Ana sayfa

Sovyetlerde NEP dönemi

KAPİTALİZM Mİ SOSYALİZM Mİ?

Toplumun sınıflara bölünmüşlüğünün bütün izlerinin silinmesinin, devlete gerek ve yer olmayan komünizme ulaşılmasının bir boyutu ve önkoşulu toplumdaki yöneten - yönetilen ayrımının ortadan kalkmasıdır.

SÜHA ILGAZ

 

SINIF MÜCADELESİNİN DEĞİŞEN KOŞULLARI

Ekim Devrimiyle ortaya çıkan Sovyet iktidarı geçen yüzyılın tarihinde belirleyici bir rol oynadı. Bu tarih içerisinde geçirdiği değişimler ve etkileriyle birlikte bütün bir dünya ölçeğinde mücadelelerin yönünü belirledi. Yıkılıp ortadan kalkmasının sonuçlarıyla da yine sınıf mücadelelerinin biçimini, boyutlarını belirlemeye devam ediyor. Bu açıdan Sovyet rejiminin kendi tarihi içerisindeki gelişimi ve özellikleriyle incelenmesi, değerlendirilmesi önemini koruyor.

İşçi sınıfının komünizm önderliğindeki eylemi olarak Ekim Devrimi Sovyet iktidarını yarattı. Sovyet iktidarı sosyalizmi hedefliyor, kendisini dünya sosyalist devriminin parçası olarak niteliyordu, işçi sınıfının sosyalist iktidarıydı. Fabrika, işyeri sovyetleri üzerinde yükselen bu devlet, işçi sınıfının haklarını, özgürlüklerini güvenceye alarak işçi sınıfının egemenliğini gerçekleştiriyordu.

Sovyet iktidarının uygulamaları ve özellikleri yaşanan sınıf mücadeleleri içerisinde biçimlendi. İşçi sınıfı iktidarı alırken demokratik sorunların çözümü temelinde ağırlıklı olarak küçük üretici karakterindeki köylülüğün desteğini sağladı. Burjuva devletin yıkılıp parçalanması, burjuvazinin devrilip işçi sınıfının iktidarının kurulabilmesi içindi. Daha sonra işçi sınıfı, burjuvazinin direncini kırıp kendi iktidarını koruyabilmek için, fabrikalara hızlı bir biçimde el koydu.

Burjuvazinin direnişinin kırılıp Almanya’yla ateşkes yapılmasından sonra yaşanan kısa nefes alma dönemini, yeniden keskinleşip emperyalist müdahaleye ve iç savaşa varan çatışmalar sona erdirdi. Başlayan yeni dönemde ise iç savaş, politik düzeyden ekonomik düzeye, başvurulan uygulamaların yönünü, boyutlarını, biçimini etkiledi, belirledi. Bir sürekli ordu olarak Kızıl Ordunun oluşumundan sınıf olarak burjuvaziye yönelik teröre, sanayinin merkezileştirilmesinden köylünün tahıl fazlasına el konulmasına, zorunlu çalışma hizmeti getirilmesinden ürünlerin karneyle dağıtımına kadar çeşitli uygulamalar mücadelenin ihtiyaçlarıyla bağlantılıydı. Savaş ortamı, her şeyin cepheye tabi kılınmasını, toplumun her düzeyde askerileşmesini getiriyordu. İşçi sınıfının emperyalistlere, burjuvaziye, gericiliğe karşı mücadelesi, köylülükle ittifakı, bütün bunların en temelinde yatıyordu.

Sovyet iktidarının işçi sınıfının yönetime katılımı bakımından daralması da –sınıfın kendi içersindeki ilişkiler de genel olarak sınıf mücadelesi çerçevesinde ele alınırsa– yine bu mücadeleye bağlı olarak değerlendirilebilir. Açık çatışma, savaş koşullarında idari, askeri yöntemler öne çıkarken işçi sınıfının yığınlarının gündelik devlet yönetimi işlerinden geri çekilmesi, yönetimin sınıfın adına onun öncü kesimine bırakılmasına karşılık gelmekteydi. İşçi sınıfı devletinin, sosyalist devrimin sınıfların, devletin ortadan kaldırılması hedefi ile uyumlu yapısal özelliklerinde bir kusuru ifade eden bu gelişme, hedefe ilerlemeyi aksatma ve bu temelde işçi sınıfı egemenliğinin kendisini zayıflatma ve hatta varlığını tehdit etme tehlikesi taşıyordu.

Rusya’da iç savaş biçimini alan ve bütün sınıfları karşıt cephelerde saflaştıran sınıf mücadelesi, aynı zamanda dünya ölçeğinde de keskinleşmişti. Emperyalistlerin Sovyet iktidarına müdahalesinin karşısına kendi işçi sınıflarının direnişi ve isyanı çıkıyordu. Rusya’dan yükselen devrim dalgası batıya yayılmıştı. Almanya’da imparatorluk yıkılmış, işçi meclisleri ortaya çıkmıştı. Macaristan’da kısa süreli de olsa Sovyet Cumhuriyeti kuruldu. Almanya’da silahlı ayaklanmalar, sosyalist devrim girişimleri yıllarca birbirini izledi.

Komintern de yükselen dünya devrimi dalgasının ortasında işçi sınıfının sosyalist devrimine önderlik etmek amacıyla doğmuştu. Beklenen ve amaçlanan Rusya’dan başlayan ve batıya yayılan sosyalist devrimin bir dizi ülkede zafere ulaşmasıydı. Emperyalistler ve Beyaz Ordular tarafından yıkılmaya çalışılan Sovyet iktidarının varlığını koruması da ancak batının kendi devrimlerini başaran işçi sınıflarının yardıma gelmesiyle mümkün görülüyordu.

Ancak beklenen gerçekleşmedi. Batıdaki devrimci atılımlar birer birer yenildiler. Kızıl Ordunun Varşova önlerindeki yenilgisinden sonra devrim dalgası geri çekilmeye başladı. Almanya Komünist Partisinin başlattığı Mart 1921’deki silahlı ayaklanmanın yenilgisinden sonra, batıdaki devrimlerin kısa vadede başarıya ulaşması beklentileri de giderek zayıfladı. Buna karşılık Sovyet iktidarı, batı işçi sınıflarının devrimci mücadelesinin de yardımıyla, yine beklenmedik biçimde, iç savaşı kazanmış, varlığını korumayı başarmıştı, ama kapitalist kuşatma altında uzun bir dönem için tek başına varlığını sürdürmek zorunda kalarak.

İşçi sınıfı ile burjuvazi, kapitalizm ile sosyalizm arasında dünya çapındaki ölümüne mücadele, kapitalizmin ortadan kalkmasına varamamış ama Sovyet iktidarı kapitalizm denizinin ortasında işçi sınıfı iktidarı adası olarak kalmıştı. İç savaşı büyük kayıplar, maddi yıkım pahasına kazanan Sovyet iktidarı, sınıf mücadelesinin ulaştığı yeni koşullarla karşı karşıyaydı. İç savaş sırasında Beyaz Ordulara ve eski düzenin restorasyonu tehlikesine karşı Sovyet iktidarını destekleyen köylülük, iç savaşın bitiminden sonra artık tahıla el koyma gibi savaş komünizmi uygulamalarına direnmeye, isyan etmeye başlıyordu.

Gerek dünya devrimi dalgasının yükselişinin duraklaması, batıdaki sosyalist devrimlerin yakın başarıları beklentisinin zayıflaması ve kapitalist kuşatmanın bir dönem devam edeceğinin ortaya çıkması, gerek iç savaşta yıkıma uğrayıp zayıf düşen Sovyet iktidarının köylülüğün isyanıyla karşı karşıya olması, işçi sınıfı iktidarını politika değişikliğine zorladı. Savaş komünizminden Yeni Ekonomik Politika, NEP’e geçiş, bir bakıma kapitalizmden komünizme geçişte savaş koşullarında aşırı boyutlara varan ilerlemenin durdurulması, geri adım atılmasıydı. Yeniden piyasa ekonomisinin gelişmesine izin veren önlemler, tahıl fazlasına el koyma yerine ayni verginin getirilmesi, kapitalistlerle ticaret ve imtiyazlar, sınıf mücadelesinin yeni koşullarında işçi sınıfı iktidarının küçük üretici köylülüğe ve genel olarak kapitalizme geçici de olsa verdiği tavizlere karşılık geliyordu.

NEP DÖNEMİ VE PİYASA İLİŞKİLERİNİN GELİŞİMİ

1920 yılında, iç savaşın sonlarından itibaren, köylünün ürün fazlasına el koyma yerine bir ayni vergi getirilmesi, köylünün vergiden sonra artan ürünü değişimde serbest olması, yeniden alım satım ilişkilerine geçilmesi önerileri yapılmaktaydı. Giderek köylülerin direnişlerinin ve isyanlarının da ortaya çıkmasının ardından Rusya Komünist Partisinin Mart 1921’deki onuncu kongresinde bu doğrultuda bir politika değişikliği, NEP kabul edildi. Bu politika değişikliği, geçiş döneminde ekonomik uygulamaların dayandığı iki yanın ağırlıklarının değişmesine karşılık geliyordu. Bir taraftan zorunlu olarak kapitalizmin, piyasa ekonomisinin unsurlarını sürdürme, bir taraftan sosyalist ekonominin unsurlarını yaratma çelişkisi, koşullara bağlı olarak bu yanların ağırlıklarının, önemlerinin değiştiği politika değişikliklerini getiriyordu. Bu çelişki temeli üzerinde, Sovyet iktidarının oluşumundan itibaren bir yana ya da diğer yana daha fazla ağırlık verilmesini savunan öneriler ve tartışmalar sürekli gündeme gelmişti, NEP döneminde de gündeme gelmeye devam etti.

NEP ilk başta yerel değişimlerle sınırlı olarak dile getirilmişti. Ama çok geçmeden genel olarak ‘özgür ticaret’i içerdiği gibi, yalnızca köylülükle alışveriş alanında kalmayıp sanayi işletmelerinin birbirleriyle ilişkilerinden çalışma koşullarına, tüketim araçlarına, dolaşıma kadar ekonominin bütün alanlarına yayıldı. Mayıs 1922’de çıkartılan kararname köylünün kullandığı toprağı başkasına kiralamasına ve kendisinin yanısıra ücretli işçi çalıştırmasına izin veriyordu. Ürün fazlasına el koyma politikası uygulanan savaş komünizmi döneminde köylü kendi tüketimi için gerekenden fazlasını üretmez olmuştu, şehirlerde yiyecek sıkıntısı vardı. NEP ise, bir yıl içerisinde tarımın canlanmasını sağladı. Zenginleşen köylülerin iktidara muhalefetleri, direnişleri de ortadan kalkmıştı. Ama köylülüğün zenginleşmesi işçi sınıfının yoksullaşması pahasınaydı.

Sanayi savaş komünizmi döneminde hemen hemen bütünüyle kamulaştırılmıştı. NEP dönemine geçilince, Mayıs 1921 kararnameleriyle, kooperatifler veya özel girişimler biçiminde küçük sanayilerin geliştirilmesi için önlemler alınması, aynı zamanda da daha fazla kamulaştırmalara devam edilmemesi kararlaştırıldı. Bu, idareleri devralınmamış olan işletmelerin artık devralınmaması anlamına geliyordu. Aralık 1921 kararnamesi ise, yirmiden az işçi çalıştıran işletmelerin özelleştirilebilmesini getirdi. Diğer yandan devletin karlı biçimde işletemediği işletmelerin kiralanması gündeme gelmişti. Bütün bu uygulamalara rağmen devlet işletmeleri, sanayinin ezici kesimini oluşturmaya devam etti. Mart 1923’te sanayi işçilerinin yüzde 84,5’i devlet işletmelerinde çalışıyordu. İşletme başına ortalama işçi sayısı, devlet işletmelerinde 155, kooperatiflerde 15, özel işletmelerde ise 2’ydi. Üretimin de yüzde 92,4’ü devlet işletmeleri, yüzde 4,9’u özel girişimler, yüzde 2,7’si ise kooperatifler tarafından gerçekleştiriliyordu. 1924-5’te büyük sanayide işletmelerin yalnızca yüzde 1,82’si özeldi.

