“Yeni Uluslararası İşçiler Derneği, değişik ülkelerin proleterlerinin tek ve aynı hedefi –kapitalizmi yıkma, sınıfları bütünüyle ortadan kaldırmaya ve komünist toplumun birinci aşaması sosyalizmi gerçekleştirmeye yol açacak proletarya diktatörlüğü ve uluslararası sovyetler cumhuriyetini kurma hedefini– güden ortak eylemini örgütlemek için kurulmuştur.”
(Tezler, Kararlar ve Bildirgeler, s. 124)
SÜHA ILGAZ
Komünizm ve komünizme geçiş sorunu marksizmin temel sorunlarının başında gelir. Bu sorun üzerine olan farklı değerlendirmeler, aynı zamanda farklı sosyalist akımlar arasındaki ayrımlara da karşılık gelir, bu ayrımların temellerini oluşturur. Bu ayrımlar, içinde bulunulan toplumun kapitalist niteliği ya da en son hedef olarak tanımlanan dünya ölçeğindeki sınıfsız toplumun özelliklerinden çok, bugünkü toplumdan hedeflenen komünizme varacak sürecin değerlendirmesinde ortaya çıkmaktadır. Komünizme geçiş sorunu üzerine olan farklı değerlendirmeler, çözümlemeler, farklı sosyalist akımlara karşılık geldiği ölçüde, bu akımların toplumu değiştirme, komünizme yönelme pratiklerinde de somutlanmakta, bu pratiklerin teorik ifadesi, yol göstericisi olmaktadır.
Bu anlamda söz konusu sorun, politik açıdan büyük, hatta sınıf mücadelesinin komünizme ilerlemesi, başarısı bakımından belirleyici bir önem taşımaktadır.
Yaşanan sosyalist kuruluş girişimlerinin izledikleri süreçleri de, çeşitli sosyalizm anlayışları yönlendirdi. Komünizme geçişin aşamaları, sosyalizmin kurulabilirliği ya da geçiş toplumu, sosyalizmde devlet, sınıf mücadelesi, sosyalizmden geriye dönüş, sosyalizm ve piyasa ve benzeri konularda odaklanan tartışmalarda, farklı anlayışlar da belirginleşti ve bir bakıma bu süreçlerin kaderlerini de çizdi. Dolayısıyla, yenilen sosyalist kuruluş girişimlerinden ders çıkartarak yeniden sosyalist devrimi, sınıfların ortadan kaldırılmasını, komünizme geçişi güncelleştirebilmek için, bu değerlendirme farklı sosyalizm anlayışlarının tartışılmasını da içermek zorundadır. Söz konusu anlayışların tartışılmasının başlangıç noktası ise, komünizme geçiş sorununun –sosyalist devrimi işçi sınıfının mücadelesi üzerine oturtarak komünizmi gerçekleştirebilecek maddi gücü saptayan– marksizmde ele alınışıdır, çözümlenmesidir.
Yıkılan sosyalizm deneyleri açısından, öncelikle ele alınması gereken bir sosyalizm anlayışı ‘piyasa sosyalizmi’dir. Bu anlayış, Sovyetler Birliği’nde Hruşçov dönemi reformlarından başlayarak, sosyalizmin tıkanıklıkları karşısında giderek piyasa mekanizmalarına başvurulması biçiminde gelişmiştir. SBKP’nin Ekim 1961’deki 22. Kongresinde kabul edilen ve Sovyetler Birliğinde sosyalizmin kurulup ilerleyerek komünizme geçme aşamasına ulaştığı saptamasıyla komünist toplumun inşası için program diye nitelenen 3. Programında, sosyalizm meta ilişkilerinin sürmekte olduğu bir dönem olarak tarif edilmektedir:
“Komünist inşada, sosyalist dönemdeki yeni içerikleriyle koruyarak meta-para ilişkilerinden sonuna kadar yararlanmak gereklidir. Bunda, maliyet muhasebesi, para, fiyat, üretim maliyeti, kâr, ticaret, kredi ve finans gibi ekonomik kalkınma araçları büyük rol oynar. Tek komünist biçim olarak halk mülkiyetine ve komünist dağıtım sistemine geçişle birlikte, meta-para ilişkileri ekonomik olarak zamanını doldurmuş olacak ve sönümlenecek.” (Komünizmin Yolu, s. 536)
Hruşçov da, Program Üzerine Kongreye Raporunda bu anlayışı savunmaktadır:
“Toplum sosyalist aşamada olduğu sürece, emeğe göre dağıtımdan, meta-para ilişkilerinden ve fiyat, kâr, finans, kredi gibi kategorilerden vazgeçemez. Ülkemizde bu ekonomik aletlerin sosyalist bir içeriği var ve komünizmin inşasına hizmet ediyorlar. Komünizm inşa edilmiş olduğu zaman eskimiş olacaklar ve yerlerine daha üstün ekonomik kategoriler olan toplumsal emeğin doğrudan değerlendirilmesi ve dağıtımı geçmiş olacak.
