Ana sayfa

Sovyetlerde sosyalist inşa

ZORLA KOLEKTİFLEŞTİRME, HIZLI SANAYİLEŞME

Sovyet iktidarı, sosyalizmin gereklerini gerçekleştirmek doğrultusunda ilerliyordu; diğer yandan da yönetimin sınıf adına bir kesime daralmasının ifadesi olan siyasi yabancılaşma temelinde, sürecin ileriki aşamalarında bu ilerleyişin aksamasına, durmasına yol açabilecek eksiklikleri, kusurları barındırıyordu.

SÜHA ILGAZ

 

İşçi sınıfının komünist programının üretilmesi amacıyla, sosyalizm deneyimlerinin yıkımlarından ders çıkartarak dünya ölçeğinde sosyalist devrimin, sınıfların ortadan kaldırılmasının kalıcı başarıya ulaştırılması hedefine uygun sosyalizm anlayışının belirginleştirilmesi doğrultusunda çalışmaları önüne koyan Kurtuluş Sosyalist Dergi’de, Ekim Devrimi ve bu devrimin ürünü Sovyet iktidarının tarihsel süreci içinde gelişiminin incelenmesi yer almaktadır. Bu tarihin çeşitli dönemlerindeki koşulların, özelliklerin, farklı yaklaşımların, alınan tutumların ve bunların toplumsal sonuçlarının ortaya konulması, değişik sosyalizm anlayışlarının işçi sınıfının komünizm mücadelesine hizmet etmek bakımından değerlendirilebilmeleri için önemlidir. Söz konusu farklı sosyalizm anlayışlarının dayandıkları değerlendirmeler, Ekim Devrimi ve Sovyet iktidarının kendisini içinde bulduğu koşulların sosyalist devrime uygunluğunun tartışılmasından Sovyet rejiminin karakterine ilişkin farklı nitelemelere, ayrı dönemlerde ve biçimlerde rejimin karakterinin değişmesine karşılık gelen karşıdevrimlerin tariflenmesine ya da eksiklerin, kusurların, hataların, hatta sosyalizmden çeşitli sapmaların gerçekçilik adına sosyalizmin gerekleri olarak ileri sürülmesine kadar uzanır. Değinilen sosyalizm anlayışlarından da ayrımları çizilerek işçi sınıfının komünizm mücadelesinin çıkarlarıyla uyumlu sosyalizm anlayışının kapsamlı bir biçimde ifade edilebilmesine yönelik olarak, Ekim Devrimi ve Sovyet iktidarının birbirlerini izleyen dönemlerinin incelenmesini sürdürürken, tarihsel sürecin Kurtuluş Sosyalist Dergi’nin önceki sayılarında ele alınan dönemlerinde ortaya çıkan özelliklerine ilişkin belirli saptamaları sıralamak yararlı gözükmektedir.

Ekim Devrimi, işçi sınıfının komünizmin önderliğindeki eylemiydi, işçi sınıfı ve yoksul köylülüğün sosyalist devrimiydi. Ekim Devrimiyle oluşan Sovyet iktidarı da işçi sınıfının sosyalist iktidarıydı. Egemenlik işçi sınıfına aitken, gerçekleştirilen uygulamalar da sosyalist içerikliydi. Siyasi haklar mutlak olarak işçi sınıfınındı ve devletin biçimi de işçi sınıfının komünizm, devletin ortadan kaldırılması hedefine uygun olarak yığınların yönetimi kendi ellerine almasının en fazla geliştirilebileceği Sovyetler biçimindeydi. “Toplumun sosyalist örgütlenmesini gerçekleştirme”, “bütün ülkelerde sosyalizmin zaferini elde etme” hedefini önüne koyan Sovyet iktidarı kendisini dünya sosyalist devriminin bir parçası olarak görüyor ve üretim araçlarının toplumsallaştırılması başta olmak üzere sosyalizm hedefi doğrultusunda uygulamalara girişiyordu. Ekim Devrimiyle oluşan Sovyet iktidarının karakterini bu özellikler belirlerken, bu iktidarın kendisini içinde bulduğu son derece ağır koşullar, geniş köylülük yığınları karşısında nüfusun azınlığı olarak konumlanan işçi sınıfının iktidarının kapitalizm denizinin ortasında Sovyet adası olarak kuşatılması, yine bir biçimde bunlarla bağlantılı olarak sınıfın yönetime yığınsal katılımında gerileme ve işçi sınıfı demokrasisindeki zayıflama, ayrıca bütün bu sorunlar karşısında alınan tutumlar içerisinde günlük zorluklara bağlı olarak işçi sınıfının, komünizmin uzun vadeli çıkarlarından taviz veren, bunlarla çelişkiye düşen yönler de onun ileriki dönemlerde yıkıcı boyutlara ulaşarak kaderini belirleyen olumsuz etkenlerin ilk günlerden itibaren belirmeye başlayan işaretlerini oluşturuyordu.

Sovyetlerin tarihi içinde, birbirlerini izleyen, açık saldırı, hızlı ilerleme dönemleriyle mevzilerin, kazanımların korunması, sağlamlaştırılması için saldırının, ilerlemenin durdurulması, geri çekilme dönemleri saptanabilir. Bu birbirini izleyen atılım ve konsolidasyon dönemlerinin ilk örneği, Ekim Devrimiyle başlayarak 1918 baharına kadar süren, fabrikalara el konulduğu, Kurucu Meclis’in dağıtıldığı dönemle ardından gelen ve 1918 yazına kadar süren, burjuvaziye karşı saldırının durdurulduğu, ekonomik inşa sorunlarına ağırlık verilen nefes alma dönemidir. İleriki dönemlerdeki gelişmelerin öncüllerinin de gözlemlenebileceği bu dönemlerin ardından gelen iç savaş dönemi ise, 1921’de yerini NEP dönemine bırakıncaya kadar sürdü.

İç savaş dönemi, Sovyet iktidarının Beyaz Ordular ve emperyalist müdahale karşısında ölüm kalım mücadelesi verdiği dönemdi. İşçi sınıfı iktidarının ağır kayıplar verdiği iç savaş koşulları, askeri, siyasi, ekonomik, kültürel her alandaki uygulamaları belirledi. Politik düzeyde şiddet, zor, yasaklamalar, baskıcı yöntemler öne geçerken ekonomik düzeyde de merkezileştirilmiş üretim ve dağıtım, zorunlu çalışma, ayni ödeme, parasız hizmetler, köylünün ürün fazlasına el konması, bunun için kıra özel işçi birlikleri gönderilmesi, ticaretin, alışverişin ve giderek paranın kalkması gibi savaş komünizmi olarak bilinen uygulamalar gelişiyordu. İç savaş koşullarının zorunlulukları içinde komünizm hedefi ile uyumlu adımlar atan Sovyet iktidarı, yine bu koşullara bağlı olarak birkaç boyutlu bir daralma içerisindeydi. Karşıdevrimin kuşatması altında sıkıştırılırken sanayisi, üretici güçleri tahrip oluyor, savaşa giden veya köylere dönen ya da işsiz kalan işçi sınıfı küçülüyor, sınıfsızlaşıyordu. Öte yandan eski toplumdan, burjuvaziden devralınan bürokrasi, maddi ayrıcalıklı kesim, Sovyet iktidarının denetimi altında çalıştırılıyordu, ama sınıfın yığınlarının yönetime katılımdan çekilmeye yönelmesinin sonucunda, yönetim, sınıfın öncü kesimine, Bolşevik Partisine kadar daralıyor, parti ve devlet giderek birbiriyle çakışmaya başlıyordu. Toplumu yöneten işçi sınıfının kendi içerisindeki yöneten - yönetilen ayrımını gidermeye hizmet etmeyen, dolayısıyla toplumdan devletin, yöneten - yönetilen ayrımının bütünüyle kaldırılması hedefine uygun düşmeyen bu gelişme, henüz maddi ayrıcalıklara sahip olmasa da siyasi yönetim ayrıcalığına sahip bir kesimin oluşmasına yol açması nedeniyle işçi sınıfını bürokratlaşmaya karşı mücadelede devlet biçimi, demokrasi düzeyinde silahsızlandırıyor, zayıf bırakıyordu.

İç savaşın sonunda Sovyet iktidarı ağır kayıplar vererek yıkılmamayı başardı. Bu mucize gibi görülebilecek gelişmede, dünya ölçeğinde sınıf mücadelesinin keskinleşmesinin, Batı işçi sınıfının devrimci atılımının önemli payı vardı. Ancak Batıya yayılan devrim dalgası yenilince Sovyet iktidarı kapitalist kuşatma ortasında tek başına kaldı. Kendi sınırları içinde kırda sınıf mücadelesinin gelişmişliği ise sınırlı bir ölçekteydi. Köylülüğün ayrışması ve yoksul köylülüğün işçi sınıfıyla ittifakı Ekim Devriminin gerçekleşmesini sağlayan bir düzey alabilmiş, bunun yanısıra genel olarak köylülüğün desteği de, Ekim Devriminin işçi sınıfının sosyalist devrimi olarak toprak sorunu gibi demokratik sorunları geçerken çözmesi çerçevesinde, işçi sınıfının arkasında toplanmıştı. Toprak sorununun köylülerin ulusallaştırılan toprakları işlemek üzere paylaşması biçiminde çözümlenmiş olması nedeniyle küçük üretici niteliği ezici biçimde ağır basan köylülüğün Sovyet iktidarına desteği, Beyaz karşıdevrim, feodal restorasyon tehdidinin bulunduğu iç savaş sırasında sürdü. İç savaşın sonunda bu tehlikenin ortadan kalkmasından sonra ise, şehirlerin beslenebilmesi için ürün fazlası zorla elinden alınmakta olan köylülük, Sovyet iktidarına karşı isyana geçti. İç savaşta zayıflamış, daralmış işçi sınıfı iktidarı, köylülüğün direnişini ezebilecek güçte olmadığı için, ona taviz vermek zorunda kaldı, NEP (Yeni Ekonomik Politika) benimsendi. Bütün bir NEP dönemi boyunca, köylülükle olan sınıf mücadelesi, gelişmeleri, Sovyet iktidarının uygulamalarını belirledi, biçimlendirdi.

İç savaş koşullarına bağlı olarak başvurulan savaş komünizmi uygulamaları, sosyalist inşa ve komünizm hedefi doğrultusunda ileri adımlar atılmış olmasına da karşılık geliyordu. Köylülüğe taviz olarak kabul edilen NEP ise, maddi temelin kaldırabileceğinden fazla ilerlenmiş olunmasından kaynaklanan ama yeniden komünizm hedefine ilerleyebilmek için geçici olması gereken bir gerilemeydi. Köylünün ürün fazlasına el koymanın kaldırılması ve değişim özgürlüğü tanınmasıyla başlayan NEP, piyasa ilişkilerinin, serbest ticaretin, özel girişimin, devlet işletmeleri arasında alışverişin gelişmesine, hatta ücretli emek, işsizlik, zengin tüccar kesim gibi kapitalizmin unsurlarının yeniden doğuşuna kadar vardı. Köylülüğe verilen taviz, piyasa ilişkileri içinde köylülerin zenginleşmesine izin verirken işçi sınıfının koşullarının ağırlaşmasına, yoksullaşmasına yol açıyordu. Köylülerin kar amacıyla tahılı stoklaması yüzünden yiyecek sıkıntısı çekiliyor, sanayileşme için kaynak yaratılması gerekliliği de sorunu ağırlaştırıyordu.

