Ana sayfa

Genel seçimlerden yerel seçimlere

KOMÜNİST TUTUM

Komünist partisini yaratmadan işçi sınıfını siyaset sahnesine; seçimlerde bağımsız sınıf tavrını, işçi sınıfının çıkarlarını ve bu doğrultuda müttefiklerini burjuvazinin seçeneklerinin dışına taşıyabilmek mümkün değildir.

K. ALİ

 

Hangi üretim biçimi ve hangi sosyal ekonomik sistem içinde gerçekleştiğinden bağımsız olarak seçimlerin anlamı, neyi ve kimi, ne için ve nasıl seçtiğimiz; seçtiğimizin neyi, ne kadar ve nasıl yapabileceği (yapabileceklerinin neler olduğu ve sınırları, yetki ve sorumlulukları) sorularının yanıtlarında karşılığını bulur. Bu soruları ne düzeyde tanımlıyorsak, seçimler bizim için onu ifade eder. Üstelik bu tanım düzeyi ne olursa olsun, yani aynı düzeyden soruları soruyor olduğumuz durumda da yanıtımızı nasıl oluşturduğumuz tartışmalıdır. Yani aynı sorulara benzer yanıtlar üretiyor olduğumuzu düşünsek de bu düşünce mutlaka doğru olacak değildir! Zaten bu nedenle, seçimler üzerine bir keşmekeştir gider durur...

Oysa ki biz ne düşünüyor olursak olalım, seçimler karşımıza iki düzeyde işleri çözmek için getirilmektedir. Birincisi merkezi düzeyde yönetim ve iktidar meselesine ilişkin olarak genel seçimler; ve adı üstünde yerel, kısmi ve bölgesel düzeyde ve bir şekilde merkezi iktidar tarafından belirlenmiş olan alanda iş yapmak üzere yerel yönetimlerin oluşturulması için yerel seçimler.

Seçimler gündeme geldiğinde, bir sürü vaat ve uzayıp giden yapılacak edilecekler listesi, rant dağıtımı ve rüşvet mekanizmaları devreye girer. Bu açıdan, kentin ve yerelin sorunlarının toplumsal çözümleri değil, şu ya da bu adayın seçilmesi üzerine insanlara ve kent sakinlerine bahşedeceklerini sıralamak gibi bir yüzsüzlük her yerde sırıtır! Sanki kendi babasının malını bahşediyormuş ve o mümtaz şahıslar olmasa, kimsecikler kentli vatandaşı aklına getirmeyecekmiş gibi! Bu açıdan sözler ve vaatler havada uçuşur durur. Ortada tam bir mantık tutarsızlığı durmaktadır ve bu mantık tutarsızlığını örtmek için de yapılacak olan sözel tutarlılık ve söz cambazlığı dışında geride bir şey kalmamıştır... İşte bu yüzden seçimler söz konusu olduğunda bir söz yarışıdır gider. Ve herkes kendi lafının ne kadar sağlam ve ne kadar tutarlı olduğuna dair yemin billah eder.

SEÇİMLERİN MANTIĞI

Seçimler, yönetim işlerini ve iktidarı kimin devralacağını belirler. Ama hiçbir zaman ve hiçbir seçimin gündeminde yönetim işlerinin ve iktidarının mantığının sorgulanmasına dair bir başlık olmamıştır. Belirlenmiş ilkeler çerçevesinde yönetimin gereklerinin kimler tarafından ve nasıl gerçekleştirileceği, her seçimde yeniden saptanır. Bu arada biz de gerçekten seçtiğimiz ve seçildiğimiz ölçüde yönetimi bizim ve oylarımızın belirlediğini sanır, düzeltilecek olan şeylerin elimizin altında olduğunu, yanlışların sorumluluğunun da yanlış oy kullanan, siyasal tercihlerini yanlış yapan seçmenin suçu olduğunu düşünürüz. Tarihsel olarak seçimlerin ve kitlelerin siyasal tercihlerinin bir çok rejim değişikliğinin zeminini verdiği ve siyasal iktidarı değiştirdiği besbellidir. Üstelik bu siyasal iktidar için sınıf kardeşi olması gereken burjuvazinin bin bir parçaya bölünüp düşman kardeşlere dönüşebildiklerini de biliyoruz. Seçimlerin açık terörist diktatörlüklere zemin hazırladığı ve bu rejimler arasında kavşak oluşturduğu tarihsel deneylerden de bilinir. Tabii bu açıdan seçim gibi bir demokratik oyuncakla oyalanmayacak kadar keskinleşen milletler tarih sahnesine çıkıp, demokrasiyi geride bırakmayı tercih etmişlerdir. Bu durumda toplumsal histeri bir kez tecelli ettiğinde, zaten gözle görülür büyük çoğunluk, führer’ini seçme özgürlüğünü kullanmış demektir. Bu açıdan demokrasinin nimetlerine de külfetlerine de katlanmamız istenir.

Azınlık iktidarı olan burjuvazinin bütün yönetim biçimleri, bu zaaflarını örtmek zorundadır. Çünkü, kendi iktidarlarının mantığı içinde bile giderek daralan iktidar bileşimlerinin, kendilerine iktidarı güvenli kılamayacak kadar dar olan toplumsal tabanları nedeniyle, sömürü ve baskı iktidarının kabul edilebilir bir mantığı bulunamaz. Ama hiç de öyle ilk bakışta görülmeyen bu iki kötü olgu, geniş kitleler için çıplak gözle görülebilir olumsuzluklar olarak belirmezler. Görülemezler çünkü, emekçi kesimler için, geleneksel ideolojilerin bütün formları, din, askeri eğitim, aile, okul, partiler, tarikatlar ve diğerleri, üretim ilişkilerinin çekirdek kavramı olan artıkdeğeri gizlemek ve toplumsal ilişkiler alanında, değerin kaynağını perdelemek için iş görürler. Aslında bunu, çıkıp da birileri planlamış değildir! Çünkü bunu, bütün bir tarihi belirleyecek çapta planlayacak netlikte bir görüş ve fikir, hemen hemen kimsenin şahsında cisimleşmemiştir! Klasik iktisatçılar dediğimiz, Adam Smith ve Ricardo geleneği içindekiler, bütün çabalarına, artıkdeğeri ve sömürüyü kavram olarak da telaffuz etmiş olmalarına rağmen, bunların kaynağını göremezler. Bu nedenle de üretim ilişkilerini belirleyenin ne olduğunu ve bütün toplumsal ilişkilerin neyin etrafında döndüğünü bir türlü çözememişler, hep yanlış yerlere gözlerini dikmişlerdir. Ta ki Marx ve Engels ortaya çıkıp, gözlerinin önünde gittikçe büyüyen işçi sınıfı gerçeğini toplumsal ilişkilerin merkezinde yer alan sermaye kavramı ile tanımlayana kadar!

