıflar mücadelesidir.

Nesnel ve öznel koşullar arasındaki ilişki, Lenin’in 1905 Devriminin niteliğini varolan koşullar açısından değerlendirdiği sözlerinde de görülebilir:

“Rusya’nın ulaşmış olduğu ekonomik gelişme (nesnel koşullar) ve geniş proletarya yığınlarının ulaşmış oldukları bilinç ve örgütlenme düzeyi (nesnel koşullarla kopmaz bağları olan öznel koşullar) işçi sınıfının hemen ve tamamen kurtuluşunu olanaksızlaştırmaktadır. Ancak en bilisiz olanlardır ki, şu anda gelişmekte olan devrimin burjuva niteliğine gözlerini kapayabilirler; ancak en saf iyimserlerdir ki, işçi yığınlarının sosyalizmin amaçları ve bu amaçlara ulaşmak için izlenecek yöntemler konusunda henüz pek az şey bildiklerini unutabilirler.” (Lenin, İki Taktik, s. 22)

İçinde bulunulan durumda, doğrudan gözlenenler, sınıf mücadelesinin ulaştığı biçimlerdir, işçi sınıfının bilinç, örgütlenme düzeyidir, öznel koşullardır. Ama aynı zamanda da bu öznel koşullar, nesnel koşullarla kopmaz bağlar içindedir, zemininde maddi toplumsal gelişmenin yattığı bir çerçevede rol oynamaktadır. Lenin, gelişmekte olan devrimin burjuva niteliğini, koşulların işçi sınıfının kurtuluşuna, sosyalist devrime uygun olmamasıyla açıklamakta, işçi sınıfının bilinç ve örgütlenme düzeyi ve bunun kopmaz bir şekilde bağlı olduğu ekonomik gelişme düzeyinin yetersizliğine işaret etmektedir.

Sosyalist devrimin koşulları, bir yandan toplumsallaşan üretimi gerçekleştiren işçi sınıfının maddi gelişmişliğidir, kapitalizmin emekçi yığınları proleterleştirmesini, üretici güçleri, emeğin üretkenliğini geliştirmesini de içeren nesnel koşullardır. Diğer yandan da işçi sınıfının bilinç, örgütlenme, manevi gelişmişliğidir, komünist önderliğinden kitle örgütlerine, yarı-proleterlerle ittifaktan toplumsal hegemonyaya öznel koşullardır. İşçi sınıfının sosyalist devrimi başarması bu koşulların varlığına bağlıdır. Demokratik devrim saptaması ise, sosyalist devrimin koşullarının bulunmamasına dayandırılmaktadır. Nesnel ve öznel koşulların sosyalist devrime uygun olmaması nedeniyle, işçi sınıfı, demokratik devrimde yer alarak, en öne atılıp bu devrimi sonuna kadar götürerek, maddi ve manevi açıdan gelişip güçlenmeli, sosyalist devrime hazırlığını tamamlamalıdır.

Lenin, demokratik devrimin, devrim hükümetinin programı sorununu ele alırken, bunu varolan koşullara dayandırıp aynı zamanda da onun sosyalizmin önkoşullarını hazırlayan niteliğini vurguluyor:

“Geçici bir devrim hükümeti... için, içinde bulunduğumuz dönemin nesnel koşullarıyla ve proleter demokrasisinin amaçlarıyla uyum içerisinde olacak bir eylem programının ana çizgilerini belirlemeliyiz. Bu program, partimizin asgari programının tümüdür, bir yandan mevcut toplumsal ve ekonomik ilişkiler temeli üzerinde tümüyle gerçekleştirilebilecek olan, ve öte yandan da, sosyalizmin gerçekleştirilmesi için ileri doğru atılacak ikinci adımın önkoşulları olan ivedi siyasal ve ekonomik reformlar programıdır.” (Lenin, İki Taktik, s. 21)

Burada demokratik devrim iktidarı için program, partinin asgari programı olarak öne sürülürken bu programın, hem varolan toplumsal ve ekonomik ilişkiler temeli üzerinde gerçekleştirilebilecek olduğu hem de sosyalist devrimin önkoşullarına karşılık geldiği belirtilmektedir. Bu biçimde demokratik devrimle sosyalist devrimin birbirleriyle ilişkilendirilmelerinin yanısıra, demokratik devrimin koşulları da varolan toplumsal ve ekonomik ilişkilerle, nesnel temelle bağlantılandırılmaktadır.