İşletmelerin büyük çoğunluğu devlet işletmeleri olarak kalmaya devam ediyordu. Ama devlet işletmelerinin işleyişlerinde de değişikliklere gidildi, kesin ekonomik muhasebe, hozrasçyet ilkesi uygulamaya konuldu. Savaş komünizmi döneminde işkolu düzeyinde merkezileştirilmiş işletmeler (ekonominin genel yönetimi açısından Ulusal Ekonomi Yüksek Konseyi, Vesenha ile ilişkilerinin biçimi sonraları değiştirilse de) tröstlere bölünüp ticari bağımsızlığa sahip olacak biçimde özerkleştirildiler. Bu durumda işletmeler, tröstler, ürünlerini istedikleri gibi satmakta, hammaddelerini yine istedikleri yerden ve fiyattan almakta özgür bırakıldılar. Böylece devlet işletmeleri için de piyasa ekonomisi geçerli oluyordu. Artık devlet işletmeleri ya da bunların tröstleri de kar etmeyi hedefleyerek pazarda alım satım yapmak, hatta devletin sağladığı mal ve hizmetlerin karşılığını da nakit olarak ödemek, ayrıca karları üzerinden devlete vergi vermek durumundaydılar. İşletmelere mali bağımsızlık verilince bütçeleri de devlet bütçesinden ayrıldı. İşletmelerin kendi bütçeleri olmasının yanısıra, savaş komünizmi döneminde işlevsizleşmiş olan devlet bütçesi de yeniden dikkate alındı. Bu yaklaşımla uygulanan önlemler sonucunda bütçe, 1923-4 mali yılında denk oldu, 1924-5’te fazla verdi.

Bütçenin denkliği hedeflenirken, yerel idarelere de mali özerklik tanındı. Yeniden para deyimi kullanılmaya başlanıp istikrarlı para birimi yaratılması için önlemler alındı, yeni para birimleri getirildi. Ekim 1921’de kredi verecek ve kendisi de hozrasçyete uyacak Devlet Bankası kuruldu. 1922’de devlet borçlanması ve hatta Şubat 1923’te devlet piyangosu uygulamasına gidildi. Ayrıca Ekim 1921’de para dolaşımını güvenceye almak için elde tutulabilen para miktarı üzerindeki sınırlama kaldırılıp bankalardaki tasarruflara el konmaması doğrultusunda kararname çıkartıldı. Tasarruf bankaları ve sanayi ve kooperatif bankaları kuruldu.

Savaş komünizmi politikasından NEP’e geçiş, çalışma koşullarında, kendisini öncelikle zorunlu çalıştırmanın adım adım kaldırılması biçiminde gösterdi. Ama ardından bedava ya da hemen hemen bedavaya yakın fiyatlar üzerinden ürün dağıtımının ve ayni ücretlerin de kaldırılması geldi. Temmuz-Ağustos 1921’de hizmetler yeniden paralı oldu. Kasım 1921’de karne kaldırıldı. Hala ücret eşitlikçiliğini savunan görüşler ileri sürülse de çalışmayla ve hatta hozrasçyet gereği karlılıkla bağlantılandırılan ücret politikası giderek belirginleşti. Zorunlu çalışma hizmetinin yerini işletmenin kendi işgücünü kiralaması, işe alması ve işten atmasının almasıyla piyasa ilişkileri bu alanda da belirleyici ilişki biçimi olmuştu. NEP başlangıçta sınırlı bir ölçekte önerilmişti, ama piyasa ilişkileri bir alandan diğerine yayılarak bir yıl içinde ekonominin bütününe hakim olmuştu. Zorunlu çalıştırmanın yerine işçi kiralanması ve işten atılmasını geçiren Şubat 1922 kararnamesi, zaten gerçekleşmiş bir değişikliği yasalaştırıyordu. NEP dönemi boyunca, parça başı ücret, maddi ve manevi teşvikler, primler ve benzeri uygulamalar yaygınlaştı.

İşletmenin karlılığı, ücret, çalışma ve dolaşım özgürlüğü, işgücü piyasasının bilinen diğer unsuru işsizlikle tamamlandı. NEP’ten önce düşüncesi bile akla gelmeyen işsiz sayısı, 1922 başında 175 bin, 1923’te 625 bin, 1924’te 1 milyon 240 bin oldu. Aynı dönemde sekiz buçuk milyon kadar olan toplam işçi ve çalışan sayısı bakımından yüksek bir orana karşılık gelen işsiz sayısı, ertesi yıl 950 bine düşse de yeniden yükselmeye başlayarak 1929’a kadar 1 milyon 600 bine ulaştı.

NEP uygulamalarına bağlı olarak işçilerin memnuniyetsizlikleri, şikayetleri, grevleri gündeme geliyordu. NEP’e geçişin kararlaştırıldığı RKP onuncu kongresinde sendikaların devletten bağımsızlığı tezi benimsenmişti. Özel olarak NEP koşulları, daha da belirgin bir biçimde sendikaların devletten bağımsızlığını gerektiriyordu. Sendikalar işçilerin gündelik çalışma koşullarına ilişkin taleplerine ağırlık verirken yeniden sendikalarla işletme yönetimleri arasında toplu iş görüşmeleri ve sözleşmeleri çalışma düzenini oluşturdu. Toplu iş sözleşmelerini yasalaştıran 1922 mevzuatı, sekiz saatlik çalışma günü, iki haftalık ücretli tatil, ayrıca hastalık, işsizlik ödentileri, sağlık yardımı gibi sosyal güvenlik yardımlarını da içeriyordu.

NEP gereği fiyatlar serbestçe piyasada oluşuyordu. Savaş koşullarının, kıtlığın sonucunda yiyecek maddelerine talep yüksekti, giderek köylünün ürününün fiyatları yükseliyordu. Öte yandan sanayiden devlet desteği kaldırıldığı gibi, hozrasçyet çerçevesinde işletmeler birbirleriyle rekabete sokulmuşlardı. Talebin acil tüketime yöneldiği bu koşullarda işletmeler, özellikle ağır sanayi, ürünlerini satamıyor ve fiyatlarını düşürüyorlardı. 1921 sonuna doğru sanayi işletmeleri, fiyatları ürün maliyetlerinin altına kadar düşürüp ücretleri ödeyemez ve kendi üretim araçlarını, hammadde ve makinelerini bile pazarda satarak dağılma noktasına geldiler. NEP’in, pazar ilişkilerinin gelişmesi, köylülüğü zenginleştirirken işçi sınıfını da yoksullaştırıyor, dağıtıyordu.

Tarım ürünlerinin fiyatları yükselirken sanayi ürünlerinin fiyatlarının düştüğü dengesizlik karşısında Mart 1922’de işkollarında satışlar tekelleştirildi. İşletmeler arası rekabeti kaldıran bu uygulamayla fiyatların hareket yönü giderek tersine döndü. Sanayi ürünleri fiyatları tarım ürünlerine göre kaybettiklerini Ağustos 1922’de yeniden geri alıp yükselmeye devam etti. Bu defa sanayi ürünleri fiyatlarının tarım ürünlerine göre yükselmesi 1923’te “makas krizi” olarak adlandırılan boyuta ulaştı. Serbest piyasa ekonomisinin neden olduğu fiyat dalgalanmaları, NEP’e tepkileri ve tartışmaları hızlandırdı. Fiyatları piyasanın dalgalanmalarına bırakmamak için yine fiyat kontrolleri gündeme geldi. 1924 başında bazı maddelerde, asıl olarak kitle tüketim maddelerinde fiyatlara sınır konuldu.

Başlangıçta yerel değişimle sınırlı olarak getirilen NEP tam anlamıyla alım satım, piyasa ilişkilerine dönüştükçe ticaret de gelişti. Toptan ticaret ağırlıklı olarak devlet organlarının elinde kalırken özel tüccarlar daha çok perakende ticareti yürütüyor, kooperatifler de toptan ve perakende ticareti birleştirme işlevini görüyordu. Bir çeşit devlet kapitalizmi olarak nitelenen kooperatifler Ekim 1921’de yeniden bağımsızlaştırılıp teşvik edildi. Başlangıçta savaş komünizmi döneminin torbacılarının yasallaştırılmasından başka bir şey olmayan tüccarlar, ticaretin gelişmesiyle zenginleştiler, mesleğin eski sahiplerinin de yeniden aralarına katılmalarıyla nepman olarak adlandırılan ve hayat tarzıyla devrim öncesi burjuvaziyi aratmayan bir kesimi oluşturdular.

Köylünün vergisini ödedikten sonra ürün fazlasını serbestçe satabilmesine izin verilmesi uygulamasıyla başlayan NEP, her alanda piyasa ilişkilerinin, hatta kapitalist ilişkilerin gelişmesine yol açtı. Özgür ticaret, rekabet, kar için üretim, ücretli emek, işsizlik, nepman olarak bilinen zengin tüccar kesim, vb. ortaya çıktı. 1925-6’da özel sektörün ulusal gelir içindeki payı yüzde 54,1’e ulaşmıştı.

NEP’in diğer bir yönü ise kapitalistlerle ilişkilerin geliştirilmesiydi. İngiliz-Sovyet ticaret anlaşması Mart 1921’de NEP’in kararlaştırıldığı onuncu parti kongresinin ertesi günü imzalanmıştı. Doğal kaynakların işletilmesi, acil ihtiyaç duyulan malzeme ve modern aletlerin elde edilebilmesi için yabancı kapitalistlere imtiyaz verilmesi savunuluyordu. Ancak bütün çabalara rağmen yabancı sermaye çok sınırlı ölçüde çekilebildi. 1924-5’te kayda değer on üç imtiyaz işletmesinde ancak 4260 işçi çalışıyordu. 1928’de varolan altmış sekiz imtiyazın toplam üretimi, sanayi üretiminin yalnızca yüzde 0,6’sını oluşturuyordu.

SİYASİ VE HUKUKİ YAPI

NEP, ekonominin merkezi olarak yönetildiği, mal değişiminin yerini emeğin, hammaddelerin ve ürünlerin merkezi dağıtımının aldığı savaş komünizminden yeniden piyasa ilişkilerine geri çekilişti. Ekonomik politikadaki değişikliğe politik yapının öğelerine ilişkin belirli gelişmeler de eşlik etti. Politika değişikliği, kaçınılmaz olarak, keskinleşen tartışma ve mücadeleler içinde, sancılı bir ortam içinde gerçekleşmişti. Yeni politika, piyasa ekonomisine, kapitalizme, yani düşmana taviz verilmesine karşılık geliyordu. Bir zorunluluğun ürünü bu geri adımın yarattığı tehlikeler karşısında ise, rejimin ve özellikle Bolşevik Partinin sağlamlığının güçlendirilmesi öne çıkıyordu.

Mart 1921’de NEP’e geçişin kararlaştırıldığı onuncu parti kongresinde alınan parti birliği üzerine kararın böyle bir yanı da vardır. İçinde bulunulan tehlikeli koşullarda, partinin saflarının birliği vurgulanıyordu. Aynı günlerde Menşeviklere ve Sosyalist-Devrimcilere baskıların yoğunlaşmasını ve bunun sonucunda Bolşevik Partinin geriye tek yasal parti olarak kalmasını da tesadüf olarak nitelemek zordur.

Lenin, bir yıl sonra Mart 1922’de on birinci parti kongresinde yaptığı konuşmada geri çekilirken disiplinin çok önemli olduğunu, bunun bozulmasının cezalandırılması gerektiğini anlatıyordu:

“Geri çekilme sırasında en tehlikeli şey paniktir. ...