Marksizm, genişleyen yoksulluk ve işçi sınıfının yanında, bu olgunun olumsuzluğunu, yoksunluk ve düşkünlük olarak saptar. Bu durum, yeni bir toplum kurmak, geleceği kazanmak yolundaki insanlığın en büyük kaybıdır. Çünkü, kendi tarihi ve kültürel birikimine yabancı ve onu tanımayan bir insan toplumu, geleceği kurmak, toplumcu düşünüşe ulaşmak için bütün birikiminin talan edilmesine de anlam vermeden sessizce taraf olabilir. Bu ister bir kitabın yakılması, ister cezaevi katliamı, isterse doğanın tahribi olsun, aynı mantık, aynı sınıf mantığının ürünüdür. Tohuma durmuş ve toprağa düşecek buğday başakları, bir örnek biçilip, toprakla kavuşamayınca, tesadüfen ve şans eseri kalan bir kaç tohum, toprakta baskın yaban otlarının içinde ne ifade edebilir?

Genişleyen ve sayıca artan, bütün değerleri yaratan, zenginliğin esas yaratıcısı olan işçi sınıfı ve emekçi kesimler için seçimler, büyük bir imkan yaratmakla beraber, bu imkan başkalarının yönlendiriciliğinde ve denetiminde kaldığı sürece, bir şeylere de engel olmaya başlar. Sınıfsal düşünüş ve pratik davranışına ulaşmamış geniş kitleler, kendileri üzerinde etkili olan başka ideolojik formlarla yeniden ve yeniden başka temellerde bölünürler ve bu geniş ve sayıca çoğunluk olma ortak paydaları ortadan kaybolur; siyasetin temeli başka çelişkilere kayar.

SEÇİMLERİN TARİHİ

Seçimler, antik Yunan’dan bu yana uygulanmaktadır. Ama antik Yunan’da sadece vatandaşlar için, yani köle ve kadınları dışlayarak, üstelik vatandaşlar arasında da mülk durumuna göre ağırlıkları değişen nitelikteki oylarla yapılmıştır. Aslında bugüne kadar bu uygulama, biçim olarak değişmiş öz olarak değişmemiştir.

Bugünkü anlamda, yani özel mülk rejimi olarak kapitalizm altında seçimler, 1600’lü yıllardan bu yana uygulanmaktadır. Burjuvazinin önde gelen temsilcilerinin, feodal bey ve kralların kendilerini ezmesini engellemek amacıyla, vergilerin mantığına muhalefet etmeleriyle başlayan seçimlerin evrimi, burjuva devrimlerinin içinde, genel oy (ki o zaman için kadınlar yine dışındadır) halini almıştır. Kendi çıkarlarının sözcüsü olarak gördüğü burjuvazinin arkasında mücadeleye atılan geniş emekçi kesimler (işçiler ve köylüler) onun ideolojik etkisi altında kaldığı süre içinde, feodal beylere ve mutlakıyete karşı mücadelesinde, burjuvazinin kitle desteğini oluşturmuştur. Kuşkusuz burjuvazi kendi sınıf çıkarlarını, bu geniş kitlelere, bütün toplumun çıkarları olarak kabul ettirebilmiştir.

Bu açıdan genel seçimler, bir sınıf olarak örgütlenmiş işçi sınıfı ve onun öncülüğünde geniş emekçi kesimler için çok şey ifade eder ve burjuvazi tarafından çizilen genel çerçeveye sığması gittikçe zorlaşır. Azınlık (burjuvazinin de giderek daralan) kesimlerin iktidarı, onun karşısında örgütlü olarak yer alabilen sınıf partisi için aşılabilecek bir engeldir. Ama yine de önemli bir engeldir. Çünkü, üretim ilişkileri, kendi ideolojisini ve esas olarak da burjuva ideolojisini üretip durur. Bilindiği üzere, her dönemin egemen ideolojisi, egemen üretim tarzı ve bu tarz içinde mülkiyetin sahiplerinin belirlediği çerçevede oluşturulur.

Bu nasıl yapılır? Kuşkusuz gerçekliği sürekli sarıp gizleyecek ilişkiler ön plana çıkarılarak. Sınıfsal düşünüşün önüne geçebilecek ne kadar faktör varsa devreye sokularak... İşçi sınıfı, kendi örgütlülüğü ile kendi sınıf çıkarlarının takipçisi olduğu durumda, genel oy, sınıfın örgütü ve partisinin, toplumsal kesimlerden ne kadar destek aldığı ve çoğunluğun desteğini alıp almadığını yarayan bir niteliğe bürünür. Bir de tabii, sistem, işçi sınıfı ve emekçilerin temsilcilerine tahammül etmek, meclisteki muhalefete ve sistemi teşhire katlanmak zorunda kalacaktır. Ama bundan başka ne kazandırır diye sorduğumuzda seçimler, sistemin mantığını değiştirmenin ve yeni bir toplumsal sisteme geçmenin yolu olarak öne çıkmazlar.

Seçimler, genel ve eşit oy ilkesi ile sistemin yeniden yapılandırılması ve meşruiyetinin kabul ettirilip onay alınması açısından, sistem içinde önemli iş gören mekanizmaların başında gelir. Azınlık iktidarının gizlenmesi ve çoğunluğun iradesine dayanan bir sistem görüntüsü, her şeyden önce azınlık olan burjuvazinin çıkarınadır. Ama, hiç bir zaman burjuvazi özel mülk sahibi (üretim araçları açısından) olma durumlarını –ki bu bir toplumsal ilişki biçimidir– yani azınlık konumunu, fikren ve iş onaya kaldığı sürece pratik olarak kabule yanaşmaz. Çünkü, geniş kitleler açısından da burjuva düşünce, genel ve egemen olandır ve bu kitleler burjuva ve mülk sahibi olmasalar da bunun hayalini kuran ve bunu hedefleyen bir niteliğe bürünmüşlerdir. Bu açıdan, her bir bireyin ve aydının kişisel çabası ne kadar önemli olursa olsun esas olan ve belirleyen, nesnel süreçlerin kendisinden başka bir şey değildir. Ne yazık ki bu böyledir!

Devlet teorisi içinde seçimleri sistemin bir parçası olarak algılamak, böyle değerlendirmek, sınıflar ve siyaset teorisi düzeyinde kırılmaya uğrar ve seçimler sistem açısından da önemsenen, giderek çantada keklik olmanın dışında, tehdit olabilecek ve kullananın elinde patlama olasılığı olan çakar almazlara dönüşebilir.