Piyasa ilişkilerinin, kapitalizmin, sınırlı ölçekte de olsa, gelişimine izin veren NEP’in yol açtığı sorunlar, NEP’e tepkileri de kuvvetlendiriyordu. Keskinleşen toplumsal mücadeleler ve çelişkiler, temelde kapitalizm ile sosyalizm arasındaki karşıtlığa dayanıyordu. Aynı zamanda gündemdeki sorunların çözümlenmesine yönelik olarak, toplumsal üretimin düzenlenmesinde piyasa ilişkileri ile merkezi planlama unsurlarına farklı ağırlıklar tanıyan ekonomik politika savunuları da birbirlerinin karşısına konuluyordu. Toplumda keskinleşen çatışma ve çelişkilerin yanısıra, Bolşevik Parti içinde de tartışma ve mücadeleler sertleşiyordu. Kapitalizm ile sosyalizm arasındaki geçiş döneminin ağır sorunları görüş ayrılıklarına, çatışmalara yol açarken yönetimin sınıfın öncü kesimine kadar daralıp parti ile devletin çakışmasının yerleşiklik kazanması, işçi sınıfı iktidarının kaderini bütünüyle Bolşevik Partiye bağlıyor, partinin sınıfsal karakterinin, sağlıklılığının, demokrasisinin önemini olağanüstü artırıyordu.

Sınıfsal bileşimin gözetildiği, birbirini izleyen temizlik ve yeni üye alımlarının sonucunda partide işçilerin oranı yükseldi. Öte yandan eski toplumdan devralınan uzman, yönetici kesim, işçi sınıfı saflarından yetiştirilen yeni bir yönetici kuşakla değiştiriliyordu. Ancak işçi sınıfının içerisinde giderilemeyip yerleşiklik kazanan yöneten - yönetilen ayrımı, sınıfın öncü kesimine, partisine yansıyor, Bolşevik Parti içinde de demokratik mekanizmalar zayıflarken demokrasinin bir kesime, parti aygıtına daralması eğilimi ortaya çıkıyordu.

Yönetimin, demokrasinin daralması eğiliminin işçi sınıfının öncüsünde, partisinde de belirmesi, genel olarak bozulma tehlikesine karşı mücadelenin zeminini zayıflatırken özel olarak da uygulanan politikalarda ani yön değişiklikleri, aşırılıklar ve tek yanlı çözümlerin yeni sorunlara yol açması biçiminde sonuçlar doğuruyordu. Parti içindeki tartışma ve görüş ayrılıkları, Lenin’in ölümünün Bolşevik Parti önderliğinde yol açtığı nispi ama önemli boşluk ve zayıflamaya dayanan kişisel boyutlar da taşısa, temelde içinde bulunulan çelişki üzerinden, bir yanda köylülüğe taviz ve piyasa ilişkilerinin gelişmesine izin verilmesi, diğer yanda işçi sınıfının, sosyalist inşanın ihtiyacı olarak sanayileşmenin, planlamanın öne alınması arasındaki çelişki üzerinden biçimleniyordu. Sosyalizmin kurulmasının ulusal ya da uluslararası olanaklılığı boyutunda odaklanan tartışmalar, köylülüğün zenginleşmesinin savunulmasından sanayileşmeye kaynak aktarılması için köylülüğün, küçük üreticilerin sömürülmelerini önermeye kadar uzanıyordu. Bolşevik Parti içindeki mücadelelerde tarafların birer birer tasfiyesine, etkisizleştirilmesine, izlenen politikalarda keskin dönüşler eşlik ediyor, sanayileşmeye, planlamaya ağırlık verilmesini öneren muhalefetin tasfiyesinin ardından bu defa bireysel köylünün meta ilişkileri içinde gelişmesini sürdürmesinden yana olan politikalar etkisizleştirilip hızlı sanayileşme politikası benimseniyordu.

NEP’e geçişin arifesinde kurulmuş olan Gosplan (Devlet Genel Planlama Komisyonu), Sovyet iktidarının başından beri hedeflediği, bütün ekonomik faaliyeti birleştirecek tek genel plan doğrultusunda çalışmalar yürütüyordu. Hızlı sanayileşme politikasının benimsenmesinden sonra Birinci Beş Yıllık Planın hazırlanması sırasında giderek yükseltilen plan hedeflerinin toplumsal ilişkilere yansıması aşırı zorlamalar biçimini alırken yiyecek sorununun da piyasa ilişkileri içinde köylülüğe tavizle, tahıl fiyatları serbest bırakılarak, yükseltilerek çözümlenmeye çalışılması sonuç vermedikçe, tahılın toplanabilmesi için müdahale, baskı ve zor yöntemlerine başvurulmuştu. Tahılın ancak her yıl hasat zamanı köylülere baskı ve zor uygulanması ile toplanabilmesi, sonunda, tarım sorununun çözümü için, –daha önce hep kolektifleşmenin ikna yoluyla, küçük üreticilerin rızasıyla olacağı vurgulanmış olmasına karşın– kulakların (zengin köylülüğün) tasfiye edilmesi ve köylülüğün kolektifleştirilmesinin zorla gerçekleştirilmesine kadar vardı. Politika değişikliklerini zorlayan koşullar ve bunların Sovyet iktidarının daha sonraki gelişimindeki etkileri bir yana, 1929’da yeni bir ağır sanayi kurulması temelinde hızlı sanayileşme atılımı başlatan Birinci Beş Yıllık Planın benimsenmesi ve köylülüğe taviz yerine tarımın kolektifleştirilmesine geçiş, piyasa ilişkilerinin gelişmesine izin verilmesine dayanan NEP döneminin, yerini, piyasa ilişkilerinin tasfiye edildiği sosyalist ekonominin inşası dönemine bırakmasına karşılık geliyordu.

SANAYİLEŞME VE BİRİNCİ BEŞ YILLIK PLAN

Emperyalist savaş ve ardından iç savaş, ekonomiyi, üretici güçleri, özellikle sanayi kollarını büyük ölçüde tahrip etmişti. Açık çatışmaların sona ermesiyle ekonomik inşa çalışmaları öne geçti. Bunun sonucunda kabaca 1925’e kadar yıkılanların tamiri, yenilenmesi tamamlandı, üretim yeniden savaş öncesi düzeye çıktı. Ekonominin buradan öteye daha da gelişmesi yeni yatırımlar yapılmasını, özellikle üretim araçları üreten sektörlere, ağır sanayinin geliştirilmesine ağırlık verilmesini gerektiriyordu. Sovyet iktidarının emperyalist kuşatma altındaki tecrit koşulları bu ihtiyacı daha da kuvvetlendiriyordu. Dış ticaretin yok denebilecek düzeyde olması, gereken her çeşit ürünün ülke içinde, kendi üretimiyle üretilmesini zorunlu kıldığı gibi, yakın bir savaş tehdidi de askeri ihtiyaçlar, silahlanma doğrultusunda yine bir ağır sanayinin bir an önce kurulmasına önem kazandırıyordu. Ayrıca daha önce vurgulandığı gibi, köylünün ürününün değişime sunulması, şehirlerin, işçi sınıfının beslenmesi, sanayi temeli için kaynak yaratılması gibi sorunların piyasa ilişkileri içinde çözümlenememeleri, fiyatların merkezi olarak düzenlenmesinden tahıla zorla el konulmasına kadar piyasaya müdahale yönündeki önlemlerin giderek daha fazla öne çıkmasına neden oluyor, bunları zorunlu hale getiriyordu.

NEP, komünizm doğrultusunda ileri boyutlara, maddi temelin taşıyamayacağı kadar ileri boyutlara varmış uygulamalardan piyasa ilişkilerine ve kapitalizme geri çekilişti. Bu yüzden NEP dönemini belirleyen, temelde sosyalizm ve kapitalizm arasındaki mücadeleydi. Sosyalist uygulamalardan geri çekilme, piyasa ilişkilerini, kapitalist unsurları güçlendirirken piyasa ilişkilerinin etkileri sınırlandığı, bunlar terk edildiği ölçüde, sosyalist unsurlar gelişiyor, güçleniyordu. Bütün dönem boyunca büyük üretim ezici bir biçimde işçi sınıfı iktidarının elinde kalmakla birlikte, özel kesimin sosyalist kesim aleyhine gelişimi, 1925-6’da, ulusal gelirin yüzde 54,1’i oranıyla en yüksek düzeyine ulaştıktan sonra, değinilen sorunlar karşısında başvurulan önlemlere bağlı olarak, gelişmenin yönü tersine dönmüş, özel kesimin ulusal gelir içindeki oranı, 1926-7’de yüzde 51,1’e, 1928’de yüzde 47,3’e, 1929’da yüzde 39’a düşmüştü.

Kapitalizm ve sosyalizm arasındaki mücadele açısından, kapitalizmin ve meta ilişkilerinin tasfiye edilip sosyalist ekonominin inşa edilebilmesi için, üretimin toplumun ihtiyaçları doğrultusunda merkezi olarak planlanması hedefi öne çıkarken, varolan ihtiyaçların karşılanmasına yönelik sanayileşme çabaları da, bunların başarılabilmesi için, yine planlamanın gerekliliğini gündeme getiriyordu. Bütün ekonomik faaliyetlerin tek bir ekonomik plana uygun olarak düzenlenmesi amacıyla çalışmalar Gosplan tarafından sürdürülüyordu. Parti içerisindeki tartışmalara ve alınan tutumlara bağlı olarak, planlama çalışmalarında iradi yöne ağırlık veren, plan hedeflerini abartılı ölçülere vardıran, fazlasıyla iyimser bir eğilim belirginleşti. Başlangıç tarihi Ekim 1928 olarak öngörülen Birinci Beş Yıllık Plan, iki seçenekli olarak hazırlanmıştı. Plan, yüksek hedefli seçeneğiyle Nisan 1929’da on altıncı parti konferansında onaylandı. Ertesi yıl, Haziran 1930’da toplanan on altıncı parti kongresinde, beş yıllık planın dört yılda tamamlanması benimsenirken, iradi yaklaşım, 1930-1’de, plan hedeflerinde yeni yükseltmelerle, aşırı boyutlara vardı.

Dev yatırımlara, büyük sanayi işletmelerinin kuruluşuna, daha Birinci Beş Yıllık Planın kabulünden önce girişilmişti. 1926-7’de büyük Dnyeper Barajı, Türkistan-Sibirya demiryolu gibi devasa projelerin yapımına başlanmıştı. Demir-çelik tesisleri, otomobil, lokomotif, traktör, makine, tezgah, silah, kimya fabrikaları, madenler bunları izledi. Birinci Beş Yıllık Planın uygulanmasıyla dev bir makine sanayi kuruldu. Makine, tezgah, türbin, traktör, alet, vb üretimi gerçekten yüksek oranlarda arttı. Sanayileşme daha geri ulusal cumhuriyetlere kadar uzandı.

Başlangıçta 30 Eylül 1933 tarihine kadar uzanan dönemi kapsamak üzere hazırlanan Birinci Beş Yıllık Planın, 31 Aralık 1932’de hedeflerine ulaşarak tamamlandığı kabul edildi. Ulaşıldığı kabul edilen hedefler, 1930-1’de aşırı yükseltilmiş değerler değil, 1929’da benimsendiği biçimiyle plan değerleriydi. Gerçekleşen toplam sanayi üretimi artışı, 1927-8’e göre yüzde 137 ile planlananın biraz üstüne çıkarken, bunun üretim araçları ile tüketim araçları üretimi arasındaki dağılımında –uygulama sırasında ağırlığın daha fazla üretim araçları üretimine verilmesi ve bu doğrultuda hedeflerde yapılan değişikliklere bağlı olarak– tüketim araçlarından üretim araçlarına bir kayma oldu. Üretim araçları üretimindeki artış, planda öngörülen yüzde 204 yerine yüzde 285’i bulurken tüketim araçları üretimindeki artış ise plandaki yüzde 103 hedefi yerine yüzde 64’te kaldı. Ulusal gelirdeki artış, yüzde 87 ile, plan hedefi yüzde 103’ün biraz altında gerçekleşmiş; ancak tarımsal üretimdeki artış, yüzde 55 yerine yüzde 26 ile, plan hedefinden oldukça düşük olmuştu. Türkistan-Sibirya hattı gibi önemli demiryolları yapılmıştı, ama yeni demiryolu yapımı, planlanan 16000 kilometre yerine, yalnızca 5500 kilometrede kaldı. Makine ve metalürji sanayisinde plan hedeflerinin üstüne çıkıldı. Diğer önemli sanayi sektörlerinde, özellikle hızlı sanayileşmeye bağlı olarak yüksek oranda artan yük taşıma ihtiyacını karşılayamayan taşımacılıkta ve aynı zamanda tarımda kayda değer bir eksiklik söz konusuydu. Ama büyük bir ileri adım gerçekleştirilmişti ve daha sonraki başarılar, büyük ölçüde, Birinci Beş Yıllık Plan döneminde başlanan projelerin tamamlanması sayesinde oldu.