Komünist inşa boyunca, mali ve kredi kaldıraçlarından, mali kontrolden, fiyatlardan ve kârlardan yararlanmak ve bunları geliştirmek görevimizdir. Kâr ve kârlılığın önemini yükseltmeliyiz. İşletmelerin planlarını daha iyi yerine getirmeleri için, onlara, kârlarını idare etmeleri ve bunları personellerinin iyi çalışmalarını cesaretlendirmek ve üretimi genişletmek için yaygın bir biçimde kullanmaları için daha çok fırsat verilmelidir.” (Komünizmin Yolu, s. 245)
Bu anlayış çerçevesinde sosyalizm, kapitalizmin ve piyasanın, meta ilişkilerinin ortadan kalkmasına dayanan bir toplum değil, piyasa ilişkileriyle yan yana, hatta piyasa ilişkileri içinde işleyen, kapitalizmle komünizmin birlikte bulunduğu, iç içe geçtiği, sürecin kapitalizme doğru da, komünizme doğru da gidebildiği bir toplum olarak kabul edilmiştir. Bu yaklaşımla, Sovyetler Birliği’nde sosyalizme geçiş döneminde başvurulan NEP dönemi uygulamalarının, sosyalizme geçilmiş olduğu saptanan bir dönemde savunulabilmesi olanaklı olmuştur. Gorbaçov döneminde perestroyka (yeniden yapılanma) diye adlandırılan bu anlayışın Sovyetler Birliği’ndeki kapitalist restorasyonun gerçekleştirilmesindeki rolü ise yadsınamaz.
Diğer bir anlayış, ‘sınıflı sosyalizm’. Bettelheim’ın görüşleri bu anlayışa bir örnek:
“eski burjuva ilişkilerin ve farklı siyasi ve ideolojik aygıtların yeniden üremesi, burjuva toplumsal güçleri oluşturan, bu ilişkilerin yeniden üretiminin etkenlerinin, hâlâ, proletarya diktatörlüğü altında ve üretim araçlarının ulusallaştırılmasına rağmen, mevcut olduğu anlamına gelir.
Proletarya diktatörlüğünü gerekli kılan budur, çünkü sınıf mücadelesi sürüp gider. Bu mücadelenin mümkün sonuçlarından birisi, burjuva toplumsal güçlerin, hemen fark edilemeyen biçimler altında, iktidara geri gelmeleridir. Bu güçlerin temsilcileri devletin ve yönetici partinin önderliğini ele geçirdikleri zaman bu olur; o andan itibaren, devletin, ulusallaştırılmış mülkiyetin ve planlamanın sınıf karakteri, artık proleter değil, burjuvadır.” (Charles Bettelheim, “Yine Geçiş Toplumu Üzerine”, Sosyalizme Geçiş Üzerine, s. 43)
Çin’de Kültür Devrimi döneminde en uç boyutlarına ulaşan bu anlayış açısından, sosyalizm, sınıfların ortadan kalktığı değil, sınıfların, hatta kapitalist sınıf burjuvazinin her gün yeniden yeniden doğduğu, sınıf mücadelesinin sürekli keskinleştiği bir toplum. Bu durum, toplumda baskının, şiddetin gittikçe güçlenmesi ve devlet aygıtının, yöneten – yönetilen ayrımının da yok olmaya doğru gidememesi demektir. Öte yandan, bu anlayışa göre, revizyonizm de burjuvaziyi temsil ettiğinden, her görüş ayrılığı burjuvazi – proletarya çatışması olarak görülür. O zaman kapitalizm ya da sosyalizm, yalnızca iktidarın ideolojisine indirgendiğinden, revizyonist olarak nitelenenlerin iktidarı, otomatik olarak kapitalizme geri dönüş olarak kabul edilir. Dolayısıyla, Sovyetler Birliği’nin sosyal-emperyalist ilan edilip kendisine karşı başka (daha az saldırgan) emperyalistlerle ittifak aranması da böyle bir sosyalizm anlayışına dayanır.