Bağımsız ideolojik ve politik çizgisi ile siyaset ve tarih sahnesine çıkabildiği ölçüde işçi sınıfı ve emekçi kesimler için seçimler, başka türden anlamlar kazanan ve bu haliyle sistemin kendi çelişkisi düzeyine yükseltilebilecek bir nitelik göstermeye başlar.

Seçimler konusu, biz her ne kadar bir marksist yazından söz etsek de, bu disiplinin en tartışmalı konularının başında gelmektedir. Ama en azından bizim algılayışımızın seçimler üzerine ne türden genellemelere izin verdiğini anlatmaya çalışalım. Kuşkusuz bizim dışımızda da böyle bir veri tabanını beyan etmiş siyasi çizgiler var. Ama bizim seçimler üzerine yaptığımız genellemenin, esas olarak Lenin’in devlet ve siyaset teorisi açısından marksizmi yeniden üretime tabi tutmasına yaslandığını ve bunun bir sonucu olduğunu belirtmeliyiz. Bu açıdan, bugünün Avrupa Komünizmi ve Yeni Sol’un değişik yorumlarının, leninizmden ve ortodoks marksizmden farklılaşan, kaynağını ise, hep dönüp dolaşıp Engels’in Fransa’da Sınıf Savaşımları’na yazdığı Önsöz’de bulmaya çalışan anlayışların, bu genellemenin dışında olduğu, seçimlere yönelik ciddi farklılıklar oluşturduğunu belirtmeliyiz. Engels bu Önsöz’de, eski sokak savaşı döneminin bittiğini, azınlık olan burjuvazi açısından, çoğunluk olan işçi sınıfı ve emekçilerin elindeki genel ve eşit oyun, artık en tehlikeli silah olarak görüldüğünü belirtir. Bunun hangi koşullarda ve neyi hedefleyerek söylendiği atlanarak, tarihten ve teoriden bağı kopartılarak, varsayım düzeyine yükseltilen bu mecazın ne gibi açmazları olduğunu sonradan açmak yararlı olabilir!

Toplumun en duyarlı ve öğrenmeye en açık olduğu, siyasete doğrudan katıldığı seçim dönemleri ve atmosferlerinde (ki genelleyebilsek de yerel seçimler için tek bir atmosfer, iklim yoktur, yerel seçimlerin kısmi farklılıkları olması doğaldır) geniş kitleler, farklı siyasi çizgilerin program ve ideoloji tartışmalarına da göz ve kulaklarını açmış olurlar. Kuşkusuz, bu saptamanın hem leninizm hem de Avrupa Komünizmi ve Yeni Sol açısından kabul edilebilir, ortak bir saptama olduğu su götürmez. Bu farklı sosyalizm anlayışları da bağımsız (kuşkusuz, meşhur laftan olmak üzere bunların bağımsızlığı, son tahlilde, işçi sınıfından bağımsızlık şeklini alır!) siyasi ve politik çizgileri ile seçimlere katılırlar. Bu anılan çizgilerin örneklerinde olduğu gibi, bütün diğer sol ve sağ siyasi çizgilerle birlikte komünistler de aynı seçimlerle ilgilidirler. Şu farkla ki: Komünistler, 1- kendi programlarının ve ideolojilerinin propaganda ve ajitasyonunu bütün topluma ve esas olarak da hedefledikleri toplumsal kesimlere yöneltirler. Sistemi teşhir edip sorunların kökeninin yapısal olduğunu propaganda ederler ve kendi bütünlüklü çözümlerinin devrimden geçtiğini belirtirler; 2- bunu yaptıkları ölçüde, işçi sınıfının bağımsız politik çizgisinin, programının ve örgütsel ifadesinin ne kadar; hangi toplumsal kesimlerden ne oranlarda destek gördüğünün ölçülmesinde seçimlere, çok meşhur olan ifade ile söylersek, barometre işlevi yüklerler; 3- seçimlere yüklenen birinci işlevin pratik sonuçlarından olmak üzere, sistem içinde yer işgal eden, muhalefet konumu ile hem genel hem de yerel düzeyde yönetim işlerine bulaşan bir siyasete de adım atmış olurlar. Bu açıdan bir sonuç olan, yine kendi varlık nedenine dönerek, sistemin teşhir edilmesi ve bağımsız ideolojik çizginin propagandası yönünde kullanılır. Bu durum, tarihsel koordinatlarından kopartıldığında bir seri başka türden gelişmelerin ve bu gelişmelerin sonucunda oluşacak tartışmanın birbiri peşi sıra sökün etmesini getirecektir. Örneğin, belediye sosyalizmi ile ifadelendirilen sosyalizm anlayışları bu zeminde gelişmiştir. Ya da örneğin daha dünün parlak örneği Porto Allegre’nin bugün tam olarak yozlaşma eğilimine girmiş olması gibi.

Bu nedenle, işçi sınıfı için temel alınması gereken mücadelenin, yerel ve kısmi kazanımlar üzerinden iktidar olunamayacağının bilgisi ile belirlenmesi esastır. Bu ise, kapitalizmin ortadan kaldırılması mücadelesinin, ancak sosyalist devrim ile mümkün olduğunu unutmamayı gerektirir. Kapitalizm çerçevesindeki bütün iyileştirmeler, kapitalist düzenin koşullarına ilişkin bütün düzeltmeler, bir bütün olarak kapitalizmin yıkılması mücadelesine tabi olmalı, sosyalist devrim mücadelesini geliştirmelidir. Ancak sosyalist devrim mücadelesinin yan ürünleri olarak ele alındıkları takdirde, işçi sınıfının kapitalizm çerçevesindeki mücadele koşullarını kolaylaştıran, manevra olanaklarını artıran kazanımlar, sosyalizm mücadelesini yükseltmeye hizmet edebilir.

Demokratik sorunların varlığı, bunların toplumun gündeminde baş sırada olması, demokratik görevler de, bunu değiştirmez, aksine daha da zorunlu kılar. Komünizm açısından sorun, bütün sorunlardan kalkarak, hepsinin sonuna kadar, tutarlı ve bütünlüklü çözümü için sosyalist devrimin gerekliliğini ortaya koymak, bağımsız komünist alternatifi öne çıkartmaktır. Demokratik sorunların, üstelik çoğunlukla, önde olmaları, çok olağanüstü, istisnai koşullar dışında, başka demokratik hareketlerin desteklenmesini ya da ittifakları gerektirmez; seçimlerin özgünlüğü, komünizmin bağımsız siyasi alternatif olarak ileri sürülmesini gerektirir.