TARIMIN KOLEKTİFLEŞTİRİLMESİ

NEP uygulamaları, köylülük ile Sovyet iktidarı arasında değişimin piyasa ilişkileri üzerinden gerçekleşmesini öngörüyor, buna dayanıyordu. Ancak piyasa ilişkilerinin gelişmesi, fiyat dalgalanmaları, “makas krizi” (Kurtuluş Sosyalist Dergi 5, Kasım 2002, s. 54), sanayinin gerilemesi, dağılması gibi çok çeşitli sorunlara yol açarken, asıl çözmesi gereken sorunu, şehirlerin, işçi sınıfının beslenmesi sorununu da –köylülerin tahılı satmayıp stoklaması nedeniyle– çözmek yerine ağırlaştırdı. Meta ilişkilerinin yol açtığı sorunlar, fiyatların merkezi olarak sınırlanması, düzenlenmesi gibi serbest piyasaya müdahaleleri getirirken çözülemeyen yiyecek ve tarım sorunu, giderek büyük ölçekli tarıma geçiş ve buna yönelik olarak küçük tarım işletmelerinin kolektifleştirilerek birleştirilmesi doğrultusundaki görüşlere ve önerilere ağırlık kazandırdı. Aralık 1927’de Bolşevik Parti’nin on beşinci kongresinde, küçük bireysel köylü işletmelerini birleştirip büyük kolektiflere dönüştürmek görevi benimsendi.

Yakıcılık kazanan yiyecek sorununun piyasa ilişkileri içinde çözümlenememesi karşısında, bir ölçüde savaş komünizmi uygulamalarını hatırlatacak biçimde, baskı ve zor yöntemlerine başvurulması eğilimleri gelişiyordu. Aralık 1927 - Ocak 1928 döneminde de köylüler resmi tahıl fiyatlarının yükseltilmesini bekleyerek tahılı ellerinde tutuyorlardı. Düşük tahıl teslimatı karşısında Buharin fiyatları yükseltmeyi önerirken, Stalin, doğrudan saldırıya karar verip görevlilerle birlikte Urallar ve Batı Sibirya’ya gitmiş, serbest piyasalar kapatılıp köylülere tahıllarını teslim etmeleri emredilmiş, uymayanlar cezalandırılmıştı. Ani ve üstelik parti merkez komitesi tarafından kararlaştırılmadan Stalin’in kişisel inisiyatifiyle uygulanan politika değişikliği, Bolşevik Parti içinde sert tartışmalara neden olmuş, köylüye zor uygulanmasına Buharin, Rikov ve Tomski’nin muhalefeti karşısında, Stalin, aşırılıkların tekrarlanmamasını kabullenmişti. Ama 1928-9’da da, köylülerin tahılı teslim etmeyip gizlemeye çalışmaları yine zorla el koyma uygulamalarına başvurulmasını getirirken toplanan tahıl ise önceki yıldan az olmuştu.

Sanayileşme açısından işçi sınıfının beslenmesinin ve yatırımlara kaynak aktarılmasının gerekliliği, tarım sorununun önemini artırıyordu. Hızlı sanayileşmeye yönelinmesi ve Birinci Beş Yıllık Planın kabul edilmesinin ardından gelen 1929 yılı hasat döneminde, Sovyet iktidarı ile köylülük arasındaki tahılın toplanmasına ilişkin mücadele, açık çatışma boyutu kazandı. 28 Haziran 1929’da RSFSC (Rusya Sovyet Federatif Sosyalist Cumhuriyeti) ve 3 Temmuz 1929’da Ukrayna için “yeni tahıl toplama sistemi” kararnameleri çıkartılmış, yüz binlerle işçi ve sendika ve parti görevlisi, saptanan kotaların karşılanması, tahılın toplanması görevine katılmaları için, şehirlerden köylere gönderilmişti. Stokçuluk, spekülasyon cezalandırılır ve tahılın toplanabilmesi için baskı, şiddet uygulanırken tahıl sorununa bir çözüm aracı olarak kolektifleştirme, acil ve somut biçimde gündeme geldi. 5 Haziran 1929 kararnamesine uygun olarak oluşturulmuş olan Makine Traktör İstasyonlarıyla (MTS) toprağın işlenmesi için traktör sağlanıyor, modern tarımın üstünlükleri köylülere gösterilerek, kolektifleşme, köylüler için çekici kılınmaya çalışılıyordu.

Bir kaç seçili yerde, sessizce ve gizlice yerel görevlilere, her yola başvurarak yığınsal kolektifleştirmeyi deneten Stalin ile, Molotov, Kaganoviç gibi ‘yakın çalışma arkadaşları’, başarabileceklerini anlayınca, ‘Urallar-Sibirya’ yöntemiyle harekete geçirilen kadroları kullanarak kolektifleştirme kampanyasını başlattılar. Stalin’in 7 Kasım 1929 tarihli makalesi ve merkez komitesinin 10-17 Kasım’da toplanan plenumu, yoksul ve orta köylülüğün kolektif tarıma yöneldiğini ileri sürüyordu. Merkez komitesinin 5 Ocak 1930’da kabul ettiği karar ise, “kulakların sınıf olarak tasfiye edilip büyük ölçekli kulak üretiminin yerine büyük ölçekli kolhoz üretiminin geçirilmesini” savunuyordu. Aniden uygulamaya geçilmesi, tartışma ve kararnamenin ise arkadan gelmesi, belirsizlik ve aşırılıklara yol açarken “iki günde yüzde yüz sonuç almayanın parti kartını geri vermesini” talep eden zorlama ve acelecilik, küçük aletlere, hayvanlara varıncaya kadar her şeyin kolektifleştirilmesine, “kolhoza girmeyenin Sovyet iktidarının düşmanı” olarak görülmesine vardı.

Köylülerin parti görevlilerini öldürmeye başlamalarıyla neredeyse açık çatışma, savaş boyutlarına tırmanan köylülükle mücadele, Sovyet yönetimi tarafından “yukarıdan aşağıya devrim” olarak nitelenirken toprak kiralanması ve tarımda ücretli emek kullanılmasına ilişkin kanunlar geri çekildiği gibi, kulakların mülksüzleştirilmesi üzerindeki yasaklama da kaldırıldı. Tahılı gizlemeleri, stokçuluk yapmaları nedeniyle kulaklara (zengin köylülere) karşı kırda sınıf mücadelesinin gelişmesi ve kolektifleştirmenin de yoksul ve orta köylülere dayanması savunuluyordu. Aniden başlayan kolektifleştirme kampanyasıyla birlikte, kulakların kolhozlara (kolektif çiftliklere) katılmasına izin verilmeyip mülksüzleştirilmeleri ve sınıf olarak tasfiye edilmeleri politikası gündeme gelmişti. Kulakların el konulan üretim araçları kolektif çiftliklere devredilirken parti merkez komitesinin 4 Şubat 1930 tarihli talimatı, faal olarak düşmanlık yapan kulakların toplama kamplarına, ailelerinin Sibirya’ya gönderilmesini, ekonomik olarak güçlü kulakların oturdukları bölgenin dışına sürülmesini, en az zararlı kulaklara ise bölgenin en kötü toprağının verilmesini istiyordu.

Köylülük genel olarak birlikte davrandığı ve sınıf mücadelesi köylülüğün kendi içinde gelişmediği ölçüde, kulaklara uygulanan şiddet, aynı zamanda diğer köylüleri de kolektifleşmeye zorlamanın aracı olurken, kulakların tasfiyesiyle birlikte hızla sürdürülen kolektifleştirme hareketi, kısa süre içinde aşırı boyutlara vardı. 1928’de toprağın yüzde 97,3’ü bireysel köylüler, yüzde 1,2’si kolektif çiftlikler, yüzde 1,5’i devlet çiftlikleri tarafından sürülmekteydi ve Birinci Beş Yıllık Planda da plan dönemi içerisinde toprakların yüzde 20’sinin kolektifleştirilmesi öngörülmekteydi. Ama 1929 sonunda başlayan kolektifleştirme dalgası hızla ilerledi ve 20 Şubat 1930’da köylülerin yüzde 50’sinin (çoğu artel veya komün olmak üzere) kolektif çiftliklere katıldığı açıklandı. Böylece yedi hafta içinde köylülüğün yarısı kolektifleştirilmiş oluyordu.

Kolektifleştirme kampanyası Kasım 1929’da başlatılırken, Stalin ve parti merkez komitesi tarafından, yoksul ve orta köylülerin kendiliğinden yığınsal olarak kolektif çiftliklere katılmaya başladığı ileri sürülmüştü. Aşırı boyutlar alan kolektifleştirme kampanyası ise, köylülerin protesto, gösteri ve isyanlarına yol açtı. Bu gelişmeler karşısında, başta Stalin tarafından kolektifleştirmede zora başvurulmasına, aşırılıklara karşı yapılan uyarılar, yerel görevliler arasında, kargaşaya hatta –yeni politikayı köylülüğe teslim olmak biçiminde yorumlayarak– buna karşı bir dirence neden oluyordu. Öte yandan, bu uyarılar, müdahaleler, bir politika değişikliği, kolektifleşmeleri için köylülüğe uygulanan baskının, zorun geri çekilmesi anlamına geldiği ölçüde, kolektifleştirilmiş köylülüğün oranı, 1 Mart’ta yüzde 55’ten 1 Haziran’da yüzde 23’e düşerken, bazı bölgelerde, yoksul köylüler ve topraksız emekçiler bile kolhozlardan çıktı. Bu ise, aynı zamanda, kolektifleştirmede ne ölçüde zora başvurulmuş olduğunun bir göstergesiydi.

30 Haziran 1930 kararnamesiyle, kolektifleştirme uygulanan bölgelerde, eski köy topluluğu örgütlenmeleri (obşçina, mir) resmen kaldırıldı. Kolektifleştirme ise, ertesi yıllar, 1930-1, 1931-2’de yeniden hızlandı. Kolektifleşmenin köylülük arasında yeterince destek bulmaması, bu dönüşüme yönelik olarak işçi sınıfının güçlerine başvurulmasını gerektiriyordu. 1930-4 arasında 50 bin kişi, kolektifleştirmenin gözetimi, kolhozların yönetimi, siyasi önderlik görevleriyle şehirlerden köylere, kolhozlara gönderildi. Buna karşılık yine köylüler, kolhoza vermemek için hayvanlarını kesiyordu. Hayvanların katledilmesinin yanısıra, tecrübesizlik, kıtlık ve çeşitli nedenlerin sonucunda, özellikle hayvancılıkta, kolektif üretimin üstünlüğü ilk anda görülemiyordu. Bu dönemde hayvancılıkta yaşanan gerilemenin sonucunda, 1933’te sığır sayısı, 1928’dekinin yarısının biraz üstündeydi. Kazakistan’da, 1928’de 19,2 milyon olan koyun ve keçi sayısı, büyük ölçülere varan bir kaybın sonucunda, 1935’te ancak 2,6 milyon kadardı.