Başka bir sosyalizm anlayışı ise, kapitalizmin dünya ölçeğindeki varlığından hareketle, kapitalizmden daha gelişkin olması gereken sosyalizmin, tek tek ülkelerde kurulamayacağını, dünya ölçeğinde kurulabileceğini ileri sürer. Bu anlayış, kapitalizmin ortadan kaldırılmış olduğu durumlarda, sosyalizmin orada kurulabilirliğini de kabul etmediği için, üçüncü bir toplum biçiminin varlığını öne sürmek durumunda olmuştur:
“Eğer Marx çağının en ileri kapitalizminde üretici güçlerin toplumsallaştırılması temeli üzerine kurulacak olan topluma komünizmin en alt aşaması adını verdiyse, açıktır ki bu adlandırma bugün hâlâ teknoloji, kültür ve dünya nimetleri açısından kapitalist ülkelerden çok yoksul bulunan Sovyetler Birliği’ne uygulanamaz. Dolayısıyla tüm çelişkileriyle bugünkü Sovyet rejimini bir sosyalist rejim olarak değil, kapitalizmden sosyalizme geçiş için bir hazırlık rejimi olarak adlandırmak daha doğru olacaktır.” (L. Trotski, İhanete Uğrayan Devrim s. 45.)
‘Geçiş toplumu’ olarak da adlandırılan bu toplum biçimi, bu anlayışa göre, ne kapitalist ne sosyalist olan, bu ikisinin arasında, üçüncü bir toplum biçimidir.
Sosyalizmin gündemindeki, ‘çoğulcu’ ya da ‘monolitik sosyalizm’den ‘piyasa sosyalizmi’ne, ‘geçiş toplumu’ndan ‘katılımcı’ ya da ‘özyönetimci sosyalizm’e, ‘tek ülkede sosyalizm’den ‘devletli komünizm’e kadar, çeşitli başlıklar altındaki tartışmalarda başvurulan ve bütün bu farklı anlayışların, değerlendirmelerin üzerine dayandığı temel kavramlar, doğal olarak sosyalizm ve komünizm olmaktadır. Bunlar, sosyalist bakış açısı için temel kavramlardır, son tahlilde bütün sosyalist siyasi önermelerin kendisine bağlı olduğu kavramlardır. Ancak bütün bu önemine rağmen, yukarıdaki örneklerin de gösterdiği gibi, bu kavramlar üzerine genel bir anlaşmışlık, netlik ve açıklık bulunmuyor. Aksine, bu tür sorunların farklı bakış açıları tarafından tartışıldığı çoğu durumda, söz konusu terimlerin bambaşka içerikler yüklenerek kullanıldığı, dolayısıyla da anlatılmak istenenin diğer taraf tarafından anlaşılmasının son derece güçleştiği hemen ortaya çıkıyor. Bunun elbette bir nedeni varolan farklı sosyalizm anlayışlarıdır. Ama diğer bir nedeni de sosyalizm ve komünizm kavramlarının sosyalist hareketin tarihi içerisinde, literatürde geçirmiş oldukları evrim ve buna bağlı olarak bu sözlerin farklı yer ve zamanlarda farklı anlamlarda kullanılmış olmasıdır.