Bu arada, güçsüz olunduğu ve daha toplumun önüne siyasi somut bir seçenek koyulmadığı durumlarda ortaya çıkabilecek olan boykot tavrına yönelik olarak da şunları belirtmeliyiz. Boykot, sol siyasetlerin bir çoğunun uzun dönem savuna geldiği bir tavır olabilmiş, çeşitli siyasi çizgiler tarafından, nesnel olarak siyasi tavırsızlık anlamına geleceği görülmeden, seçimlere yönelik bir politika olarak önerilebilmiştir. Oysa ki boykot, sınıflar mücadelesinde neredeyse pat durumuna gelmiş olmayı ve bu durumda, işçi sınıfı partisinin ve komünistlerin, daha çok kriz anlarında sisteme yeniden bağlanmak istenen kitlelere yönelik olarak, sistemden kopuş çağrısı niteliğini taşır ve ancak bu koşullarda gündeme gelebilir. Kısacası, ayrıcalıklı bir istisnadır ve daha çok devrim öngünlerinde gündeme gelebilecek bir politika niteliği ile ön plana çıkar.

Bütün bunların toplamında biz seçimleri, demokrasi sorununa bağlı olarak tanımlıyoruz. Demokratik hak ve özgürlüklerin bir sınıf mücadelesi ekseninde geliştiğinin bilinci ile siyasi mevzi kazanmanın, ekonomik düzeyden kalkarak başlayan sınıf mücadelesinin bilinçli ifadelerine kavuşturulmasının platformlarını yaratmanın ve tekrar bu platformlardan kalkarak, mevzileri tahkim edip yeni mevziler ele geçirmenin araçlarıdır seçimler.

Komünizmin seçimlere ilişkin taktikleri saptanırken bunlar göz önünde tutulmalıdır. Her şeyden önce, seçim kazanarak, bir hükümet değişikliği ile düzenin değişmesi mümkün değildir. Ama bu, seçimlere katılmamayı, onlara ilgisiz kalmayı getirmemelidir. Bu alanda elde edilecek mevziler, kazanımlar, işçi hareketine manevra olanakları sağlamak için, devrimci mücadeleyi yükseltmek için kullanılmalıdır. Fakat daha önemlisi, politizasyonun son derece yükseldiği seçimler döneminden yığınların bilinçlenmesi ve örgütlenmesi için yararlanılmasıdır.

Bütün bu anlatılanlar, hala açıklanmaya ve ayrıntılandırılmaya muhtaçsa eğer, çok net olarak şu söylenmelidir. Seçimler, öncesinde demokrasi mücadelesi ve eğitiminin imkanlarını sunan, bu mücadelenin örgütlülüklerine sistem içinde mevziler kazandıran, sonrasında ise (devrimci durum ya da doğrudan devrim açısından) kitlesel ayaklanmaya kalkışılacak zamanın ölçülmesine yarayan, bunun hazırlığını, hazırlık derecesini ölçen, siyasi mekanizmalardır. Seçimlerle iştigal edenler bu nedenle, farklı yerlerde kış uykusuna yatan ve bir gün uykudan kalkıp aynı yere yürüyecek insanlar değillerdir. Bu genel tanıma, genel ve yerel seçimler noktasından kalkarak ulaşsak da bunun ötesinde her türden seçim, sendika, dernek, parti vb seçimler, bu kapsamın içine girer. Ama genel ve yerel seçimler açısından burada anlatılan, hiç çekinmeden söylemek gerekirse, en azından devrimle ilişkili bir şeydir. Ama o ulvi devrimimizde mevzi olacak akıncılar, öncüler, sistemle iç içe ve haşır neşir olarak, bozulmaya ve yozlaşmaya, bu nedenle de sistemleşmeye en yakın olanlar olarak belirivermez mi? Eski solcular neyse de, giderek dönekler, yeni patronlar o kadar çoktur ki bunların kişisel zaaflarla açıklanmaya çalışılması, en azından gayri bilimsel olacaktır. Buna ait bir nesnellik ve nedensellik de vardır kuşkusuz ama biz bunu değil de şu ya da bu mevziiye (mevki mi desek?) yer etmiş öncü (akıncı) birlik ve kişilerin neden davaya ihanet ettiklerini ve kişilik bozukluklarını bir kez kafaya takarsak, gerçeği bulanıklaştırmaya başlarız. Sınıf iktidarlarının daha demokratik olanları, keyfinden değil, emekçi sınıflar ağırlıklarını koydukları için demokratiktirler ve bunun sömürücülere her zaman için ekonomik bir faturası olacaktır. Bu ağırlığın hissedildiği koşullarda bile yozlaşmanın ve rantçılığın engellenmesinin güvencesi, seçilenler değil, onları geriye çağırma iradesini ve araçlarını yaratanlar olacaktır. Nedenleri başka yerlerde ararsak bulmayı başaramayız. Bu bahiste belki, daha dünün Porto Allegre’sini ve Brezilya’nın Lulu’sunu göklere çıkartırken, bunların da tıpkı bizim Tayyip gibi IMF ve ABD ile el ele kol kola, diz dize konumlarını görmezden geliriz. Görmezden gelmek zorunda kalınır, çünkü daha dün, Türkiye’deki benzerleri tarafından, anti-leninizmin kalesi, ortodoks marksizmin gününün geçtiğinin kanıtı olarak gösterilen bu örnekler, bir yılını doldurmadan çökmüş, bütün kaleler içten fethedilmiş, aziz Lulu’nun ruhuna fatiha okunmuş ve elde satılık bir adam kalmış bulunmaktadır! Üstelik örnek aramak için Brezilya’ya gitmeye gerek de yok. Ülkemizde de yeterince Brezilya örnekleri bulunmaktadır.

Kuşkusuz, seçimler, komünistlerin yükledikleri anlamda yukarıda anlattığımız gibi tanımlanmakta ve bu doğrultuda kullanılmaya çalışılmaktadır. Oysa ne seçimlerin tarih sahnesine çıkması ne de burjuvazinin seçimlerden muradı, hiç de öyle komünistlerin seçimlere yükledikleri türden şeyler değildir. Seçimlere ağırlığın koyulamadığı, örgütsüz olunduğu ve esas olarak da işçi sınıfının komünist partisinin bulunmadığı koşullarda da seçimler, yüz çevrilecek, ilgisiz kalınacak dönemler olarak. algılanamaz.