Her şeye rağmen kolektifleştirme devam etti ve kolektifleştirilen köylülüğün oranı, 1930’da yüzde 23,6’dan, 1931’de yeniden yüzde 52,7’ye, sonra da 1932’de yüzde 61,5’e, 1933’te yüzde 64,4’e, 1934’te yüzde 71,4’e, 1935’te yüzde 83,2’ye, 1936’da yüzde 89,6’ya ulaştı. Kolektifleştirilen toprakların oranı ise, 1930’da yüzde 33,6’ya, 1931’de yüzde 67,8’e, 1932’de yüzde 77,6’ya, 1933’te yüzde 83,1’e, 1934’te yüzde 87,4’e, 1935’te de yüzde 94,1’e çıktı. Sayıları giderek azalan, 1934’te 9 milyona düşen bireysel köylüler ise, kolhozlara girmeleri için ağır vergilerle sıkıştırılıyordu.

SOSYALİST EKONOMİK İNŞA

Üretim ilişkilerinin sosyalist dönüşümü, sosyalist ekonominin inşası açısından, başta bireysel tarım yapan köylüler olmak üzere, küçük üreticilerin kolektifleştirilmeleri (ama zorla değil de ikna yoluyla kolektifleştirilmeleri) her zaman hedeflenmişti. Engels, 1894’te, Almanya Sosyal-Demokrat Partisi ve Fransa Sosyalist Partisi’nin tarım programlarını ele aldığı makalesinde, büyük üretimin verimliliğinin örneklerle gösterilmesi ve toplumun da yardımı ile küçük köylülerin kooperatiflerde birleştirilmesinin gerektiğini ifade etmişti:

“devlet iktidarına sahip olduğumuzda, açıktır ki, küçük köylüleri, büyük toprak sahiplerinin durumunda yapmak zorunda olduğumuz gibi, zorla mülksüzleştirmeyi (tazminat ödeyip ödememekten bağımsız olarak) düşünmeyeceğiz bile. Küçük köylüye ilişkin görevimiz, her şeyden önce, zorla değil, örneğin gücü ve bu amaçla toplumsal yardım sunumu ile, özel işletmesinden ve özel mülkiyetinden kooperatif işletme ve mülkiyete geçişi sağlamaktan oluşur.” (Engels, Fransa ve Almanya’da Köylü Sorunu, s. 20)

Bolşevik Parti’nin, 1919’da, sekizinci kongresinde kabul ettiği programının tarım sorununa ilişkin bölümünde de, sosyalist tarımın örgütlenmesine yönelik önlemler arasında, büyük ölçekli kooperatif tarım için üreticilerin gönüllü birliğine yer veriliyordu:

“Sovyet iktidarı, toprakta özel mülkiyeti tamamen ortadan kaldırarak, büyük ölçekli sosyalist tarımın örgütlenmesini geliştirmek için bir dizi önlem almış bulunmaktadır. Bu önlemlerin en önemlileri şunlardır: (1) sovyet çiftliklerinin, yani büyük ölçekli sosyalist ekonomilerin kurulması; (2) toprağın komünal olarak işlenmesi için artel veya kooperatiflerin desteklenmesi; (3) her türlü işlenmeyen toprağın devlet tarafından işlenmesinin örgütlenmesi; (4) tarım yöntemlerinin geliştirilmesi için enerjik önlemleri almak üzere bütün tarım uzmanlarının devlet tarafından seferber edilmesi; (5) büyük ölçekli kooperatif çiftçilik için tarımcıların tamamen gönüllü birlikleri olarak tarım komünlerinin desteklenmesi.” (Buharin - Preobrajenski, Komünizmin Abecesi, s. 394)

Programda, aynı zamanda, kırda sınıfsal ayrışma ve sınıf mücadelesinin saflaşması açısından, proletarya ve yoksul köylülüğün kır burjuvazisi olarak zengin köylülüğe (kulaklara) karşı mücadelesi öne çıkartılırken orta köylülüğü zengin köylülükten kopartıp proletaryanın yanına çekme politikası da (zor uygulamaktan dikkatle kaçınılması vurgulanarak) buna ekleniyordu.

Bolşevikler ve Sovyet iktidarı, büyük ölçekli sosyalist tarıma geçiş için küçük üretici köylülerin kolektifleştirilmesi, bunun da zorla değil gönüllü sağlanması hedefini başından beri taşımasına rağmen, sınıf mücadelesi bundan bir ölçüde farklı bir seyir izledi. Kırda köylülüğün kendi içinde sınıf mücadelesinin gelişimi sınırlı kaldığı oranda, köylülük de büyük ölçüde bütün olarak davrandı ve kulakları, zengin köylülüğü izleyerek işçi sınıfının, Sovyet iktidarının yanında olmak yerine karşısında konumlandı. Buna bağlı olarak, köylülükle olan mücadele NEP uygulamasını gerektirmiş olduğu gibi, NEP dönemi boyunca bireysel köylü işletmelerinden büyük ölçekli sosyalist tarım işletmelerine geçiş hedefi doğrultusunda da neredeyse hiç ilerlenemedi; 1928’e gelindiğinde hala toprağın yüzde 97,3’ü bireysel köylüler, yüzde 1,2’si kolektif çiftlikler, yüzde 1,5’i devlet çiftlikleri tarafından işlenmekteydi.

Küçük üretici köylülüğün kolektifleşmeye ve bu yolla büyük ölçekli sosyalist tarıma gönüllü olarak çekilememiş olması ve bununla birlikte şehirlerin, işçi sınıfının yiyecek sorununun çözülememesi, kolektifleştirmenin büyük ölçüde baskıya ve zora başvurularak gerçekleştirilmesini getirdi. Bu kadar hızla ve bu biçimde baskı ve zor uygulamasıyla gerçekleştirilmesi öngörülmemiş olan kolektifleştirmenin sonucu, toplumun, iç savaştan sonra yeniden, etkileri daha sonraki dönemlere taşınan sert mücadeleler ve büyük ölçekli bir baskı dalgası yaşaması oldu. Öte yandan, yığınsal boyutta zor uygulanmasının –toplumun büyük çoğunluğunun desteğini almak bakımından– Sovyet iktidarının, işçi sınıfı devletinin özelliklerinde neden olduğu çarpılmaların, kusurların yanısıra, baskıya, zora başvurarak da olsa gerçekleştirilen kolektifleştirme, tarımda büyük ölçekli sosyalist üretime geçiş hedefine ilerlemeye karşılık geliyordu. Hızla ilerleyen kolektifleştirme, yukarıda aktarıldığı gibi, bu dönemle yüzde doksanlara vararak ezici bir üstünlük kazandı.

Lenin, 1923’te yazdığı Kooperatifçilik Üzerine makalesinde, işçi sınıfı iktidarının varlığı, işçi sınıfının köylülükle ittifakı ve önderliği ve toprağın ve üretim araçlarının da işçi sınıfı iktidarına ait olması koşuluyla, kolektifleştirmeyi ve kooperatifleri sosyalist işletmelerden farksız olarak nitelemişti:

“Şimdiki sistemimizde, kooperatif işletmeler, ... üstünde bulundukları toprak ve üretim araçları devlete, yani işçi sınıfına aitse, sosyalist işletmelerden farklı değildirler.” (Lenin, Toplu Eserler, c. 33, s. 473)

Bu anlamda hemen hemen bütünüyle kolektifleştirmenin tamamlanmasıyla da tarımda küçük üretim tasfiye ediliyor, kolektif ve bu anlamda sosyalist üretime geçiliyordu. Ayrıca sosyalist devlet çiftlikleri olarak sovhozların işledikleri toprak, 1928’de 1,7 milyon hektardan, 1932’de 13,4 milyon hektara ve 1935’te de 16,1 milyon hektara çıkıyordu. Bireysel küçük üretimin tasfiye edilip yerini büyük ölçekli sosyalist tarımın almasının yanısıra, tarımsal ürününün değişimine yönelik olarak serbest piyasa da giderek sınırlanıyor, ortadan kaldırılıyordu. Kolektifleştirme sırasında tahıl piyasasına müdahale edilip sık sık bütün pazarlar kapatıldığı gibi, 1932’de Mayıs ayındaki kararnameyle özel dükkanlar, ticaret engellenirken Ağustosta çıkartılan kararnameyle de spekülatörler ve tüccarlar beş yıldan on yıla kadar toplama kampına gönderilmekle cezalandırılıyordu.

Sanayide ise, üretim araçlarına el konulması, daha Ekim devriminin hemen ardından gelen dönemde hızla gerçekleşip savaş komünizmi döneminde tamamlandığı gibi, NEP döneminde kapitalizm ve piyasa ilişkileri yönündeki gerilemeler sırasında, özelleştirmeler çok sınırlı kaldı, devlet işletmeleri, sanayinin ezici kesimini oluşturmaya devam etti. NEP uygulamalarından vazgeçildikçe, özel imalathaneler kapatılıp zanaatkarlar üretici kooperatiflerine sokulurken ‘Nepmanların (NEP zengini tüccarların) kılık değiştirmiş hali’ olduklarından şüphelenilen kooperatifler dağıtıldı. Ticarette de, kooperatiflere oranla devletin payı, 1931-2’de arttı. Birinci Beş Yıllık Plan ve hızlı sanayileşmenin sonucunda, sanayi üretiminde sosyalist kesimin payı yüzde doksan dokuzlara varıp özel kesimin payı yok olma noktasına gelirken, diğer yandan toptan ve perakende ticaret alanlarında da, özel kesimin payı büyük ölçüde geriliyordu. Böylece özel kesimin toplam ulusal gelir içindeki oranı, Birinci Beş Yıllık Plan dönemi boyunca düşerek, 1930’da yüzde 27,8’e, 1931’de yüzde 18,5’e, 1932’de ise yüzde 9,3’e indi.

Üretim ilişkilerinin sosyalist dönüşümü, kapitalizmin, meta ilişkilerinin tasfiyesini, üretim araçlarının toplumsallaştırılmasıyla üretimin, dağıtımın toplumun ihtiyaçları doğrultusunda merkezi olarak planlanmasını, düzenlenmesini öngörür. Bu anlamda, Sovyet iktidarının sosyalizmin inşası doğrultusunda ilerleyişi bakımından, üretim araçlarına işçi sınıfının devleti olarak Sovyet iktidarı tarafından el konulmasından öteye, sosyalist olarak nitelenen işletmeler arasındaki ilişkilerde, meta ilişkileri özelliklerinin yerine merkezi düzenleme özelliklerinin geçmesi önem taşır.

Daha NEP döneminde, piyasa ilişkileri içinde sorunların çözülemeyip ağırlaşması üzerine, fiyatlara müdahale edilmiş, çeşitli malların fiyatları, piyasanın serbest belirlemesine bırakılmak yerine, merkezi olarak düzenlenmişti. Plan uygulamasına geçildiğinde de, artık üretim, pazarda satmak, kar etmek amacıyla olmaktan bütünüyle çıkıyor, doğrudan doğruya plan hedefleri doğrultusunda gerçekleştiriliyor ve merkezi plan tarafından belirleniyordu. İşletmeler arası alışverişin, ticaretin yerine, merkezi ekonomi yönetimi tarafından plan hedeflerine yönelik olarak ürünlerin dağıtımı geçiyor, yatırım finansmanı da banka kredisi yerine devlet bütçesinden karşılıksız olarak karşılanmaya başlıyordu. 23 Mayıs 1930 kararnamesiyle, ekonominin toplumsallaştırılmış kesiminin bütün mali kaynakları birleşik bir mali plana dahil edilirken, toplumsallaştırılmış işletmelere, yatırım harcamalarının –Devlet Bankasından sağlanan kısa vadeli kredilerden farklı olarak– geri ödenmemek üzere devlet bütçesinden tahsis edilmesi kararlaştırılıyordu. Diğer yandan işgücü piyasasının yerini emeğin merkezi dağıtımının alması hedefiyle uyumlu olarak da işsizlik ortadan kalkıyordu.