... geri çekilme sırasında disiplin daha bilinçli olmalıdır ve yüz kere daha gereklidir ...

İnanılmaz derecede zor bir geri çekilme sırasında, her şey gereken düzenin korunmasına bağlıyken, –en iyi niyetlerle de olsa– birisi panik yayarsa disiplinin en küçücük bir çiğnenmesi bile ağır bir biçimde, sert ve acımasızca cezalandırılmalıdır; bu yalnız bizim bazı iç Parti işlerimiz için değil, hatta daha da çok Menşevikler gibi beyler ve bütün İki Buçuk Enternasyonal beyleri için geçerlidir.” (Lenin, Toplu Eserler, c. 33, s. 281-2)

NEP’e geçildiği sırada rejimin muhaliflerine yönelik baskıların yoğunlaşması, geri çekilmenin yaratabileceği moral bozukluğu ve bunun sınıf düşmanı tarafından istismar edilmesi tehlikesi ile bağlantılıydı. Öte yandan, bir ölçü içerisinde sınırlanmaya çalışılmakla birlikte piyasa ilişkilerinin ve kapitalizmin gelişmesine yol açan NEP, bunların varlığına tahammül edilmesini gerektiriyordu, yani aslında bir tür düşmanla birlikte yaşamaydı. Diğer bir deyişle bu ilişkilerin, özgür ticaretin gelişmesi, ancak belirli bir ‘istikrar’, nispi güvenceli ortam içinde mümkündü. “Devrimci yasallık” olarak anılmaya başlanan ve hukuka saygıyı vurgulamaya yönelen bu yaklaşım, 1922 sonbaharında tarım ve çalışma yasalarının yanısıra hazırlanan ve “NEP tavizleri altında bile yönetimin işçi ve köylülerin devletinin elinde kalmasını güvenceye alırken aynı zamanda işçilerin ve köylülerin devletinin çıkarlarının izin verdiği sınırlar içinde özel girişime gelişme imkanı tanıyan” medeni kanunda ifadesini buldu.

Aynı dönemde kabul edilen çalışma yasası ise, NEP uygulamaları gereği işgücünün alım satım kurallarını düzenliyordu. Asgari ücret, sekiz saatlik işgünü, ücretli izin, çocuk çalıştırılmasının sınırlanması gibi asgari çalışma koşulları güvenceye alınıyor, toplu sözleşmelerle sendikaların işçilerin çıkarlarını savunması kabul ediliyordu. Aynı zamanda da üretkenlik sorumluluğu işçilere yüklenip standardın altında üretim ücret kesintisiyle cezalandırıldığı gibi, tazminatsız işten atılmaya neden olabilecek kusurlar sıralanıyordu. NEP döneminde, savaş komünizmi dönemindeki zorunlu çalışma ve işgücünün merkezi dağıtımının yerini işgücünün piyasa koşullarında kiralanması aldığı için, bir yandan yeniden toplu sözleşmeler ve hatta grevler ortaya çıkarken diğer yandan da ücret kesintisi ve işten atma gibi yollarla istenen biçimde çalışmanın sağlanması gündeme geliyordu.

NEP döneminde fabrika düzeyinde denetim, esas olarak sendika komitesi sekreteri, işletme müdürü ve parti sekreteri tarafından temsil edilen sendika, işletme yönetimi ve partinin oluşturduğu üçlünün elinde toplanıyordu. Yirmilerin ortalarından itibaren sanayileşme taleplerinin yoğunlaşması ve bunun için gereken kaynağın, üretimin rasyonalizasyonu, emeğin üretkenliği ve çalışma disiplinine dayandırılmak istenmesi, çalışma koşulları üzerindeki basıncı artırdı. 1927’de yedi saatlik işgünü ile birlikte üç vardiya çalışma doğrultusunda uygulamalar geliştirildi.

NEP döneminin kendine özgü koşulları ve ihtiyaçları, Sovyet devletinin yapısının, uygulamalarının aldığı biçimleri etkilerken daha öncesinden sürmekte olan kimi gelişmelere de yeni boyutlar katıyordu. Sovyet iktidarının oluşumu, gelişimi, kurumlaşması sürecinde öne çıkan bir eğilim, yetkinin, yönetimin ağırlığının bir yandan geniş taban organlarından dar temsili organlara, diğer yandan yerel düzeyden merkezi düzeye kaymasıydı. Yönetim işlerine katılımın yığınsallıktan uzaklaşmasının, daralmasının da bir ifadesi olan bu eğilim, bir yandan yürütmenin ve kararnameler aracılığıyla yasamanın Sovnarkom elinde toplanmasında, diğer yandan bölgelerde doğrudan merkeze, çeşitli komiserlik ve merkezi organlara bağlı kurumların oluşturulmasında kendisini gösteriyordu. Yerel sovyetlerin esas olarak bölgelerinde tam yetkili olmalarıyla doğrudan merkezi kurumlara bağlı organların giderek artan sayıda oluşturulmaları arasındaki çelişki, bir dönem için ikili bağımlılık kavramıyla, bu tür organların aynı anda hem yerel sovyetlere hem de merkezi kurumlara bağlı olmalarıyla uzlaştırılmaya çalışıldı. Ancak NEP döneminin nispi istikrar ihtiyacı ve buna bağlı kurumsallaşmanın hızlanması, giderek çeşitli organların ikili bağımlılıktan da çıkarak bütünüyle merkeze bağlanmasını getirdi. Bu durumda ikili bağımlılık da, yönetim işlerinin odağının yerel düzeyden merkezi düzeye daha da fazla aktarılmasının bir geçiş aşamasını oluşturmuş oldu.

İkili bağımlılığı tartışma konusu eden bir sorun yerel savcıların atanmaları ve yetkileri oldu. Mayıs 1922’de VTsIK’teki tartışmada, yerel savcıların başsavcı tarafından atanıp ona karşı sorumlu olmaları önerisine karşı hem başsavcıya hem de yerel yürütme komitelerine bağlı oldukları ikili bağımlılık görüşü savunuluyordu. Lenin de bu tartışmaya ilişkin olarak görüşünü ilettiği ‘İkili’ Bağımlılık ve Yasallık başlıklı notunda yerel savcıların yalnızca merkezi otoriteye bağlı olmasından yana çıkarken bunu hukukun ülke çapında tekliğini sağlayabilmek, yerel etkilere, bürokratlara direnebilmek gerekçelerine dayandırıyordu:

“’İkili’ bağımlılık, gerçekten kaçınılmaz bir farklılığı hesaba katmak gereken durumda gerekli. ... bir bütün olarak idare ya da yönetim. Bu konularda yerel farklılıkları hesaba katmayı yerine getirmemek bürokratik merkeziyetçilik ve benzerlerine düşmek anlamına gelirdi. ... Ancak hukuk tekbiçimli olmalı ... savcının hiçbir idari yetkisi, hiçbir idari sorunu karara bağlama yetkisi yok. Hak ve görevleri tek bir işleve, yani yasanın Cumhuriyetin bütününde, yerel koşullardaki farklılıklara rağmen ve bütün yerel etkilere karşın, gerçekten aynı biçimde yorumlanmasını sağlamaya indirgenmiş.” (Lenin, Toplu Eserler, c. 33, s. 364)

Öte yandan yine aynı yerde Lenin, savcılığın merkezi düzeyde denetimi açısından da parti organlarına özellikle Merkez Denetim Komisyonuna belirleyici önem veriyordu:

“bunlar merkezde, yerel ve kişisel etkilere karşı en güvenilir engeli sağlayan üç Parti organı, yani Merkez Komite Örgütlenme Bürosu, Merkez Komite Politik Bürosu ve Merkez Denetim Komisyonunun en yakın denetimi altında ve onlarla en yakın ilişki içinde çalışmalıdırlar. ... merkezi yasal kolegyumun yapabileceği hatalar, Cumhuriyetin her yanında bütün Parti ve Sovyet faaliyetlerimiz için bütün temel kavramları belirleyen ve bütün temel kuralları koyan Parti organları tarafından anında düzeltilebilir.” (Lenin, Toplu Eserler, c. 33, s. 366)

İktidarın merkezde yoğunlaşmasının denetiminde olsun, ikili bağımlılığın yol açabileceği yetki çatışmalarının engellenmesinde olsun, belirleyici rol Bolşevik Partiye, onun tutarlılığına, disiplinine, kaynaşmış birliğine düşüyordu. Partinin, onun merkezi organlarının Sovyet devletinin yönetimindeki belirleyici rolü, varolan koşullarda gerçekliğe uygun düşmekle birlikte, bunun, yönetimin giderek partiye kadar daralması, partiyle devletin çakışması denilen sorunun çözümüne hiç de yardımcı olmadığını da eklemek gerekir.

İşçi sınıfının yığınlarının yönetime katılmaktan geri çekilip bunu öncü kesimine, Bolşevik Partiye bırakması, öte yandan iç savaşın sonunda tek parti olarak Bolşevik Partinin kalmış olması, Sovyet devletiyle Bolşevik Partinin kaynaşıp çakışmasına giden yolu açıyordu. Bu eğilime karşı, yığınların kültürel gelişiminin, katılımının ve yine parti ve devlet işlevlerinin birbirine karışmamasının öneminin sürekli vurgulanmasına rağmen, RKP Merkez Komitesi ile Sovnarkom ya da VTsIK tarafından ortak imzalanan kararnameler gibi söz konusu eğilim doğrultusundaki uygulamalar da giderek ortaya çıkmış ve yerleşmiştir. Bu anlamda, 1923’teki on ikinci parti kongresinde, Zinovyev’in, “il sovyetleri yürütme komiteleri başkanlarının parti merkez komitesi tarafından atandığı” ve “partinin diktatörlüğünün merkez komitesinin diktatörlüğüyle ifade edildiği” biçimindeki sözleri, Sovyet devleti ile Bolşevik Partinin, proletarya diktatörlüğü ile parti diktatörlüğünün çakışması eğiliminin vardığı ve ötesine geçmeye başladığı noktayı yansıtmaktadır. Artık yönetimin partiye kadar daralması eğilimi, partinin içinde de bir kesime doğru yönelmektedir.

Sınıfın yığınlarının yönetime katılımdan geri çekilmesi ve devlet yönetiminin partiye kadar daralıp onunla çakışması doğrultusundaki gelişmeyle birlikte belirli bir bürokratlaşma da ortaya çıkıyordu. Aslında Sovyet devletinin yığınlara dayanan yapısı bürokratlaşmaya karşı en önemli silah olmak durumundaydı, ama ayrıca başından beri çeşitli önlemler ve uygulamalara da başvurulmaktaydı. İç savaş döneminde 1920’de, Devlet Denetimi Halk Komiserliği, İşçi Köylü Müfettişliği Halk Komiserliğine (Rabkrin) dönüştürülmüş, sovyetlere delege seçen aynı seçmenler tarafından kısa süreler için seçilen işçiler ve köylüler, Sovyet kurumlarındaki bürokratizm ve bozulmaya karşı mücadeleyle görevlendirilmişti. Ancak Rabkrin bu amaca ulaşılmasını sağlayamadı, bürokratlaşmayı engelleyemedi. Lenin, siyasi yaşamının son günlerinde, çeşitli eleştiriler yöneltilen Rabkrin’in Partinin Merkez Denetim Komisyonuyla birleştirilmesi, ayrıca Merkez Komitesine ve Merkez Denetim Komisyonuna elli - yüz kadar sovyet kurumlarında çalışmamış ve dolayısıyla mücadele edilecek gelenek ve önyargıları edinmemiş işçi alınması önerisini geliştirdi. 1923’teki on ikinci parti kongresi Lenin’in önerisini yerine getirdi, ama sınıfın yığınsal katılımının geliştirilemediği noktada, yapılan öneri, bir anlamda çaresizliğin ifadesiydi. Tek tek işçilerin en üst organlara alınması ya da Rabkrin ile partinin Merkez Denetim Komisyonunun birleştirilmesi de bürokratlaşmayı önleyemedi, ama Bolşevik Parti ile Sovyet devletinin kaynaşması, çakışması doğrultusunda bir adım daha atılmış oldu.

