Ana sayfa

Birleşik ve çoğulcu bir saplantı

YASAL PARTİ

Sınıfsız sömürüsüz bir dünya uğruna sosyalizm yolunda ortaklaşmış olmanın rahatlığı ile buluştuğumuz kavşakta, bir iç huzuruna ulaşıyoruz. Çok uzun bir süredir yollarımız ayrı olsa da bu en temel meselede bütün bir Kurtuluşçular kitlesi ile ortaklaşmanın -üstelik Kurtuluşçu olmayanlar da artısı- huzuru, bu amaçla hangi adımları ne yöne doğru atacağız sorusuyla karşılaşır karşılaşmaz kaçıyor.

 

 

Kurtuluş geleneğinin ÖDP içinde on yılı aşkın bir süredir faaliyet sürdüren unsurları, parti teorisi konusunda oluşturdukları yanlış tezlerini, pratiklerini kendilerine izah edebilmek kaygısıyla da olsa savunmayı ne yazık ki sürdürmektedirler. Oysa ki parti deneyimlerinin trajik nihayetinin, doğru değerlendirme yapmalarını artırıcı bir etki yapmasını isterdik. Hangi saiklerle oluşmuş olursa olsun, parti konusundaki yanlış savunuların etkisi, sadece bu alanla sınırlı kalmıyor, diğer alanlarda da etkisini gösteriyor. Proletarya partisi konusunun iddia edildiği üzere bir dönem (en azından on yıl!) için bile ertelenebilmesi ve Komintern’in bu konudaki yazınının (bu durumda leninizmin) atlanıp, demokrasi anlayışlarının doğal sonucu olarak içinde farklı eylem birliklerine izin verecek bir parti anlayışına ulaşılması, ‘nasıl bir sosyalizm’ sorusuna yanıt oluşturma süreci içinde gerçekleşmiştir.

“Özgürlük ve Dayanışma Partisi’nden Yolumuzu Ayırıyoruz” başlığında bir değerlendirmeyi kamu oyuna sunan arkadaşların, ileri sürdükleri görüşlere değinmek, leninist parti anlayışı gereği zorunlu olmuştur ve bu nedenle önce kısaca değinilen konulardan ne anladığımızı sergilemeye, sonra da açıklamayı değerlendirmeye çalışacağız.

GİRİŞ

Bir ev yapmadan önce plan yapmanız gerekir. Son günlerde zorunlu olduğu üzere ev yapmadan önce arazinin deprem kuşağında olup olmadığına bakmanız ve buna göre temel atmanız gerekir. Bizim, birincisi 12 Eylül, ikincisi 1989’da sosyalizmlerin yıkılması ile başımızdan iki deprem geçtiği için, evin yapılacağı yer, buna göre temel atma, demirlerini, kirişlerini ayarlama konusunda pek hata şansımızın olmaması gerekirken, uyanık vatandaşımız misali işimize geldiği gibi ev yapma geleneğimiz yıkılamıyor. Nasıl bir sosyalizm tartışması yapılırken söylendiği gibi, ‘daha temeli atmadan, kiremitlerin rengini bile tartışabiliriz.’ Bu çok doğru olmakla birlikte, bu doğruyu kullanmak için erken davranıyor ve temeli atmadan kiremitleri havada, hayali bir yerlere yerleştirmeye çalışarak, doğruyu, ait olduğu alanda kullanamıyoruz.Tabii ki kiremitler kırıluyor. Tartışıp karar vermekle, yapmanın, farklı şeyler ve farklı süreçler olduğunu nedense karıştırıyoruz.

Bugünlerde, ‘yeniden dergi bürolarına’ dönmek istemeyen Kurtuluşçularla, ‘devrimci bir partinin inşasına giriştiklerinde, etraflarında, böyle bir parti ve böylesi bir mücadelenin taşıyıcı gücü olacak isimlerin saflarında var olduğunu’ gören Kurtuluşçular, yeni bir yasal partiyi kurmak konusunda aynı fikirde buluştular. Ama hala nedense bu işi birlikte yapmak konusunda çekinceleri var! Birlik meselesine, ‘saf’ birlik merkezli bir yaklaşımın, nasıl da dağıtıcı olabileceği konusunda bir ders çıkarmak kimsenin işine gelmiyor, ama ‘daha büyük birliklerin’ geçmiş olumsuz derslerin ışığında oluşacağı inancı temcit pilavı gibi önümüze sürülüyor. Herkes deneyin sonuçlarını kendi tezini doğrulamak için kullanıyor ve tezinin ne kadar haklı olduğunun ötesinde, deneyin koşullarının daha rafine hale getirilmesi halinde, tezinin gerçekliğe uygunluğunun ve doğruluğunun kanıtlanacağını, hiç de şaşırtıcı olmayan bir şekilde ileri sürebiliyor. ÖDP deneyinden “Bütün Kurtuluşçular sosyalist demokrasi zemininde birleşin” tezinin doğrulanarak çıktığı ileri sürülüyor. Bu arada sosyalist demokrasi konusunda bazı kuşkular da belirmemiş değil. Ama şimdilik hala kuşku!

Herkesin ‘her şeyi’ bilmesi gereken bunca yaşanmış tarihten sonra, bir türden ‘yasal parti’ meselesine takılıp kalmış arkadaşlar için, bildiklerini düşündüğümüz bazı temel meseleleri anımsatmak, ve bu yolla önümüzdeki günlerin ihtiyaçları konusunda bir fikir de biz ileri sürmüş olmak niyetindeyiz.

PROGRAM VE BİRLİK

Program bir hedefe giderken elimizdeki yol haritasıdır. Yol haritası da kuşkusuz arazinin incelenmesi ve yapısının, dağların, tepelerin, derelerin, ormanların vs. çıkarılması anlamına gelir. Hangi dağın arkasına gitmek istiyorsanız ya da hangi görünmeyen köye ulaşmaksa amacınız bunun haritasına sahip olmanız gerekir. Tabii ki harita okuma ve arazi bilgisine de... Yolunuzun biraz tehlikeli ve riskli olduğunu varsayarsak, birlikte aynı yere ulaşmak için yoldaşlık yaptıklarınızla, yol boyunca bir beraberliğiniz ve bu beraberliğinizin dayanacağı belli prensipler olmak zorundadır. Birlikte davranmak ve belli bir işbölümü yapmak zorunluluğu yol boyunca, ta ki gideceğiniz yere kadar sizinle beraber gelecektir.

Komünistlerin programları, onların hedefleri olan sınıfsız topluma kadar yollarını belirten yol haritalarıdır. Bu nedenle, programlarda, yolda karşınıza çıkan her ayrıntıyı bulamazsınız. Bir program üzerinden yürüyenlere de yoldaş denir. Yoldaşlık eylem birliğidir. Önlerine koydukları hedefe giderken, birlikte davranmak, programı takip etmek, kısacası eylem birliği içinde davranmak, bir bütünün iki yüzünü tarif etmek demektir. Eylem birliği içinde olmayacaksanız bir program çıkarmaya, belli bir hedefe ulaşmayacaksanız eylem birliğine gereksiniminiz olmayacaktır. Eğer böyleyse hiç zahmete girmemek gerekir.

Kuşkusuz program da, programın oluşturulması da, ne tip eylemlerin gerekli olup olmadığı da, her zaman tartışılarak karara bağlanmalıdır. Ama karara bağlanan konular, eylem birliğinin alanına girer ki, sürekli tartışılacak bir eylemin birliğinden de söz etmek mümkün değildir.

EYLEM BİRLİĞİ

Eylem birliği, aynı hedefe giden insanların, güçlerini ortaklaştırmak, karşılarındaki engelleri ve engellemeleri aşabilmek için, iradelerini ortaklaştırdıkları ve bunu yaparken, ister istemez kendi ‘özgürlük’lerini diğer yoldaşları adına bağladıkları bir ortak karar anlamına gelir. Böylesi önemli ortaklaşmalarda herkes istediği gibi davranma serbestliğinden, kısacası ‘bireysel özgürlüklerinden’, gerçek bir özgürlüğe ulaşmak ve buna uygun bir pratik yaşamak için feragat ettiğinden, hakların, yetki ve sorumlulukların açık ve tanımlanmış olması gerekir. Bu da söz konusu program ve eylem birliği ekseninde bir araya gelenlerin ortak hukuklarının olması anlamına gelir. Bu, hukuk ekseninde bir araya geliş, bir işleyiş biçimi ortaya çıkarır ki buna da ‘demokratik merkeziyetçilik’ denmektedir.

