Ana sayfa

GELİYOR SESİ DÜŞLERİMİZİN

Bugün dünden daha zor. Biliyoruz ki bu ülkede yaşayan sekizbin kişinin dışında diğer insanlar için yarın da zor olacak; eğer bu korkak sinmiş ve onurunu kaybetmiş ruh hali devam ederse! Birileri bir şey yapmazsa değil, biz birşey yapmazsak. On milyonlarca İMF mağduru, emperyalizm yani en vahşi ve açgözlü kapitalist düzen mağduru bizler bir şey yapmazsak.

Kavga dövüş içinde, ne olduğunu anlamadığımız bir seçime gidiyoruz. Bir yanda televizyonlarda boy göstermekten hoşlanan bir başkana sahip Yüksek Seçim Kurulu’nun icazetinden geçmiş liderler ve partiler; diğer yanda önümüze sandık koysunlar da öcümüzü alalım diyen bir toplum. Peki öfkesini ‘oy’a bağlamış seçmen denilen bu kitle neye karar verecek. Gerçekten o çok şık tekerlemelerle söylendiği gibi kendi kendisini yönetmek için aracılar mı seçecek? Yoksa seçim denilen oyunun ardında da başka bir senaryo mu var? Seçim denilen bu oyundan arzu edilen niyet geniş halk yığınlarında biriken öfkenin sisteme zarar vermeden boşalmasını sağlamak mı?

İşsizliğe, yoksulluğa, hayat pahalılığına, özelleştirmeye taşeronlaştırmaya, sendikasızlaştırmaya karşı;
emperyalizme, faşizme, şovenizme, sömürgeciliğe her türlü gericiliğe ve cins ayrımcılığına karşı;
işçi sınıfının birliği, halkların eşitliği ve kardeşliği için;
kapitalizmin krizlerine; emperyalistlerin savaş politikalarına karşı
düzen partilerine oy yok

Çünkü biliyoruz ki Amerika’dan gelen, geldiği güne kadar maaşı Amerika tarafından ödenen bir kişi ile birlikte toplumu temsil etsin diye meclise gönderilmiş kimseler emirle onbeş günde onbeş yasa çıkarabiliyor.

Çünkü biliyoruz ki yirmi yıl yurt dışında yaşadığı halde ve eşi tek kelime Türkçe bilmezken dili hiç bozulmamış bu kişi geldiğinde, başbakan, bakanlar kurulu vb. bu kişiden onay almaksızın hiçbir adım atamıyor. Ona hükümetin dördüncü ortağı deniliyor; hangi gücü temsilen ortak olduğu söylenmeksizin?

Ve yine biliyoruz ki bu ülkede, ülkenin güvenliği, asayiş, huzur ve güveni denilip tüm kararlar Milli Güvenlik Kurulu’nda emir-komuta zincirine göre alınıyor. Biliyoruz ki iktidara gelenlere derin devlet tarafından bir kitapçıkla ülkenin bilinmeyen gizli anayasası veriliyor. Bu gizli anayasaya uymayanlar tehdit ediliyor, gizli kalmış hataları afişe ediliyor, kurşunlanıyor. Yani biliyoruz ki sayıları ister beşyüzelli, ister dörtyüzelli olsun; ister dokunulmaz isterse dokunulabilir olsun iktidar meclise giden temsilcilerde değil; iktidar İMF de, Dünya Bankası’nda, Amerika’da; iktidar orduda, derin devlette; iktidar sekizbin tefecide, piyasa düzenleyicilerinde, borsa spekülatörlerinde. Bunları bilerek seçime gidiyoruz; yani seçmek için değil onaylamak için; yani öfkemizi kusmak için değil sakinleşmek için; yani birilerine ‘sizin onay verdiğiniz şeyleri yapıyoruz’ deme fırsatı vermek için.