YEREL SEÇİMLER

Seçimler üzerine sürüp giden keşmekeşin ilki, yerel seçimler dolayısıyla gündeme gelmektedir. Burada sorun, yerel seçimlerin kendine ait bir düzeyi ve genel seçimlerden farklı olduğu vurgusundan kaynaklanır. Bunun neden ve niçin söylendiği ve nasıl temellendirildiği muğlaktır. Ama bu muğlaklık üzerinden, genel seçimlerde alınan tutumlar yerele doğru yöneldikçe belirsizleşmektedir. Örneğin düzen partilerini teşhir açısından net ve merkezi düzeyde belirlenebilen politikalar genel seçimlerde öne çıkarken, bu net olabilen politikalar yerel seçimlerde, her yerelin özgünlüğü olduğu söyleminden hareketle, sistemle iç içe geçmeye doğru ilerlemektedir. Türkiye’de sınıfsal ve ideolojik konumlar ve taraflaşma üzerinden siyaset yapılmıyor ve bunun tersini sağlayacak bir işçi sınıfı partisi siyaset sahnesine ağırlığını koymadıkça durum değişmeyecek. Gerçi burjuvazinin olduğu hiç bir yerde sınıfsal söylemin apaçıklığı tercih edilmemektedir ama birçok başka yerde siyaset işçi sınıfının yanlış da olsa daha bir ağırlığını taşımak zorunda kalıyor.

Yerel seçimler söz konusu olunca, kaynakların kendine yönelik kullanılma olasılığını olanağa çevirmek ve yerel yönetim olanaklarını kendine tahvil etme isteği baskın gelmekte ve böylece yerelin özgüllüğü daha bir keşfedildikçe, genel seçimler bazında kısmen sınıfsal söylem temeline evrilebilen tercihler, kırılmaya uğramaktadır. Yerelin genel yönetime göre özgüllüğü kabulü, yerel iktidar olanaklarının kullanılarak, genel politikaya kanallar ve imkanlar yaratacağı savıyla temellendirilmektedir. Sanki yerel yönetimler genelin elinin ulaşmadığı bir türden derebeyliklermiş gibi! Oysa ki yerel seçimler, genel olarak yapılmakta ve merkezi idarenin aparatı olarak oluşturulmuş yerel yönetimler, demokrasi oyunu çerçevesini aşma potansiyelini taşımamaktadır. Yerel yönetimlerde, demokrasi pratiği ve deneyimi bulunduğu ve bunun üzerinden yerel yönetimlerde yer almak gerektiği söylemi kısmen bir gerçekliğe işaret etse de, bu kısmiliğin üstünden atlanarak genel iktidarın alınabileceği veya buralardan bir yerden ilerleyip, yerel iktidarların üstüne basıp genel iktidara dönüştürülebileceğine yönelik bir yanılsama mayalanıp durmaktadır. Bu mayanın, sistemden kopuşun gerçekleştirilmediği ve sınıfsal zeminin küçük-burjuva belirtileri fazlaca taşıdığı durumlarda daha bir ekşidiğini tarihsel deneyden biliyoruz.

Bunun da gerisinde bir savunu ile, kaynakların halkçı ve kamucu bir mantıkla kullanılması iddiası ile yerel yönetimlere talip olmak, sistemle kategorik bir ayrımı değil, ahlaki ve bu açıdan güvenilemez olanı veri almaktadır. Ama bu durumda da siyasal taraflaşmayı, Osmanlı ulufe mantığından ve bizim insaf ve vicdanımızın menzilinden çıkarmış olmadığımız için hala kategorik bir farklılık yaratmış olmayız. Bu iddianın içinde, icraatı daha iyi ve adil yapmanın ötesinde bir siyasi taraflaşma bulunmamaktadır ve bu durum tam da bizim “siyaset sınıfsal temelde olmalıdır” dediğimiz konuya çıkar.

Bu açıdan yaklaşıldığında bölüşüm ilişkilerinin doğrudan üretim ilişkilerinin belirleyiciliğinde geliştiği özellikle belirtilmelidir. Kendine has bir düzeyi bulunmakla birlikte bölüşüm ilişkileri, sınıflar mücadelesinin doğrudan etkisi altındadır. Değeri üretenler, üretim araçlarının mülkiyetinden dışlanmış olmanın sonucu olarak mülk sahipleri ile sermaye (ücretli kölelik) ilişkisine girerler. İşçi sınıfının örgütlü olarak sürece müdahil olmadığı koşullarda, yerel yönetimlerde söz sahibi olan siyasi bir güruhun kaynakları elde tutup tasarruf etmesi durumuna, kaynakların çarçur edilmesine, kamucu mantığın ayağa düşürülmesine dur demek mümkün değildir. Ama bu kamusal israf ve kamunun olması gereken kaynakların sermayeye peşkeş çekilmesi durumu bile, esas olarak temel sınıflar arasındaki bölüşüm ilişkileri alanında tanımlanamaz. Çünkü, yerel yönetimlerin denetledikleri kaynaklar, esas olarak üretim alanında karşılıklı yer alan sınıfların bölüşümüne dair olan türden olmadığı gibi, bu türden kaynakların olsa olsa rant meselesinin çerçevesinde algılanabileceği ortadadır. Çünkü bölüşüm ilişkileri, bir ülke içinde bir dönem içinde emekçi sınıflar tarafından üretilen toplam değerin sınıflar arasında nasıl bölüşüldüğü tarafından belirlenir ve tanımın kendisi de bundan başka bir şey değildir. Bu durumda asgari ücret (işçi sınıfının ana gövdesi), tarım ürünlerinin fiyatları ve bütçede köylülüğe ayrılan sübvansiyonlar (farklılaşmakla birlikte bütün olarak köylülük), banka ve yatırım faizleri, fiyatlar (mali sermaye ve sanayi sermayesi ve bütün olarak kapitalistler), borçların yapılandırılması, enflasyon (bütün bunların dışında uzun dönemde ücretin gizli vergilendirilmesi) gibi kavramlar, aynı zamanda birincil bölüşüm ilişkilerinin çerçevesinin çizilmesinde kullanılan araçlara tekabül ederler.