Yüksek oranlarla benimsenen plan hedefleri, ekonomik önceliklerin, kaynak dağıtımının, pazarda arz - talep dengesi tarafından belirlenmesi yerine, merkezi yönetim tarafından kararlaştırılmasını, anahtar projelerin hammadde ihtiyacının sağlanmasını gerektiriyor, ekonominin işleyişini bu yönde zorluyordu. Öte yandan belirli temel tüketim maddeleri karneyle dağıtılırken fiyatları arttırılmayıp bütçeden sübvanse ediliyordu. Fiyatların merkezi olarak belirlenmesi ve farklılaştırılmasına yönelik olarak, yüksek fiyatlardan satan özel ‘ticari’ dükkanlar ve bunların yanısıra işletmelerin kendi işçileri için özel ‘kapalı’ dükkanlar açıldığı gibi, karneyle satın alma fiyatları düşürülüp başka satışlara vergi ekleniyor, aynı ürün farklı fiyatlardan satılıyordu. Fiyatlar, piyasa ilişkilerinin gereklerine göre değil, planlanan hedefler doğrultusunda, bu amaçlara hizmet edecek biçimde belirleniyordu.

Bu çerçevede, tarım ürünlerine ödenen fiyatlar çok az artarken, köylülerin satın aldığı malların fiyatları büyük ölçüde arttı. Bunun karşılık geldiği eşitsiz değişimin sonucu, başta Preobrajenski tarafından “ilkel sosyalist birikim” deyimiyle önerilmiş olan köylülükten değer aktarılması politikasından pek farklı değildi. 1930 vergi reformundan sonra, bütçe geliri, büyük ölçüde, köylüye ödenen oldukça düşük alış fiyatı ile tahılın satış fiyatı arasındaki farka karşılık gelen dolaşım vergisinden, daha az bir ölçüde de devlet işletmelerinin karlarından oluşuyordu. 1934 sonunda tahıl toplama kurumu Zagotzerno’nun çavdar satış fiyatı olan 84 rublenin 66 rublesi, buğday satış fiyatı 104 rublenin 89 rublesi, kaba buğday unu satış fiyatı 216 rublenin 195,50 rublesi vergiydi. 1935’te toplam 75 milyar ruble olan bütçenin 52,2 milyarı dolaşım vergisinden, bunun da 24 milyarı tahıl toplama kurumlarından karşılanıyordu. Fiyatların piyasa yerine merkezi olarak belirlendiği bu uygulamalarla birlikte de, savaş komünizmi döneminden sonra yeniden bu dönemde, doğrudan ürün değişimine geçilip paranın alışveriş aracı yerine muhasebe aracına dönüştüğü biçiminde değerlendirmeler öne çıkıyordu.

ÇALIŞMA VE YAŞAM KOŞULLARI

Kapitalizme ve meta ilişkilerine sınırlı ölçülerde geri çekilinmiş olan NEP dönemi sona erip yerini sosyalist ekonomik inşa dönemine bırakmıştı. Bu yeni dönemde, üretim ilişkilerinin sosyalist dönüşümü, ürünlerin toplumsal ihtiyaçlara yönelik olarak üretilip dağıtılması doğrultusunda elde edilen büyük kazanımlar, işçi sınıfının, köylülüğün, bütün toplumun ağır koşullar altında büyük zorluklara katlanması sayesinde olmuştu. Birinci Beş Yıllık Plan, sınırlı kaynaklarla ve sınırlı bir sürede büyük bir atılımın gerçekleştirilmesini, dev boyutlu projelerle bir ağır sanayi temelinin kurulmasını sağlamıştı. Bunda partide, yönetimde ve toplumda hakim olan bir iradeci yaklaşımın ve bununla birlikte gelişen kahramanca bir çalışma fedakarlığı ile aynı zamanda sert biçimler almaya başlayan toplumsal baskı ve zorlamanın önemli payı vardı. Bir yandan iyileştirilmeye çalışılsa da, girişilen muazzam çabanın sonucunda kaçınılmaz olarak ağırlaşan yaşama ve çalışma koşullarında, yokluk, yoksunluk içinde, hızla sanayileşme, kolektifleşme ve büyük oranda da meta ilişkilerinin tasfiyesi gerçekleştirilmişti.

Bu dönemde çalışma koşullarını iyileştirmeye yönelik olarak çalışma süreleri kısaltıldı. Yedi saatlik işgünü ve vardiyalı olarak fabrikaların her gün çalıştığı, buna karşılık çalışanlar için dört gün iş, bir gün tatilden oluşan beş günlük çalışma haftası uygulanmaya başlandı. 1931’den sonra ise, beş gün iş, bir gün tatil yapılması ayrıca fabrikaların bazı sabit günler çalışmaması biçiminde düzenlemelere gidildi.

Çalışma koşullarının iyileştirilmesi hedefi, çalışma sürelerinin kısaltılmasını getirirken hızlı sanayileşme ise, işgücüne talebi yüksek oranda, planlanandan da daha fazla artırıyordu. 1927-8’de 11 milyon olan istihdam, plan hedefi olarak 1932-3’te 16 milyon kadar öngörülmüştü, ama gerçekte 1932’de 23 milyona ulaştı. İşsizlik ortadan kalkıp tersine işgücü sıkıntısı belirdi.

İşgücü sıkıntısını karşılamak üzere kırdan çalışmaya gelen çok sayıda köylünün iş disiplinini düşürmesine bağlı olarak, üretkenlik artışı, makine ve metalürji sektörü dışında, plan beklentilerinin altında kaldı, hatta bazen artmak yerine düştü. Bunun üstesinden gelebilmek için işgücü hızla eğitilmeye çalışılırken, birkaç yıl normal orta öğrenim de, varolan okulların acil olarak teknik okullara çevrilmeleri nedeniyle aksadı. Eğitimi, tecrübesi, kalifikasyonu yetersiz çalışanların üretime zarar vermesi, mevcut ortamda, sık sık sabotajdan kuşkulanılmasına yol açarken, ortalama kömür işçisinin 1930’da üç defa iş değiştirmesi örneğindeki gibi yüksek işgücü devri de, vasıf, kalifikasyon kazanmayı yavaşlatmaktaydı. Yine işgücü talebinin yükselmesine bağlı olarak kadınların çalışmasında büyük artış olurken, mahkumlar ve özellikle sürgünler, ekonomik yaşamda önemli yer tuttu.

Hızlı sanayileşme, yüksek plan hedefleri, verimliliğin, üretkenliğin, çalışma yoğunluğunun artırılmasını gerektiriyordu. Buna yönelik olarak örnek çalışma, sosyalist emülasyon gibi girişimlere ağırlık verildi, şok çalışma ekipleri desteklendi, emek kahramanlığı ödülleri dağıtıldı. Manevi teşviklerin yanısıra maddi teşvikler de gündeme geldi. Ücret eşitlikçiliğine karşı çıkılıp parti üyelerinin kalifiye işçiden yüksek ücret almamasından da vazgeçilirken, kalifiye işçi ile kalifiye olmayan işçi arasındaki ücret farkı 3,7 kata kadar çıktı. Parça başı ücret uygulaması yaygınlaştı.

Yüksek plan hedeflerine ulaşmak için işgücüne talep çoğalırken, toplam işgücü gibi, ücretler de planlanandan fazla arttı. 1928’de ayda 66,90 ruble olan ortalama ücretlerin, planda, 1932’de, yüzde 46,9 artışla 98,28 ruble olması öngörülmüştü, ama 123 rubleye ulaşarak planlanan artışı yüzde 44 aştı. Fiyatların düşmesi planlanmasına rağmen maliyetler yükseldi. Toplam gelir, planlananı çok geçerken, tüketim malları ve hizmetler beklenenin altında kaldı.

Verimliliğin, üretkenliğin artırılmasına yönelik olarak, maddi ve manevi teşviklerin yanısıra, çalışma disiplininin sağlanabilmesi için önlemlere de başvuruluyordu. 1930-3 arası çıkartılan kurallar ve kararnameler devamsızlığı, işten atma, lojmandan çıkarma, vb ile cezalandırdı. Öte yandan tek-adam yönetimi savunusu ile işletme yönetiminin, müdürün yetkisi vurgulanırken “yüzleri üretime döndürülen” sendikaların üyelerini koruyucu özellikleri azaltılmıştı. 1934’te kaldırılan Çalışma Halk Komiserliğinin bazı işlevlerini sendikalar merkezi üstlenirken Sendikalar Kongresi, 1932-1949 arasında hiç toplanmadı.

Sanayileşmeye bağlı olarak bir çok tüketim maddesi ev yerine fabrikada üretilmeye başlanıyor, ev işi azalıyordu. Öte yandan yatırımın öncelikle ağır sanayiye yapılması, tüketim araçları üretimini geri bırakarak yaşam standartlarını düşürme yönünde etkide bulunuyordu. Fabrika inşaatlarının öne geçip ev yapımının planlanandan az olması, bununla birlikte şehir nüfusunun da hızla artması, konut sıkıntısına yol açıp yaşam alanını daraltıyordu.

Yaşam standardına yönelik olarak tüketim araçları fiyatları da önem taşıyordu. Fiyatların merkezi olarak düzenlenmesi çerçevesinde temel tüketim maddelerinin fiyatları sabit tutuluyor, hatta düşürülüyordu. Ancak bunların yanısıra, farklı fiyatlar ve ayrıca karaborsa da bulunuyordu. Hızla büyürken yeterli eğitim ve kalifikasyon edinemeyen işgücünün neden olduğu düşük üretkenliğe bağlı olarak ise, fiyatlar yükselme eğilimi taşıyordu.

1932 başında, resmi perakende fiyatları, 1928’den beri, şehirlerde yüzde 7,5, kırlarda yüzde 42 artmıştı. Ocak ayındaki büyük fiyat artışlarıyla, 1932’nin ilk yarısında, devlet ve kooperatif fiyatları, 1927-1928 düzeyinin yüzde 76’sına varırken, ‘özel piyasa’, yani karaborsa fiyatları ise, 1927-8’in yüzde 769’una çıkmıştı. Toplumun bütün kesimlerinin çeşitli türlerde tüketim maddelerini, ‘ticari fiyatlar’ ve sınırlı ölçekte dahi olsa karaborsa da dahil olmak üzere değişik fiyatlardan almaları göz önüne alındığında, toplam geçinme standartlarında bir düşme eğiliminden söz edilebiliyordu. Bir hesaba göre, 1932’de gerçek ücret indeksi, 1928’in yüzde 88,6’sına düşmüştü.

Bu dönemde kolektifleştirme çabalarının aldığı biçimler, tahılın toplanmasına ilişkin sorunlar, bunlara bağlı olarak köylülükle Sovyet iktidarı arasında sertleşerek gelişen mücadele, kırda da yaşam koşullarını zorlaştırmıştı. Kolektifleştirmenin hızla ve zora başvurularak gerçekleştirilmesi, tarımsal üretimde örgütsüzlük, dağınıklık ve kayıplara yol açmıştı. Hızlı sanayileşmeye bağlı olarak sanayideki işgücünün büyümesi ve şehir nüfusunun artması da yiyecek, tahıl ihtiyacını artırıyordu. Bir yandan tarımsal üretimdeki verimsizlik, diğer yandan şehirlerin beslenmesi ihtiyacındaki artış, köylüden tahılın toplanması sorununu yeniden keskin boyutlara tırmandırdı.

Tarımsal üretim, iklim koşullarındaki dalgalanmaların da sonucunda düşerken, zorunlu tahıl teslimatı kotalarının yükseltilmesi, yer yer, tohumluk, hayvanların yemi, hatta köylülerin kendi beslenmesi açısından, geriye yetersiz tahıl bırakılmasına yol açıyordu. Tahılın toplanması için baskıyla köylüler kolhozlara katılmaya zorlanırken, bir kısmı sanayide çalışmak üzere köyleri terk ettiği gibi, köylülük arasında hırsızlık, yağmalama da gelişiyordu. Bunlar karşısında ağır önlemlere başvurulmak zorunda kalındı. Nisan 1932’de Ceza Kanununun 58. Maddesinde yapılan değişiklikle “demiryolları ve kolhozlarda hırsızlık için, on yıldan az olmayan mahkumiyet, bütün malına el koyma, kurşuna dizme cezaları” getirildi. Diğer yandan, ortaya çıkan sorunlar karşısında basıncı azaltabilmek için, tahıl toplama hedefi, 29,5 milyon tondan 18,1 milyon tona indirildi. Ama hasat da kötü olduğu için, köylüler yine tahılı stoklamaya ve karaborsada satmaya yöneldiler ve düşürülmüş miktardaki tahıl toplama hedefinin bile yerine getirilmesi tehlikeye düştü.