Sınıflı toplumlar tarihi boyunca, eşitlik, özgürlük, baskıdan ve sömürüden kurtuluş, insanlığın özlemi olmuştur. Bu özlemler, sınıfların bulunmadığı, insanların ürünlerini ortakça paylaştığı çeşitli toplum ideallerine yansımıştır. Sosyalizm ya da komünizm olarak adlandırılan bu idealleri ise, marksizm, üzerinde gerçekleşebileceği koşulları çözümleyerek maddi temellerine oturtmuştur. Bu çözümleme; sosyalizmin maddi koşullarının içinde bulunulan topluma, kapitalizme dayandırılması, sosyalizmi gerçekleştirebilecek tek güç olarak işçi sınıfının saptanması, marksizmin ayırt edicisidir. Ama marksizm bununla kalmamış, giderek bu toplumun ve ona götürecek sürecin özelliklerini ve ayrıntılarını da olabildiğince çözümlemeye çalışmıştır. Elbette bu açıdan en verimli olanakları da, sosyalizm doğrultusundaki gerçek girişimler ve yaşanan deneyler sağlamıştır. Çözümlemedeki bu gelişmeye, doğrudan doğruya sosyalizm ve komünizm kavramlarındaki bir gelişmenin de eşlik ettiğini söylemek mümkün. Bu anlamda, çeşitli örnekleri ele alarak bu kavramların marksist klasiklerde geçirdiği anlam değişikliklerini izlemek, hem başvuru metinlerinde hangi anlamda kullanılmış olduklarını tartışmak, hem de bugün kendilerine yüklenen farklı içerikleri ayırt edip netleştirebilmek açısından yararlı olabilir.
Marksizmin kendisini ayrı bir akım olarak ortaya koyduğu ilk eserlerde öncelikle vurgulananlar, en temel saptamalar ve en kalın ayrım çizgileridir. Doğal olarak, buralarda, sosyalizm ve komünizmden de, daha sonraki ayrıntılandırılmışlıklarıyla değil, henüz en genel özellikleriyle söz edilmektedir. Örneğin, Marx ve Engels’in 1845-46’da yazdıkları Alman İdeolojisi böyle ele alınabilir. Burada üzerinde durulan, kapitalizm karşısında komünizmdir, ona geçiş ya da evreleri değil:
“komünist devrim... işi yok eder ve bütün sınıfların egemenliğini sınıfların kendileriyle birlikte ortadan kaldırır, çünkü bu devrim, artık toplum içinde bir sınıf olarak ele alınmayan, artık toplum içinde bir sınıf diye tanınmayan, ve daha şimdiden artık bugünkü toplum içindeki bütün sınıfların, bütün milliyetlerin, vb. yok oluşunun ifadesi olan bir sınıf tarafından gerçekleştirilir.” (Marx – Engels, Seçme Yapıtlar, c. 1, s. 47)
Burada komünist devrim diye tek bir eylem olarak sözü edilen, kapitalizmin ortadan kaldırılıp sınıfsız toplumun gerçekleştirilmesidir. Kapitalizmin yıkılıp sınıfsız toplumun kuruluşunun gerekliliğini ve zorunluluğunu açıklamak için kullanılan bu ifadelerin, başka bir düzeyde, yani doğrudan doğruya bu dönüşümün özelliklerinin çözümlenmesi düzeyinde yetersiz kalacağı açık olmalıdır. Yine Alman İdeolojisi’ndeki şu öngörüler de aynı çerçevede değerlendirilmelidir:
“üretici güçlerin bu gelişmesi, (daha şimdiden insanların güncel ampirik yaşantısının, yerel hayat planı üzerinde değil de dünya tarihi planı üzerinde cereyan etmesini içeren gelişmesi) katiyen vazgeçilemez, önce yerine gelmesi gereken bir pratik koşuldur, çünkü bu koşul olmadan, kıtlık, genel bir durum alır, ve gereksinmeyle birlikte zorunlu olan için mücadele yeniden başlar ve gene kaçınılmaz olarak aynı eski çirkefin içine düşülür. Bu koşul gene aynı şekilde, insan cinsinin evrensel ilişkileri, sadece, üretici güçlerin bu evrensel gelişmesi ile kurulabileceği için ve bir yandan bütün ülkelerde, aynı