DEVRİMCİ ADIMIN SAPTANMASI AÇISINDAN NESNEL VE ÖZNEL KOŞULLAR

İşçi sınıfının önündeki devrimci adımın saptanmasında başvurulan ölçüt, tek bir boyuttan ibaret değildir, karmaşıktır. İşçi sınıfının komünizm mücadelesinde izlenecek strateji, gündemdeki devrimci adım, çeşitli durumlarda boyutlardan biri öne çıksa da, aslında nesnel ve öznel koşulları içeren çok sayıda etkene bağlıdır. Dolayısıyla devrimci stratejinin belirlenmesinde, bütün bu etkenler göz önünde tutulmak, onların karmaşık bileşimi dikkate alınmak durumundadır. Öte yandan yine de, farklı durumlarda bunların arasında belirli bir yanın, birbirleriyle karşılıklı ilişkileri ve bağımlılıkları içinde daha fazla ağır bastığı saptanabilir.

Daha önce de vurgulandığı gibi, sorun, içinde bulunulan durumda, işçi sınıfının mücadelesinin komünizm hedefine en hızlı, en doğrudan ilerleyebilmesine uygun stratejinin belirlenebilmesidir. Bu da bağımsız tutumunu gösterebilecek ölçüde işçi sınıfının varlığını öngörür. Dolayısıyla, işçi sınıfının henüz bağımsız varlık gösteremediği burjuva devrimleri sırasında, henüz komünist program ve bunun parçası olarak strateji sorunu da gündeme gelmemiş demektir.

Komünist program ve strateji sorunlarının gündeme gelmesi, işçi sınıfının bağımsız tutumunun gelişmesine karşılık gelir. Burjuva devrimleri içerisinde gelişip güçlendiği ölçüde işçi sınıfının kendi devrimini, sosyalist devrimi önüne koyması söz konusu olmuştur. Buna karşılık, işçi sınıfının burjuva devrimi içerisinde güçlenip sosyalist devrime yönelmesi karşısında, burjuvazinin kendi devriminden caydığı, onun karşısına geçtiği özgün durum ortaya çıkmıştır. Bu da işçi sınıfının bu devrimde etkin biçimde yer almasını, ileri atılıp önderlik için mücadelesini, bu anlamda da demokratik devrim stratejisini gündeme getirmiştir.

Demokratik devrim, gündemdeki demokratik sorunları çözmek üzere, işçi sınıfı ve köylülük ittifakının, burjuvazinin yerine, onu tecrit ederek devrimi gerçekleştirmesidir. Bu bakımdan, öznel koşullar, sınıflar mevzilenmesi açısından demokratik devrim burjuva devriminden farklı olmakla birlikte, demokratik devrimin nesnel koşulları burjuva devriminkinden farklı değildir. Bunlar, demokratik karakterli olarak isimlendirilen toprak sorunu, bağımsızlık sorunu, ulusal sorun, siyasi demokrasi, özgürlükler sorunları gibi kapitalizmin serbestçe gelişmesinin önünde engel oluşturan sorunların varlığı ve çıkarları bu sorunların çözümlenmesinden yana olan sınıfların, büyük ölçüde küçük üretici nitelik taşıyan geniş halk kitlelerinin toplumsal ağırlığıdır. Demokratik devrim bu sorunları çözerek kapitalizmin serbestçe gelişmesinin, açık sınıf mücadelesinin önündeki engelleri kaldırmak durumundadır. İşçi sınıfının demokratik devrim stratejisini benimsemesi, demokratik devrime en etkin bir biçimde katılıp önderlik etme, onu sonuna kadar götürme mücadelesi de, böylece gelişip güçlenmek, sosyalist devrime hazırlığını tamamlamak içindir.

Koşulları, önündeki görevler, içeriği itibariyle demokratik devrim, bir sosyal devrimdir, sosyo-ekonomik yapıda, sınıf egemenliğinde bir değişikliktir; yalnızca bazı demokratik dönüşümlere, ya da devlet biçimi değişikliklerine indirgenemez. Örneğin devrim olarak anılsa da anti-faşist bir ayaklanma ya da ihtilalle gerçekleşen siyasi rejim değişikliği, sınıf egemenliğinde, sosyo-ekonomik düzende bir değişikliği ifade etmediği ölçüde, demokratik devrime karşılık gelmez. Bu yüzden, sınıf egemenliği ve sosyo-ekonomik düzen değişikliği anlamı taşımayan demokratik kazanımlar, rejim, devlet biçimi değişiklikleri, devrimci adıma, stratejiye denk düşmez. Bunlar gündemdeki devrim mücadelesinin yan ürünleri olarak ele alınması gereken demokratik dönüşümlerdir, reformlardır.