PARTİ

Aynı hedefe gitmek isteyen herkesin, aynı yoldan gitmesini düşünmek mümkün değildir. Aksi olursa yol çok kalabalık olacaktır kuşkusuz! Gidecekleri yerin, hedefin tanımı noktasında ortaklaşanlar, buraya nasıl ulaşacakları konusunda (ideolojik birlik) da ortaklaşabilirlerse program birliğine ulaşırlar. Bu birliğe ulaşanlar artık kendilerini bir parti olarak tanımlamanın önemlice gereklerinden birini yerine getirirler.

Konumuz coğrafya olmadığına göre, hedefin sınıfsız toplum ve sınıfsız topluma insanlığı ulaştırma işinin de, nihai çıkarı sonuna kadar devrimci olmaktan geçen tek sınıf olan işçi sınıfının işi olduğunu söyleyebiliriz artık:

“Yalnızca işçi sınıfı, burjuvaziyi devirme, kapitalizmi tasfiye ederek sosyalizmi kurma yeteneğinde olduğu gibi, mülksüz işçi sınıfının kurtuluşu, kendi sınıfsal konumunu korumasını, bir ayrıcalığa dönüştürmesini değil, bütün sınıfların, dolayısıyla toplumun sınıflara bölünmüşlüğünün kaldırılmasını gerektirdiğinden, insanlığın kurtuluşunun da tek yolu ve olanağıdır. Bu açıdan, sınıfların, devletin ortadan kaldırılması olarak komünizm; işçi sınıfının varolan toplumdan başlayan mücadelesiyle, kendisiyle birlikte toplumun tümünü kurtuluşa götürdüğü bütün bir sosyalist devrim dönemini, kapitalizmin yerini komünizmin aldığı bir toplumsal dönüşüm dönemini gerektirir.” (Temel İlkeler 1.4)

BİRLEŞİK, ÇOĞULCU VE YASAL PARTİ

Parti birliğinin, ideolojik temeller üzerinde oluşturulan program ve bu programın gereklerinin yerine getirilmesi olan eylem birliği demek olduğunu, işleyişin ve eylem birliğinin demokratik merkeziyetçilik ekseninde gerçekleşeceğini tespit edersek yeni bir şey yapmış olmayız. Tabii yanlış bir şey de! Amaç ortaklığı olanların yöntemde ve programda anlaşmaları yeterince (parti açısından) ‘birleşik’ bir durumdur. Daha fazla birleşiklik aramak işi sulandıracak, ciddiyeti sorgulatacak kadar tehlikelidir. Çoğulculuk açısından ise durum ayniyle vakidir. Şu noktada söz konusu olan proletarya partisi ise ‘birleşik’lik ya da ‘çoğulculuk’ için söylenebilecek şeyler, bizim dağarcığımızda oldukça ‘kıt’tır. Bu sınırlı sözleri, birleşiklik ya da çoğulculuk sözcüklerini yer değiştirerek telaffuz etsek de anlamları değişmez. Ama arkadaşlarımız bunları kullandıklarına göre biz bir ayrım yapmaya çalışalım.

Burada çoğulculuk olsa olsa ‘öcü’ gibi kaçınılan ideolojik özdeşlik ‘umacı’sını hatırlatıp, ideolojik birlik yapmanın nasıl imkansız ve kötü bir şey olduğunu; ‘birleşik’lik de, ideolojik özdeşlikten kaçınmak gerektiğini keşfedip, birlik için farklı türden ideolojilerin yan yana gelebileceğini ve bu nedenle nasıl olsa özdeşliğe çıkan ‘ideolojik birlik’ten vazgeçilebileceğini anlatan kavramlar oluyor. Her ideoloji son tahlilde bir sınıfa denk düşeceğine göre, sınıf uzlaşmacılığının nereden çıktığını merak edenler, dönüp savundukları parti anlayışına baksalar iyi olur.

Sınıfın komünizme kadar mücadelesine öncülük edecek partisinin, yasal parti mi yoksa başka türden bir parti mi olacağı konusu ise, birleşiklik ve çoğulculuk kavramları algı düzeyinde ele alındığı için karşımıza yine sorunlar çıkıyor. ‘Burjuvazi bizi yasadışına ittiği için, yasadışı durumu kabul etmek yanlıştır ve yasal olanaklar sonuna kadar genişletilip mümkünse yasal parti olunmalıdır’ doğrusu üzerine, partinin niteliği konusu kuruluveriyor. Bu, ‘kedi yük taşır öyleyse çimento torbasını da taşır’ demek anlamına gelir ki, henüz böyle kedi görülmedi! Yasal parti olmak ya da olmamak noktasından başlayacak her tartışma yanlış sonuçlara çıkmaya mahkumdur. Partinin niteliğini en temelde, karşısına aldığı sınıfın ve onun iktidarının cisimleştiği devletin karakteri belirler ki, işte bu nedenle en demokratik koşullarda bile, partinin esası gizliliktir. İki kere iki dört ettikten sonradır ki, yasal parti konusu gündeme alınmalıdır. Daha önce değil.

Fazla uzadı ama aşağı tükürsen sakal yukarısı bıyık. Temel İlkeler konusunda bir eleştiri ya da yorum getirme inceliği gösteremeyen arkadaşlara, bazı temel matematik kuralları unutarak yükseğine kafa yoranların halini anımsatmakta yarar görüyoruz.

‘DEMOKRASİ PARTİSİ’

ÖDP ile yolları ayrılan arkadaşların, şimdilik ayrı yerlerde olsalar da kurmayı düşündükleri, ‘birleşik, çoğulcu ve yasal’ olmasında da hemfikir oldukları parti, bir tür demokrasi partisi olarak telaffuz edilmektedir.

Türkiye’de demokrasinin kırıntılarını arıyor olmamız, işçi sınıfının, Kürtlerin, öğrencilerin, gençlerin ve bilcümle muhaliflerin üstünde devlet terörü estirilmesi, işsizlik, yoksulluk, tensikat, özelleştirme ve her türden baskı yasalarının yeniden yeniden daraltılarak topluma giydirilmeye çalışılması, faşizm tehlikesinin daha bir imkan dahilinde olması ve bilindik durumlar, bütün ezilenlerin, asgari paydalarda da (asgari lafı bunlara karşı durabilmenin az bir şey olduğu anlamına gelmez!) olsa bir araya gelmesi ve ortak bir mücadele hattı oluşturması fikrini acil kılıyor. Böyle bir ihtiyaç olmakla birlikte bu ihtiyacın nasıl karşılanacağı tartışmaya muhtaç. Konumuz bu olmadığı için böyle bir gereksinimi duyanların, demokrasi için bir parti kurmaları fikrine geri dönelim.

Böyle bir mücadelenin de kuşkusuz hedefleri ve bir programı olacaktır. Ama demokrasi mücadelesi dendiğinde, herkesin bir başka şey anladığı da bir gerçektir ve bunun üstünden atlamak insanın gölgesinin üstünden atlaması kadar gerçekçidir.

Demokrasi mücadelesi için bir araya gelenler, ilk olarak önlerine koydukları hedefleri içeren ve bunun için de bir eylem birliğini gerektiren programlarını yapacaklardır. Eylem birliği de yutulmak için değil uyulmak içindir. Komünistler için, demokrasi programının asgari program olduğu ve bunun da iktidarı almayı içerdiği bilinir. Bu durumda ise asgari programın demokrasi ve ittifaklar politikasını içermesi gerekir. Eğer bunlar yoksa parti birliğinin yerine ikame edilmeye başlanan bir demokratik birlikten söz edilmeye başlanır. Örneğimizde de olan bundan başka bir şey değildir.