Devlet yapısını tarif etmek açısından en başta gelen bir belge olarak yeni anayasa 1923’te hazırlandı. Yeni anayasayı gündeme getiren ihtiyaç ve onun yenilikleri, asıl olarak Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin oluşum sürecine karşılık geliyordu. Ekim Devriminin ardından Çarlığın bağımlı ulusları bağımsızlıklarını kazanmışlardı. Daha sonra, iç savaş sırasında ortaya çıkan gelişmeler içerisinde, buralarda da çeşitli mücadeleler ve çatışmalar sonucunda iktidar değişiklikleri gerçekleşti ve Rusya’nın yanısıra başka Sovyet Cumhuriyetleri kuruldu. Önce aralarında ittifak anlaşmalarına giden Sovyet Cumhuriyetleri, biraz sancılı da olan bir süreçle birleştiler. Nüfus ve yüzölçümü açısından büyük ağırlık RSFSC’de olmakla birlikte, Rusya, Ukrayna, Beyaz Rusya ve (Ermenistan, Gürcistan ve Azerbaycan cumhuriyetlerini kapsayan) Transkafkasya sovyet cumhuriyetleri delegeleri, Aralık 1922’de, ilk Tüm Birlik Sovyetler Kongresinde, egemen devletlerin birliği olarak Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’ni oluşturdular. Kabul edilen yeni anayasa da bu oluşumu yansıtıyordu. Halk komiserliklerinin bir kısmı SSCB düzeyinde, bir kısmı hem birlik hem cumhuriyet düzeyinde, bir kısmı da yalnızca cumhuriyet düzeyindeydi. Ayrıca Tüm Birlik Merkez Yürütme Komitesi (VTsIK) de nüfus oranında seçilen delegelerden oluşan bir Birlik Konseyi ve ulusal eşitliğe dayanan bir Milliyetler Konseyi’ne bölünmüştü. Anayasanın getirdiği bir başka yenilik ise, VTsIK’e bağlı olarak bir Yüksek Mahkemenin kurulmasıydı.

İç savaşın bitip NEP’e geçilmesi, “devrimci yasallık” diye adlandırılan nispi istikrar arayışını geliştirirken ordunun terhisi gibi Çeka’nın faaliyetinin sona erdirilmesini de gündeme getirdi. VTsIK Şubat 1922’de Çeka’yı kaldırıp işlevlerini İçişleri Halk Komiserliğine devretti ve bu işlevleri yerine getirmek üzere komiserlikte bir Devlet Siyasi İdaresi (GPU) kurdu. Ancak verilen yetkilerle GPU, siyasi suçlarda Çeka’dan daha fazla yargıdan bağımsız ve bu anlamda keyfi kılındı. SSCB’nin oluşumundan sonra ise, İçişleri Halk Komiserliğinden ayrılıp OGPU olarak birlik düzeyinde bir kurum haline getirildi. Öte yandan 1923’te on ikinci parti kongresinde partinin Merkez Denetim Komisyonunun GPU’da temsilcisi bulunduğu açıklanıyordu. Sovyet devleti ile Bolşevik Partinin iç içe geçmesinin bir başka adımını ifade eden bu uygulama, bir devlet organı olan GPU’ya parti içi sorunlarda da başvurulmasının yolunu açıyordu.

BOLŞEVİK PARTİ İÇİNDEKİ MÜCADELELER

Kapitalizmden sosyalizme geçiş sürecinde, yine zorunlulukların bir ürünü olarak, varılan maddi koşulların kaldıramayacağı kadar ileri noktalardan geri çekilmeyi ifade eden NEP, çelişkilerin, sınıf mücadelelerinin ve politik yönelim tartışmalarının yoğunlaştığı bir dönemdi. Bolşevik Parti dışındaki partilerin ortadan kalkmış olması ise, Bolşevik Parti içerisindeki politik tartışma ve mücadeleleri öne çıkartıyordu. Bir bakıma bunlar, dolaylı olarak farklı sınıfsal çıkarlara karşılık gelecek yönelimleri de yansıtmış oluyordu.

Geçiş döneminin, tasfiye edilmeye çalışılan kapitalizm ve piyasa ekonomisinin unsurları ile inşa edilmeye çalışılan sosyalizmin unsurlarını birlikte barındırması temeli üzerinde, bu yanlardan birine ya da diğerine farklı ağırlıklar öneren görüşler, tartışmaların gündemini oluşturuyordu. Savaş komünizmi de NEP de böyle tartışmalar içerisinde şekillenmişti. İki dönemde de piyasa unsurlarına daha fazla ağırlık verilmesini savunan görüşler de, sosyalizmin unsurlarına daha fazla ağırlık verilmesini savunan görüşler de birbirlerine karşı ileri sürülüyordu. Savaş komünizmi döneminde ekonominin merkezileşme derecesine, merkezi yönetimine muhalefet eden, piyasayı öne çıkartan görüşler vardı ve bir bakıma NEP’e geçiş bu görüşlerin ağırlık kazanması, benimsenmesiydi. Diğer yana ağırlık veren görüşler, geçilmesi sırasında da, daha sonraki süreçte de NEP’e eleştiriler yönelttiler, köylülüğe, nepmanlara ve genel olarak kapitalizme verilen tavizlere çeşitli ölçülerde karşı çıktılar.

NEP, sosyalizmin, işçi sınıfının, iktidarını sürdürebilmek için, geri çekilmesi, köylülüğe, kapitalizme taviz vermesiydi. Bu politika, bir yanıyla, köylülüğün, kapitalizmin çıkarlarının savunulduğu eleştirilerine, iktidarın işçi sınıfının çıkarlarını temsil etmekten uzaklaştığı iddialarına yol açıyordu. Buna karşı ise, varolan koşullarda işçi sınıfı iktidarının korunmasının bu geri adımları atmadan mümkün olmadığı, dolayısıyla bu politikanın işçi sınıfına hizmet ettiği değerlendirmesi konuyordu. NEP dönemi boyunca bu çelişki sürerken esas olarak Sovyet iktidarı ile köylülük arasındaki mücadelenin aldığı boyutlara bağlı olarak atılan adımlar da değişik ölçülerde taviz ya da baskıyı içerdiği gibi tartışmalarda alınan tutumlar da bu temel üzerinde biçimlendi.

Bu temel sorunla birlikte ve ona bağlı olarak siyasi yapı, parti, vb. ile ilişkili sorunlar gündeme geliyordu. NEP’in uygulanabilmesi için ihtiyaç duyulan nispi istikrar ortamının dayanağı olan devrimci yasallık, buna eşlik eden kurumsallaşma, Sovyet iktidarının oluşumundan itibaren gelişen, yönetimin daralması, fazlasıyla merkezi düzeyde yoğunlaşması süreci, partinin sovyetlerle, kitle örgütleriyle ilişkileri ve bütün bunlarla bağlantılı olarak bürokratlaşma, yozlaşma sorunları yine çeşitli tartışmalara kaynaklık ediyordu.

Parti içi tartışma ve mücadelelerde, temelde politik sorunlar yatmakla birlikte, bu sorunlara ilişkin farklı görüşleri ifade edenlerin şahsında kişisel tutumlar ve davranış bütünlükleri de rol oynamış ve önem taşımıştır. Özellikle Lenin’in Bolşevik Partide başından beri önderlik düzeyinde sürdürdüğü müdahalesiyle kazandığı otoritesi, çoğu tartışmanın sonuçlarında etkili olmuştur. Bu anlamda Lenin’in sağlığının 1921’den sonra bozulması ve giderek aktif politika yapamaz hale gelmesi, partinin iç hayatı açısından da bir değişikliğe karşılık gelmiş ve iç mücadelelere de farklı bir boyut katmıştır.

Lenin’in hasta yatağından üzerinde çalıştığı sorunlardan birisi, bürokratlaşmaya karşı mücadele için İşçi Köylü Müfettişliği Halk Komiserliğinin partinin Merkez Denetim Komisyonuyla birleştirilip yeniden düzenlenmesi önerisiydi. Bir diğeri de sonunda SSCB’nin oluşumuna giden süreçte, ezilen ulusların ayrıcalıklarını gözetmeyip birliğin çok acele dayatılmasına karşı, bunu ‘Büyük Rus şovenizmi’ diye eleştirerek mücadelesiydi. Bu dönemde Lenin, parti kongresine hitaben bir mektup yazmıştı. Daha sonra ‘Lenin’in vasiyetnamesi’ diye anılan bu mektupta Lenin, siyasi yapıya ilişkin önerilerinin, özellikle Merkez Komitesine elli - yüz kadar sıradan işçinin alınması önerisinin yanısıra, parti önderlerini ele alıyordu. Merkez Komitesinin genişletilmesine ilişkin önerisini, bir yandan devlet aygıtının denetlenmesi ve iyileştirilmesi açısından, diğer yandan da önderler, özellikle Stalin ve Trotski arasında çıkabilecek bir ayrılığa karşı istikrar sağlamak açısından ileri sürüyordu. Trotski’nin Bolşevik Partiye Ekim Devriminden kısa bir süre önce katılmış olması, buna karşı yeteneklerine aşırı güveni, konumunu zorlaştırırken Stalin ise partinin genel sekreteri olarak elinde sınırsız yetki toplamıştı ve hem İşçi Köylü Müfettişliği Halk Komiseri hem de Milliyetler Halk Komiseri olarak Lenin’in söz konusu iki sorundaki mücadelelerinin muhatabıydı. Lenin, kabalığı nedeniyle Stalin’in genel sekreterlikten alınmasını istiyor, bu sorunun, eğer ayrıntıysa, bölünmeye karşı bir önlem anlamında belirleyici önemde bir ayrıntı olduğunu söylüyordu. Lenin mektubunu kongreye hitaben yazmıştı. Ancak ölümünden sonraki ilk kongre olan Mayıs 1924’teki on üçüncü parti kongresinde mektup kongreye okunmadı, ileri gelen delegelere iletilmekle yetinildi. Ama daha sonra, partide çıkan ayrılıklar ve bunlarda kişisel tutumların rolü açısından Lenin’in öngörüleri de haklı çıktı.

Nisan 1923’teki on ikinci kongreye Lenin hastalığı yüzünden katılamamıştı. Trotski’nin Ekim 1923’teki plansız ekonomi yönetimini eleştirip parti içindeki sekreterlik bürokratizminden şikayet ettiği mektubu, parti önderliği içindeki çelişkileri yansıtıyordu. Ardından gelişen tartışma sürecinde Trotski, Preobrajenski, Radek ve diğerlerinin muhalefetine karşı Zinovyev, Kamenev, Buharin ve başkaları Stalin’i desteklediler. Lenin Ocak 1924’te öldüğünde ayrılıklar çoktan su yüzüne çıkmaya başlamıştı.

Bir yıl kadar sonra Stalin, Lenin’e dayandırarak tek ülkede sosyalizmin mümkün olduğunu söylediğinde, Trotski’nin “sürekli devrim”inin karşısına konumlandırılan bu savunuyla, tartışmalara yeni ayrılık noktaları eklerken Sovyet Rusya’nın kendi çabalarıyla sanayileşip sosyalizme geçmesini de gündeme getiriyordu. Sanayileşme için kaynak gereksinimi ile köylülüğe taviz verilmesi arasındaki çelişkiler de yine farklı görüşlerin birbirleriyle mücadelesine yansıyordu. Preobrajenski, ilkel sosyalist birikim için köylülük ve küçük üretimin sömürülmesini, eşitsiz değişimle sanayiye kaynak aktarılmasını savunuyordu. Buna şiddetle karşı çıkan Buharin ise, Nisan 1925’teki parti konferansında köylüleri hiçbir sınırlamadan korkmadan zenginleşmeye çağırıyordu.