Bu açıdan, yalnızca belirli demokratik sorunların varlığı, basitçe, gündemdeki devrimci adımın demokratik devrim olarak saptanmasını getirmez, demokratik devrim stratejisiyle özdeş değildir. Demokratik devrim, demokratik dönüşümlerin dayanağı olarak feodalizmin yıkılması, ulusal kurtuluş, emperyalizmden bağımsızlık gibi, egemenlik ve düzen değişikliğini ve buna uygun sınıfsal saflaşmaları içerir. Bu da eski düzenin, egemenliğin, devlet iktidarının yıkılması, yeni bir iktidar, işçi sınıfı ve köylülüğün ittifakı, devrimci-demokratik diktatörlüğü altında demokratik sorunların çözülmesi, demokratik dönüşümlerin gerçekleştirilmesi demektir.

Demokratik sorunların varlığı ya da burjuva-demokratik devrimin tamamlanmamışlığı, demokratik devrim ile sosyalist devrim arasındaki bağ nedeniyle de, demokratik devrim stratejisini zorunlu kılmaz. İşçi sınıfı açısından demokratik devrimin anlamı, en çabuk ve dolaysız sosyalist devrime ilerlemek olduğuna göre, eğer sosyalist devrim stratejisinin saptanmasının koşulları yoksa, işçi sınıfı sosyalist devrime bir an önce ulaşabilmek için demokratik devrimi önüne koymalı, buna karşılık sosyalist devrim stratejisinin koşulları bulunuyorsa, önüne sosyalist devrimi koyup demokratik sorunları da geçerken, sosyalist devrimin yan ürünleri olarak çözme, burjuva-demokratik devrimi bu biçimde tamamlama yolunu benimsemelidir. Bu da burjuva-demokratik devrim tamamlanmamış da olsa, eğer sosyalist devrim stratejisinin koşulları varsa, devrimci adımın demokratik devrim değil, sosyalist devrim biçiminde saptanması demektir.

Bu anlamda, bu noktada, işçi sınıfının önündeki devrimci adımın, stratejinin saptanmasında belirleyici olan, sosyalist devrimin koşullarıdır, bunların bulunup bulunmamasıdır. Eğer koşulları varsa, saptanması gereken strateji sosyalist devrimdir, aksi durumda da demokratik devrimdir. Ancak bu değerlendirme, yalnızca bu karşılaştırmayla sınırlı bir basitlikte değildir, nesnel ve öznel koşulların ayrıca ele alınmasını gerektirir. Daha önce değinilen, demokratik devrimden sosyalist devrime geçişi, işçi sınıfının bilinç, örgütlenme, yarı-proleterlerle ittifak ve böylece sosyalist devrime hazırlık derecesine bağlayan değerlendirme, öznel koşulları öne çıkartmakta, demokratik devrim ya da sosyalist devrim stratejilerini sosyalist devrimin öznel koşullarına bağlamaktadır. Ama burada bu öznel koşulların dayandığı belirli nesnel koşullar da verili koşullardır. Belirli nesnel koşulların varlığını içerecek biçimde, sözü edilmese de aslında bunlara bağlı olarak, öznel koşullar belirleyici alınmakta, devrimci adımın saptanması söz konusu öznel koşullara dayandırılmaktadır.

Devrimci adımın saptanmasında üzerinde öznel koşulların belirleyici olarak alındığı ve veri olarak kabul edilen nesnel koşullar, bir yandan köylülüğün nüfusun önemli bir çoğunluğunu oluşturup demokratik sorunların da çözümlenmemiş ve gündemde olduğu ve öte yandan sosyalizme ilerleyiş, geçiş için asgari de olsa belirli bir gelişmişliğin bulunduğu koşullar olarak düşünülebilir. Bu nesnel koşullarda işçi sınıfı, öznel koşulları geliştiği ölçüde, demokratik devrimden sosyalist devrime geçebilir, önüne sosyalist devrimi koyabilir.