İşçi sınıfının iktidar mücadelesi açısından değerlendirilmesi gereken demokrasi meselesi, bu noktadan uzaklaşarak ele alındığında, demokrasi mücadelesinin düşünülen öznelerinin dağınıklığı ve kaçınılmaz yenilgisi perçinlenmiş olur. Proletarya partisi, ismini, öncülerinin birliğini sağlayarak işçi sınıfının her günkü mücadelesi içinde konumlanacağı ve bu yolla toplumun önünde öncü olacağı için, demokrasi mücadelesinin ve tüm ezilenlerin mücadelesinin de garantisidir. Bunun dışında başarılar, kısmi kazanımlar, olmaz değil, olur!.. Ama sorunlar ne kadar yakıcı olursa olsun demokrasi mücadelesi için parti oluşturmak ve bunun için de iktidarı hedeflemeyen programlar yazıp buna da parti programı demek, bir önceki süreçte yaşanan ‘birlik için birlik’ yanlışının bugüne uzanan yansısıdır.[1]Bu durumda bir önceki ÖDP sürecinde ‘yanlış bir şeyler’ yaptıklarını tespit edenlerin, bu tespitlerinin de, iş olsun düzeyine denk düştüğünü düşünmek gerekir ki, böyle düşünmek istemiyoruz. Ama düşünceler de insan aklından sivrisinek gibi kovulamazlar.

“ÖZGÜRLÜK VE DAYANIŞMA PARTİSİ’NDEN YOLUMUZU AYIRIYORUZ” ?!

Bu başlıkla kamuoyuna yapılan açıklamada bir grup sosyalist, ÖDP’yi ele geçiren ÖSP ile yollarını ayırdıklarını belirtiyor. Yiğidi öldür hakkını yeme diye bir laf var! Bir kere partiden ‘kibarca’ kovulmuş olunduğu unutulmamalı. Buna dair bir yanılsama, aşağıda görüldüğü üzere yaşanılanın değerlendirilmesinde, ‘kırılmalara’ neden oluyor. Atılmanın pek sözünün edilmemesinden murat edilen bu mudur?

Bir yol ayrımından söz ediliyorsa, kanımızca 76 yılındaki ‘yol ayrımı’nın (imzacıların çoğunluğu bu yol ayrımının içindeydi) unutulmuş olması gerek. Yol ayrımı kavramının bu kadar gereksiz kullanılması, kavramın ağırlığını zamanla eksiltiyor. Üstelik bu sözün politikada neye tekabül ettiği de belli ki unutulanlar arasında! Ayrıldık demekle ayrılınsaydı, politika çok net tanımlara kavuşurdu da biz de rahatlardık. Kurtuluş, bir yol ayrımı yaşamıştı ve bunu da, yutulması, tedrisat eyledikleri çoğulculuk fikriyatına rağmen hala çok zor olan, “Yol Ayrımı” adlı belge ile somutlamıştır. ÖDP sonrası, içinde ‘yol ayrımı’ lafının çokça geçtiği bu adı geçen belgenin hükmü, 76 tarihli aslının yanında nedir ki, biz bu ayrıldık lafının kerametinden emin olalım. Ayrı durarak ayrı niteliklere ulaşılsaydı, yetmiş altı yılından bu yana tadından içilmez bir şarap olup çıkardık.

Çoğulculuk konusunda farklı olunduğu ve bir arada durulamayacağının teorisinin yapıldığı bu metin, her şeye rağmen ‘bilinen’ bu farklılıkla daha ne kadar beraber olunabilecekti sorusunun yanıtını havada bırakıyor. Ayrıldık, çünkü ayrıydık! Belli ki bir arada bulunamayacak kadar ayrıymışlar. Burjuvaziye ve onun siyasal iktidarına, politik uygulamalarına, yasalarına, ‘ne kadar’ ve ‘ne zaman’ muhalefet edeceklerinde anlaşamayanlar, işin özünde, ayrı mıdırlar? Bir arada bulunmanın ölçütünü yeni gelinin bir türlü yemeğin tuzunu tutturamaması misali ayarlayamayanlar, kocanın tahammül sınırıyla doğru orantılı bir ölçüt edinmiş olurlar. Malum balayı dönemleri, adı gibidir! Bu arada bizim eski yol arkadaşlarımız değilse de, “ilk atışta on ikiden vurabilenlerin” de olduğu görüldü.

Gittiği yolda sayısız yol ayrımı bulmak zorunda kalan arkadaşlar, belli ki ellerinde yanlış bir haritayla dolaşıyorlar. Her kavşakta kafaları karışıyor. Ve tam on kavşakta yollarını ayırıyorlar. Biz olsak şimdiye dokuz doğurmuştuk! Bu metindeki yol ayrımlarından en sonuncusunda hemfikir olmakta yarar var. Çünkü buradan geriye giderek, yol ayrımı diye tanımlanan her bir ayrımın, ne tür bir ayrım olduğu ve sahiden mi koftiden mi olduğu sorusuna, ‘sahiden!’ yanıtını verdiriyor. Yeni bir doğum sevinci kaplıyor insanı! Geriye doğru saymaya başlıyoruz...

İşçi sınıfı ve ezilenlerden yolunu ayıranlardan yollarını ayırıyorlar!

(Sizin o kötü çocuklarla ne işiniz vardı. Yoksa, kötü çocuk olduklarını bilmiyor muydunuz? Bizim mahallenin çevresinden neden uzaklaştınız? Biz artık ayrı dünyaların insanları mıyız? İsteyen bizim mahalleye istediği zaman geri dönebilir mi? Onlar bu mahalleden çok önceleri göç etmemişler miydi? sorularını soracaktık ki, tanıdık bir slogan ilişti gözlerimize.

Yaşasın Devrim! Yaşasın Sosyalizm!

Soruları tıktık boğazımıza, slogan vakti, yoldaşlık saatidir.)

“İşçi sınıfı ve diğer tüm ezilenler ya sosyalizm ya barbarlık ikileminde barbarlığa boyun eğmeyecek ve sınıfsız-sömürüsüz bir dünya uğruna sosyalizm yolunda emin adımlarla yürüyecektir.” (“Yollarını Ayırıyorlar”)

Sınıfsız sömürüsüz bir dünya uğruna sosyalizm yolunda ortaklaşmış olmanın rahatlığı ile buluştuğumuz kavşakta, bir iç huzuruna ulaşıyoruz. Çok uzun bir süredir yollarımız ayrı olsa da bu en temel meselede bütün bir Kurtuluşçular kitlesi ile ortaklaşmanın -üstelik Kurtuluşçu olmayanlar da artısı- huzuru, bu amaçla hangi adımları ne yöne doğru atacağız sorusuyla karşılaşır karşılaşmaz kaçıyor. Kafamızdakilerle arkadaşların yazdıklarını karşılaştırıyoruz ve onların söyledikleri gibi, “emin adımlarla” yürümemiz güçleşmeye başlıyor!

Kuşkusuz bizce de, “Devrim anlamsız bir macera, sosyalizm erişilmez bir ütopya değildir!” (agm)

“Üzerinde yaşadığımız coğrafyada işçi sınıfının, emekçilerin, ezilenlerin eylemine yol gösterecek bir devrimci sosyalist seçenek acil ihtiyaçtır.” (agm) Elbette de, acaba sözü edilen bu ‘devrimci sosyalist seçenek’ ismiyle anılınca kendini tanımlama yetisine sahip midir?