HERGÜN BİRAZ DAHA YOKSULLAŞIYOR, BİRAZ DAHA ERİYORUZ

Bugün dünden daha kötü; belki yarın daha da kötü olacak. Çünkü Osmanlı’dan bugüne oynanan oyunun kıskacındayız. Hergün açlığımızla, acılarımızla ödediğimiz borçlara rağmen borçlarımız artmaya devam ediyor. Son on yılda ödediğimiz iç ve dış borç toplamı üçyüz milyar doları aşmış durumda ve bizim borçlarımız bunca ödemeye karşın ikiyüz milyar doları geçiyor. Burada bir hesap hatası yok mu? Bu hatayı yanlışlıkla mı yapıyorlar, yoksa bir aldatmayla mı yüz yüzeyiz? Devamlı yanlış yönetimden, beceriksiz yöneticilerden bahsediyorlar. Oysa ki onlar kendilerine verilen görevi en iyi şekilde yerine getirdikleri için bu bağımlı sömürge yapı ortaya çıkıyor. Onsekiz İMF programı da uygulanırken İMF yöneticileri devamlı programın başarıyla uygulandığını ve bu nedenle yöneticileri kutladıklarını söylemediler mi? Şubat krizinden birkaç ay önce aynı sözleri duymadık mı? Bugün işten çıkarmalar tam hız devam ederken, yalan enflasyon rakamlarının altında kamu çalışanları, işçiler, emekliler ezilirken, insanlar çöp yığınlarına, pazar artıklarına mahkum olmuşken, hala utanmadan, pişkinlikle ekonomik programın başarıyla uygulandığını söylemiyorlar mı? Onlara göre program da, programın uygulaması da doğru olduğuna göre, bize göre yanlış olan bu programın ta kendisi...

Çünkü program işten çıkarmaları emrediyor. Ücretlerin daha da fazla kısılmasını, tarıma desteğin kaldırılmasını, üretimde daralmayı, taban alım fiyatlarını düşük tutmayı, tarımda desteklemeyi kaldırmayı emrediyor. İMF üreten bir Türkiye istemiyor. İMF hammadde kaynaklarımızı sömürmek, işgücümüzü köleleştirmek ve ülkeyi çok uluslu şirketlerin pazarı yapmak istiyor. Kapitalizmin yaratabileceği tek sonuç, bugün yaşadığımız İMF tutsaklığıdır. Satacak bir şeyi kalmayanlar zamanla onurlarını, umutlarını düşlerini de satarlar. Satacak bir şeyi kalmayanlar kendilerini satarlar. Uluslararası spekülatör Soros utanmadan “sizin tek para edecek ihraç ürününüz ordunuz” demiyor mu? Ve o ordu da, kan dökecek, ölecek ve başka masum insanları öldürecek olan yoksul halk çocukları, işçi çocuklarından oluşmuyor mu? Bugün Irak’la yapılacak bir savaştan, nasıl karlı çıkabiliriz diye tartışırken aslında ölü bedenlerimizin kaç para edeceğinin pazarlığını yapmıyorlar mı? Savaşa komutanlık etmek istediğini söyleyen, kendi çocuğunu yalısının dibinde askerlik yaptırmış, elleri kanlı biri, acılarımız üzerinden oy avcılığına soyunurken diğerleri bunu itiraf etmedikleri için masum olabilirler mi?

Sistemi yeniden düzenleyen Derviş yasaları öncelikle tarıma saldırıyor. Artık bu ülkede tütün üretmek, pancar üretmek, tahıl üretmek adım adım yasaklanıyor. Amerika’nın şeker stoklarını eritebilmesi için bizim fındık üreticilerimizin, pancar üreticilerimizin aç kalması gerekiyor. Buğday üreticisine ikiyüzyirmibin lira taban fiyat verip, üçyüzellibin liradan buğday ithal etmeye utanmıyorlar. Gerekçeleri ise açık. Tarımdan karnını doyuran nüfusun yüzde kırkbeşten, yüzde beşlere inmesini sağlamak. Yani yirmibeşmilyon insanın yirmimilyonunu köylerinden, topraklarından koparıp, şehirlerde açlığa ve yoksulluğa mahkum etmek istiyorlar. Tarımdaki destekleri kaldırıp, gübre, kimyasal ilaçlar, tohum, mazot gibi girdilerin fiyatlarını artırıp köylüleri yüksek faizle borçlandırmayı, toprakları ipotekle ele geçirmeyi, böylece büyük toprak sahipleri yaratmayı planlıyorlar. Onlar bunu yaparken biliyorlar ki zarar eden, elindeki toprakları kaybeden köylü bunu kendi beceriksizliği, kaderi görecek ve şehirlere göç başlayacak. Şehirlerde iş olanakları sınırlıyken, kirli savaş yıllarının köy boşaltmalarının yerini, ekonomik terörün dayattığı köyden kente göçün almasıyla olacakları kestirmek için kahin olmaya hiç gerek yok. Büyüyen gecekondu mahalleleri, katlanarak artan işsizlik, sağlıksız, eğitimden yoksun yetişen bir gençlik...