Nesnel koşullarla öznel koşullar arasındaki ilişki, toplumsal gelişmenin başka aşamaları, düzeyleri ele alınırsa, daha belirgin olarak ortaya çıkabilir. Öznel koşulların belirleyici olarak alındığı koşullar, demokratik devrimden şu ya da bu biçimde sosyalist devrime geçişe izin veren nesnel koşullardır; bir yandan köylülük ve demokratik sorunlar önemini korurken diğer yandan üretimin toplumsallaşmasının, işçi sınıfının, sosyalist devrim için asgari düzeyde de olsa gelişmiş olduğu, kapitalizmin belirli bir gelişmişliğine karşılık gelen özel koşullardır. Buna karşılık, kapitalizmin bu orta derecede gelişmişliğinin dışındaki durumlarda farklı konumlar ve bunlara bağlı olarak da farklı saptamalar ortaya çıkar. İşçi sınıfının nesnel olarak daha sosyalist devrimi gerçekleştirebilecek düzeyde gelişmemiş olduğu koşullarda, bu nedenle, yani nesnel olarak sosyalist devrimin olanağı bulunmadığı için, işçi sınıfının önündeki devrimci strateji demokratik devrim olarak saptanmalıdır. Kapitalizmin ve işçi sınıfının bu nispeten az geliştiği durumun tersine, çok geliştiği, yani köylülüğün, küçük-burjuva tabakaların nüfus içinde öneminin azaldığı, işçi sınıfının toplumda maddi ağırlığının, hatta çoğunluğunun olduğu koşullarda da, yine nesnel koşullara dayanarak işçi sınıfının önündeki devrimci adım sosyalist devrim olarak saptanmalıdır. Bu çerçevede işçi sınıfının devrim stratejisinin belirlenmesi, kapitalizmin, işçi sınıfının orta gelişmişliği koşullarında öznel koşullara, bunun dışındaki durumlarda da doğrudan nesnel koşullara dayandırılmış olur.

SINIFLAR MÜCADELESİNİN DEĞİŞEN KOŞULLARI VE DEVRİMCİ ADIM

Sınıf mücadeleleri tarihi, bu tarih içerisinde sınıfların değişik konumları, rolleri, geliştirilen tutumlar, stratejiler birlikte ele alınıp değerlendirildiğinde, işçi sınıfının komünizm mücadelesi açısından devrim stratejisinin belirlenmesinde, en önemli etken olarak işçi sınıfının kendi durumu, koşulları öne çıkar. Demokratik devrim ya da sosyalist devrim stratejileri için, işçi sınıfının bağımsız varlığı önkoşuldur. Bu stratejilerin saptanması ise, işçi sınıfının nesnel ve öznel koşullarının, içinde bulunulan duruma, kapitalizmin, işçi sınıfının gelişmişlik düzeyine bağlı olarak birinin ya da diğerinin ağır bastığı, ama çeşitli boyutları içeren, dolayısıyla karmaşık bir değerlendirmesine dayanır. Bunun sonucu, feodalizmi demokratik devrimle, kapitalizmi de sosyalist devrim stratejisiyle eşitlemenin ötesinde çok boyutlu bir değerlendirmenin gerekmesidir.

Devrimci adımın belirlenmesinin tek bir boyuta indirgenemeyeceğini gösteren birçok durum sıralanabilir: Kapitalizmin egemenliği sosyalist devrimle özdeş değildir; Çarlık Rusya’sında olduğu gibi, yaygın köylülük, gündemdeki demokratik sorunlar ve işçi sınıfının sosyalist devrime hazırlığının tamamlanmamış olması, devrimci adımın demokratik devrim olmasını gerektirebilir. Öte yandan, sosyalist devrim işçi sınıfının nüfusun çoğunluğunu oluşturmasıyla özdeş değildir; yine Rusya’da Ekim Devrimiyle olduğu gibi, azınlık işçi sınıfı, toplumun çoğunluğunun desteğini kazanarak sosyalist devrimi başarabilir. Aynı şekilde Ekim Devriminin gösterdiği gibi, demokratik sorunların varlığı da demokratik devrimle özdeş değildir; sosyalist devrim geçerken demokratik sorunları çözer.