Bu durum yeniden baskı önlemlerine ağırlık verilmesini getirdi. Kolhozlarda yiyecek hırsızlığını ölümle cezalandıran kanun maddesi, tahıl teslimatı taleplerini yerine getirmeyenlere karşı uygulandı. Baskı, binlerce köylünün, kolhoz üyesinin kulak, sabotör, karşıdevrimci oldukları gerekçesiyle sürgüne gönderilmelerine, çalındığı ya da yasadışı dağıtıldığı söylenen tahıla el konulmasına, öte yandan, partide temizlik yapılmasına, köylülükle mücadelenin keskinleştiği bölgelerde parti üyelerinin, yerel sekreterlerin partiden atılmasına kadar vardı. Bütün bu baskıların sonucunda toplanan tahıl miktarı artarak 1932’de 18,5 milyon tondan 1933’te 22,6 milyon tona çıktı. Ancak düşük tarımsal üretime, hızlı sanayileşmenin taşımacılıkta yol açtığı yetersizlik, sıkıntı da eklenirken, köylüden yüksek miktarda tahılın baskı altında toplanması, kötü hasatla da birleşince, kırsal bölgelerde açlık felaketine neden oldu. 1932’de 165,7 milyon olan nüfus, 1939’da yalnızca 170 milyona çıkmıştı; olması gerekenden 10 milyon kadar eksikti. Açlık milyonlarca insan kaybına neden olmuştu.

BÜYÜK ATILIM SIRASINDA BOLŞEVİK PARTİNİN KONUMU

Birinci Beş Yıllık Plan dönemi, Sovyet iktidarının ve toplumunun ağır koşullar içerisinde, çok ciddi sıkıntılara, zorluklara katlanıp büyük fedakarlıklar, çabalar göstererek, üretim araçları üretimi ve ağır sanayi temelli, yeni ve modern bir sanayinin kuruluşuna, sosyalist ekonominin inşasına giriştiği dönemdi. Sanayileşme ve kolektifleştirme doğrultusundaki büyük atılım, toplumsal mücadele ve baskının artması kadar coşku ve kahramanlığın yükselmesine dayanıyordu. Toplumsal çaba, coşku, fedakarlık, kahramanlık, en önde, kuruluş çalışmasının başını çeken, mücadeleye önderlik eden Bolşevik Partide somutlanmak durumundaydı. Partinin devlet yönetimiyle çakışmış olmasının da bir sonucu olarak, sanayileşme atılımıyla daha geniş yönetici kesimlere gereksinilmesi ve bu atılıma eşlik eden toplumsal coşku, yeni üyelerin partiye katılmasını, partinin büyümesini getirdi. Yeni üye alımında da doğrudan üretimde yer alan işçilerin partiye üye kazanılmasına ağırlık veriliyordu.

Ancak bu sırada kolektifleştirmenin ve köylülükle sertleşen mücadelenin neden olduğu sorunlar, bunların parti üzerinde yarattığı basınç ve keskinleşen çelişkilerin parti içine yansımaları, özellikle yeni üyelerin konumlarının mücadelenin gerekleri açısından gözden geçirilmesine, alınan temizlik kararıyla, 1929-30 yıllarında, en çok köylü kökenliler arasından olmak üzere, 130 bin kadar parti üyesinin partiden atılmasına yol açtı. Ocak 1928’de, toplam 1 milyon 250 binin üzerinde üye ve aday üye içinde, yüzde 40,8 olan doğrudan üretimde yer alan işçilerin oranı, uygulanan temizliğe bağlı olarak, Nisan 1930’da yüzde 48,6’ya çıkmıştı. Ardından, 1932’de tarımsal üretimde ve tahılın toplanmasında ortaya çıkan sorunların mücadeleyi keskinleştirmesinin yine partiye yansımasıyla alınan temizlik kararının sonucunda, Ocak 1933’te üç buçuk milyonu geçen üye ve aday üyeden, çoğu kırsal alandaki parti örgütlerinden olmak üzere, aynı yıl 800 binden fazlası ve ertesi yıl da 340 bini atıldı.

Makine Tarım İstasyonları, Sovyet iktidarının, kolektifleştirme ve kolhozlar üzerinde yönlendirme çabalarının en önemli aracıydı. Artan traktör üretimi, ilk yıllarda ancak kolektifleştirme sırasında kesilen atların yerini dolduracak kadar olmakla birlikte, başından itibaren Makine Traktör İstasyonları, hem traktör gücü hem de politik-ekonomik kılavuzluk sağlamıştı. Bolşevik Partinin köylerdeki ve kolhozlardaki örgütlenmesinin zayıf kalması nedeniyle, merkez komitesi, Ocak 1933’te MTS ve sovhozlarda siyasi bölümlerin yaratılmasını kararlaştırdı. Doğrudan merkez komiteye bağlı olarak, zayıf ya da yeterince güvenilemeyen kırsal parti örgütlerinde ve kolhozlarda gerçekleştirilmesi kararlaştırılan temizlikte yer almakla görevlendirilen MTS siyasi bölümleri, bir süre sonra, Kasım 1934’te –bir ölçüde köylü çıkarlarını savunmaya başlamaları yüzünden de– kaldırılıp yerini siyasi işlerle görevli MTS müdür yardımcılığına bıraktı.

Devlet yönetiminin işçi sınıfı yerine, onun öncü kesimine, Bolşevik Partisine kadar daralmış olması, Sovyet iktidarının kaderini Bolşevik Partiye bağlamış, Sovyet rejiminin niteliği açısından partinin önemini belirleyici düzeye çıkarmıştı. Toplumun sosyalizme ve komünizme götürülmesi mücadelesinde üzerine düşen rol ve yük ağırlaşan Bolşevik Partinin organik bileşiminde işçi sınıfı karakteri, gerçekleştirilen temizliklerin sonucunda giderek güçlenmişti. Ama öte yandan yönetimin bir dar kesimin siyasi ayrıcalığı olarak yerleşmesinin yanısıra, ‘kapalı’ dükkana giriş, düzgün kalınacak yer gibi maddi ayrıcalıklar da belirmeye başlıyordu. Bunlar henüz basit yan çıkar, avantaj biçimindeydi ve maddi ayrıcalıklı bir bürokrasinin doğuşu açısından ikincil önemdeydi. Bu açıdan hala daha fazla önem taşıyan yön, yönetimin dar bir kesimin elinde toplanması, siyasi yönetim ayrıcalığı ve bunun bürokratlaşmaya karşı mücadeleyi zayıf düşürmesiydi. Üstelik işçi sınıfı içerisinde çözümlenemeyen yığınsal yönetim, demokrasi sorunu, bir bakıma öncü kesiminde, partisinde de yansımasını buluyor, yöneten - yönetilen ayrımı parti içinde de belirginleşirken parti içi demokrasi zayıflayıp ortadan kalkıyor, yönetim parti aygıtına kadar daralıyordu.

Merkez komite ya da politbüro kararı olmadan Stalin’in kişisel olarak politika değişikliği gerçekleştirmesinin ilk örneği, yanına görevlileri alarak köylülerden tahılı zorla toplamak için Urallar ve Sibirya’ya gitmesi, sonra da yine aynı biçimde kolektifleştirmeyi başlatmasıydı. Partinin işleyişinin ve demokrasisinin ihlalinin bu örneklerinin yanısıra, belki de daha önemlisi, partinin her düzeydeki örgütlerinin çalışanları olarak sekreterlerine karşılık gelen bir parti aygıtının oluşması ve yönetimi elinde toplamasıydı. Genel sekreter olarak başında Stalin’in bulunduğu Sekreterlik, üyelerin kayıtlarını tutup parti ve devlet görevlerine atamaları gerçekleştirdiği için, aynı zamanda parti aygıtının denetimini de elinde bulunduruyordu.

Planlı ekonominin kuruluşuna girişilmesi ise, partinin insan gücünün gereken yerlere dağıtılması, atanması işinin boyutlarını kat kat artırdı. Buna bağlı olarak, partinin 1930’daki on altıncı kongresinde Sekreterlik yeniden düzenlendi. Örgütlenme ve Atamalar Bölümü (Orgraspred), Örgütlenme ve Talimat Bölümü ve Atamalar Bölümü olarak ikiye bölünürken Atamalar Bölümü de ekonominin çeşitli kollarına karşılık gelen sekiz altbölüme ayrılıp her biri kendi alanındaki atamalardan sorumlu kılındı. Yine Sekreterliğin –muhtemelen OGPU (Birleşik Devlet Siyasi İdaresi, Kurtuluş Sosyalist Dergi 5, Kasım 2002, s. 62) ile ilişkilerini sürdüren– Gizli Bölümünün varlığı ilk defa bu kongrede açıklandı.

Partinin 1934’teki on yedinci kongresinde ise, ekonomi üzerindeki doğrudan denetimi daha da artırmak amacıyla Sekreterlik tekrar düzenlendi. Sekreterliğin Atamalar Bölümü dışındaki diğer bölümlerinin de ekonominin dallarına ilişkin işlevleri, yeni kurulan bölümlerde birleştirildi. Bu durumda Sekreterlik dokuz bölüme ayrılırken bunların dördü, Tarım Bölümü, Ulaştırma Bölümü, Sanayi Bölümü ve Planlama, Maliye ve Ticaret Bölümü, ekonominin bütününü kapsamış oluyordu.

Sekreterliğin yeniden düzenlenmesi, ekonominin kollarına karşılık gelen altbölümler ve bölümler kurulması, girişilen hızlı sanayileşme ve kolektifleştirmenin misliyle artırdığı nitelikli insan gücünün istenen yerlere sevk edilmesi ihtiyacının karşılanarak ekonomik inşa çalışmasının verimli bir biçimde yönetilmesi amacına yönelikti. Bu aynı zamanda, partinin ve onun adına Sekreterliğin ekonominin doğrudan yönetilmesini üstlenmesini ifade ediyordu.

Geri, tarım ağırlıklı Sovyet ekonomik yapısında sınırlı kaynaklarla, güçlerle girişilen köklü dönüşüm, büyük bir atılıma karşılık geliyordu ve üretim, planlama, örgütleme, idare gibi çok çeşitli alanlarda muazzam bir çaba gerektiriyordu. Değişik sorunlara ilişkin mücadeleler, üstlenilen ağır yük, çelişkilerin partinin kendi içine yansımasına, partinin iç çatışmalarının keskin boyutlara tırmanmasına neden olmuştu. Ancak bu çatışmalar sonucunda partinin iç demokrasisinin daralması, zayıflaması, partiyi politik olarak da kısırlaştırmış, tartışmanın yerine suçlamanın geçtiği bir tek yönlülüğe, dolayısıyla ani politika değişikliklerine ve keskin savrulmalara, keyfi tutumlara düşmesine yol açmıştı. Devlet yönetiminin partiyle çakışmasından öteye, sık sık tekil yöneticiler, temsilciler kurumların yerine yönetimi eline alıyor, bu da yönetimde keyfi davranışın derecesini artırıyordu. Örneğin çeşitli bölgelerde, parti bölge komitesi sekreteri, merkez komite temsilcisi ve bölge OGPU şefinden oluşan üçlü komite, kolhoz ya da köy sovyeti başkanını görevinden alıp mahkemeye sevk edebiliyordu.