“Sınıf mücadelesine öncülük edecek bir partinin yokluğu temel meseledir.” (agm) Ne kadar da doğru? Sınıf mücadelesi, Marx’ın bulduğu bir şey değil malumunuz. Bu mevzuyu proletarya diktatörlüğüne kadar geliştirenler, bilimsel sosyalist olabiliyorlar. En azından Marx öyle diyor. Proletarya diktatörlüğüne kadar işi götürmeyeceksek, yani iktidarı hedeflemeyeceksek, ne diye proletarya partisi adıyla anılan, herkesin öcü gibi kaçtığı ‘vebalı’ bir işe girişelim? Metinde bu var mı diye bakıyoruz ama bir şey görmek şansımız olmuyor. Unutulmuş olabilir mi? Yaklaşık bir söz var aslında. “İşçi sınıfından, ezilenlerden yana bir seçenek üretmek yerine” (agm) yanlış işler yapıldığını söylüyorlar arkadaşlar. Demek ki aradığımız yanıt “seçenek üretmek” oluyor. Burjuva partileri de, işçi sınıfı ve ezilenlerden yana çok değişik seçenekleri oluşturmak zorunluluğunda ya da tam tersi tercihinde olabilirler. Tarih bunun örnekleri ile dolu. Ayrıca, bu seçenek üretme işini biz yapacaksak, işçi sınıfına ne iş kalacak? Çoktan seçmeli soruları mı yanıtlayacak? İşçi sınıfının üretilecek seçeneklere değil de iktidara gereksinimi olduğu seçeneği, sosyalizm, Marx-Engels çizgisiyle beraber ‘bilimsel’ sıfatı kazandığından bu yana, komünistler açısından ‘tek’e inmemiş miydi? İşçi sınıfı ve ezilenlere seçenek üretmek isteyenler, işçi sınıfına seçenek üretmeden önce yapmaları gereken tek doğru tercihin, bilimsel sosyalizmin işçi sınıfının tek seçeneği olduğu gerçeğinde karar kılarlarsa, bir sonraki maddede suçladıkları “üçüncü yolcular”dan kendilerini gerçekten ayırma şansına kavuşurlar.

“Üçüncü yol”culardan yollarını ayırıyorlar!

(Ama bu ayrılık, şiddetli bir aşk yaşamadığınız anlamına gelir mi?)

“ÖDP’de yaşanan çatışmanın özü; burjuva sol liberalizminin programıyla, ÖDP arasına kesin çizgi çekmek isteyenlerle, buna itiraz edenler arasındaki bir mücadeledir.” (agm)

Burjuva sol liberalizminin programıyla, ÖDP arasına kesin çizgi çekmek isteyen arkadaşlar arasında, temelden teorik bir ayrım olduğu anlamına geliyor bu sözler. Peki öyle midir?

“... her politik sorunda bu temel ayrışma derinleşerek büyümüştür: Devrimci sosyalistlerin net tutumlar ortaya koyduğu, Avrupa Birliği, özelleştirmeler, Kürt sorunu, mevcut hükümet ve MHP karşısında tutum, F Tipi Cezaevleri, ekonomik kriz, ABD önderliğinde yürütülen Afganistan savaşı ve nihayet emperyalist metropollerin önümüzdeki dönemde Orta Doğu’ya ilişkin planları ile Türkiye’ye biçilen rol sorunlarında” (agm) ve sürdürülebilir konular...

“‘Özgürlükçü Sosyalizm’ Platformu temsilcileri ve Ufuk Uras, partinin sosyalist ve sınıfsal yönelimini bilinçli olarak bulandırmış, “üçüncü yol”culukla başlayan ve giderek sol liberalizme boyun eğen bu çizgiyi, ‘21. yüzyıl sosyalizmi’ aldatmacasıyla uygulamaya çalışmışlardır.” (agm) Sorunun kaynağını bizim gibi dışarıdaki insanlara mı böyle anlatıyorsunuz (yani bir çeşit politika mı yapıyorsunuz?) yoksa gerçekten böyle mi düşünüyorsunuz? ÖDP’deki egemen kesimin, “üçüncü yolculukla başlayan ve giderek sol liberalizme boyun eğen” bu çizgiyi zamanla mı oluşturduğunu düşünüyorsunuz? Öyleyse çok acı. Örneğin Ufuk Uras özelleştirmeler karşısında önceden net bir tutum takınıyordu da bu tutumu zamanla mı bozuldu? Sorular artırılabilir. Kürt meselesi konusunda Dev-Yol’un doğru bir tutumu vardı da sonradan mı üçüncü yolcu olundu vs. gibi... İnsanın dudaklarından “ben hiç yaşamadım ki” şarkısı dökülüveriyor. Hayret ki hayret! Biz çok aptal mı gözüküyoruz yoksa? Öyle değil oysa ki. İzah edelim.

Yıllarca SHP’de tedrisat eyleyen Dev-Yol’cuların önemli bölümü ile birlikte oluşturduğunuz partinizde, sizi partiden atan çizgi, SHP’de bu atma işini esas sosyal demokratlara uygulayamadığı ve sizi saf bulduğu için birlikte bir parti kurabildiniz. Semeri de sırtınıza vurdunuz. Sol liberalizmin Türkiye temsilcisi ‘Birikim’ dergisinin 1980 öncesi de Dev-Yol’un akıl hocalığını yaptığını, bu çizginin ideolojik gıdasının önemli bir bölümünü bu kaynaktan sağladığını, sağır sultan duydu. Duyuranların arasında Kurtuluş da vardı. Siz o ara neyle meşguldünüz? Şimdi sıralamayı düzeltebiliriz. Üçüncü yolculuk üzerinden sol liberalizme ulaşmadı Dev-Yol’cular. Sol liberal oldukları için politik konumlanışlarda üçüncü yolculuğu seçtiler. Hani bizim literatürde küçük-burjuva sosyalizmi diyorduk ya, arkadaşlar o kategoriye giriyorlardı, şimdi çıkıyorlar. Sanmayın ki bundan sonra da üçüncü yolculuğa devam edecekler. Şimdi politikada bir taraftan yana çekinmeden tavır alabilirler. Kuşkusuz ki bu taraf işçi sınıfının yanında değil karşısında olacak, ezilenlerin yanında gibi duran sözleri de bol bol kullanmayı sürdürecektir. Daha kandırılacak çok kitle var. Siz kendinizi feda edilmeyecek kadar ‘kitle’ mi sandınız? Dev-Yol’cular dereyi geçerken (hazır partiye kurulurken) at değiştirilmez lafına uygun davrandılar. Marksizm-leninizmi kullanmadıklarından atasözlerini kullandılar. Marksizm-leninizmi bildiklerini sananlar da atasözlerini küçümsediler. Olan bu. Ama bir atasözü daha var ki bu metni okuyunca insanın diline geliveriyor! Üzüm üzüme baka baka ...

Yukarıda sayılan konularda sol liberallerin üçüncü yolcu politikalarının karşısına, işçi sınıfının politikaları diye bir politika mı koyuldu ki, sol liberal anlayışla aralarına ayrım koyduklarını ileri sürüyorlar arkadaşlar. Sol liberalizmi tanımlamaktan uzak (o, kendilerini atana kadar da ayrılamayan) insanların, onunla arasına kesin bir çizgi çekmesini beklememek gerekir. Gerçi, onlar sadece yollarını ayırdıklarını söylüyorlar. Neyse biz devam edelim.

ÖDP’yi tasfiye edenlerden yolumuzu ayırıyoruz!

(ÖDP’den değil, onun ilk program ve tüzüğünden değil, bunları felç edenlerden yollarını ayırıyorlar. Kör ve kötürümsün ama aşkımız devam ediyor. Biz de şapka çıkarıyoruz bu aşk karşısında.)

Bu durumda ÖDP’nin iyi bir şey olduğu ve bunu anlamayanların onu kötü kullandığı söyleniyor. Geçelim.

Devrimden yolunu ayıranlardan yollarını ayırıyorlar!

(İyi ediyorsunuz devam edin. Bakalım nereye çıkacaksınız. Biz takip ediyoruz.)