Ekim Devriminde öznel koşullar nedeniyle, işçi sınıfının sosyalist devrime hazırlığını tamamlaması nedeniyle demokratik sorunların varlığının demokratik devrimle özdeş olmaması, çok gelişmiş kapitalist ülkeler söz konusu olduğunda nesnel koşullar nedeniyledir; köylülüğün parçalanmış, küçük-burjuva kesimlerin nüfus içinde ağırlığını kaybetmiş olması, işçi sınıfının nesnel olarak sosyalist devrimi gerçekleştirebilecek gelişkinlikte, güçte olması nedeniyledir. Emperyalizm, tekelci kapitalizmdir, oligarşidir, burjuvazi için eşitliğin, demokrasinin yerini bile azınlık egemenliğinin almasıdır; artık burjuvazi demokrasiden yüz çevirmekten öteye doğrudan doğruya demokrasinin düşmanıdır, demokrasi mücadelesinin hedefidir. Ama emperyalist ülkelerde, demokrasinin yokluğu, gündemdeki demokratik sorunlar, işçi sınıfının önündeki devrimci adımın demokratik devrim olması demek değildir; işçi sınıfı toplumun çoğunluğunu oluşturduğu, sosyalist devrimin nesnel koşulları bulunduğu için bu strateji sosyalist devrimdir. Nesnel koşulları varolduğu için, sosyalist devrimin öznel koşullarının bulunmaması, gündemdeki devrimci adımı değiştirmez. Öznel koşulların eksikliği, bu durumda strateji sorununa karşılık gelmez, ayrı bir düzeyi oluşturur.

Emperyalizm dönemi demokrasi sorununu farklı bir düzeye çıkartmıştır. Serbest rekabetin yerini tekelcilik alırken, buna, özgürlüğün yerini hakimiyete, demokrasinin yerini oligarşiye, azınlık egemenliğine bırakması eşlik etmiştir. Demokrasi sorunu kapitalist ülkelerde genellik kazanırken, dünyanın emperyalist ülkeler ve emperyalizme bağımlı ülkeler olarak ikiye bölünmesiyle, demokratik sorunlardan birisi olan ulusal sorun da dünya ölçeğinde genelleşmiştir. Ulusal bağımsızlık, ulusal devletine sahip olma, kapitalizmin özgür gelişiminin koşullarından biridir ve bu açıdan önde gelen demokratik taleplerden birini oluşturur. Diğer bir deyişle, ulusal kurtuluş, burjuva-demokratik içeriğe sahiptir ve burjuva devrimine karşılık gelir. İşçi sınıfının ulusal kurtuluş savaşı, ulusal devrim karşısındaki stratejik tutumunun dayanakları da, genel olarak demokratik devrim ve sosyalist devrim değerlendirmesininkinden farklı değildir. Eğer işçi sınıfının gücü, hazırlığı yeterliyse sosyalist devrimle geçerken ulusal sorunu çözer, ulusal kurtuluşu sağlar. Değilse en hızlı bir biçimde sosyalist devrime ilerleyebilmek için demokratik devrime karşılık gelen bir ulusal kurtuluşu, ulusal devrimi önüne koyar.

Ulusal bağımsızlık içerikli devrimin hedefi, emperyalizme bağımlı ülkelerde, emperyalizm ve işbirlikçileridir, emperyalizme bağımlılığın kapitalizmin ulusal gelişiminin önüne koyduğu engellerin kaldırılmasıdır. Emperyalizmin işbirlikçisi sınıfları ise, önceleri, feodalite, kapitalizm öncesi sınıflar oluştururken, emperyalizme bağımlı bir kapitalizmin gelişmesiyle giderek işbirlikçi bir burjuvazi, kapitalizm öncesi sınıfların yerini almıştır. Emperyalizmin işbirlikçilerinin burjuva karakteri, hatta kapitalizmin egemenliği, emperyalizmden bağımsızlık ve ulusal kurtuluş talebini ve devrimin burjuva-demokratik karakterini ortadan kaldırmadığı gibi, burjuvazinin işbirlikçi kesiminin karşısında, kapitalizmin bağımsız, ulusal gelişiminin savunucusu bir kesimi bulunuyorsa, bu kesim ulusal burjuvazi niteliğini kazanır. İktidarın burjuva karakterinin sosyalist devrime özdeş olmadığı bu durumda da, yukarıda değinildiği gibi, işçi sınıfının stratejisinin saptanması, onun nesnel ve öznel koşullarına dayanmalıdır. Ayrıca demokratik devrim benimsendiğinde de, burjuvazinin hiçbir kesiminin kesintisiz olarak sosyalizme geçmeye ikna edilmesi mümkün olmadığından, varsa ulusal burjuvazinin, kesintisiz devrim perspektifi çerçevesinde, demokratik ittifaktan tecrit edilmesi gerektiği de burada eklenmelidir.