Demiryolu taşımacılığında ortaya çıkan sorunlar nedeniyle demiryollarında da siyasi bölümler oluşturulmuştu. Demiryollarındaki siyasi görevlilerin keyfi müdahalelerinin de, benzer biçimde, örgütsüzlüğü artırdığından şikayet ediliyordu. Taşımacılık sorunlarının ise gerçek nedenleri vardı. Demiryolları hızlı büyümenin getirdiği trafik artışını kaldıramıyordu. Demiryollarının gelişiminin yetersiz kalması, buna karşılık idari müdahalelerle çözülmeye çalışılan sorunların ağırlaşmaları sonucunda, 1933’ün ilk yarısında taşınan yük, 1932’nin aynı dönemine göre azaldığı gibi, plan hedefinin de ancak yüzde 85,5’ini karşılamıştı. Sorun, daha çok, yakıt sıkıntısı, yedek parça eksikliği, bakım yapacak zaman kalmaması, kalifiye eleman ihtiyacı gibi nedenlere dayanıyordu. Ama bunlardan önce sabotajdan kuşkulanılıyor, baskıcı önlemlere ağırlık veriliyordu. Bir yandan sabotör, sınıf düşmanı olduğundan şüphelenilen uzmanlar, yöneticiler mahkemelerde ağır cezalara çarptırılır, tasfiye edilirken bir yandan da komünistlerin teknik alanda gelişmelerine, işçi sınıfından yeni uzmanlar, yöneticiler yetiştirilmesine çalışılıyordu.

İkinci Beş Yıllık Planın hazırlanması sırasında da yüksek hedefler ileri sürülüyor, daha düşük hedefler önerenler, sabotörlükle, sınıf düşmanlığıyla suçlanıyordu. Birinci Beş Yıllık Plan döneminde çok büyük bir toplumsal çaba ve fedakarlıkla, hızla devasa bir sanayi kurulmuş, tarım kolektifleştirilmiş, olağanüstü bir dönüşüm gerçekleştirilmişti. Ancak bu amaçla kaynakların, toplumun aşırı boyutlarda ve hızda zorlanması, başvurulan idari, baskıcı, keyfi yöntemler, bir yandan bu ölçekteki bir dönüşümün bu kadar kısa süre içerisinde gerçekleştirilebilmesini sağlarken diğer yandan da kaçınılmaz olarak, tek yanlılığa, dengelerin bozulmasına, kayıplara, verimsizliğe neden olmuştu. Tarımsal üretimde sorunların ve açlığın, taşımacılıkta gerilemenin ortaya çıktığı 1933 yılında, yatırımlar da planlanmamış bir keskin düşüşle 1932 düzeyinin yüzde 14 altına indi.

Hızlı ekonomik gelişimin birden bu biçimde yavaşlaması, sürdürülen politikaları etkiledi. İleri atılımın hızla sürdürülmesi yerine, “konsolide et” sloganıyla, elde edilmiş kazanımların güçlendirilmesi politikasına yönelindi, üretkenliğin, verimliliğin artırılması, kalitenin iyileştirilmesi, tekniğin geliştirilmesi, koşulların düzeltilmesi öne çıkarıldı. 1934-5’te ekonominin genel olarak iyileşmesi sonucunu sağlayan politika değişikliği, Ocak 1934’te toplanan ve “muzafferler kongresi” olarak adlandırılan on yedinci parti kongresinde kabul edilen İkinci Beş Yıllık Plan hedeflerinin, ilk önerilere göre mütevazı boyutlar taşımasıyla kendini gösterdi. Büyük fedakarlıklar pahasına olağanüstü bir toplumsal-ekonomik dönüşümün gerçekleştirildiği ileri atılım dönemi, yerini, elde edilen, ulaşılan mevzilerin korunması, pekiştirilmesi, konsolidasyonu dönemine bırakıyor, çabaların, fedakarlıkların sonucunda kazanılan başarıların ürünlerinden yararlanılması vurgulanıyor, öne çıkıyordu.

SOSYALİST İNŞA DÖNEMİNİN SOVYET TARİHİNDEKİ YERİ

Birinci Beş Yıllık Planla, toplumsal-ekonomik yapının dönüşümüne karşılık gelen büyük bir atılıma girişildiği dönemin dayandığı koşullar, kendinden önce gelen dönemlerin ürünüydü. Sovyet iktidarı, iç savaş ve emperyalist müdahale karşısında yıkılmamayı başarmış, ama dünya devrimi dalgasının geri çekilmesiyle kapitalizm denizinin ortasında sosyalizm adası olarak tecrit olmuş ve iç savaş sırasında desteğini almasına rağmen, sonrasında karşısına geçen köylülüğün isyanını, zayıf düşmüş haliyle bastırabilecek güçte olmadığı için geri adım atmıştı. Köylülüğe taviz niteliğinde gelişen piyasa ilişkileri içerisinde de, köylünün ürününün değişimi, şehirlerin, işçi sınıfının beslenmesi, sanayinin gelişimi için kaynak sağlanması gibi sorunların çözümlenememeleri, köylülükle olan mücadeleyi çatışma noktasına getirdi.

Girişilen büyük atılım, ekonominin tek bir plana uygun olarak düzenlenmesiyle ağır sanayi temelinde sanayileşilmesi ve tarımın kolektifleştirilmesi, Sovyet iktidarının başından beri sahip olduğu sosyalist hedeflerle uyumluydu, sosyalizmin kuruluşu hedefi doğrultusunda ilerlemenin gerekleriydi. Ama bu dönüşüme belirli bir anda girişilmesinde ve bunun aldığı biçim ve hızda, içinde bulunulan koşulların zorunlulukları, bu zorunluluklar karşısında alınan tutumlar belirleyici rol oynamıştı. Ekonominin büyüyüp gelişebilmesi için üretim araçları üretimine yatırım yapılması, tecrit koşullarında bütün ürünlerin ülke içinde üretilmesi, savaş ve emperyalist saldırı tehdidi karşısında savunmaya yönelik olarak silahlanılması gibi ihtiyaçlar hızlı sanayileşmeyi, köylünün tahılı satmayıp stoklaması nedeniyle çözümlenemeyen yiyecek, beslenme sorunu da zorla kolektifleştirmeyi gündeme getirmişti.

Ağır sanayi temeli üzerinde dev büyüklükte bir sosyalist sanayinin kuruluşu ve büyük ölçekli kolektif tarıma geçiş, ağır çalışma ve yaşam koşullarında, zorluklar, sıkıntılar içinde, fedakarca ve kahramanca çabalarla gerçekleştirilmişti. Toplumsal-ekonomik dönüşüm doğrultusundaki atılım, yığınsal boyutta kahramanlık ve coşku kadar kitlesel ölçekte baskı ve zor uygulanmasına dayanıyordu. Sıkıntılar, zorluklar ve baskılar, yaşam standartlarındaki düşüşlerden çalışma verimliliği ve yoğunluğunun artırılması için disiplin önlemlerine ve baskılara başvurulmasına ve kolektifleştirmenin, hedeflendiği gibi ikna, gönüllük yerine, daha çok şiddet aracılığıyla gerçekleştirilmesine ve açlık felaketine kadar uzanıyordu. Benimsenen yüksek plan hedefleri ve tempo, aşırı zorlamalara ve kaynakların kullanımında bir verimsizliğe yol açtığı gibi, kitlesel ölçekte şiddete başvurulması da, toplumdan yöneten - yönetilen ayrımının kaldırılıp devletin ve sınıflara bölünmüşlüğün bütün izleriyle birlikte silinmesi hedefini taşıyan işçi sınıfı iktidarının temel özelliklerinde, toplumun çoğunluğunun desteğine sahip olmak bakımından, bozukluklar, kusurlar yaratmak durumundaydı. Ama işçi sınıfı iktidarının kaderi açısından, kendi dışındaki kesimlere, sınıflara karşı uygulamalarından daha önemlisi, kendi niteliği, işleyişidir, kendisi için demokrasinin düzeyidir.

Toplumsal-ekonomik dönüşüm doğrultusunda büyük atılıma girişen Sovyet iktidarının içinde bulunduğu koşullar, kapitalizm tarafından kuşatılmışlık ve nüfusun çoğunluğunu oluşturan köylülüğün direnci gibi kendi dışındaki koşullar açısından olduğu kadar, işçi sınıfının yönetime katılımındaki daralma ve parti ve devletin çakışması gibi kendi koşulları açısından da, daha önceki dönemlerin ürünü olarak şekillenmişti. Amacı sınıfsız, devletsiz komünist toplumun yaratılması olan Bolşevikler, toplumdan yöneten - yönetilen ayrımının kaldırılmasını sağlamak üzere, sınıfın kendi içerisindeki yöneten - yönetilen ayrımını gidermek doğrultusunda mücadeleyi sürdürüyordu. Ama buna rağmen işçi sınıfının gündelik devlet işlerine yığınsal olarak katılmasındaki eksiklik biçiminde, daha Sovyetlerin oluşumundan itibaren gelişen, sınıfın yönetime katılımdan geri çekilmesi süreci, iç savaş sırasında yönetimin sınıfın öncüsüne, Bolşevik Partiye kadar daralmasına varmış, sonrasında ise parti - devlet çakışması yerleşiklik kazandığı gibi, yönetimin daralıp demokratik işleyişin zayıfladığı aynı eğilim, parti içinde de belirmişti. Kapitalizmden sosyalizme geçiş sürecinin ağırlaşan sorunlarının keskinleştirdiği mücadelelerin yansımalarının da sonucunda, parti içinde görüş ayrılıkları, tartışmalar sertleşerek çeşitli muhaliflerin tasfiye edilmesine, etkisizleştirilmesine vardığı gibi, devlet yönetiminin sınıf adına öncü kesimine, partisine daralmasının kalıcılaşmasından öteye, giderek parti içinde de yönetime katılım açısından farklılaşan bir kesim, esas olarak çeşitli düzeylerdeki örgüt sekreterlerinden ve tam zamanlı görevlilerden oluşan parti aygıtı şekilleniyordu.

İşçi sınıfı adına yönetimin onun öncü partisine kadar daralması, rejimin kaderini bütünüyle Bolşevik Partiye bağlamıştı. Çeşitli temizlikler ve üye alımlarında sınıfsal bileşimin gözetilmesine bağlı olarak partinin organik bileşiminde işçi sınıfı karakteri yükseldi. Ama parti gelişip büyürken demokratik işleyiş ise aksine zayıflıyordu. Yönetimin daralması eğilimine, muhalefetin tasfiyesi, etkisizleştirilmesi eklenince, ortaya çıkan sonuç, izlenen politikalarda ani değişiklikler, tek yönlülükler, aşırılıklar, keyfilikler biçiminde oldu. Plan hedeflerinin giderek gerçekçi olmayan boyutlara tırmandırılmasında, kolektifleştirme sırasında köylülere uygulanan zorun ulaştığı biçim ve düzeylerde, bu politik savrulma, aşırılık ve keyfilikler muhakkak rol oynamıştı. Ama Stalin’in, değil devlet organlarının, parti organlarının bile kararı olmadan, kolektifleştirme hareketini başlatması gibi, tekil yöneticilerin kendilerini parti ve devlet organlarının önüne geçirdiği kişisel keyfi uygulamalar, demokratik işleyişi bozarak işçi sınıfı iktidarının niteliğinde daha önemli ve kalıcı bir hasara neden oluyordu. Yönetimi elinde tutan kesimin daha da daralması yönünde etkili olan bu gelişmeler, işçi sınıfı yığınlarının yönetimden uzaklığını artırıp sınıfın siyasi yabancılaşmasını da derinleştiriyordu. Yönetimin, işçi sınıfının yığınları yerine parti yöneticisi bir kesime kadar daralması ise, yönetimi sınıf adına bu yönetici kesime bırakarak, işçi sınıfının iktidarını, çeşitli saldırı ya da bozulma tehlikelerine karşı, yığınsal katılımın gücü yerine yöneticilerin sadakatine emanet etmesi bakımından, zayıf düşürüyordu.