Stalin’in de desteğiyle köylülere taviz politikası sürdürüldü. Ancak Zinovyev, Eylül 1925’ten itibaren köylülüğün zenginleşmesini ve dolaylı olarak Buharin’i eleştirmeye başladı. Ardından buna “tek ülkede sosyalizm”e ve bu anlamda Stalin’e yönelik eleştirileri ekledi. Aralık 1925’teki 14. Parti Kongresinde Zinovyev ve Kamenev, “salyangoz hızıyla sosyalizmin inşasını” savunan Buharin’e karşı çıktılar, Stalin ise bir biçimde Buharin’i destekledi.

1926 yazında Trotski, Zinovyev, Kamenev ve destekçileri “Birleşik Muhalefet” olarak bir araya geldiler. Giderek sertleşen mücadele, Eylül 1927’de, muhalefetin on beşinci parti kongresi için hazırladığı “platform”u, merkez komitesi yayınlamayı kabul etmediği için, gizlice basanların OGPU tarafından yakalanmaları ve on dört kişi ile Preobrajenski’nin partiden atılmalarına kadar vardı. Kasımda, muhalefetin ayrı Ekim Devrimi gösterilerine müdahale edilmesinin ardından, Trotski ve Zinovyev, merkez komitesi tarafından partiden atıldılar. Başka muhaliflerin de partiden atıldığı Aralık 1927’deki on beşinci kongreden sonra muhalefet önderleri küçük görevlerle Moskova’dan uzaklaştırılırken, bunu kabul etmeyen Trotski, önce zorla Alma-Ata’ya, Ocak 1929’da da İstanbul’a sürgüne gönderildi.

Sovyet iktidarının karşısında çeşitli sorunlar bulunan süreç ve bu sırada yönetimin partiye kadar daralması, partinin üzerindeki yükü ağırlaştırıyor, bu sorunlarla başa çıkabilmek için alınan tavırlardaki farklılıklar da keskin iç tartışmalara ve mücadelelere yol açıyordu. Rejimin kaderinin Bolşevik Parti’ye bağlandığı, onunla çakıştığı bu koşullarda, parti içi yaşamın ve parti içi demokrasinin sağlıklılığı, önündeki sorunların doğru çözümü açısından olağanüstü önem taşıyordu. Ancak gelişmeler böyle nitelenemeyecek bir doğrultuya işaret ediyordu. Parti içi demokrasinin aksaması ya da daralması ile bağlantılandırılabilecek bir kısım sonuçlar ise, izlenen politikalardaki sert yalpalamalar, sorunların tek yanlı ya da yeni sorunlara yol açarak çözülmeleri, bunlardan da öteye iktidarın kendisini ileride tehdit edecek bozulmalara karşı aslında zayıflaması, silahsızlanmasıydı.

NEP’E TEPKİLER VE KARŞIT EĞİLİMLER

NEP, kapitalist kuşatma altında tek başına kalmış, iç savaştan büyük yıkıma uğrayarak çıkmış işçi sınıfı iktidarının bu iktidarı koruyabilmek için, isyan eden köylülüğe taviz vermesi, geri adım atmasıydı. Gelişen piyasa ekonomisi ile kurulması hedeflenen planlı sosyalist ekonomi arasındaki çelişki, işçi sınıfı ile köylülük, genel olarak sosyalizm ile kapitalizm arasındaki çelişkilerin de yansımasıydı. Bu dönemde, ekonomik uygulamalara ilişkin piyasa ya da merkezi denetim öğelerinin farklı ağırlıklarını savunan öneriler arasındaki, özellikle Bolşevik Parti içerisinde, 1924’te Lenin’in ölümünden sonra giderek yeni boyutlar kazanan tartışmalarda yansımalarını bulan mücadele ve çatışmalar da bu çelişkilerden bağımsız değildi. NEP’e zorunluluktan razı olunmuş olsa da, özellikle piyasa ilişkilerinin işçi sınıfı ve sosyalist inşa sürecinin ilerlemesi aleyhine olan kaçınılmaz sonuçları ortaya çıktıkça tepkiler artıyor, piyasa ilişkilerinin sınırlanması, planlamaya, ağır sanayiye önem verilmesi görüşleri daha kuvvetle ileri sürülüyordu. Ayrıca kabaca 1925’e kadar emperyalist savaşın ve iç savaşın yıkımı onarılmış, üretim savaş öncesi düzeye çıkmıştı. Daha fazla gelişebilmesi uzun vadeli, büyük ölçekli ve üretim araçlarına yönelen yatırıma bağlıydı. Sovyet iktidarının kapitalist kuşatma altında tek başına kalması da, varlığını sürdürebilmek, ileri kapitalist ülkelere yetişebilmek için hızla sanayileşmesi yaklaşımını öne çıkartıyordu. Bunlar da piyasa güçleri yerine merkezi yönetim ve planlamaya ağırlık verilmesini güçlendiriyordu.

1923’te serbest piyasa dalgalanmalarının yol açtığı makas krizi fiyatlara müdahale edilerek aşılmış, sanayi ve tarım ürünleri fiyatları arasındaki köylülüğün aleyhine olan dengesizlik düzeltilmişti. Ama 1924’te saptanmış fiyatlardan tahıl teslimatı beklentisi gerçekleşmedi. Tekrar serbest bırakılan fiyatlarla makas köylü lehine açıldı. Bu durumda uygulanacak politika konusunda Bolşevik Parti içindeki tartışmalar da şiddetlenmişti. Preobrajenski, ilkel sosyalist birikim amacıyla köylü ve küçük üreticiden değer transferini önerirken, Buharin köylülüğe taviz verilmeye devam edilmesini, köylünün zenginleşmesini savunuyordu. Partinin Nisan 1925’teki konferansı, tarımsal verginin azaltılmasını, tarımda ücretli işçi çalıştırılması ve toprağın kiraya verilmesi hakları üzerindeki sınırlamaların kaldırılmasını kararlaştırarak köylüye taviz politikasını sürdürmekten yana oldu. Ancak 1925’te de zengin köylülük tahılı stoklamaya devam etti. Şehirlerin beslenme sorunu varlığını sürdürürken tahıl fiyatları daha da yükseldi.

Çözülemeyen yiyecek sıkıntısı sorunu, piyasa ekonomisi ile planlı sanayileşme yanlısı görüşler arasındaki çatışmayı artırdı. Aralık 1925’te on dördüncü parti kongresinde üretim araçları üretiminin önceliği kabul edildi. Bundan sonra ise sanayileşme için kaynak sorunu, yani yeni yatırımların ne ölçüde emek üretkenliğinin ve çalışmanın artışıyla ve ne ölçüde köylünün ürününün ucuza alınmasıyla sağlanacağı sorunu öne çıktı. Piyasa ilişkileri içerisinde sanayileşme, planlama çabaları, bu çerçevede, çelişkileri daha da keskinleştirmekteydi.

NEP’in, piyasa ilişkilerinin yol açtığı olumsuzluklar karşısında bunları sınırlayıcı önlemler gündeme gelmeye başladı. Fiyat dalgalanmalarını arz - talep dengesine bırakmak yerine fiyatlara müdahale edilmeye çalışıldı. Bazı zor bulunan mallar da dahil fiyatlar düşürülüp sabitlendi. Haziran 1926’da özel ticaret ve nepmanlara karşı bir uygulama olarak aşırı karlara vergi kondu. Yine 1926’da Ceza Yasasının 107. maddesiyle stokçuluğa üç yıla kadar hapis ve mallarına el koyma cezası getirildi. Daha sonraları bu madde, tahılı satmayıp saklayan köylülere karşı kullanıldı. Ayrıca Ekim-Kasım 1926’da on beşinci parti konferansı kararı, büyük ölçekli sosyalist sanayinin ekonominin bütünü üzerindeki hegemonyasının güçlendirilmesinden ve en ileri kapitalist ülkelere nispeten asgari bir tarihsel dönem içinde yetişip geçmek için çaba göstermekten söz ediyordu. Birçok büyük sanayi kompleksi kurulması, baraj yapılması, yeni madenlerin işletilmesi projeleri uygulanmaya başlanmıştı. Özel sektörün ekonominin bütünü içindeki yeri de giderek küçülüyordu. Planlama doğrultusunda sürdürülmekte olan çalışmalar ise, Sovnarkom’un Haziran 1927 kararnamesinden sonra, beş yıllık planın hazırlanmasına dönüştü.

1926’da yüksek hasat ve alım satım kooperatiflerinin de etkisiyle yeterince tahıl toplanabildi. Ancak iyimserlik fazla uzun ömürlü olamadı. 1927’de, çıkan savaş rüzgarlarının neden olduğu güvensizlik ortamına da bağlı olarak, yine zengin köylülük, kulaklar tahılı elinde tutuyor, satmıyordu. Toplanan tahıl önceki yılın yarısı kadardı. Şehirler, fabrikalar için yiyecek sıkıntısı tehlikesi, tarım sorununa çözüm arayışlarını gündeme getirirken acil önlemleri de zorluyordu.

Üretkenlik artışının ve köylünün kendi ihtiyacından fazlasını üretip pazarlamasının yolu, küçük işletmelerden büyük işletmelere geçişti. Büyük devlet çiftlikleri (sovhozlar) ve kolektif çiftlikler (kolhozlar) savaş komünizmi döneminde kurulmaya başlanmış ama tarım işletmeleri arasındaki payları, NEP’e geçildikten sonra iyice önemsiz kalmıştı. NEP’in ve bağımsız küçük köylü tarımının yol açtığı sorunlar, yeniden dikkatleri sovhoz ve kolhozlara çeviriyordu. Aralık 1927’de on beşinci parti kongresinde “kırda görevin bağımsız köylü işletmelerini, emekçi köylülerin rızasıyla, büyük kolektiflerde birleştirmek ve dönüştürmek olduğu” belirtilmişti. Zengin köylülerden de yüksek vergiler alınması isteniyordu.

Tahılın toplanamaması karşısında Buharin tahıl fiyatlarının yükseltilmesini öneriyordu. Stalin ise görevlileri yanına alarak hasadın yüksek olduğu Urallar ve Sibirya’ya gitti. Serbest pazarlar kapatılıp özel tüccarlar kovalandı. Köylülere tahılı teslim etmeleri emredildi. Olağanüstü önlemler olarak ise, tahıl saklamayı el koymayla cezalandıran 107. madde uygulandı. Bir yandan ikna, bir yandan baskı sonucu Ocak ve Mart 1928 arası büyük ölçüde tahıl toplandı. Ama köylülükle mücadele sert boyutlar kazanmıştı. Çatışmanın keskinleşmesi Bolşevik Parti içindeki tartışmaları da tırmandırdı. Temmuz 1928’de Buharin köylüye uygulanan zordan şikayet ederken Stalin aşırılıkların tekrarlanmayacağını vaat ediyordu.

Ertesi yıl ise sorun daha da ağırlaşmış olarak yeniden boy gösterdi. Köylüler tahılı gizlemeye çalışıyordu. Şehirlerde yiyecek sıkıntısı karaborsayı geliştiriyordu. Tahılı toplayabilmek için baskı, cezalandırma, hatta köy başına toplanacak tahıl miktarı saptayıp bunun zengin köylülerden toplanması gibi uygulamalara başvuruldu. Bunlar da protestolara, gösterilere, huzursuzluklara neden oluyordu. Bütün bunlara rağmen, 1928-9’da toplanan tahıl, 1927-8’de toplanan 10,3 milyon tona karşılık, ancak 8,3 milyon ton oldu. Köylülerin merkezi organlara tahıl teslimatı yalnızca baskı ve korkuyla sağlanabiliyordu. 1928 hasadından pazara gelen tahılın yüzde 23’ü ise özel tüccarların elindeydi. Resmi tahıl fiyatları artırılmıştı, ama karaborsa fiyatları çok daha hızlı yükselip resmi fiyatların iki misline ulaşmıştı. Sıkıntı yüzünden Leningrad’da, Moskova’da ve giderek diğer şehirlerde ekmek karneyle verilmeye başlandı.