Bütün bu sayılanlar üzerinde karar veren mekanizma, genel seçimler çerçevesinde bir onay sürecinden geçer. Bu açıdan da kaynakların ne ölçüde ve hangi sınıfsal istikametlerde kullanılacağı, doğrudan sınıf mücadelesi ve sınıfların örgütlülük ve güç derecesi tarafından belirlenir. Bu düzeyde söz konusu olan da karşılıklı sınıfsal konumlanışlardan, sınıfsal güç dengelerinden başka bir şey değildir. Son yirmi beş yıldır her şeyin emekçi sınıflar aleyhine gelişmesinin de, sınıfsal dengelerin emekçi sınıflar aleyhine bozulmasının da başka bir açıklaması yoktur. Bu nedenle, seçimlerde yanlış tercihler yapmamız neticesinde birilerinin iktidarı gasp ettiği ve kaynakları kamucu bir anlayışın ötesinde talan eden zihniyete açtığı yönünde bir sonuç çıkarmamız ve bu sonuç üzerinden karşı konumlanışlar düşlememiz doğru değildir ve bu düşünüş üzerinden siyasi konumlanışlar, egemen sınıflar karşısında güçsüz ve örgütsüz konumumuzu pekiştirir. Çünkü seçimleri kaybetmek bir sonuçtur ve bu sonuç örgütlülük ve güç dengesinin bozulduğunu, emekçi sınıfların aleyhine geliştiğini, bu durumda kim ne derse desin, asıl meselenin bölüşüm ilişkilerine ait ve sınıfsal olduğunu belirtir. Bu nedenle her ne kadar seçimler çerçevesinden algılanıp görülebilse de, sömürünün sınırlandırılması ve emekçi kesimlerin durumlarının görece düzeltilmesi meselesi, seçimler çerçevesini oldukça aşan bir perspektifi gerektirmektedir. Bu durumda demokrasi mücadelesi açısından, örgütlülük üzerinden gelişen sınıfsal güç ilişkileri açısından seçimler, birincil değil ikincil dereceden bir başlık oluşturur.

Ortalıkta AB, TÜSİAD, TOBB, DİSK, Türk-İş vd türden laflar da dolaşsa, hatta bu laflar el ele kol kola ve bazen yumruk yumruğa da gözükseler, son tahlilde her şey sınıf mücadelesine dairdir. Bu durumda kısmi, bölgesel ve yerel olarak önümüze çıkabilecek olan imkanların bile, esas olarak sınıfsal örgütlülük ve demokratik birikim açısından varolan zaaflar ve örgütsüzlük durumu nedeniyle kullanılmaz ve kişisel düzeyde tasarruf sınırlarında (kaçınılmaz yolsuzluk örnekleri, dejenerasyon vb.) tanımlanmak durumunda kalacağı aşikardır. Seçimler, emekçi sınıfların sömürünün sınırlandırılmasına yönelik olarak bölüşüm ilişkileri mücadelesinde ciddi mevziler kazanabilecekleri imkanları barındırmakla birlikte, esas olarak bizim ikincil bölüşüm ilişkileri dediğimiz burjuvazinin farklı kesimleri arasındaki kaynak transferi ve rekabetinin savaş alanı olarak gerçekleşmektedir.

Birincil bölüşüm ilişkileri, esas olarak temel sınıflar arasındaki güç ve dengeler tarafından belirlenir. Genel seçimler, bu güç ve denge ilişkilerini yansıttığı ve yeniden düzenlediği ölçüde, sömürünün sınırlandırılması ve demokrasi mücadelesinde önemsenmesi gereken olanaklar sunarlar. Ama genel seçimlerin bölüşüm ilişkileri açısından önemi, işgücü sömürüsü sonucunda el koyulan artıkdeğerin, hangi burjuva kesimler tarafından ne oranlarda paylaşılacağına yönelik olarak bir siyasi mücadele şeklinde gelişmesinden kaynaklanır. Siyasi iktidar, hükümet kim ve hangi burjuva kesimler tarafından kazanılırsa, ikincil bölüşüm ilişkisinde kaynakları kendisine yöneltir. Burada kaynak, doğrudan el koyulan artıkdeğerden başka bir şey değildir. Yerel yönetimlere yönelik seçimler de bu türden olanaklar yaratmakla birlikte, burjuvazinin kesimleri arasındaki ikincil bölüşüm ilişkileri çerçevesinde tanımlanmalıdır. Kamusal alandaki hizmetleri, çok uluslu firmaların kar alanları şekline sokacak düzenlenmeler çerçevesinde yeniden tanımlanan yerel yönetim ve yerel iktidarlar, bu açıdan, kaynakların aktarılmasından öte, giderek bütün kamu hizmetleri tanımına dahil olan alanları, burjuvazinin doğrudan hizmetine ve av alanlarına dönüştürme işinde aracılık rolüne soyundurulmaktadır. Önümüzdeki dönem yerel yönetimler, benzetme yapmak gerekirse, ‘yerel özelleştirme idaresi başkanlıkları’ işlevleri ile tanımlanabilir. Bunun için şimdilik imam hatip liseleri tartışmasının dinmesi ve seçimler sonrasına bırakılmış olan kamu yönetimi ile yerel yönetimlere dair yasaların tekrar gündeme gelmesini beklemek gerekecektir.

Bölüşüm ilişkilerindeki sınıfsal gerilim, ezilen sınıflara dağıtılacak rantın sağlayacağı rahatlamayla ölçülemeyecek kadar şiddetlidir ve esas olarak rant mekanizmalarıyla giderilemez. Rantın kuşkusuz sınıfsal bir mantığı da vardır ama bu daha çok siyasal ve ideolojik manevra alanına aittir. Rant mekanizmasının mantığı, yalnız başına karşısında kendisini oldukça güçsüz hissedeceği işçi sınıfına karşı burjuvazinin, en geniş anlamda olmak üzere olası müttefiklerini ve sınıfsal bağlaşıklarını, dar anlamda da teknik operasyonlarda kullanılmak üzere paramiliter unsurları nemalandırmasına dayanır. Bu durumda rantın muhatabı olmak için en azından orta sınıflardan (küçük-burjuvazinin bir kesimi, orta ve zengin köylülük, orta burjuvazi ve üstü; oligarşinin kırıntılarına muhtaç olmak statüleri!) sayılmak gerekir.

İşçi sınıfının politikalarını ve sınıf çıkarlarını güdecek olan bir komünist partisi de bu nedenle, kuşkusuz genel seçimlere olduğu gibi yerel seçimlere de ilgiyle yaklaşacak ve rantın önünü kesecektir. Eğer bir kaynak söz konusu ise (ki olacaktır!) bunu işçi sınıfının ve emekçilerin lehine kamucu bir perspektifle değerlendireceği, bunun ise işçi sınıfının demokrasi mücadelesinin imkanlarını artıracağı kesindir. Sınıf iktidarları, her koşulda, heybelerinde dağıtacakları bir rant miktarı bulundururlar. Bizim siyasetle, her türden seçimlerle ilişkilenmemiz ise asla ve asla bu heybenin üstündeki işlemelerin cazibesi dolayısıyla olamaz. Nedeni de, düzgünlük ve dürüstlük, ahlak ve namus kavramlarından önce, en azından heybedeki rantı değil, bütün bir dünyayı istediğimizdendir!