“ÖSP, böyle bir taktiği, parti içi devrimci sosyalist güçleri izole ve tasfiye etmeden uygulayamazdı. O nedenle ortada hiç bir “disiplin, tüzük ya da hukuk ihlali” olmadığı halde, politik ve ideolojik çizgisinin kaçınılmaz sonucu olarak 2. Konferansta “parti içi particiklere hayır” sloganıyla, SEP’e karşı savaş açtı. Böylece, partinin politik bakımdan sağa kayışına, örgütsel bakımdan tasfiyecilik eşlik etti.” (agm)

Evet ayniyle vaki, böyle oldu. Zaten burjuva politikası böyle yapılır. Kaç yıl SHP’de çalışmış insanlarla aşık atabileceğinizi mi düşünüyorsunuz? Örneğin biz sizinle atamamıştık. (Kurtuluş geleneğinden olmayanları tenzih ederiz!) ÖDP egemen kesimi, daha sağındakilerle buluşmak için, daha ‘sol’undakileri tasfiye etti. Olan budur! Doğru da insanın aklına eski günler geliyor. Eski dediysek o kadar da eski değil biraz zorlarsanız anımsarsınız. BSA-BSP-ÖDP çizgisine, bu sağcı, sivil toplumcu, reformist bile olamayan, burjuva sol liberal çizgiye, geçmişin anlı şanlı Kurtuluş’unu çekebilmek, kim bilir ne kıvrak politik manevralar gerektirmiştir sizin için ? Devrim, iktidar, sınıf iktidarı, demokrasi, parti konularında birikmiş külliyata rağmen, sizin bu sol liberal çizgiyle ‘buluşmanız’ hiç de kolay olmamıştır. Bunlara karşı çıkanlarla yollarınızı ayırıp yeni aşkınıza kavuşmak için ne dolaplar çevirmişsinizdir. Neyse biz bunları unuttuk! Ama işte sizin başınıza gelince üzülmüşsünüzdür diye söylüyoruz. Nazım’ın dediği gibi yirminci yüzyılda en fazla ne kadar sürüyordu ki aşk yarası, yirmi birincide ne sürsün? Olmadı. “Aşkın ve Devrimin Partisi”nde aşk bitti devrim kaldı. Kirlenmiş bir devrim.

Sol liberalizme yelken açanlardan ve sosyalistlerin birliğini bozanlardan yollarını ayırıyorlar!

(Biz de komünistlerin birliğini bozanlardan yolumuzu ayırmıştık. Anımsayın.)

“Kimilerinin bu birlik deneyini ‘zayıflığın ürünü’ olarak değerlendirmesi, bizzat bunu söyleyenlerin “saf kan” partileriyle birlikte, zayıflıktan bir türlü kurtulamadıkları gerçeği tarafından yalanlanmıştır.

Bugün partide darbe yapanların sözcüleri, kuruluş süreci boyunca ÖDP’yi “sosyalistlerle sosyalist olmayanların partisi” olarak tanımlamakta ısrar etmişlerdir. Bir çok sosyalist bu ısrarı, “kapsayıcı olma ve kitleselleşme” kaygısı olarak yorumlamıştır. Bu tanıma itiraz edenler ise sonuçta programa bir dizi çekinceyle sosyalist hedef eklenmesi karşısında uzlaşmayı kabul etmiştir.” (agm)

Uzlaşmayı kabul edenlere, Zeki Erginbay’ın bir sözü ile yanıt vermek gerekiyor. “İki kere ikinin beş etmediğini ispatlama ilkelliği ile uğraştırıyorlar bizi”. Orwell’in 1984 romanında, iki kere ikinin beş ettiğini söyletmeye çalışan işkencecilere direnen adam gibi hissediyoruz kendimizi. Bize de kendinize de işkence etmeyin. Siz, bu sözünü ettiğiniz, sol liberalizmin “sosyalistlerle sosyalist olmayanların partisi” olma ısrarını yanlış değerlendiren, “bir çok sosyalist” arasında mıydınız, yoksa uzlaşmayı kabul edenlerden misiniz? Orwell’ın kahramanı gibi size de mi işkence yaptılar? Yoksa aşk acısını işkenceyle mi karıştırdınız?

Tasfiyecilerden ve ellerini kirletmeye hazır olanlardan yollarını ayırıyorlar.

(‘Yollarımız burada ayrılıyor, artık birbirimize iki yabancı gibiyiz’den de öte)

“ÖDP’den devrimci, kitlesel sosyalist işçi-emekçi partisi yaratılabilir mi? Bütün bunlara rağmen ÖDP’de “hala yapılacak bir şeyler” olduğu söylenebilir mi?” (agm)Bu sorulara yanıt olumsuz veriliyor. Bizim farkımız bu soruları bugün sormuyor, ta başlangıçta soruyor, net olarak ‘hayır’ yanıtını vermiş olmamızda. Arada böyle bir fark var!

“Ufuk Uras ve arkadaşları ÖDP’den çoğulculuğu çıkartmış, bu kötü aritmetik işlemin sonucu olarak eşit işaretinden sonra geriye sıfır rakamı kalmıştır.” (agm)

ÖDP’den çıkartılan eski yol arkadaşlarımız, bunu çoğulculuğu temsil ettiklerini söylemek için kullanıyorlar. ÖDP’den çıkartılan çoğulculuk ile atılan Kurtuluşçular ve diğerleri eşitliği, acı bir eşitliktir. Arkadaşların kendilerini çoğulculukla eşitlemeleri, kendilerini zenginleştirmiyor, hayli fakirleştiriyor. Tabii ki marksizmden yana!

Monolitik parti özlemcilerinden yollarını ayırıyorlar.

“Partinin tek kazanımı olan çoğulculuk ilkesi, Tüzük Konferansında bir “darbe”yle ortadan kaldırılmıştır. Geriye artık bizi ilgilendirmeyen bürokratik merkeziyetçi partiden başka da bir şey kalmamıştır.” (agm)

Bu monolitik parti meselesinin ideolojik özdeşlik demek olduğunu, özdeşliğin de, ideolojik birliğe karşı bir tanım olduğunu, hiç bir parti programında “özdeşlik” savunulmadığına göre, monolitiklikle kastedilenin açık ve net olarak “ideolojik birlik” ve program birliği olduğu açıktır. Bu durumda karşıya alınan “demokratik merkeziyetçilik” ilkesidir. Demokratik merkeziyetçilik meselesinin esası, açıkça söylenmelidir ki, ‘merkeziyetçilik’tir. Merkeziyetçiliğin nasıl bir merkeziyetçilik olduğu, ‘demokratik’ sıfatı ile belirtilir. Şimdi siz adını anmadan, ideolojik birliğe, program birliğine, eylem birliğine karşı çıkıyorsunuz ve leninist kalıyorsunuz da, Dev-Yol’cular, eylem birliğini savundular diye merkeziyetçiliği bürokratlaştırmış mı oluyorlar. Sol liberalizm bal gibi de çoğulcudur! Ama çoğulculuğun içinde, merkeziyetçiliği uygulamayacak kadar liberal değil!

Kendi sağından medet umanlardan yollarını ayırıyorlar.

(Ey gidi günler! Rüya mı görüyoruz? Kendi sağından medet umanlar kim? Siz mi onlar mı? Yolunuzu ayırdıklarınız aslında solcu da, tek hataları kendi sağlarından medet ummaları mı? Yoksa kendileri sağcı değil mi? Öyleyse kapıdan atılsanız da bacadan girin. Her kafası karışan solcuyu sağcılara teslim edersek, bizim sizinle uğraşmamızı nasıl açıklayacağız?)

“ÖDP’nin altı yıllık ömründe çoğulculuk ilkesini çıkarttığınız zaman geriye hiç, ama hiç bir şey kalmadığını şaşkınlıkla görebilirsiniz.” (agm)

Çoğulculuğun bir kez daha demokratik merkeziyetçiliğin karşısına koyulduğunu görüyoruz. Eylem birliği, program gibi konularda bu leninist ilkenin aslında yeterince çoğulcu olmadığı, parti birliğine içerilmesi gereken güçleri, fikirleri, politikaları içeremediği saptaması çıkar bu durumdan ki, durumun kendisi vahimdir.

“18 Nisan ‘meydan muharebesi’nde elde ettikleri binde sekizlik zaferin ‘gücüyle’, partinin yarısından ‘kurtulma’ çağrısı yapmaları onlara karşı kızgınlık bile değil, istihza ve küçümseme duygusundan başka hiç bir duygu doğurmamaktadır.” (agm)

Daha önceki maddelerde iddia edildiği ve bize iki kere ikinin beş etmediğini ispat yükü getiren bir iddia çıkmıştı karşımıza. ÖDP zayıflıktan kurulmadı, çoğulculuk anlayışı doğrultusunda kuruldu. Kim anlaşmıştı ki bu anlayışta? Yaklaşık olarak ‘alınan oyların küçüklüğüne rağmen, ne cüretle kendilerini partiden atabildikleri’ sorusunu egemen kesime soran arkadaşlar, bu kadar zayıfken (atılmak yoluyla olsa da) ayrı durmanın yanlış bir durum olduğunu söylemiş oluyor ve bu söyledikleri ile de ÖDP’nin öyle çoğulculuktan falan değil, basbayağı zayıflıktan kurulduğunu itiraf etmiş oluyorlar.