Tarım sorununu daha da ağırlaştıran sanayileşme sorunuydu. Sanayinin gelişebilmesi için işçilerin beslenebilmesi ve yatırıma kaynak aktarılabilmesi gerekiyordu. Daha önce Preobrajenski, Trotski ve Sol Muhalefetin dile getirdiği sanayileşme için köylüden ‘haraç’ alınmasını şimdi, muhalefetin tasfiyesinden sonra, Stalin savunuyordu. Eylül 1928’de Buharin hızlı sanayileşmeye karşı çıkıyor, bunun sanayi ile tarım arasındaki dengeyi bozacağını söylüyordu. Buna karşılık Kasımda Stalin’in ileri kapitalist ülkelere yetişmek için hızlı sanayileşmeyi savunduğu parti merkez komite toplantısı sanayiye büyük yatırım yapılmasını kabul etti.

Başını Stalin’in çektiği politika değişikliği, Bolşevik Partideki saflaşmaları ve mücadeleleri de etkiliyordu. Haziran 1928’de Zinovyev, Kamenev ve başkaları yeniden partiye döndü. Köylülüğe uygulanan baskıya, hızlı sanayileşmeye karşı çıkan Buharin, Rikov, Tomski etkisizleştirildiler.

Hızla sanayileşebilmek için bütün ekonominin planlanması gibi dev bir çalışmaya girişilmişti. Ekim 1928’den itibaren uygulanmak üzere hazırlanan ilk beş yıllık plan ancak Nisan 1929’da tamamlanıp on altıncı parti konferansında kabul edildi. Bu süreçte hazırlanan çeşitli taslaklarda giderek daha ileri ve iddialı hedeflerin plana konulmasıyla iradi müdahaleyi öne çıkartan tutum, aynı zamanda sertleşen mücadele içerisinde çeşitli boyutlar kazanan atılımın da habercisiydi.

Sovyet iktidarı ile köylülük arasındaki çelişki tahılın toplanması üzerinden açık çatışma boyutuna doğru ilerliyordu. 1929 hasat zamanı yüz - iki yüz bin işçi ve parti görevlisi, tahıl toplanmasının gözetimi, teşviki için köylere gitti. Bölgeler ve köyler için teslim etmeleri gereken tahıl miktarları tespit edildi. Köylülerin tahılı saklama ve spekülasyon çabaları cezalandırıldı. Kulaklar köylerden atıldı, şiddet uygulandı. Uzunca ve gönüllü bir süreç olarak değerlendirilse de zaten hedeflenmekte olan kolektifleştirme, bu koşullarda, mevcut soruna bir çözüm biçiminde görülmeye başlandı. Ocak 1930’da parti merkez komite kararı, kulakların bir sınıf olarak tasfiyesi ile hızla gerçekleştirilecek bir kolektifleştirme öngörüyordu. Kolektifleştirme hareketi yedi hafta içinde köylülüğün yarısını kapsayacak aşırılığa ve zor kullanmaya vardı.

NEP’in getirilmesine olduğu gibi, ortadan kaldırılmasına neden olan da Sovyet iktidarı ile köylülük arasındaki mücadeleydi. Sovyet iktidarı, köylülüğün direnişi, isyanıyla karşılaşınca NEP’e, piyasa ilişkilerine geçmiş, piyasa ilişkileri içinde yiyecek sorununu çözemeyince, köylülüğün direncini kırabilmek için zor kullanmaya yönelmişti. Resmen NEP’in kaldırıldığı ilan edilmedi, ama bir yandan kulakların tasfiyesi ve kolektifleştirme, diğer yandan beş yıllık planla ağır sanayiye öncelik vererek başlatılan hızlı sanayileşme, NEP uygulamalarını sona erdiriyor, yeni bir dönemi başlatıyordu.

GEÇİŞ DÖNEMİ SORUNLARI

İşçi sınıfının komünizm önderliğindeki devrimi olan Ekim devriminin ortaya çıkardığı Sovyet iktidarı sosyalist bir karakter taşıyordu. Bu sosyalist karakter, sosyalist toplumun kurulmuş olmasından değil, sosyalizmin hedeflenmesinden kaynaklanıyordu. Derhal uygulanmak için önerilen de, toplumsallaştırmalar ve sosyalizmin ‘başlatılması’ değil, işçi kontrolü altında üretim ve dağıtımın denetim ve muhasebesiydi. Ancak iktidara gelen işçi sınıfı, acil toplumsal sorunları çözer ve yerine getirilmemiş demokratik devrim görevlerini tamamlarken, iktidarını koruyabilmek, bu amaçla burjuvazinin direnişini kırabilmek için mülksüzleştirmelere girişti, fabrikalara el koydu. Sovyet iktidarının ilk birkaç ayında gerçekleştirilen bu mülksüzleştirmeler, planlı bir sosyalist inşanın gereği toplumsallaştırmalardan çok, burjuvazinin direnişine karşı iktidarı korumaya yönelikti, yani esas olarak siyasi nedenlere dayanıyordu.

Kurucu Meclis’in dağıtılması ve Brest-Litovsk anlaşmasından sonra oluşan nispi istikrar ortamında açık çatışmalardan yeniden inşa çalışmalarına fırsat bulunduğunda ise, ekonomi alanında da burjuvaziye karşı açık saldırı yerine yeni bir politikaya geçilmesi gündeme geldi. Mülksüzleştirmelere daha fazla devam etmek yerine, mülksüzleştirilmiş işletmelerde üretimin düzenlenmesi, örgütlenme düzeyinin, disiplinin geliştirilmesi, emeğin üretkenliğinin yükseltilmesi çalışmaları ön plana geçiyordu. Burada öne çıkan, yalnızca üretim araçlarına el koymanın sosyalist üretim için yeterli olmadığı, mülksüzleştirmenin, üretimin toplumsal ihtiyaçlar doğrultusunda düzenlenmesiyle, yani gerçekten pratikte toplumsallaştırmayla tamamlanması gerektiğiydi. Bunun için ise maddi ve manevi olarak belirli bir gelişmişlik gerekiyordu. İşte burjuva uzmanlardan ve kapitalizmin geliştirmiş olduğu tekniklerden yararlanmaktan, parça başı ücrete, rekabete, maddi ve manevi teşviklere kadar, ilk defa bu dönemde savunulup daha sonra NEP döneminde uygulanan birçok öneri bu amaçla getiriliyordu.

1918 yazında yeniden şiddetlenen sınıf mücadelesi ve başlayan iç savaş bu dönemin kısa sürmesine ve yeni bir dönemin başlamasına neden oldu. Savaş komünizmi olarak adlandırılan bu dönemde ise, köylü tarımıyla ilişkiden sanayinin örgütlenmesine, çalışma koşullarından ürünlerin dağıtımına kadar her alanda, giderek piyasa ilişkilerinin yerini, üretimin ve dağıtımın Sovyet iktidarı tarafından merkezi olarak düzenlenmesi aldı. Bu uygulamalar ve önlemler bir taraftan iç savaşın gerekleri, zorunluluklarıydı. Ama aynı zamanda da hedeflenen sosyalizme uygun düştükleri ölçüde, sosyalizmin inşa sürecinde ileri adımları oluşturuyorlardı.

İç savaşın sona erdiği koşullarda köylülüğün isyanı ve yıkıma uğramış ekonominin canlandırılması zorunluluğu NEP’i gerektirdi. NEP, maddi temelin kaldıramayacağı düzeyde ileri gitmiş olan komünizm uygulamalarından bir geri çekiliş, yeniden serbest piyasanın gelişmesine izin verilmesiydi. Gelişen kapitalizm ve meta ilişkileri, başlangıçta tarif edilen ölçüyü aşsa da, yine de belirli bir sınır içinde denetim altında tutulmaktaydı. Söz konusu olan, zayıf düşmüş olan işçi sınıfı iktidarının tamamen yok olmamak için, ilerde daha kuvvetle ileri atılabilmek için geçici bir geri adım atması, koşulları olgunlaştıkça sosyalist inşa yönünde ilerlemek üzere, belirli sınırlar içerisinde izin verilen piyasa ilişkilerine gerilemesiydi.

NEP, yalnızca tarımsal ürün fazlasının yerel değişimiyle sınırlı kalmamış, yeniden para, ticaret, bireysel girişim, ücret, kar gibi kapitalizmin ve piyasa ekonomisinin çeşitli unsurlarının gelişimine kadar varmıştı. Ortaya çıkan bu sonuçlar yine de bütün içerisinde sınırlı bir ölçekte kalmış ve aynı zamanda da işçi sınıfı politik ve ekonomik iktidarını korumuştu. Üretim araçları ve toprağın işçi sınıfı devletinin elinde olması, sanayi üretiminin ve özellikle büyük ölçekli üretimin ezici oranda devlet işletmelerinde gerçekleştirilmesi, daha sonra Sovyet iktidarının bu zeminin üzerine basarak koşullar ortaya çıktığı ölçüde sosyalist inşa doğrultusunda ilerleyebilmesinin olanaklarını da sağlıyordu.

Daha önce 1918 ilkbaharındaki kısa süren yeniden inşa döneminde savunulan devlet kapitalizmi önerileri, NEP’e geçişle birlikte yeniden ileri sürüldü. Önerilen devlet kapitalizmi, meta ilişkilerine, ticarete izin verilmesi, devletin, kooperatiflerin bu ilişkilerde yer alması, bu biçimde hem küçük üretimin gelişmesi, hem de ekonomik ilişkiler içerisinde büyük üretimin gücüyle küçük üretimin birleştirilip büyük üretime tabi kılınması, dönüştürülmesiydi. Ayrıca buna ek olarak, ihtiyaç duyulan teknikleri getirmeleri, üretici güçleri geliştirmeleri amacıyla, yabancı kapitalistlere imtiyazlar verilmesiydi. Yani bu devlet kapitalizmi, devletin meta ekonomisi içerisinde küçük üreticiler, tüccarlar, kapitalistler vb. diğer unsurlarla bir kapitalist gibi ilişkiye girmesiydi. Ancak bunun hiçbir taviz verilmeyecek önkoşulu, devletin işçi sınıfının devleti olması ve üretim araçları ve toprağın da bu devletin mülkiyetinde kalmasının sürmesiydi. Dolayısıyla burada devlet kapitalizmiyle kastedilen, deyimin gerçek anlamındaki gibi, devlet işletmelerindeki üretimin kapitalist olarak nitelenmesi değildir. Devlet kapitalist sınıfa ait olmadığı gibi, üretim araçları da sermaye değildir ve burada artıkdeğer sömürüsü gerçekleşmez.

Meta ilişkilerinin devlet işletmelerinin işleyişlerine kadar yansıması, hozrasçyet, karlılık, ücret vb. ise, kapitalizm ve sosyalizm arasındaki uzlaşmaz mücadelede, kapitalizm yönündeki zorunlu gerilemenin neden olduğu, engellenemeyen, geçici meta ekonomisi unsurlarıdır. Maddi koşulların yetersizliğinin, üretici güçlerin düşük düzeyinin gerektirdiğinin ötesinde kapitalizme tavizlere karşılık geldiği ölçüde sosyalizm açısından kusurları ifade etse de, bunların etkisi sınırlı ve kısa sürelidir. Sosyalizmin inşası sürecinin ilerleyişi içerisinde giderek ortadan kaldırılmış ve sürecin bütünü üzerinde belirleyici nitelik kazanmamışlardır.