zaman içinde, ‘mülkiyetten yoksun’ yığın olayını doğurduğu için (evrensel rekabet), sonra bu ülkelerden her birini öteki ülkelerdeki altüst oluşlara bağımlı kıldığı için ve nihayet ampirik olarak evrensel olan, dünya tarihini yaşayan insanları yerel planda yaşayan bireylerin yerine koymuş olduğu için de sine qua non (olmazsa olmaz, zorunlu – ç.) bir pratik koşuldur. Bu koşul olmadığı takdirde: 1. komünizm ancak yerel bir görüngü olarak var olabilir; 2. bizzat insan ilişkilerinin güçleri, evrensel, bu yüzden de katlanılmaz olan güçler olarak gelişemezler, yerel batıl inançlardan doğan ‘koşullar’ olarak kalırlar; ve 3. değişimlerin her yayılması, yerel komünizmi ortadan kaldırır. Komünizm, ampirik olarak, ancak egemen halkların ‘ani’ ve aynı zamanda meydana gelen hareketi olarak mümkündür, bu da gene üretici gücün evrensel gelişmesini ve komünizme sıkı sıkıya bağlı dünya çapında değişimleri varsayar.” (Marx – Engels, Seçme Yapıtlar, c. 1, s. 42)
Bu açılımlar, evrensel sınıfsız toplumun kuruluşuna yönelen tarihi sürecin geçireceği tek tek aşamaları açıklamaktan çok, bu sürecin temel hedeflerine ve koşullarına işaret etmesi açısından değerlendirilmelidir. Ama bununla birlikte, aynı çözümlemelerin, hangi çerçeve içinde kullanılmış olduklarını akıldan çıkarmadan ve gereken uyarlamaları yapmak koşuluyla, sürecin özelliklerinin, gelişiminin anlaşılmasına büyük ölçüde ışık tutacakları da kuşkusuzdur.
Yine sorunun nispeten soyut bir düzeyde ele alındığı yerlerde de, sürecin tek tek aşamalarına değil, bütününe, tek bir eylemden söz eden bir üslupla deyinilmektedir. Anti-Dühring buna bir örnek olabilir:
“Proletarya, devlet erkliğini ele geçirir ve üretim araçlarını önce devlet mülkiyeti durumuna dönüştürür. Ama, bunu yapmakla, proletarya olarak kendi kendini ortadan kaldırır, bütün sınıf farklılıkları ile sınıf karşıtlıklarını, ve aynı biçimde, devlet olarak devleti de ortadan kaldırır.” (F. Engels, Anti-Dühring, s. 443)
Bu satırlarda, siyasi iktidarın ele geçirilmesinden devletin ve sınıfların ortadan kaldırılmasına kadar bütün bir dönüşümden bir an gibi söz edilmektedir. Burada soruna bütün bir insanlık tarihi açısından bakıldığından, bu, gerçekten de bir andır. Ama bu dönüşüm sürecinin kendisinin incelenmesi düzeyinde söz konusu olan, hiç de bir an değil, bir süreçtir; dolayısıyla aynı değerlendirmeyi bu düzeye değiştirmeden aktarmaya kalkışmak yanlış olacaktır. Yine Anti-Dühring’den şu saptamalar için de benzer şeyler söylenebilir:
“Üretim araçlarına toplum tarafından el konulması ile, meta üretimi, ve bunun sonucu, ürünün üretici üzerindeki egemenliği ortadan kalkar. Toplumsal üretim içindeki anarşi yerine, bilinçli planlı örgüt geçer.”(F. Engels, Anti-Dühring, s. 447)
Burada da üzerinde durulan, üretim araçlarına nasıl, hangi ölçekte ya da hangi hızla el konacağı değil, genel olarak, özel mülkiyetin yerini toplumsal mülkiyetin almasıdır. Komünizmin evreleri, ya da ona geçiş sorunu ele alınmamaktadır.
Sorunun, bir yanda kapitalizm, bir yanda da sınıfsız toplum olarak ele alındığı bu düzeyde, sosyalizm ve komünizm deyimleri farklı anlamlar taşımamaktadır. Benzer ideallerin paylaşıldığı marksizm öncesi sosyalist akımların da kullana geldiği bu isimlendirmeler, birbirlerinin yerine, aynı anlama gelecek şekilde kullanılmaktadır.