“Nasıl kızabiliriz ki, onlar bizi Marx, Engels ve Lenin öğretisinden sapmakla, küçük burjuva ideolojisinin etkisinde kalmakla suçlamıyorlar.” (agm) Onlar suçlamıyorlar diye bu suçlamayı hak etmediğiniz anlamını çıkartmayın. Metin boyunca sınıf iktidarı olarak proletarya diktatörlüğü, bunun aracı olarak da proletarya partisi sözü edilmiş değil ve hal böyleyken, insanın aklına, hani sapma dememeye zorlansak da, “küçük-burjuva ideolojisinin etkisinde kaldığınız” düşüncesi gelip yerleşiveriyor.

Tarihsel-siyasal kazanımlarımızı yok etmek isteyenlerden yollarını ayırıyorlar.

(İkinci Enternasyonal’den kopuş tarihsel bir kazanım mıdır? Bolşevik-Menşevik ayrımı, Üçüncü Enternasyonal’in temelini oluşturmaz mı? Menşeviklerle Bolşeviklerin bir arada oldukları RSDİP, İkinci Enternasyonal’in üyesi değil midir?)

“‘ÖDP’nin Türkiye sosyalist hareketine katkısı ve hizmeti nedir?’ sorusuna ‘çoğulculuktur’ yanıtını vermek hiç kuşkusuz az şey değildir. ÖDP’nin altı yıllık ömründe daha ilk günden başlayarak, hepimizin övünçle ilan ettiğimiz vazgeçilmez bir ilkeyi yalnızca Türkiye sosyalist hareketine değil, hatta kendi özgünlüğü içerisinde uluslararası işçi hareketine taşınması yönündeki katkımızı unutursak, kendimize haksızlık etmiş oluruz.” (agm)

Büyük iddia. Ama öncesinde de çoğulcu olduğunuzu savladığınız ve şimdi ÖDP’den geriye bir şey kalmadığını düşündüğünüze göre bu iddiayı ileri sürmeden önce düşünseydiniz ya!

“ÖDP’nin ‘çoğulculuk’ ilkesini, (yani demokratik merkeziyetçiliğin en gelişkin biçimi olarak parti üyelerine tartışma ve farklı görüşlere örgütlenme hakkı tanıyan bu parti içi demokrasinin en yaşamsal ilkesini) bıyık altından gülümseyerek karşılayacaklarını biliyoruz.”[2]

Bu iddia, leninizmden sapma değilse bile onun tahrifatı sayılmaz mı? Oysa ki arkadaşlar teorideki tahrifatı tarih bilgisine kadar uzatmak ve kendilerine oradan destek aramak zorunda kaldıklarına göre sapmış olabileceklerini düşünseler iyi olur. Bu kadar çok yol ayrımı yaşayanların baş dönmesi yaşaması ihtimali yüksektir. Ama “Oysa ki, Leninist parti Büyük Ekim Devrimi’ni çoğulcu bir parti olarak zafere ulaştırmıştır. Kendisine örgütlü olarak muhalefet edenleri tasfiye etmek şöyle dursun, 7 Kasım ayaklanmasından bir kaç gün önce ayaklanma tarihini basında açıklayan ‘devrim muhaliflerini’ bile tasfiye etmeyen büyük devrimci, Vladimir İliç Lenin’dir.” (agm) diyebilenlerin iyi niyeti de tartışma konusudur ne yazık ki! Lenin ve leninist parti anlayışı yalancı şahit tutulduktan sonra iş Ekim Devrimine kadar genişletilebiliyor.[3]

“ÖDP, çoğulculuk ilkesini, burjuva plüralizminden değil, Ekim Devrimi’nden esinlenerek benimsemiştir.” (agm)

Bu kadar tahrifat neden yapılmıştı? Partinin içinde farklı fikirlerin örgütlenme özgürlüğü olduğu ve bunun da farklı eylem birlikleri anlamına geleceği mantıken çıkmaz mı? Çoğulculuk tezinin içine, tek eylem birliği sığmaz. Neden, birilerinin yaptığı ve size de yaptırmaya çalıştığı gibi, “demokratik merkeziyetçiliğin en gelişkin biçimi olarak parti üyelerine tartışma ve farklı görüşlere örgütlenme hakkı tanıyan bu parti içi demokrasinin en yaşamsal ilkesini” (agm) farklı eylem birliklerine kadar getirmiyor, uçurumun kenarına gelmiş gibi irkilerek geri çekiliyorsunuz? Bu kadar tahrifattan sonra nasıl oluyor da “ÖDP’nin kuruluş aşamasında, ‘çoğulculuk’ ilkesini sulandıran, onu partinin eylem birliği ilkesinden ayıran, ‘tembellik hakkı’ gibi derin felsefi kavramları ‘kaytarmacılık’ derekesine indirenler olmuştur” (agm)deyip, sanki bir program ve bu eksende bir eylem birliği savunuyormuş gibi yapıyorsunuz? Tembellik hakkını olumluyorsunuz da, abartılmasına mı karşısınız? Tembellik hakkı eylem birliğini bozmuyor da abartılması mı bozuyor?

ÖDP tüzüğündeki ilgili maddede açıkça, “partide, program ve tüzük zemininde eylem birliği esastır. Kararların uygulanmasına katılmak gönüllülük esasına dayanır. Ancak karara katılmayanlar, karşı eylem örgütleyemezler” diye yazıyor ve de siz bu ÖDP’ye sahip çıkıyorsunuz. Ama yollarınızı ayırdığınızı belirttiğiniz metinde, eylem birliği sözünü ağzınıza almadan ima ediyorsunuz. Çekindiğiniz ne var ki? Bu kadar çok gemiyi yaktıktan sonra...

ÖDP olmayan ÖDP’den yollarını ayırıyorlar!

(Bu bölümde, 1997 tarihli, ‘ÖDP ve Parti’ broşürümüzden yararlanılmıştır! Allah söyletmediyse -elhamdülillah materyalistiz- doğru sayılır.)

Genel olarak bir partinin resmi programının, o partinin hareketlerinden çok daha az önemli olduğu doğrudur. Ama yeni bir program, herkesin gözü önünde yükseklere çekilen bir bayrak gibidir ve herkes parti hakkında kararını buna göre verir.” (Engels, “Bebel’e Mektup”, 1875)

Biz ÖDP’nin ilk kuruluşunda kararımızı buna göre vermiştik ve bu programın, liberal sosyalist bir program olduğunu ifade etmiştik. Acaba siz bu programın oluşumuna katkıda bulunanlar olarak bu programı hala devrimci bir program olarak görüyor musunuz ki, yolunuzu esas olarak ÖDP’ den değil, ÖSP’nin ele geçirdiği ÖDP’den ayırıyorsunuz.

Tüzüğünde ve programında Özgürlük ve Dayanışma Partisi, özgürlükçü, özyönetimci, enternasyonalist, demokratik planlamacı, doğa-insan hedeflerini yeniden tanımlayan, militarizm karşıtı ve cinsiyetçi olmayan bir sosyalizm doğrultusunda, sermaye güçlerinin egemenliğini, emperyalizmin tahakkümünü ortadan kaldırarak, emek güçlerinin siyasi iktidarının kurulmasını amaçlar.” diye yazıyordu.

Anlaşılmaz olan, “sosyalizm doğrultusunda, sermaye güçlerinin egemenliğini, emperyalizmin tahakkümünü ortadan kaldırarak, emek güçlerinin siyasi iktidarının kurulmasını amaçlar”ken, bunu kapitalizmin burjuva devletini yıkmadan nasıl becerecektiniz.

Birincisi, amaç maddesinde kapitalizmin sözünü etmeyerek hedefe, yani sosyalizme, emperyalizmin tahakkümünün yanı sıra “sermaye güçlerinin egemenliğini” ortadan kaldırma yoluyla varacağından, sermaye güçlerinin(!) kendisini ve devletini ortadan kaldırmadan, egemenliğini ortadan kaldırmaktan bahsetmek neyin nesi oluyor.