İkinci karışıklık noktası ise yerel yönetimler ile demokrasinin eşitlenmesi ve aralarında birebir bir ilişkinin kurulması nedeniyle ortaya çıkmaktadır. Aslında bu anlayışın birkaç eğilimin birleştiği bir kavşak noktasında oluştuğunu belirtmeliyiz. Bu eğilimlerden ilki, ileri sürdüğü savlar ne olursa olsun, yukarıda anlattığımız sistemin, her türden (mutlaka akçeli olmak zorunda olmayan) rant mekanizmasına dahil olmak noktasından hareket etmektedir. İkincisi, yerel yönetimlerden giderek genel olarak iktidar olunabileceğini ileri süren küçük-burjuva sosyalizm anlayışlarından kaynaklanır. Buradan giderek, –bir üçüncü diye numaralandırmanın doğruluğu su götüren– daha bir marksizm bilimi ile inceltilmiş olması dolayısıyla, deşifre edilmesi ikincisine göre uzmanlık gerektiren bir başka anlayışı anmak gerekir. Yerel yönetimler ve yerel iktidarlar üzerinde sosyalist merkezi iktidarın yükseleceğinden, yerel iktidarların sosyalizmin meşru zeminlerini oluşturmasından hareketle, sosyalizmi yerel iktidarların basit bir toplamı olarak propaganda eden, ilkesel değil, pragmatist bir politik tarzı oluşturmaktadır.

Bütün yerel yönetimler ve komün anlayışları, işçi sınıfının merkezi iktidarı tarafından tamamlanmadığı sürece, düzen içi bir konuma evrilmek durumunda kalmıştır. Bu merkezi iktidarın ise yereller üzerine yükseleceği ve yerellere dayanacağı da sosyalizm tanımına içkindir. Ama bu yereli coğrafi bir bütün olarak veri almak, burjuva siyasetinin sınırlarına hapis olmayı beraberinde getirir. Temsil ilişkisini ve bunun üzerinde inşa edilecek yönetimi, üretim birimleri, fabrikalar, işyerleri ve sanayi bölgelerinden kalkarak tanımlamalı ve yerel iktidar ve yönetim anlayışının temeline oturtmalıyız. Her cins ve boydan genel ve eşit oyun belli coğrafi bölgeler temelinde seçme ve seçilme ilişkisini belirleyen bir yerel yönetim ve yerel iktidar anlayışı, burjuva siyaseti tanımına içkindir ve onu aşamaz. Bu mantığa dayanarak, ‘sosyalizm de esas olarak yereller üstüne yükselen bir iktidardır, yerel iktidarların toplamıdır’ sonucuna ulaşmak, bu sonuç üzerine hangi ulvi amaçlar inşa edilmek istenirse istensin, bizim anladığımız türden bir sosyalizmle şu ya da bu nedenle ilişkilendirilemez.

Marksizmin iktidar ve devlet anlayışına karşı yerellikleri abartmaya, merkezi yönetimi antidemokratik ve baskıcı, yereli de her türden demokrasinin yeşerdiği birimler olarak görmeye yatkın bu anlayışlar, özellikle Kürt ulusal hareketinin geldiği noktada daha bir işlevsel olmaktadır. Kürt ulusal hareketinin özgüllüğü nedeniyle teoriyi ve buna uygun pratikleri eğip bükenler, aslında sosyalizm ve sosyalizm mücadelesi yerine burjuva demokrasisi mücadelesini ikame etmekte, kendilerini de burjuva-demokratı olarak tanımlamış olmaktadırlar.

KOMÜNİST TUTUM İLE DİĞER SOL VE BURJUVA POLİTİKALAR

Komünist tutum, burjuva-demokrat, halkçı ya da devrimci demokrat bütün tutumlardan tamamen kopmayı, bunların her türlü etkilerinden arınmayı gerektirir. Bunun seçimlerde somutlanması ise, işçi sınıfının komünist politikasının diğer bütün politik akımların karşısına bağımsız biçimde çıkartılması ve yığınların da bütün diğer siyasetlerden koparak komünizmi desteklemeye çağrılmasıdır.

Komünistler, hangi sınıfların çıkarına denk düştüğünü bildikleri demokratik ittifakları, ulusal ön yargı ve şovenizmle hesaplaştığı ölçüde görmezden gelemezler. Bu açıdan komünistlerin tavrını belirleyen noktalar, her türden burjuva politika karşısında komünizmin bağımsız çıkarlarını ön plana almak, komünizmin kayıtsız koşulsuz propagandası ve örgütlenmesi doğrultusunda seçimlere yaklaşmaktır. Buna bağlı olarak seçimlerde komünistlerin ana gündemi, komünizmin propagandası, sistemin her boydan unsurunun teşhiri, tek tek bile olsa öncü işçilerin komünizme kazandırılmasıdır.

İşçi sınıfının komünist partisinin yaratılmamış olması durumu, burjuvazinin patavatsızlığının ve kendi iç gerilimlerini sanki düşman sınıflar gibi yaşamalarının nesnel zeminini vermektedir. Çünkü, sömürünün sınırlandırılması mücadelesinin bile verilemediği koşullarda burjuva fraksiyonlar, kapitalizmin içinde bulunduğu sıkıntılı dönemi, pastayı paylaşarak değil, daha çok, tek başına el koyarak aşma tercihinde bulunabilmektedirler.

Seçim atmosferi ve bu ortamın yarattığı imkanlarla ilişkilenerek, siyasi hedefler doğrultusunda yürümek, komünistlerin seçime duyarsız kalmadığını gösterir ve kuşkusuz bir komünist partinin olmadığı zamanda, böylesi bir faaliyetin amacı, her düzeyde, partiye ulaşmanın imkanlarını yaratmaktır. Ama bu, kitleler ve seçimlerden değişik beklentileri olanlar için hiç iç açıcı bir manzara olmadığı gibi, yeterli de bulunmayacaktır. Buna dayanarak, komünistlerin seçimlere ilgisiz kalamayacağını ve halkın önüne alternatif olarak çıkılması gerektiğini ileri süren, her boydan ve cinsten, her sınıfsal kökenden müteşekkil bir solcular ordusu, seçim pusulasının bir ucundan sistemin alternatifleri arasına girilmesini ya da birine duhul edilmesini savunurlar. Komünist faaliyet ve mücadelenin, bir plan ve program dahilinde, bir zaman ve mekan ekseninde yürütülebileceğini anlamayan bu bakış açısı, hem kendi sınıfsal konumu ve hem de kendi tanımladığı bir aciliyet programı ile ilgilidir ve bunların her şeyin yerine geçirilmesini talep eder. Bu talebi karşılamayan ve kendi plan ve programını ısrarla yaşama geçirmeye çalışan bir komünist faaliyeti ise gereksiz bularak kendi küçük dünyasında oyalanmakla suçlar. Bu bakış açısına sahip olanlara göre, ‘laik cumhuriyetin korunmasından’, ‘belediyelerin faşist ve gerici çetelere teslim edilmemesi gerektiğine’ kadar uzanan bir ‘önemli’ gerekçeler listesi üzerinden sistem partileri içinde en demokrat olanında –ki bunun da hangisi olduğu zaman zaman değişebilmektedir!– kümelenmek ve komünistlerin, sosyalistlerin de böyle yapmasını önerebilmek mümkün olabilmektedir.