KAPİTALİZM SOYGUN DÜZENİDİR

Kamuda küçülme diyerek işten çıkarmaları meşru göstermeye çalışıyorlar. Özelleştirme adı altında seksen yıldır devlet eliyle yaratılmış olan sermaye birikimini, kamu yararı şöyle dursun, en kural tanımaz Çok Uluslu Şirketlere talan ettiriyorlar! Sonra da hırsızlardan, soygunculardan, hortumculardan yakınıyorlar. Kamuya ait olanın sermaye sınıfına peşkeş çekildiği hangi ülkede bu işin namuslu bir şekli olabilir. Amaç zaten bu birikimin, birilerine, özünde adaletsizlik olan bir biçimde nakli değil midir? Biliyoruz ki kamu kaynakları kuruyup, tümden talan edilene değin hortumcular ve soyguncular son bulmayacaktır. Çünkü hiçbir hırsız kendi kendini yakalamaz. Her dönem bir sendika ağasını meclise taşıyarak sendikal mücadeleyi iş barışı, hoşgörü, sorumlu sendikacılık sözleri ardında tutsak alıyorlar. Toplum yaşanan krizlerin en büyüğü ile boğuşurken grev, hak alma eylemi gibi sözcükler unutulmaya yüz tutuyor. Arada bir gürleyen, ‘bakın çok kötü yaparım’ diye göz dağı veren sendika ağalarının kapalı kapılar ardındaki pazarlıkları işçi sınıfının eyleminin yerine geçiyor. AB hayallerinin peşine takmaya çalıştıkları işçi sınıfına aslında Avrupa Birliği’nin, sermayenin birliği olduğunu söylemiyorlar. Bankalarla ilgili yasaları, sermayeye vergi indirimini sorgusuz sualsiz meclisten geçirirken, sus payı kabilinden kolu kanadı kırık iş yasalarını ağzı köpüklü bir patronun hırıltılarıyla sümen altı edebiliyorlar.

İç borç faizine yalnızca yedi saatte yaptıkları ödemeyi kamu çalışanlarına zam diye verip sonra bunun nasıl ekonomik programı zora soktuğundan dem vurabiliyorlar. On yılı aşkın bir mücadeyi görmezden gelip grevden, toplu sözleşmeden yoksun, yani sendikayı sendika yapan iki temel unsurdan yoksun ucubeleri sendika diye sunabiliyorlar.

Peki bizi kim uyandıracak bu kabustan?

28 Şubat korkusu ile bir anda sistem savunucusu kesilen, egemen güçler tarafından onaylanmak için bir tek diz çöküp yalvarmadığı kalan, İMF programından AB’ye kadar resmi ideolojiyle örtüşme çabasında, mazlumu oynamaya soyunmuş takiyeciler mi?

Yıllar yılı kendi hizip çıkarlarını her türlü değerin üzerinde tutmuş, bugün ordunun, tekelci sermayenin sözcülüğüne soyunmuş CHP mi?

Dolandırıcılığı sınır ötesini aşmış, para kazanmak için her türlü yolu mübah gören, herşeyi satın alabileceğini düşünenler mi?

Kirli savaşta bulaştığı tüm pisliği onur payesi görüp, vatan millet sakarya edebiyatını dilinden düşürmeyen, politikada öğrendiği tek şeyin halkın unutkanlığı olduğunu düşünen ve üçüncü sınıf tiyatro oyunculuğuna soyunanlar mı?

Cinayetleri tescilli katilleri meclise taşıyıp bakan yapan, işçi sınıfının tarihsel düşmanı kafatasçı, faşistler mi?

Ulusal sol kavramının nasyonal sosyalist olarak ilk kez Hitler tarafından söylendiğini unutup bilinçaltını ele veren, kadife eldiven giydikleri demir yumruklarını işçilerin, köylülerin, tüm ezilenlerin üzerinden eksik etmeyenler mi?

Şeriat özlemiyle tarihin tekerleğini geriye döndürmek isteyen, orta çağ hayranları mı?

Peki bizi kim uyandıracak bu kabustan?

Şimdi; belki sözleri birkaç bin basan dergilerin ardında saklı, ama sıcak çay sohbetlerinde, paydoslarda, molalarda sesi gür çıkan, sözünü arka sokaklarda, gecekondu mahallelerinde, fabrika önlerinde söyleyen birileri daha var. Durun ve dinleyin. Çünkü geliyor sesi düşlerimizin.

Ve o düşler sizlere bugün bir tek şeyi söylüyor: Fabrikalardan, işliklerden, varoşlardan çıkıp, uzandığımızda iktidara, biliyoruz ki sandık da, seçim de aşılması gereken birer engel olarak çıkacaktır önümüze. Bizim için umut ne riyakar politikacıların iki dudağı arasında, ne bir gün apansız çıkıverecek kahramanlardadır. Umut yalnız ve yalnız namuslu ellerimizdedir. Politikanın, belirlenmiş ve haciz altına alınmış geleceğimizi kazanma eyleminin tek ve esas yolu seçim değildir. Bu gün söz söyleyebilmek için miting alanlarına, grev çadırlarına, barikatlara ihtiyaç var.