Program-Tüzük’ün Mücadele Ekseni ve Talepler bölümünde “Bu hedef doğrultusunda kapitalizmin sınırlarını bugünden aşmaya yönelen bir eylem ve mücadele planına sahiptir.”(abç) deniyordu. Sosyalizm hedefine, kapitalizmin sınırlarını bugünden aşmaya yönelerek ulaşmak, her marksistin kolayca bilebileceği gibi reformcu ve sivil toplumcu bir plandır.

Büyük Kongre kararlarının Toplumsal İhtiyaçlar İçin Bir Ekonomi bölümünde de aynı şekilde “ÖDP, bugün, kapitalizmi aşma nihai perspektifine bağlı kalarak...” deniyordu. Nihai hedef kapitalizmi aşmaksa, burjuva devlet aygıtını zora dayalı bir devrim ile ele geçirip parçalamadan ‘kapitalizmi aşmayı’ başarabilir miydiniz bilemiyoruz ama, bu yolla sosyalizme ulaşmak bilimsel sosyalizme göre mümkün değil.

Lenin’in deyişiyle, “Yalnızca sınıflar savaşımını kabul eden biri, bundan ötürü bir Marksist değildir; henüz burjuva düşüncesinin, burjuva politikasının çerçevesinden çıkmamış biri olabilir. Marksizmi sınıflar savaşımı öğretisine indirgemek, onun kolunu kanadını kırpmak, bozmak, onu burjuvazi için kabul edilebilir bir şeye indirgemektir. Sınıflar savaşımının kabulünü, proletarya diktatoryasının kabulüne dek genişleten kişi bir Marksisttir ancak.” (Lenin, Devlet ve İhtilal, s. 45)

ÖDP’nin, genel olarak, işçi sınıfından değil de ‘emek’ten, ‘emek güçleri’nden, dolayısıyla da ‘emeğin iktidarı’, ‘emek güçlerinin iktidarı’ndan bahsediyor olması dolayısıyla acaba haksızlık mı ediyoruz diye düşünülebilirdi. Ama, iş sosyalizmi hedeflemeye gelince, ÖDP’nin, zaten burjuva politikasının çerçevesinden çıkmamış bir liberal sol, sivil toplumcu politik hatta sahip olmadığını kim iddia edebilirdi ki.

İşçi sınıfının iktidarı değil de, ‘emek güçlerinin iktidarı’, ‘emeğin iktidarı’ gibi anti-bilimsel kavramlara sahip olmanın yanında, Kongre kararlarındaki Halk Sarmaşığı bölümünde, ‘sosyalizm doğrultusunda emek güçlerinin iktidarını’ hedefleyen “ÖDP için asıl büyük siyasal görev, ... büyük kitleleri emeğin özgürleşmesi fikrine kazanmak”; Militarizmin Tasfiyesi bölümünde, “...emeğin kurtuluşu için mücadelenin...” gibi bol miktarda belirlemeler de vardı. Buna ilişkin yanıtı, Gotha Programındaki Lassalle’cı belirlemelere ilişkin değerlendirmesinde, Engels’e bırakalım: “...‘emeğin kurtuluşu’ üzerine bir sürü gevezelik, oysa ancak işçi sınıfının kurtuluşu söz konusu olabilir, şu anda emeğin kendisigereğinden fazla özgürdür.” (Marx-Engels, Gotha ve Erfurt Programlarının Eleştirisi, s. 65)

ÖDP’nin kendine biçtiği en önemli misyonlardan biri de “siyasetin toplumsallaşması için”, “siyasetin toplumsallaşması yönünde” bir faaliyetlilikti. Bu da Marksizmin devlete bakışının çarpıtılmasından kaynaklanmaktadır. Zaten kapitalizmde burjuvazi, iktidarını, siyaseti toplumsallaştırarak kurmuş ve korumaktadır. Partiler, seçimler, genel oy hakkı vb. de buna tekabül eder ki, bugün burjuvazi, işçi sınıfı ve emekçilerin de içinde yer aldığı geniş kitlelerin siyaseten rızaları ile iktidarını sürdürmektedir. Eğer burjuva devlet zorla ele geçirilip paramparça edilmeden, işçi sınıfı ve emekçilerin, bugünden, bu devlet biçimlenişi içerisinde ‘söz, yetki ve karar’ haklarını kullanmaları anlamında bir ‘siyasetin toplumsallaşması’ndan bahsediliyorsa -anlaşılan öyle-, bu durumda ‘kapitalizmi aşarak’ iktidara ulaşma fikri, kesinkes bilimsel sosyalizmin dışında bir fikirdir.

Bazıları ve yine bazı ÖDP’liler bu durumu burjuva yasallığına karşı bir ‘takiye’ olarak değerlendiriyorlardı. Ama özellikle marksizmin devrimci içeriğine vakıf meraklılar, ÖDP’nin temel belgelerini okuduklarında, liberal sol ve reformist perspektiflerin, sivil toplumculuğa uzanan yönelimlerin, bu belgelerin her yerine sinmiş, ayrıntılanmış halini hemen fark ediyorlardı.

Gerçekte bu durumu Marx, Engels ve Lenin, değişik yerlerde oportünizm, reformizm vb. gibi kavramlarla içeriklendiriyorlar. Ki bu bir ‘takiye’cilik bile olsa, bu tür ‘takiye’ciliğe karşı Marx, “Komünistler görüşlerini ve amaçlarını gizlemeyi küçüklük sayarlar. Onlar, hedeflerine ancak, mevcut bütün toplumsal koşulların zorla devrilmesiyle ulaşılabileceğini açıkça ilan ederler.” (Marx-Engels, Komünist Manifesto, s. 81) diyor. Siz ‘sosyalizmi hedefleyen’ bir parti olarak işinizi layıkıyla da yaptıktan sonra, her halde emekçilerin bundan ‘korkacakları’ bir şey olmaz. “Varsın egemen sınıflar bir komünist devrimi korkusuyla titresinler.” (Marx-Engels, age, s. 81) bundan size ne?

SONUÇ

“Türkiye’de hiç bir emekçi, hiç bir genç kadın ve erkek, bu partinin altı yıllık ömrü hakkında gelecek kuşaklara elle tutulur her hangi bir sınıfsal övünç ve onur duyacağı tarihsel bir söz aktaramayacak.” (agm)

Eğer bu saptamayı bilerek yapmışsanız, hemen bir kaç paragraf sonra yaptığınız ikinci saptamayı nasıl açıklayacaksınız?

“ÖDP’nin Türkiye sosyalist hareketine katkısı ve hizmeti nedir? sorusuna ‘çoğulculuktur’ yanıtını vermek hiç kuşkusuz az şey değildir.” (agm)

Bu durumda ÖDP’nin Türkiye sosyalist hareketine naçizane, hatta bir yerlerde söylendiği gibi uluslararası sosyalist hareket boyutunda katkısı olarak ‘çoğulculuk’ öne sürülüyor. Ve bu kavram, ‘hiç bir emekçinin, hiç bir genç kadın ve erkeğin ... gelecek kuşaklara ... sınıfsal övünç ve onur duyarak aktaracağı tarihsel’ bir değer içermemektedir diyorsunuz öyle mi? Zinhar doğrudur.

 

İlgililere duyurulur.

KURTULUŞ sosyalist dergi

[1] Demokrasi mücadelesi yapmak için sosyalistlerin ve sosyalist grupların toplamının, ‘kendilerini’ temsilen, ittifak oluşturmaları, sosyalistlerin hangi sınıfı temsilen hareket etmeleri gerektiği sorusunu gündeme getirir. Sosyalistlerin ve gruplarının sayısal toplamı, bir çok stadyumu doldurmaya yetse de, eğer, sınıfa ya da sınıfın belirli kesimlerine dayanmıyorlarsa, hangi düzeyde olursa olsun yapılan ‘demokrasi ittifakları’, atı arabanın önüne koşmak anlamına gelecek, geçici başarılar kazanması durumunda bile ‘demokratizm’ hastalığının yaygınlaşmasına neden olacaktır. Sınıfın öncülerinden oluşmuş proletarya partisinin iktidar mücadelesine göre tanımlanmış programı olmadan, demokratik ittifak mücadelesine girişmek, ‘ittifakın oluşturucuları’nca yaratılan ‘toplam özne’nin, giderek sosyalizmden ve işçi sınıfından, fikri düzeyde de, bağımsız bir nitelik kazanmasıyla sonuçlanır ki, içindeki unsurlar ne kadar ‘komünist’ olurlarsa olsunlar, demokratizm hastalığınca belirleneceklerdir.