Piyasa ilişkileri yönündeki adımların boyutlarını olduğu gibi, bunların sınırlanması ve sonunda ortadan kaldırılması doğrultusundaki adımları da mücadelenin gerekleri belirledi. Sosyalist inşa hedefine ilişkin yanlar ve doğrultu ise, bütün bu gelgitler ve iniş çıkışlar sırasında da varlığını koruyordu. Bunlar arasında başta gelen, bütün ekonomiyi düzenleyip yönlendirecek bir plan hazırlanmasına ilişkin çalışmalardı.

Ülkenin bütün ekonomik faaliyetini birleştirecek tek bir genel plan hedefi doğrultusunda, Sovyet iktidarının başından beri, görüşler, adımlar ileri sürülüyordu. Savaş komünizmi döneminde ekonomik faaliyetin birleştirilmesi, merkezi olarak yönetilmesi çabalarının yanısıra planlamaya yönelik somut çalışmalar da gündeme geliyordu. Özellikle sosyalist sanayileşmenin maddi temeli olarak bütün ülkenin elektriklendirilmesi planı, genel planın teknik dayanağı olarak Lenin tarafından da vurgulanıyordu. Planlama görevini kısmen üstlenen organların ardından Devlet Genel Planlama Komisyonu (Gosplan), NEP’e geçişin arifesinde Şubat 1921’de kuruldu. NEP döneminde de, başta Trotski, Preobrajenski vb. olmak üzere birçokları tarafından tek ekonomik plan amacı ve çalışmaları öne çıkartılırken, meta ilişkilerinin neden olduğu gerilemeler tersine çevrildiği ölçüde, bu doğrultuda adımlar atıldı. Meta ilişkilerinin gelişmesinin ortaya çıkardığı sorunların aşılması ve sanayileşmenin başarılabilmesi, planlamayı gerektiriyor, planlamanın önemini artırıyordu.

Gosplan Ağustos 1925’te ön tahminleri ifade eden “Ulusal Ekonomi Kontrol Sayıları” yayınladı. Mart 1926’da, Gosplan, genel uzun vadeli plan, beşyıllık perspektif planı ve yıllık işletim planları olmak üzere üç düzey planlamayla görevlendirildi. Planlama yöntemi üzerine tartışmalar ise, mevcut durumu başlangıç noktası alan yaklaşımlarla, hedefi planlama çalışmasının kalkış noktası alan yaklaşımlar arasında yoğunlaştı. Hazırlanan taslaklar öngörülen sanayileşme hızı açısından ele alınıyor, buna bağlı olarak taraflarca farklı miktarlar öneriliyordu. 1928’den itibaren (hızlı sanayileşmeden yana tavır alan muhalefetin 1927’de tasfiyesinin ardından, çelişik gibi görünen bir yönelimle) ağırlık sanayileşmeye, bunun hızlandırılmasına kaydı, plan taslaklarındaki tahmini üretim hedeflerinin miktarları giderek yükseltildi. Mart 1929’da iki seçenekli olarak hazırlanan plan, Nisan 1929’daki parti konferansında yüksek miktarlı seçeneğiyle kabul edildi. Giderek planlamaya hakim olan abartılı iradi yaklaşım, ertesi yıl bu değerler daha da yükseltilip beş yıllık planın dört yılda tamamlanması kararlaştırıldığında uç boyutlara vardı.

Abartılı plan değerleri, toplumsal ilişkilere, mücadelelere belki aşırı zorlama, baskı biçiminde yansıdı. Ama bütün ekonomik faaliyetlerin piyasa eli yerine, plana uygun olarak düzenlenmesi, tek merkezden yönetilmesi, meta ilişkilerinin de giderek tasfiyesine karşılık geldi. Bu süreçle meta ekonomisi yerini sosyalist ekonominin inşasına bıraktı.

İŞÇİ SINIFININ EGEMENLİĞİ AÇISINDAN DEVLET VE PARTİ

İşçi sınıfının sosyalist devrimi olan Ekim Devrimiyle oluşan Sovyet iktidarı işçi sınıfının sosyalist iktidarıydı, sosyalizm hedefli proletarya diktatörlüğüydü. Önüne sınıfların ortadan kaldırılması ve sosyalizme ulaşılması hedefini koyan Sovyet devletinin yapısı, sınıfların, devletin, yöneten - yönetilen ayrımının toplumdan silinmesi amacına uygun özelliklere sahipti. Ancak daha sovyetlerin oluşum süreci içerisinde ortaya çıkmaya başlayan işçi sınıfının yönetime yığınsal katılımının zayıflaması, sınıfın günlük devlet idaresi işini öncü kesimine, Bolşevik Parti’ye bırakması eğilimi, Sovyet devletinin bu özelliğine zarar veriyor, kusurlu hale getiriyordu.

İç savaşın sonlarına kadar, yığınsal katılımın geliştirilmesi yönündeki bütün çabalara rağmen, iç savaşın, hem işçi sınıfının nicel olarak küçülmesine neden olmasının, hem de idari, askeri yöntemleri öne çıkartmasının da olumsuz etkileriyle, Sovyet yönetimi giderek Bolşevik Parti’ye kadar daraldı, parti ve devlet birbiriyle çakıştı, parti sınıf adına yönetir oldu. NEP döneminde ise, daha önce kendisine karşı mücadele edilen, tersine çevrilmeye çalışılan bu gelişme, artık yerleşiklik kazandı, parti ile devletin çakışıp yönetimin partiye kadar daralması, partinin sınıf adına yönetmesi kabullenildi, hatta “parti diktatörlüğü” ifadeleriyle savunulmaya başlandı. Bu noktadan sonra ise, işçi sınıfı iktidarının kaderi, partisinin kaderine bağlanıyor, onunla çakışıyordu.

Bolşevik Parti’nin bu konumu, işçi sınıfının iktidarının kaderini, sorumluluğunu bütünüyle kendi üzerine alması, onun sınıfsal karakterinin önemini artırdı. Yönetim sınıfın bütününe mal edilemediği ölçüde, yöneticilerin işçi sınıfı saflarından gelmeleri, yetiştirilmeleri çabaları öne geçtiği gibi, partinin sınıfsal bileşiminin geliştirilmesi de gündeme getiriliyordu. Partinin bozulan, çürüyen, çıkarcı, kariyerist, vb.lerinden arındırılması amacıyla alınan temizlik, kayıt yenileme kararı, NEP’e geçişten sonra 1921’de uygulandı. Temizlik sonucunda, partinin üye sayısı 650 binden 500 bine iner, dörtte bir kadar azalırken toplam üye sayısı içinde işçi ve köylülerin oranı yükseldi.

Partide işçi üyelerin sayısının artırılması, partiye yeni işçi üyeler alınması hedefleniyordu. Bu politika, 1924’te Lenin’in ölümünden sonra gerçekleştirilen “Lenin Kaydı” sırasında da sürdürüldü. Bu tarihe gelindiğinde, temizliklerde atılanlar ve ayrılanlarla üye sayısı 350 bine kadar düşmüş olan parti, yeni 240 bin üye alınmasıyla üçte iki büyüdü. Bolşevik Parti, bundan sonra da büyümeye devam etti. 1928’e kadar üç misli genişledi, aday üyelerle birlikte 1,300 bin üyeye ulaştı. Partide işçilerin oranı yükselirken yaş ortalaması da düşüyordu. Partiye alınan işçilerin çoğalmasına bağlı olarak 1926’da sanayi işçilerinin yüzde 14,4’ü komünistti.

Sınıfın bir bütün olarak yönetiminin sağlanamaması, yönetimin sınıfsal bileşiminin önemini artırdığı gibi, devlet yönetimi anlamında demokrasinin sınırlarının partiye kadar daralması da parti içi demokrasiyi devlet yapısının karakteri açısından belirleyici bir konuma çıkartıyordu. Parti büyüyüp işçi sınıfı bileşimi açısından gelişirken iç yapılanması açısından da değişim geçiriyordu. Merkez Komite içerisinde, siyasi kararlardan sorumlu politbüro ve örgütlenmeden sorumlu orgbüro 1919’da oluşturulmuştu. Orgbüroya bağlı ve gündelik parti faaliyetlerini yürüten sekreterlik, giderek, çok sayıda tam zamanlı çalışanı olan bir parti aygıtını oluşturdu. Atamalar, örgütlenme, yayın, köy çalışması, istatistik, idare, ajitasyon - propaganda, kadınlar arasında çalışma, muhasebe, istihbarat bölümlerini içeren sekreterliğin 1925’te 767 tam zamanlı çalışanı vardı. Stalin’in 1922’de genel sekreter olarak başına getirilmiş olduğu sekreterlik, bütün üye kayıtlarını tutup atamaları gerçekleştirerek parti aygıtı üzerinde etkili bir konum alıyordu.

Bolşevik Parti, işçi sınıfının komünist öncüsü, onun komünizmi hedefleyen siyasi mücadelesini sürdüren sınıf bilinçli parçası, kesimi olarak oluşmuştu ve yine bu özelliğini koruyordu. Parti, işçi sınıfına komünizm doğrultusunda önderlik ederken işçi sınıfının bir parçası olarak sınıfın saflarındaki eğilimlerden, gelişmelerden de etkileniyordu. İşçi sınıfı içerisinde yöneten - yönetilen ayrımının giderilme yönünde ilerlemeyip yığınların devlet yönetimini dar bir kesime, partiye bırakmaları ve yöneten - yönetilen ayrımının kalıcılaşması biçimindeki gelişmenin parti içinde de yansımalarını bulduğundan söz edilebilir. Partinin üyelerinin sayısı çoğalıp büyürken bir yandan da her düzeydeki örgütlerinin, daha çok tam zamanlı parti çalışanları konumunda bulunan sekreterlerine karşılık gelen bir parti aygıtı belirginleşiyordu. Partinin işlerine, yönetimine katılım açısından parti üyeleri arasında bir eşitsizlik ortaya çıktığı ölçüde, sınıfın içindeki yönetimin dar bir yönetici kesime bırakılması eğilimi, yöneten - yönetilen ayrımı, partinin içine de yansıtılmaya, taşınmaya başlanmış oluyordu. Parti işlerine eşitsiz katılım ise, parti içi demokrasinin çarpılmasına zemin yaratıyordu.

Sovyet iktidarı altında, toplumsal egemenlik, bu anlamda demokrasi işçi sınıfına aitti, işçi sınıfının hakları mutlaktı. Ama işçi sınıfının devlet yönetimini partiye bıraktığı süreç, partinin sınıf adına yönetimine yol açmış, yönetim işinin gerçekleştirilmesi anlamında demokrasinin partiye kadar daralmasına neden olmuştu. Parti içinde yönetim işine katılım açısından beliren ayrım ise, parti aygıtının parti, sınıf ve toplum adına yönetimi ve demokrasinin parti aygıtına kadar daralması tehlikesini gündeme getiriyordu.

Genel olarak yöneten - yönetilen ayrımının giderilmesi yönünde, eşitsizliklerin kaldırılması yönünde ilerlemekte başarılı olunamaması yeni eşitsizliklerin doğması tehlikelerini yaratırken eski toplumun kalıntısı olan yönetim sorunlarının çözümlenmesi çabaları da sürmekteydi. Sovyet iktidarı, başlangıçtan itibaren, yeterince kendi uzman, yönetici, vb.ne sahip olmaması nedeniyle burjuva uzmanlardan yararlanmak yoluna gitmişti. İlerleyen dönemlerde de devlet organlarının bir çoğundaki yönetici ve uzmanların ancak azınlığı komünistti, gerisini eski toplumdan devralınmış uzmanlar ve eski Menşevik ve Sosyalist-Devrimciler oluşturuyordu. NEP döneminde keskinleşen çelişkiler ve mücadeleler içerisinde bu uzman ve yönetici kesim de belirli bir rol oynuyordu. NEP’in meta ilişkilerinden, kapitalizmden yararlanılması özelliği nedeniyle önemleri artmıştı. Bu çerçevede NEP’in piyasa ilişkilerini geliştirmesi onların tercihlerine uygun düştüğü gibi, tersine ekonominin planlı merkezi yönetimi doğrultusunda adımlar, bu kesimin muhalefet ve hatta dirençleriyle karşılaşıyordu. Hızlı sanayileşmeye yönelinmesi bu çelişkiyi daha da keskinleştirirken söz konusu uzmanların direnişi ve toplu tasfiyeler biçimini alan karşı önlemler, 1928’de Don kömür madenlerinde 55 mühendis ve idarecinin yurtdışı kaynaklı sabotaj suçlamasıyla tutuklandığı ve ölüm cezalarının verildiği davaya kadar ulaştı.