Bu çerçevede, sürecin ilerlemesiyle Sovyet iktidarının bozulup bürokratikleşerek temsil ettiği yığınlardan kopup onlar üzerinde baskıcı nitelik kazanmasında, NEP’le verilen tavizlerden vazgeçip kolektifleştirilmeleri için geniş köylü kesimlerine karşı zor, şiddet uygulanmasına belirleyici rol tanıyan değerlendirmeler haklı bulunmamaktadır. İşçi sınıfı iktidarının niteliği açısından, dışındaki kesimlere karşı uygulamalardan çok kendi yönetimi, demokrasisi önemlidir. Bu anlamda, Sovyet iktidarının kaderinde ve onun değerlendirilmesinde işçi sınıfının yönetiminin, demokrasisinin gelişme yönü belirleyicidir.

Ekim Devrimiyle oluşan Sovyet iktidarı, işçi sınıfının komünizmi hedefleyen egemenliğiydi. İşçi sınıfının siyasi haklarının mutlak olduğu Sovyet iktidarı, sosyalizm doğrultusunda adımlar atmış, uygulamalara girişmişti. Sovyet iktidarının kendisini içinde bulduğu ağır koşullar, işçi sınıfının azınlık konumu, üretici güçlerin geri düzeyi, savaşın neden olduğu yıkım, köylülüğün direnişi, kapitalist kuşatma, vb, önüne varlığını tehlikeye düşürecek derecede büyük zorluklar, engeller çıkartıyordu. Bu durumda Sovyet iktidarının sosyalizm doğrultusunda ilerleyişi, inişli çıkışlı bir seyir izliyordu. NEP de sosyalizme ilerleyiş açısından bir geri adımdı. Buna karşılık ardından gelen Birinci Beş Yıllık Plan dönemi, sosyalizmin inşası yönünde büyük bir ileri adım oluşturuyordu.

İçinde bulunduğu ağır koşullarla, sosyalizm hedefi doğrultusunda ilerleyişinin önüne çıkan zorluklar ve engellerle de bağlantılı olarak Sovyet iktidarı, oluşumuyla başlayan süreçte, bazı eksiklikleri, kusurları da barındırıyordu. Rusya’da Ekim Devriminin gerçekleştiği özgün koşullar içerisinde, toplam nüfusa oranla küçük ve demokratik eğitimi de fazlasıyla hızlı ve sınırlı sayılabilecek olan işçi sınıfı, sosyalist iktidarını kurmuş ama komünizm hedefine ilerlemenin gereklerinden biri olarak devlet yönetimine yığınsal katılımda yetersiz kalmıştı. İşçi sınıfının yığınları devlet işlerine katılımdan geri çekildikçe yönetim öncüsüne, partisine kadar daralmış, iç savaş sırasında sınıfın maddi olarak küçülmesiyle de birleşen bu daralma partinin sınıf adına yönetiminin giderek yerleşiklik kazanmasına varmıştı.

Bu durumda Sovyet iktidarı, bir bakıma ikili bir özellik taşıyordu. Sınıfların, devletin ortadan kaldırılıp komünizme ulaşılması açısından, bir yandan bu eylemin öznesi işçi sınıfının iktidarı karakterindeydi, sosyalizmin gerekleri olan önündeki hedefleri gerçekleştirmek doğrultusunda ilerliyordu; diğer yandan da yönetimin sınıf adına bir kesime daralmasının ifadesi olan siyasi yabancılaşma temelinde, sürecin ileriki aşamalarında bu ilerleyişin aksamasına, durmasına yol açabilecek eksiklikleri, kusurları barındırıyordu. Hem Ekim Devrimiyle başlayan sürecin ilerleyişi sonucunda sosyalizmin kuruluşu doğrultusundaki hedeflere ulaşılıyor hem de bu dönüşümün öznesi bu sırada aldığı yara, hasar, tahribat, bozulma sonucunda zayıf düşüyordu. Dolayısıyla bu işçi sınıfı iktidarı gibi, onun eliyle kurulan sosyalizm de kusurlu, ileride bürokratikleşip komünizmin üst aşamasına geçişin gereklerini yerine getiremeyerek varlığının tehlikeye düşmesine yol açabilecek derecede sakatlanmış bir nitelik taşıyordu.

Bütün bu nesnel ve öznel koşullar içerisinde, sosyalizmin kuruluşu doğrultusunda sanayileşme ve kolektifleştirme atılımına girişen Sovyet iktidarı, Birinci Beş Yıllık Plan döneminde, bu toplumsal-ekonomik dönüşümü büyük oranda gerçekleştirdi. Ağır sanayi temelinde dev bir sosyalist sanayi kuruldu; tarım ezici bir ölçekte kolektifleştirildi; plan gereğince ürün dağıtımı, büyük oranda mal alışverişinin yerini aldı; toplam ulusal gelir içinde özel kesimin payı yüzde onların altına düştü. Sovyet iktidarının başından beri hedefi olan sosyalist ekonominin kuruluşu, bu dönemde ağırlıklı olarak gerçekleşirken ardından gelen dönemde de tamamlandı ve kendine özgü bütün özellikleri belirginleşerek yerleşik bir biçim aldı.

Sosyalist ekonomik yapının kuruluşunun bu dönemde büyük ölçüde gerçekleştirilip ardından gelen dönemde tamamlanması gibi, ileriki dönemlerdeki gelişmelerin temelleri de yine bu dönemde biçimleniyordu. Toplumsal-ekonomik dönüşümün büyük bir hızla ve büyük bir ölçekte gerçekleştirilmesi, bir yandan ekonomik düzeyde bazı dengesizlik, verimsizlik ve tıkanıklıklara neden olmuş, diğer yandan da toplumsal düzeyde büyük bir çaba ve fedakarlık gerektirmişti. Ortaya çıkan sorunlara ve yüksek hızla ilerlemenin önündeki engellere bağlı olarak, İkinci Beş Yıllık Planın hazırlanmasında, atılımın yeni hedefler doğrultusunda aynı hızda sürdürülmesi yerine, elde edilen kazanımların daha verimli biçimde örgütlenerek pekiştirilip bunlardan toplumsal refahın yükseltilmesi doğrultusunda yararlanılması ağır basıyordu.

Bu dönemde köylülükle mücadelenin keskinleşmesi, toplumsal ilişkileri sertleştirmiş, şiddeti öne çıkarmıştı. Gündemdeki sorunlara ilişkin görüş ayrılıklarının, tartışmaların muhalefetin tasfiyesiyle sonuçlanması, farklı düşüncelerin ileri sürülmesini zorlaştırarak entelektüel hayatı kısırlaştırdığı gibi, izlenen politikaları tek yanlılaştırıp keyfiliklere, ani dönüşlere yol açmıştı. NEP’in piyasa ilişkilerine, kapitalizme taviz politikasından sosyalist sanayileşme ve kolektifleştirme politikasına geçiş, köylülüğün olduğu kadar çeşitli uzman, yönetici kesimlerin de tepkisini çekmiş, direncine neden olmuştu. Girişilen toplumsal-ekonomik dönüşümün olağanüstü ölçeği ve hızı dağınıklık ve aksaklıklara neden olurken sık sık sabotajdan da kuşkulanılıyor, yönetici kesimler karşıdevrimci olarak kovuşturuluyordu. Buna karşılık işçi sınıfının saflarından yeni bir yönetici tabakanın yetiştirilmesi soruna çözüm olarak görülüyor ve bu doğrultuda önlemlere başvuruluyordu.

Ne var ki, işçi sınıfının yığınsal olarak yönetici katılımının geliştirilmesi yerine, yönetimin giderek sınırlı bir kesime, parti aygıtına daralması ve buna karşılık gelen sınıfın siyasi yabancılaşması, Sovyet iktidarının bu sorunları, yöneten - yönetilen ayrımının, devletin, işbölümünün ortadan kaldırılarak toplumun komünizmin üst aşamasına ilerletilmesi doğrultusunda çözme olanaklarını azaltıyor, yok ediyordu. Bütün bu gelişmelerin yarattığı gerilim ise, bir tarafta toplumun önündeki sorunları çözebilmek için daha fazla baskıya, zora, şiddete başvurma eğilimi, diğer tarafta da bir huzur ve rahatlama arzusu doğrultusunda istikrar ve yasal güvence arayışı doğuruyordu. İşte bu dönemde biçimlenen bu çelişik eğilimler, sosyalist ekonominin inşasının tamamlandığı daha sonraki dönemde ortaya çıkan, yeni bir anayasa hazırlanmasından büyük terör dalgasına kadar bir dizi gelişmenin dayandığı temelleri oluşturmaktaydı.

KAYNAKÇA

F. Engels, The Peasant Question in France and Germany (Fransa ve Almanya’da Köylü Sorunu), Progress Publishers, Moscow, 1976

N. Buharin - E. Preobrajenski, The ABC of Communism (Komünizmin Abecesi), The University of Michigan Press, Michigan, 1966

V. I. Lenin, Collected Works (Toplu Eserler), Progress Publishers, Moscow, 1977

HAZİRAN 2004

9

ÖNE ÇIKANLAR


SSCB NEYDİ VE NEDEN ÇÖKTÜ

NEYDİ VE NEDEN ÇÖKTÜ?

SSCB’NİN KARAKTERİ ÜZERİNE BİR ÇÖZÜMLEME

Süha ILGAZ

Ütopya Yayınevi

KİTAPÇILARDA

SUNUŞ


İSMET ÖZTÜRK (ÇÖRTÜK İSMET)

Kurtuluş hareketinde olduğu gibi, genel olarak Türkiye sosyalist hareketinde de, yaşamıyla, mücadelesiyle, görüşleriyle özel bir yer tutan, yazarımız, yoldaşımız İsmet Öztürk’ü 19 Kasım 2011 günü kaybetmiştik. Vasiyet ederek bedenini bilimin hizmetine sunduğu Pamukkale Üniversitesi’nde görevi sona erince, O’nu 20 Haziran 2015 günü Rumelikavağı’nda, yoldaşlarının, dostlarının katılımıyla, kızı Ekin’in yanına, doğaya uğurladık.

İSMET ÖZTÜRK

İSMET ÖZTÜRK YAŞAMI, MÜCADELESİ VE GÖRÜŞLERİ İLE YOL GÖSTERİYOR


SOVYETLER BİRLİĞİ DEĞERLENDİRMELERİ

SOVYETLER BİRLİĞİ’NİN KARAKTERİNE İLİŞKİN FARKLI DEĞERLENDİRMELER

Sovyetler Birliği eleştirileri ve değerlendirmeleri, işçi sınıfının yeni sosyalizm deneyimlerine yol gösterecek komünizmin geliştirilmesi açısından önem taşır.


GEÇMİŞİN DEĞERLENDİRİLMESİ

GEÇMİŞİN DEĞERLENDİRİLMESİ: KURTULUŞ’UN ‘YOL AYRIMI’

Çeşitli ‘yol ayrımları’ sonucu bölünmeler ve farklı yönlerde sapmalar yaşayan Kurtuluş hareketinin teori, pratik ve örgütlenmesinin, belirleyici dönüm noktalarıyla ele alınarak “proletarya partisi” hedefi açısından irdelendiği geçmiş değerlendirmesi, “İşçi Sınıfının Komünist Programı İçin Temel İlkeler” metniyle ileri sürülen perspektifin oluşumunda önemli rol sahibidir.


TEMEL İLKELER

İşçi Sınıfının Komünist Programı İçin TEMEL İLKELER

Komünist programın üretilmesi çalışmalarına yol göstermek amacıyla hazırlanan “Temel İlkeler”, işçi sınıfının komünizm mücadelesinde ulaştığı en ileri örgütsel düzeye karşılık gelen Komünist Enternasyonal’in üzerinde kurulduğu politik çizgiyi ifade etme iddiasıyla, bütün sosyalistleri, işçi sınıfının mücadelesine önderlik etmek üzere komünizmi benimsemeye çağırmaktadır.


İNTERNET SİTESİ ve
ELEKTRONİK POSTA
ADRESLERİ