Bugün söz söyleyebilmek için yanyana gelmeye, kolkola girmeye ihtiyaç var. Biliyoruz ki umut bozgunu bugünlerde hayır diyebilmek, hem de bunu birlikte söyleyebilmek zor görünüyor.

Peki ama hangisi zor?

Çalınan onca kapının ardından eve yine iş bulamadan döndüğünüzde evdekilerin yüzlerine bakmak mı yoksa hayır, yeter artık demek mi?

Çocuğunuzu okula gönderirken cebine üç kuruş harçlık koyamamanın sıkıntısı yanında yarın ne olacağının, çocuğunuzun en ufak isteklerini karşılayamamak mı yoksa hayır, yeter artık demek mi?

Aç kalmamak için borç para aramak, borç aldıklarınızı görünce yolunuzu değiştirmek mi yoksa hayır yeter artık demek mi?

İnanmadığınız bir savaşta, denizaşırı ülkelerin çıkarlarını savunmak için sizin gibi insanlara kurşun sıkmak mı yoksa hayır yeter artık demek mi?

Peki ama hangisi zor?

 

Devrim ve sosyalizm için örgütlenelim, mücadele bayrağını yükseltelim!
Kurtuluş kendi ellerimizdedir
YAŞASIN SOSYALİZM
ÖZGÜRLÜK SOKAKTA

ÖNE ÇIKANLAR


SSCB NEYDİ VE NEDEN ÇÖKTÜ

NEYDİ VE NEDEN ÇÖKTÜ?

SSCB’NİN KARAKTERİ ÜZERİNE BİR ÇÖZÜMLEME

Süha ILGAZ

Ütopya Yayınevi

KİTAPÇILARDA

SUNUŞ


İSMET ÖZTÜRK (ÇÖRTÜK İSMET)

Kurtuluş hareketinde olduğu gibi, genel olarak Türkiye sosyalist hareketinde de, yaşamıyla, mücadelesiyle, görüşleriyle özel bir yer tutan, yazarımız, yoldaşımız İsmet Öztürk’ü 19 Kasım 2011 günü kaybetmiştik. Vasiyet ederek bedenini bilimin hizmetine sunduğu Pamukkale Üniversitesi’nde görevi sona erince, O’nu 20 Haziran 2015 günü Rumelikavağı’nda, yoldaşlarının, dostlarının katılımıyla, kızı Ekin’in yanına, doğaya uğurladık.

İSMET ÖZTÜRK

İSMET ÖZTÜRK YAŞAMI, MÜCADELESİ VE GÖRÜŞLERİ İLE YOL GÖSTERİYOR


SOVYETLER BİRLİĞİ DEĞERLENDİRMELERİ

SOVYETLER BİRLİĞİ’NİN KARAKTERİNE İLİŞKİN FARKLI DEĞERLENDİRMELER

Sovyetler Birliği eleştirileri ve değerlendirmeleri, işçi sınıfının yeni sosyalizm deneyimlerine yol gösterecek komünizmin geliştirilmesi açısından önem taşır.


GEÇMİŞİN DEĞERLENDİRİLMESİ

GEÇMİŞİN DEĞERLENDİRİLMESİ: KURTULUŞ’UN ‘YOL AYRIMI’

Çeşitli ‘yol ayrımları’ sonucu bölünmeler ve farklı yönlerde sapmalar yaşayan Kurtuluş hareketinin teori, pratik ve örgütlenmesinin, belirleyici dönüm noktalarıyla ele alınarak “proletarya partisi” hedefi açısından irdelendiği geçmiş değerlendirmesi, “İşçi Sınıfının Komünist Programı İçin Temel İlkeler” metniyle ileri sürülen perspektifin oluşumunda önemli rol sahibidir.


TEMEL İLKELER

İşçi Sınıfının Komünist Programı İçin TEMEL İLKELER

Komünist programın üretilmesi çalışmalarına yol göstermek amacıyla hazırlanan “Temel İlkeler”, işçi sınıfının komünizm mücadelesinde ulaştığı en ileri örgütsel düzeye karşılık gelen Komünist Enternasyonal’in üzerinde kurulduğu politik çizgiyi ifade etme iddiasıyla, bütün sosyalistleri, işçi sınıfının mücadelesine önderlik etmek üzere komünizmi benimsemeye çağırmaktadır.


İNTERNET SİTESİ ve
ELEKTRONİK POSTA
ADRESLERİ