Bu dönemde gelişen mücadeleler içerisinde bir yandan kendilerinden yararlanılmakta olan uzmanlar denetim altında tutulmaya çalışılırken diğer yandan da bunlara duyulan ihtiyacı ortadan kaldırabilmek için işçi sınıfı içerisinden yeni yöneticiler, uzmanlar yetiştirilmekteydi. Özellikle işletmelerde yönetimi denetleyen üretim komisyonlarında sivrilen ileri işçiler idari, teknik ve ekonomik görevler için eğitildiler. Örneğin 1925’te Leningrad’da böyle yetiştirilen 900 işçi vardı. Bu eğitimlerin sonucunda söz konusu ileri işçiler, ileride giderek işletme müdürleri, teknik elemanlar, çeşitli uzmanlar olarak yeni bir yönetici kuşak oluşturdular. Ancak eklemek gerekir ki, işçi sınıfı saflarından yeni bir yönetici tabakanın yetiştirilmesi, Sovyet iktidarının eski uzman kesime bağımlılıktan kurtulmasının olanağını sağlasa da, eski yöneticileri yeni yöneticilerle değiştiren bu önlem, ‘herkes yönettiği için kimsenin yönetmemesi’ diye ifade edilenle, yani yöneten - yönetilen ayrımının toplumdan kaldırılmasıyla aynı şey değildi. Yönetime ilişkin toplumsal ayrım ve ayrıcalığın yok olması sağlanamadığı ölçüde de, yeniden maddi ayrıcalıkların gelişmesi tehlikesi ileriye doğru taşınıyordu.

Sovyet iktidarının tarihi boyunca, önceki dönemlerde gelişen eğilimler sonraki döneme taşınıp giderek öne çıktılar. Bu anlamda, ileriki dönemlerde bütünlüklü sonuçlarına varan gelişmelerin ipuçları ilk dönemlerde saptanabilir ve böylece söz konusu sonuçlara yol açan etkenler bakımından daha tam bir değerlendirme yapmak mümkün olabilir. Bu da bu tarihin bütün dönemlerini birlikte ele alma gereğinin bir nedenini oluşturur.

Öte yandan sosyalizm deneyimine ilişkin en temel sorunlar sosyalist iktidarın ilk kuruluş günlerinden itibaren gündeme gelmiş ve bu sorunlar karşısında alınan farklı yaklaşımlar birbirlerinden ayrılan sosyalizm anlayışlarına en genel hatlarıyla kaynaklık etmiştir. Dolayısıyla çeşitli sosyalizm anlayışlarını değerlendirebilmek açısından da bunların kendilerini dayandırdıkları sosyalizm tarihinin ilk dönemlerine ait çatışan görüşleri ve bunların ortaya çıktıkları koşulları ele almak önem taşır. Bu da yine sosyalizm deneyiminin tarihi gelişimi içinde incelenmesi ihtiyacını öne çıkartır.

NEP dönemi de bu açıdan zengin malzeme sunar. NEP’in piyasa ilişkilerini geliştirmesiyle bunun karşısında sosyalist inşa yönelimi arasındaki keskinleşen çatışmalar içerisinde savunulan karşıt görüşler, ileriki dönemlerde de farklı sosyalizm anlayışlarına kaynak oluşturmuştur. Yine çeşitli sosyalizm anlayışları NEP dönemindeki uygulamaların ve bunların koşullarının farklı değerlendirme ve yorumlarına dayanmaktadır. Bunlar arasında, Sovyet iktidarını, meta ilişkilerinin ve kapitalizmin gelişmesine izin vermesi nedeniyle NEP döneminden itibaren devlet kapitalisti olarak niteleyen değerlendirmelerden, tersine sosyalizmi piyasa ilişkilerine dayanan bir toplum olarak gören anlayışlara kadar farklı çizgiler bulunur.

Sosyalist iktidar, devlet yapısı, sosyalist demokrasi üzerine farklı sosyalizm anlayışları da bu dönemdeki uygulama ve koşulların belirli yorumlarına dayandırılmaktadır. Bunlar arasında bir yaklaşım, NEP döneminin sonunda köylülükle uzlaşmanın ortadan kalkmasını, Sovyet iktidarının bürokratlaşması ve halk üzerinde bir diktatörlüğe dönüşmesinin kaynağı olarak görmektedir. Azınlıktaki sınıfın iktidarının kendisi üzerinde de bir diktatörlüğe dönüşmesinin kaçınılmazlığı iddiasıyla sosyalist iktidarın çoğunluğun iktidarı olmasını mutlaklaştırmaktadır. Bu biçimde, o dönemde başta Buharin’in savunduğu köylülükle uzlaşma, meta ilişkilerinin sürdürülmesi politikalarından yana çıkılmasından öteye sosyalist demokrasi adına bir çoğunlukçuluk ve bununla bağlantılı bir çoğulculuğa varılmaktadır. Ama sosyalist devrimin, sınıfların ortadan kaldırılması eyleminin, komünizm mücadelesinin yürütücüsü olarak halk çoğunluğunu görmek, bu dönüşümü gerçekleştirme yeteneğine sahip tek sınıf işçi sınıfının yerine halkın ikame edilmesine karşılık gelmektedir. Sosyalizm anlayışları açısından politik olarak bunun vardığı sonuç ise, işçi sınıfı komünizminin yerine burjuva liberalizminin ikame edilmesinden başka bir şey olmamaktadır.

Buna karşılık sosyalizmin sorunlarını, bunların çözümünü, komünizme ulaşılmasını işçi sınıfının eylemi, iktidarı, demokrasisi temeli üzerinde ele alan bir yaklaşım ise, yine aynı tarihsel olgulara dayanarak farklı politik sonuçlar ve önermeler çıkarmak durumundadır. Bu açıdan ise sorun öncelikle işçi sınıfının egemenliği ve aynı zamanda da komünizm hedefinin korunması ve bu hedef doğrultusunda ilerlenmesidir. Bu noktadan tarihsel olgulara bakıldığında sorun egemenliğin işçi sınıfının elinden alınması olarak ortaya çıkmamaktadır, işçi sınıfının iktidarı sürmektedir. Ama sorun sınıfın yönetime yığınsal katılımdan çekilip bunu kendi adına dar bir kesimine bırakmasından kaynaklanmaktadır. Toplumun sınıflara bölünmüşlüğünün bütün izlerinin silinmesinin, devlete gerek ve yer olmayan komünizme ulaşılmasının bir boyutu ve önkoşulu toplumdaki yöneten - yönetilen ayrımının ortadan kalkmasıdır. Bu ise, öncelikle bu ayrımın işçi sınıfı saflarında giderilmesini, sonra da giderek bütün toplumun işçi sınıfı düzeyine yükseltilmesini, yönetime katılmasını gerektirir. İşte işçi sınıfının, egemenliği elinde tutmayı sürdürse de, kendi içinde yöneten - yönetilen ayrımının giderilmesi doğrultusunda ilerlenememesi, aynı zamanda genel olarak toplumda yöneten - yönetilen ayrımının ortadan kaldırılması doğrultusunda ilerlenememesi ve sürecin, komünizm mücadelesinin bu boyutunun aksaması demektir. Bu ise, diğer yönlerden ilerlese bile, çözülemeyen, aksayan bu yönün giderek sürecin daha fazla ilerlemesinin önünde bir engel oluşturacağı ve ilerleyen sürecin aynı zamanda ters yönde etkenleri de bağrında taşıması anlamına gelir. Çözülemeyen sorunlar eninde sonunda tıkanıklığa neden olmak durumundadır ve ilerleyemeyen süreç de kesintiye uğramak, hatta ters yöne dönmek tehlikesi altındadır. Sonuç olarak işçi sınıfı demokrasisini temel alarak yapılan değerlendirme, aynı tarihsel gerçeklerden kalksa da, diğer sosyalizm anlayışları karşısında, sosyalizm deneyimine ilişkin başka nitelemelere ulaşmak durumunda olduğu gibi, savunduğu sosyalizm anlayışında da farklı önermeleri ileri sürmek, çoğulculuk, çoğunlukçuluk, vb.den önce işçi sınıfının yığınsal yönetiminin geliştirilmesini vurgulamak durumundadır.

KAYNAKÇA

V. I. Lenin, Collected Works (Toplu Eserler), Progress Publishers, Moscow, 1977

KASIM 2002

5

ÖNE ÇIKANLAR


SSCB NEYDİ VE NEDEN ÇÖKTÜ

NEYDİ VE NEDEN ÇÖKTÜ?

SSCB’NİN KARAKTERİ ÜZERİNE BİR ÇÖZÜMLEME

Süha ILGAZ

Ütopya Yayınevi

KİTAPÇILARDA

SUNUŞ


İSMET ÖZTÜRK (ÇÖRTÜK İSMET)

Kurtuluş hareketinde olduğu gibi, genel olarak Türkiye sosyalist hareketinde de, yaşamıyla, mücadelesiyle, görüşleriyle özel bir yer tutan, yazarımız, yoldaşımız İsmet Öztürk’ü 19 Kasım 2011 günü kaybetmiştik. Vasiyet ederek bedenini bilimin hizmetine sunduğu Pamukkale Üniversitesi’nde görevi sona erince, O’nu 20 Haziran 2015 günü Rumelikavağı’nda, yoldaşlarının, dostlarının katılımıyla, kızı Ekin’in yanına, doğaya uğurladık.

İSMET ÖZTÜRK

İSMET ÖZTÜRK YAŞAMI, MÜCADELESİ VE GÖRÜŞLERİ İLE YOL GÖSTERİYOR


SOVYETLER BİRLİĞİ DEĞERLENDİRMELERİ

SOVYETLER BİRLİĞİ’NİN KARAKTERİNE İLİŞKİN FARKLI DEĞERLENDİRMELER

Sovyetler Birliği eleştirileri ve değerlendirmeleri, işçi sınıfının yeni sosyalizm deneyimlerine yol gösterecek komünizmin geliştirilmesi açısından önem taşır.


GEÇMİŞİN DEĞERLENDİRİLMESİ

GEÇMİŞİN DEĞERLENDİRİLMESİ: KURTULUŞ’UN ‘YOL AYRIMI’

Çeşitli ‘yol ayrımları’ sonucu bölünmeler ve farklı yönlerde sapmalar yaşayan Kurtuluş hareketinin teori, pratik ve örgütlenmesinin, belirleyici dönüm noktalarıyla ele alınarak “proletarya partisi” hedefi açısından irdelendiği geçmiş değerlendirmesi, “İşçi Sınıfının Komünist Programı İçin Temel İlkeler” metniyle ileri sürülen perspektifin oluşumunda önemli rol sahibidir.


TEMEL İLKELER

İşçi Sınıfının Komünist Programı İçin TEMEL İLKELER

Komünist programın üretilmesi çalışmalarına yol göstermek amacıyla hazırlanan “Temel İlkeler”, işçi sınıfının komünizm mücadelesinde ulaştığı en ileri örgütsel düzeye karşılık gelen Komünist Enternasyonal’in üzerinde kurulduğu politik çizgiyi ifade etme iddiasıyla, bütün sosyalistleri, işçi sınıfının mücadelesine önderlik etmek üzere komünizmi benimsemeye çağırmaktadır.


İNTERNET SİTESİ ve
ELEKTRONİK POSTA
ADRESLERİ