İşçi sınıfının önündeki devrimci adımın karakteri üzerine değerlendirmeler, Komünist Enternasyonal’in 1928’de kabul ettiği Programında da, “KAPİTALİZMDEN SOSYALİZME GEÇİŞ DÖNEMİ VE PROLETARYA DİKTATÖRLÜĞÜ” bölümünde, “Dünya Proletarya Diktatörlüğü İçin Mücadele ve Devrimlerin Ana Tipleri” başlığı altında yer almaktadır. Koşulların, kapitalizmin gelişim derecesinin çeşitli ülkelerdeki farklılıklarına işaret edilmekte ve bu farklılıklara bağlı olarak devrimler sınıflandırılmakta, tiplere ayrılmaktadır. İlk olarak çok gelişmiş kapitalist ülkelerde doğrudan doğruya proletarya diktatörlüğü, sosyalist devrim önerilmektedir:

“Muazzam, gelişkin üretici güçleri, geniş ölçüde merkezileşmiş üretimleri, küçük işletmelerin nispeten küçük özgül ağırlığı ve uzun zamandır varolan burjuva-demokratik siyasal rejimleriyle çok gelişmiş kapitalist ülkeler (Birleşik Devletler, Almanya, İngiltere, vb.). Bu ülkelerde programın temel siyasal talebi doğrudan doğruya proletarya diktatörlüğüne geçilmesidir.” (III. Enternasyonal, Belgeler, s. 169)

İkinci olarak, orta derecede gelişmiş kapitalist ülkelerde, bazı durumlarda demokratik devrimin, bazı durumlarda ise, sosyalist devrimin mümkün olduğu saptanmaktadır:

“Tarımda yarı-feodal ilişkilerin önemli kalıntıları bulunan, sosyalizmin inşası için gereken maddi önkoşullara belirli minimum bir düzeyde sahip olan kapitalizmin orta düzeyde gelişmiş bulunduğu ülkeler (İspanya, Portekiz, Polonya, Macaristan, Balkan ülkeleri, vb.), burjuva-demokratik devrimin henüz tamamlanmamış olduğu ülkeler. Bu ülkelerin bazılarında burjuva-demokratik devrimin şu ya da bu hızla sosyalist devrime dönüştürülmesi, başka bazılarında ise burjuva-demokratik nitelikte geniş kapsamlı görevler üstlenen proletarya devrimi tipleri mümkündür.” (III. Enternasyonal, Belgeler, s. 169)

Üçüncü olarak kapitalizmin az geliştiği ülkelerde, demokratik devrimin önceliği vurgulanmaktadır:

“Birtakım sanayi öğelerine, hatta bazen hatırı sayılır oranda, fakat bağımsız bir sosyalizm inşası için yetersiz düzeyde gelişmiş bir sanayiye sahip bulunan; hem ekonomide hem de siyasal üstyapıda feodal-Ortaçağ ya da ‘Asya üretim tarzı’ ilişkilerinin egemen olduğu; nihayet tayin edici sanayi, ticaret ve banka girişimlerinin, en önemli ulaşım araçlarının, latifundiyaların, sömürge çiftliklerinin, vb. yabancı emperyalist grupların elinde toplanmış olduğu sömürge ve yarı-sömürge ülkeler (Çin, Hindistan, vb.) ve bağımlı ülkeler (Arjantin, Brezilya, vb.). ... Burada kural olarak, proletarya diktatörlüğüne geçiş ancak bir dizi hazırlık basamağından geçmekle, ancak burjuva-demokratik devrimin sosyalist devrime dönüştüğü bütün bir dönemin sonucu olarak mümkün hale gelir.” (III. Enternasyonal, Belgeler, s. 170)

Bunlara ek olarak ise, kapitalizmin ve işçi sınıfının henüz gelişmemiş olduğu ülkelerde, proletarya diktatörlüğünün varolduğu, dünya çapında öneme sahip ülkelerin desteği koşuluyla, kapitalist aşamayı atlayarak sosyalizme giden yolun açılabilmesinden söz edilmektedir.

Komünist Enternasyonal Programındaki değerlendirme de, işçi sınıfının gelişmişliğinin, gücünün dayandığı, kapitalizmin gelişmişlik derecesi açısındandır. Kapitalizmin az geliştiği ülkelerde demokratik devrim, çok geliştiği ülkelerde sosyalist devrim önerilmekte; orta gelişmişlik düzeyinde ise, demokratik devrim de sosyalist devrim de mümkün görülmektedir. Kapitalizmin az geliştiği ülkelerde de çok geliştiği ülkelerde de ölçüt, doğrudan doğruya nesnel koşuldur, sosyalist devrimin nesnel koşulunun henüz bulunmaması ya da tersine bunun olgunlaşmış olmasıdır. Buna karşılık, kapitalizmin orta düzeyde geliştiği ülkelerde nesnel koşullar, demokratik devrime de sosyalist devrime de olanak vermektedir, sosyalist devrim için maddi koşullar ancak belirli asgari düzeyde bulunmaktadır. Bu nesnel koşullarda, kapitalizmin bu gelişmişlik düzeyinde, demokratik devrim ya da sosyalist devrim stratejilerinin saptanması başka koşullara bırakılırken, ne burjuva-demokratik devrimin tamamlanmamışlığı demokratik devrimle ne de sosyalizmin varolduğu kadarıyla maddi koşulları sosyalist devrimle özdeşleştirilmemektedir. Bu ülkelerde devrimci adımın saptanmasında belirleyicilik kazanan başka koşullar olarak ise öznel koşulların öne çıkması gerektiği sonucuna varılabilir.