Marksizmin en temel siyasi programatik belgesi olan ve Marx ve Engels’in 1848’de hazırladıkları Komünist Manifesto’da olduğu gibi, Manifesto’nun taslağını oluşturan ve Engels’in 1847’de yazdığı Komünizmin İlkeleri’nde de, hedeflenen komünizmin yanısıra ona geçiş üzerinde de durulmaktadır. Komünizmin İlkeleri’nde, önce “yeni toplumsal düzen” tasvir edilmektedir:
“bütün bu üretim dallarının bir tüm olarak toplum tarafından, yani toplumsal bir plan uyarınca ve toplumun bütün üyelerinin katılmalarıyla, toplum yararına işletilmesini sağlamak zorunda olacaktır. Demek ki, rekabeti kaldıracak ve onun yerine birlikteliği koyacaktır. ...özel mülkiyet de kaldırılmak zorunda olacaktır, ve onun yerine bütün üretim araçlarının ortaklaşa kullanımı ve bütün ürünlerin ortak rıza ile dağıtımı, ya da mülkiyetin ortaklaşalığı denilen şey olacaktır.” (Marx – Engels, Seçme Yapıtlar, c. 1, s. 106.7)
Sonra “özel mülkiyeti bir çırpıda kaldırmanın olanaklı olmadığı” söylenerek proleter devrimin toplumu yavaş yavaş değiştireceği anlatılmakta ve proletaryanın siyasi iktidarı altında uygulayacağı, özel mülkiyeti giderek sınırlayıp kaldıran önlemler sıralanmaktadır. Bunlar arasında vergilendirme, yavaş yavaş mülksüzleştirme, asgari ücret, eşit çalışma yükümlülüğü, bankalar ve ulaştırmanın devletleştirilmesi, ulus hesabına eğitim ve konut sağlanması gibi önlemlere yer verilmektedir.
“Bütün bu önlemler, elbette ki, bir anda uygulanamazlar. Ama bunlardan her biri, her zaman, bir ötekini gerektirecektir. Özel mülkiyete karşı ilk köklü saldırıda bir kez bulunuldu mu, proletarya, durmadan daha ileriye gitmek, bütün sermayeyi, bütün tarımı, bütün sanayii, bütün ulaşımı, ve bütün değişimi gittikçe daha çok devletin elinde yoğunlaştırmak zorunda kaldığını görecektir.... Nihayet, bütün sermaye, bütün üretim ve bütün değişim ulusun ellerinde yoğunlaştığında, özel mülkiyet kendiliğinden ortadan kalkacak, para gereksiz olacak, ve üretim o denli artmış ve insanlar o denli değişmiş olacaklardır ki, eski toplumsal ilişkilerin son biçimleri de yok olabilecektir.” (Marx – Engels, Seçme Yapıtlar, c. 1, s. 110)
Daha sonra ise, “özel mülkiyetin nihai olarak kaldırılmasının sonuçları” sayılmaktadır:
“toplumun, hem bütün üretici güçlerin ve haberleşme araçlarının kullanımını ve hem de ürünlerin değişim ve dağıtımını özel kapitalistlerin elinden alarak, bunları elde bulunan olanaklara ve tüm toplumun gereksinimlerine uygun düşen bir plan uyarınca yönetmesiyle, büyük sanayiin şu andaki işletilişinin bütün kötü sonuçları ortadan kaldırılmış olacaktır. Bunalımlar son bulacaktır... Toplumun ivedi gereksinmelerinin ötesindeki aşırı üretim, sefalet yaratmak yerine, herkesin gereksinmelerinin karşılanması demek olacak... büyük sanayi özel mülkiyetin baskısından bir kez kurtuldu mu... gelişecektir... tarım... hız kazanacak... Toplum böylece dağıtımını bütün üyelerinin gereksinmelerini karşılayacak şekilde düzenleyebilmesine yeterli miktarda ürün üretecektir. Toplumun çeşitli karşıt sınıflara bölünmesi, böylelikle, gereksiz hale gelecektir. Yalnız gereksiz olmakla kalmayacak, bu yeni toplum düzeni ile bağdaşmayacaktır da. ... Toplumun tümü tarafından ortaklaşa ve planlı olarak yürütülen sanayi, ayrıca, her yönden gelişmiş, üretim sisteminin tamamını kavrama yeteneğine sahip insanlar öngörür. ... işbölümü tamamıyla yok olacaktır... toplumun komünistçe örgütlenmesi, bir yandan sınıfların varlığı ile bağdaşmaz, öte yandan bu toplumun kurulması da, bu sınıf farklılıklarını yok etmenin araçlarını sağlar.” (Marx – Engels, Seçme Yapıtlar, c. 1, s. 111-3)
Komünist Manifesto’da da aynı hedefe işaret edilmektedir:
“komünistlerin teorisi tek bir tümcede özetlenebilir: Özel mülkiyetin kaldırılması.” (Marx – Engels, Seçme Yapıtlar, c. 1, s. 146)
Daha sonra ise, bu hedefe ulaşabilmek için yapılması gerekenler, proletaryanın başvuracağı tedbirler üzerinde durulmaktadır:
“işçi sınıfının devrimde atacağı ilk adım, proletaryayı egemen sınıf durumuna getirmek, demokrasi savaşını kazanmaktır.