Proletaryanın yoğun olarak bulunduğu merkezler dışında, taşrada kalan solcu ve sosyalistlerin, emekçi kesimlerin bir türden ihtiyaçlarına karşılık gelebilecek bu öneriler, sınıfsal yönelim ve aidiyet olarak burjuvazinin demokrasi sınırlarını kabul etmeyi gerektirir. Ve sonuç olarak bir şekliyle yanlış bilincin ürünüdür. Bir plan ve program dahilinde yürütülmeye çalışılan faaliyetlerden taşrada (büyük kentlerden, sanayi proletaryasının bulunduğu yerlerden uzakta) olunduğu için bilgisi olmayan, ya da ilişkilenemeyenler için, bu türden demokratik referanslar üzerinden politika yapmak anlaşılabilir bir şeydir. Ama bunun dışında kalan ve artık tek tek bu tipten solcu ve sosyalistlerin bakış açısının dışından üretilen politikalar için ortalıkta anlaşılabilir bir şey yoktur. Halk keşmekeşinin, halk sarmalının oluşturulması, bu sarmalın içinde bir yerlerde de işçi sınıfının ve –çok da gerekli midir, bilinmez– partisinin bulunması, demokrasi mücadelesinin geniş yığınlar üzerinden yürütülmesi mantığı ile öne sürülüp durmaktadır. Bu durumda da demokrasinin sınıflar mücadelesi ile ilişkisi ters yüz edilmektedir. Demokrasinin işçi sınıfının iktidar mücadelesinin bir türevi olarak değil, işçi sınıfı iktidarının demokrasi mücadelesinin sonucunda bir yerlerde onun türevi olacağı tezi böylece geliştirilir. Ya da daha önce geliştirilmiş olan böyle bir tez, şimdiki sınıfsal konumlara uyduğu için, bu tezler üzerinden sistem içine doğru bir intikal yavaş yavaş gerçekleştirilir.

Komünistler seçimlere yine örgütsüz, dağınık ve sınıfsal temsiliyet ilişkisini kuramadan yakalandılar, yakalanıyorlar. Ve bu görevin önüne başka türden demokratik görev ve işler çıkarıldığı, bu ölçüde esas görevin ertelenmesi, başarılamaması söz konusu olduğu sürece de hep böyle yakalanacaklar! Bu gerçeğin üstünden aşıp siyaset sahnesine atlayanlar da, çıplak gözle görmenin herkes tarafından mümkün olduğu üzere, başka sınıfsal aidiyetlerle bütünleşme yoluna girerler. Seçimler için komünist propaganda, sistemin teşhiri ve sorunların kaynağı olarak gösterilmesi, tek tek hedef seçilen bölgelerdeki her insanın, öncelikli olarak da her öncü işçinin komünizme pratik olarak kazanılması şekline bürünmelidir. Komünist partisini yaratmadan işçi sınıfını siyaset sahnesine; seçimlerde bağımsız sınıf tavrını, işçi sınıfının çıkarlarını ve bu doğrultuda müttefiklerini burjuvazinin seçeneklerinin dışına taşıyabilmek mümkün değildir.

HAZİRAN 2004

9

ÖNE ÇIKANLAR


SSCB NEYDİ VE NEDEN ÇÖKTÜ

NEYDİ VE NEDEN ÇÖKTÜ?

SSCB’NİN KARAKTERİ ÜZERİNE BİR ÇÖZÜMLEME

Süha ILGAZ

Ütopya Yayınevi

KİTAPÇILARDA

SUNUŞ


İSMET ÖZTÜRK (ÇÖRTÜK İSMET)

Kurtuluş hareketinde olduğu gibi, genel olarak Türkiye sosyalist hareketinde de, yaşamıyla, mücadelesiyle, görüşleriyle özel bir yer tutan, yazarımız, yoldaşımız İsmet Öztürk’ü 19 Kasım 2011 günü kaybetmiştik. Vasiyet ederek bedenini bilimin hizmetine sunduğu Pamukkale Üniversitesi’nde görevi sona erince, O’nu 20 Haziran 2015 günü Rumelikavağı’nda, yoldaşlarının, dostlarının katılımıyla, kızı Ekin’in yanına, doğaya uğurladık.

İSMET ÖZTÜRK

İSMET ÖZTÜRK YAŞAMI, MÜCADELESİ VE GÖRÜŞLERİ İLE YOL GÖSTERİYOR


SOVYETLER BİRLİĞİ DEĞERLENDİRMELERİ

SOVYETLER BİRLİĞİ’NİN KARAKTERİNE İLİŞKİN FARKLI DEĞERLENDİRMELER

Sovyetler Birliği eleştirileri ve değerlendirmeleri, işçi sınıfının yeni sosyalizm deneyimlerine yol gösterecek komünizmin geliştirilmesi açısından önem taşır.


GEÇMİŞİN DEĞERLENDİRİLMESİ

GEÇMİŞİN DEĞERLENDİRİLMESİ: KURTULUŞ’UN ‘YOL AYRIMI’

Çeşitli ‘yol ayrımları’ sonucu bölünmeler ve farklı yönlerde sapmalar yaşayan Kurtuluş hareketinin teori, pratik ve örgütlenmesinin, belirleyici dönüm noktalarıyla ele alınarak “proletarya partisi” hedefi açısından irdelendiği geçmiş değerlendirmesi, “İşçi Sınıfının Komünist Programı İçin Temel İlkeler” metniyle ileri sürülen perspektifin oluşumunda önemli rol sahibidir.


TEMEL İLKELER

İşçi Sınıfının Komünist Programı İçin TEMEL İLKELER

Komünist programın üretilmesi çalışmalarına yol göstermek amacıyla hazırlanan “Temel İlkeler”, işçi sınıfının komünizm mücadelesinde ulaştığı en ileri örgütsel düzeye karşılık gelen Komünist Enternasyonal’in üzerinde kurulduğu politik çizgiyi ifade etme iddiasıyla, bütün sosyalistleri, işçi sınıfının mücadelesine önderlik etmek üzere komünizmi benimsemeye çağırmaktadır.


İNTERNET SİTESİ ve
ELEKTRONİK POSTA
ADRESLERİ