Son olarak, proletarya diktatörlüğünün desteği koşuluyla, kapitalist aşamanın atlanıp sosyalizme geçilmesi önermesi, çok özel koşullarda bir geçerliliğe sahiptir. Bu da olsa olsa, işçi sınıfı iktidarının, proletarya diktatörlüğünün, dünya ölçeğinde ya da en azından kapitalizmi atlaması söz konusu edilen ülke veya bölge ölçeğinde, belirleyici etkisi olması anlamını taşır. Ancak böyle proletarya diktatörlüğü tarafından kuşatılmış ya da kapitalizmden kopup proletarya iktidarına bağımlılaşmış istisnai ülke koşullarında, dünyanın ya da içinde bulunduğu bölgenin koşullarının, o ülkenin kendi koşullarının önüne geçmesi, işçi sınıfının dünya ya da bölge çapındaki etkinliğinin, iktidarının, oradaki toplumsal gelişmeyi belirlemesi söz konusu olabilir. Bu durumda, toplumsal gelişmenin ölçeği ulusal boyuttan uluslararası boyuta yükselmiş ve henüz kapitalist gelişme aşamasından geçmemiş olan ulusun bir parçasını oluşturduğu toplumsal bütünlük düzeyinde, uluslararası düzeyde de, işçi sınıfının hegemonyasıyla sosyalizme yönelinmiş olur.

Bu sorun, işçi sınıfının önündeki devrim stratejisinin saptanmasında ulusal ve uluslararası boyutların ilişkisini gündeme getirir. Bir yandan sınıflar mücadelesi ve işçi sınıfının mücadelesi uluslararasıdır, diğer yandan da bu mücadele ulusal düzeyde somutluk kazanır, biçim alır. Sınıf mücadelesinin belirli bir anda ya da dönemde aldığı biçim, taşıdığı özellikler, özel olarak devrim mücadelesinin talepleri, içeriği, hedefleri, aşamaları ulusal ve uluslararası etkenlere dayanır. Ulusal ya da uluslararası boyutların ağır basması, belirleyicilik kazanması da yine çeşitli etkenlere bağlıdır. Kapitalizmin evrensel gelişiminin sonucu olarak bütün ulusların giderek daha büyük ölçüde birbirlerine bağlanmalarının, uluslararası boyutun daha da önem kazanmasının yanısıra, toplumsal hayatın günlük seyri ya da toplumsal gelişmeyi belirleyecek atılımlar, henüz hala ulusal ölçekle sınırlı kalabilmekte, çoğu kez ulusal boyut her şeye rağmen ağır basmaktadır. Bu çerçevede, işçi sınıfının programının, devrim stratejisinin belirlenmesinde uluslararası ve ulusal etkenler göz önünde bulundurulurken uluslararası ilişkileri içinde ülke koşulları öne çıkar. Ekonomik ve siyasi bunalımın, ve bu temelde devrimin, uluslararası boyutta yayılması güçlü bir ihtimal olmakla birlikte, toplumsal gelişme, tek tek ulusların kaderinin uluslararası insanlık toplumuna tabi olduğu, ulusların tek bir uluslararası birlikte kaynaştığı düzeye ulaşıncaya kadar işçi sınıfının mücadelesinde, stratejisinde de ulusal koşulların önemini koruması, hatta içinde bulunulan koşullarda ağır basması söz konusudur. Bu anlamda işçi sınıfının dünya ölçeğindeki koşulları onun uluslararası programında ifade edilirken, dünya işçi sınıfının bir ülkedeki parçasının programı da ulusal koşulları içerir.