Proletarya, siyasal egemenliğini, tüm sermayeyi burjuvaziden derece derece koparıp almak, bütün üretim araçlarını devletin, yani egemen sınıf olarak örgütlenmiş proletaryanın elinde merkezileştirmek için, ve üretici güçlerin tamamını olabildiğince çabuk artırmak için kullanacaktır.
Başlangıçta bu, elbette, mülkiyet hakkına ve burjuva üretim koşullarına despotça saldırma dışında; dolayısıyla iktisadi bakımdan yetersiz ve savunulamaz gibi görünen ama hareketin akışı içerisinde kendisini aşan ve üretim biçimini tamamıyla devrimcileştirmenin bir aracı olması bakımından kaçınılmaz olan önlemler dışında gerçekleştirilemez.” (Marx – Engels, Seçme Yapıtlar, c. 1, s. 153.4)
Sonra komünizme gidiş için uygulanacak, Komünizmin İlkeleri’nde sayılanlara benzer önlemler maddelenmekte, ardından da bu geçişin sonuçları ortaya konulmaktadır:
“Gelişimin akışı içerisinde sınıf ayrımları kalktığında ve üretim tüm ulusun geniş bir birliğinin ellerinde yoğunlaştığında, kamu gücü siyasal niteliğini yitirecektir. Gerçek anlamında siyasal güç, bir sınıfın bir başka sınıfı ezmek amacıyla örgütlenmiş gücüdür. Eğer proletarya, burjuvaziyle savaşımında, koşulların zorlamasıyla, kendisini bir sınıf olarak örgütlemek zorunda kalacak, bir devrim yoluyla kendisini egemen sınıf durumuna getirecek, ve egemen sınıf olarak eski üretim koşullarını zor kullanarak ortadan kaldıracak olursa, o zaman, bu koşullarla birlikte, sınıf karşıtlıklarını ve genel olarak sınıfların varlık koşullarını da ortadan kaldırmış ve, böylelikle, bir sınıf olarak kendi egemenliğini ortadan kaldırmış olacaktır.
Sınıflarıyla ve sınıf karşıtlıklarıyla birlikte eski burjuva toplumunun yerini, kişinin özgür gelişiminin, herkesin özgür gelişiminin koşulu olduğu bir birlik alacaktır.” (Marx – Engels, Seçme Yapıtlar, c. 1, s. 155)
Gerek Komünizmin İlkeleri’nde, gerek Komünist Manifesto’da, hedeflenen komünist toplumun genel özellikleri anlatıldığı gibi, bu topluma ulaşılması doğrultusunda, proletaryanın siyasi iktidarı ele geçirmesinden özel mülkiyeti ortadan kaldırmasına kadar uzanan gelişme üzerinde durulmakta, kapitalist mülkiyeti sınırlandıran ve adım adım ortadan kaldıran önlemler maddelenmektedir. Ancak komünizme geçiş sorunu bu şekilde ele alınmakla birlikte, Komünizmin İlkeleri’nde de, Komünist Manifesto’da da komünizmin evrelerinden söz edilmemektedir. Henüz, eski toplumdan yeni toplumun doğuşu sorunu, yeni toplumun kendisinin evrelerini de içeren ayrıntılarla ifade edilmemektedir.
Marx’ın 1875’te yazdığı Gotha Programının Eleştirisi’nde ise, kapitalist toplumdan doğmuş olan yeni toplum üzerinde daha ayrıntılı olarak durulmakta, komünist toplumun alt ve üst evrelerinin özellikleri ayırt edilerek birbirleriyle karşılaştırılmaktadır:
“Üretim araçlarının ortak mülkiyeti üzerine kurulu ortaklaşa toplum içinde, üreticiler ürünlerini değişmezler; aynı biçimde, ürünler için kullanılmış emek, burada, bu ürünlerin değeri olarak, onların taşıdığı maddi bir nitelik olarak pek görünmez, çünkü şimdi, kapitalist toplumun tersine, bireysel emek artık dolaylı bir biçimde değil, toplam emeğin bir kısmı olarak doğrudan vardır. ...