[2] ÖDP’nin tarihsel-siyasal dersler ışığında kurulduğu doğrudur ve “çoğulculuk ilkesinin” demokratik merkeziyetçiliğin en gelişkin biçimi olarak tanımlanması bıyık altından gülümsenerek değil, açık açık gülerek karşılanabilir ancak. Ama leninist partinin (hele de devrimi yapan Bolşevik Parti’nin) çoğulcu bir parti olarak emsal gösterilmesi biraz tarih bilen komünistleri çileden çıkartabilir. Lenin’deki demokratik merkeziyetçilik (ki bu arkadaşlara göre ‘ilkel’ hali sayılıyor herhalde), azınlık-çoğunluk ilişkisini varsayar ve azınlık-çoğunluk ilişkisi somut kararlardaki oylamaların sonucu ortaya çıkar. Ve çoğunluk olan görüş parti görüşü olarak hayata geçirilir. Parti içi demokrasi, böyle durumlarda azınlıkta kalan bir görüşün süreç içerisinde çoğunluk olması hakkının güvencesi olarak vardır. Somut olgular karşısında farklı politik önermelere sahip olmakla, farklı programatik görüşlere sahip olmak arasındaki farkı anlamamak, sadece anlamak istememekten kaynaklanabilir. O dönemler Leninist bir parti olarak Bolşevik Parti’de farklı sosyalizm anlayışları, farklı devrim anlayışları, farklı örgütlenme anlayışları bir süreklilik içinde varolmamışlardır. Örneğin, Lenin’in “Nisan Tezleri” de, merkez komitede ilk olarak azınlıkta kalmış, daha sonra çoğunluk olmuştur. Farklılıkları programatik görüşlerin dışında kalıp bunu kabul etmeyenler, partinin de dışında kalmışlar veya parti dışı bırakılmışlardır.

[3] Kaldı ki, “ayaklanma tarihini basında açıklayan devrim muhaliflerini bile tasfiye etmeyen büyük devrimci, Vladimir İliç Lenin’dir” lafı tamamen yanlıştır ve kötüsü çoğulculuğa dayanak için yapılan bir çarpıtmadır . Kamenev ve Zinovyev’in partiden hemen atılmasını isteyen bizzat Lenin’in kendisidir ve Stalin dahil olmak üzere merkez komitesinin çoğunluğu bunu benimsemedikleri için bunlar partiden atılmamışlardır:

“Lenin, ... 18 Ekimde –[Kamenev ve Zinovyev’in mektubunun] Novaya Jizn’de yayınlanma günü– parti üyelerine mektup yazarak Kamenev ve Zinovyev’in eylemlerini ‘grev kırıcılığı’ ve ‘suç’ olarak niteledi ve onları artık yoldaş olarak görmediğini ve partiden çıkartılmalarını isteyeceğini belirtti. Bunu ertesi gün, aynı yönde merkez komiteye yazılan daha detaylı bir mektup takip etti.” (E.H. Carr, The Bolshevik Revolution (Bolşevik Devrimi), Penguin Books, 1986, c.1, s. 107)

“İkisini de artık yoldaş olarak görmediğimi açıkça ilan ediyorum ve bütün gücümle, ikisinin de Partiden atılmasını sağlamak için, hem Merkez Komitesinde hem de Kongrede mücadele edeceğim.” (V. I. Lenin, “Bolşevik Parti Üyelerine Mektup”, 18 (31) Ekim 1917, Collected Works (Toplu Eserler), c. 26, s. 217)

“Buna yalnızca bir cevap olabilir ve olmalı: Merkez Komitenin derhal şöyle karar alması: ‘Merkez Komite, Zinovyev’in ve Kamenev’in Parti-dışı basındaki beyanatını, terimin tam anlamıyla grev kırıcılığı olarak değerlendirerek ikisini de Partiden atar.’” (V. I. Lenin, “RSDİP(B) Merkez Komitesine Mektup”, 19 Ekim (1 Kasım) 1917, Collected Works (Toplu Eserler), c. 26, s. 226)

Burada karıştırılmaması gereken, Lenin onların, ayaklanmaya ilişkin farklı görüşte oldukları için değil, gizli kararları basında açıkladıkları ve parti suçu işledikleri için atılmasını istedi ve herhalde bunda da karşı çıkılacak bir şey olmasa gerek. Onlar da azınlık olarak ‘biz ayrı bir ekibiz devrim işinde yokuz’ dememişler, çoğunluk kararı uyarınca bizzat devrimde aktif rol almışlardır.

ŞUBAT 2002

2

ÖNE ÇIKANLAR


SSCB NEYDİ VE NEDEN ÇÖKTÜ

NEYDİ VE NEDEN ÇÖKTÜ?

SSCB’NİN KARAKTERİ ÜZERİNE BİR ÇÖZÜMLEME

Süha ILGAZ

Ütopya Yayınevi

KİTAPÇILARDA

SUNUŞ


İSMET ÖZTÜRK (ÇÖRTÜK İSMET)

Kurtuluş hareketinde olduğu gibi, genel olarak Türkiye sosyalist hareketinde de, yaşamıyla, mücadelesiyle, görüşleriyle özel bir yer tutan, yazarımız, yoldaşımız İsmet Öztürk’ü 19 Kasım 2011 günü kaybetmiştik. Vasiyet ederek bedenini bilimin hizmetine sunduğu Pamukkale Üniversitesi’nde görevi sona erince, O’nu 20 Haziran 2015 günü Rumelikavağı’nda, yoldaşlarının, dostlarının katılımıyla, kızı Ekin’in yanına, doğaya uğurladık.

İSMET ÖZTÜRK

İSMET ÖZTÜRK YAŞAMI, MÜCADELESİ VE GÖRÜŞLERİ İLE YOL GÖSTERİYOR


SOVYETLER BİRLİĞİ DEĞERLENDİRMELERİ

SOVYETLER BİRLİĞİ’NİN KARAKTERİNE İLİŞKİN FARKLI DEĞERLENDİRMELER

Sovyetler Birliği eleştirileri ve değerlendirmeleri, işçi sınıfının yeni sosyalizm deneyimlerine yol gösterecek komünizmin geliştirilmesi açısından önem taşır.


GEÇMİŞİN DEĞERLENDİRİLMESİ

GEÇMİŞİN DEĞERLENDİRİLMESİ: KURTULUŞ’UN ‘YOL AYRIMI’

Çeşitli ‘yol ayrımları’ sonucu bölünmeler ve farklı yönlerde sapmalar yaşayan Kurtuluş hareketinin teori, pratik ve örgütlenmesinin, belirleyici dönüm noktalarıyla ele alınarak “proletarya partisi” hedefi açısından irdelendiği geçmiş değerlendirmesi, “İşçi Sınıfının Komünist Programı İçin Temel İlkeler” metniyle ileri sürülen perspektifin oluşumunda önemli rol sahibidir.


TEMEL İLKELER

İşçi Sınıfının Komünist Programı İçin TEMEL İLKELER

Komünist programın üretilmesi çalışmalarına yol göstermek amacıyla hazırlanan “Temel İlkeler”, işçi sınıfının komünizm mücadelesinde ulaştığı en ileri örgütsel düzeye karşılık gelen Komünist Enternasyonal’in üzerinde kurulduğu politik çizgiyi ifade etme iddiasıyla, bütün sosyalistleri, işçi sınıfının mücadelesine önderlik etmek üzere komünizmi benimsemeye çağırmaktadır.


İNTERNET SİTESİ ve
ELEKTRONİK POSTA
ADRESLERİ