Çeşitli farklı durumların da gösterdiği gibi işçi sınıfının önündeki devrimci adımın, stratejinin saptanması, tek bir ölçüte indirgenemez; işçi sınıfının nesnel ve öznel koşullarının ulusal ve uluslararası ölçekte birlikte değerlendirilmesinin ürünü olmalıdır. Ulusal koşulların uluslararası koşullarla ilişki içerisinde ele alındığı bu değerlendirmede, kapitalizmin, işçi sınıfının orta gelişmişliğinde öznel koşullar, diğer durumlarda nesnel koşullar öne çıkarken somut koşulların araştırılması, incelenmesi önem kazanmaktadır. Bu nokta, program çalışmasında teoriyle pratiğin, soyutla somutun kesiştiği noktadır. Devrimci adımın saptanmasında ölçüt sorununa yaklaşım, ancak verili durumun incelenmesiyle birleştirildiğinde anlam kazanabilir. Strateji sorununa çözüm, söz konusu yaklaşıma uygun olarak gerçekleştirilecek maddi verilerin araştırılması çalışması ile sağlanabilir.

KAYNAKÇA

K. Marx - F. Engels, Seçme Yapıtlar, Sol Yayınları, Ankara, 1976-1979

V. I. Lenin, Collected Works (Toplu Eserler), Progress Publishers, Moscow, 1977

V. I. Lenin, Demokratik Devrimde Sosyal-Demokrasinin İki Taktiği, Sol Yayınları, Ankara, 1977

III. Enternasyonal, Belgeler 1919-1943, Belge Yayınları

HAZİRAN 2003

7

ÖNE ÇIKANLAR


SSCB NEYDİ VE NEDEN ÇÖKTÜ

NEYDİ VE NEDEN ÇÖKTÜ?

SSCB’NİN KARAKTERİ ÜZERİNE BİR ÇÖZÜMLEME

Süha ILGAZ

Ütopya Yayınevi

KİTAPÇILARDA

SUNUŞ


İSMET ÖZTÜRK (ÇÖRTÜK İSMET)

Kurtuluş hareketinde olduğu gibi, genel olarak Türkiye sosyalist hareketinde de, yaşamıyla, mücadelesiyle, görüşleriyle özel bir yer tutan, yazarımız, yoldaşımız İsmet Öztürk’ü 19 Kasım 2011 günü kaybetmiştik. Vasiyet ederek bedenini bilimin hizmetine sunduğu Pamukkale Üniversitesi’nde görevi sona erince, O’nu 20 Haziran 2015 günü Rumelikavağı’nda, yoldaşlarının, dostlarının katılımıyla, kızı Ekin’in yanına, doğaya uğurladık.

İSMET ÖZTÜRK

İSMET ÖZTÜRK YAŞAMI, MÜCADELESİ VE GÖRÜŞLERİ İLE YOL GÖSTERİYOR


SOVYETLER BİRLİĞİ DEĞERLENDİRMELERİ

SOVYETLER BİRLİĞİ’NİN KARAKTERİNE İLİŞKİN FARKLI DEĞERLENDİRMELER

Sovyetler Birliği eleştirileri ve değerlendirmeleri, işçi sınıfının yeni sosyalizm deneyimlerine yol gösterecek komünizmin geliştirilmesi açısından önem taşır.


GEÇMİŞİN DEĞERLENDİRİLMESİ

GEÇMİŞİN DEĞERLENDİRİLMESİ: KURTULUŞ’UN ‘YOL AYRIMI’

Çeşitli ‘yol ayrımları’ sonucu bölünmeler ve farklı yönlerde sapmalar yaşayan Kurtuluş hareketinin teori, pratik ve örgütlenmesinin, belirleyici dönüm noktalarıyla ele alınarak “proletarya partisi” hedefi açısından irdelendiği geçmiş değerlendirmesi, “İşçi Sınıfının Komünist Programı İçin Temel İlkeler” metniyle ileri sürülen perspektifin oluşumunda önemli rol sahibidir.


TEMEL İLKELER

İşçi Sınıfının Komünist Programı İçin TEMEL İLKELER

Komünist programın üretilmesi çalışmalarına yol göstermek amacıyla hazırlanan “Temel İlkeler”, işçi sınıfının komünizm mücadelesinde ulaştığı en ileri örgütsel düzeye karşılık gelen Komünist Enternasyonal’in üzerinde kurulduğu politik çizgiyi ifade etme iddiasıyla, bütün sosyalistleri, işçi sınıfının mücadelesine önderlik etmek üzere komünizmi benimsemeye çağırmaktadır.


İNTERNET SİTESİ ve
ELEKTRONİK POSTA
ADRESLERİ