Burada ele almamız gereken, kendi temelleri üzerinde gelişmiş olan değil, tersine, kapitalist toplumdan doğduğu şekliyle bir komünist toplumdur; dolayısıyla, iktisadi, manevi, entelektüel, bütün bakımlardan, bağrından çıktığı eski toplumun damgasını hâlâ taşıyan bir toplumdur. Bu bakımdan birey olarak üretici (gerekli indirimler yapıldıktan sonra), topluma vermiş olduğunun tam karşılığını alır. Onun topluma verdiği şey, birey olarak kendi emek miktarıdır. ... O, toplumdan, şu kadar emek verdiğini saptayan bir belge alır ... ve, bu belge ile, toplumun tüketim araçları stoklarından, emeğinin eşit bir tutarı kadar bir miktar alır. ...
Besbelli ki, burada uygulanan ilke, eşit değerler değişimi olduğu ölçüde, meta değişimini düzenleyen ilkenin aynıdır. İçerik ve biçim değişmiştir, çünkü değişmiş koşullar altında hiç kimse emeğinden başka bir şey veremez ve öte yandan da bireylerin mülkiyetine bireysel tüketim araçlarından başka hiçbir şey geçemez. Ama birey olarak ele alınan üreticiler arasında bunların dağıtımı konusunda egemen ilke, eşdeğer metaların değişimine hükmeden ilkeden farksızdır: bir biçimdeki belli bir miktar emek, başka bir biçimdeki eşit miktar emekle değişilmektedir.
Demek ki, meta değişiminde eşdeğer değişimi, tek tek durumlarda değil, yalnızca ortalama olarak varolduğu halde, burada, ilke ile pratik çekişme içerisinde olmamasına karşın, eşit hak, hâlâ –ilke olarak– burjuva haktır.
... Bu eşit hak, eşit olmayan bir emek için eşit olmayan bir haktır. Hiçbir sınıf farkı tanımaz, çünkü herkes bir diğeri gibi yalnızca bir işçidir; ama eşit olmayan bireysel yetenekleri ve böylece de üretken kapasiteyi doğal bir ayrıcalık olarak zımnen kabul eder. Demek ki bu, özünde, her hak gibi eşitsizliğe dayanan bir haktır....
Ama bu gibi kusurlar, uzun ve sancılı bir doğumdan sonra kapitalist toplumdan çıkıp geldiği şekli ile komünist toplumun birinci evresinde kaçınılmaz şeylerdir.” (Marx – Engels, Seçme Yapıtlar, c. 3, s. 21.3)
Burada “kapitalist toplumdan çıkıp geldiği şekli ile” komünist toplum üzerinde durulmaktadır. Komünist toplumun bu ilk evresindeki kusurların kaçınılmazlığı vurgulanmaktadır. Bu evrede, eşit değerlerin değişimi söz konusu olduğu ölçüde, meta değişimini düzenleyen aynı eşit hak ilkesinin geçerliliğinden, dolayısıyla, hâlâ burjuva hakkın varlığından söz edilmektedir. Ama bu, kapitalist üretim ilişkilerinin şu ya da bu ölçekte sürdüğü anlamını taşımamaktadır. Burada değerlendirilmekte olan, alt evresi de olsa, komünist toplumdur. Bu evrede, meta üretimi, fiyat, kâr, ücret, para yoktur, harcanan emeği gösteren belge ile tüketim araçlarından emeğin karşılığı kadar alınır; üretim araçlarının mülkiyeti ortaktır, bireylerin mülkiyetine ancak bireysel tüketim araçları geçebilir; farklı sınıflar yoktur, herkes işçidir. Burada, kapitalizmden komünizme geçiş sorunu, Komünizmin İlkeleri ve Komünist Manifesto’daki gibi, özel mülkiyetin adım adım sınırlandırılması ve ortadan kaldırılması açısından değil, farklı bir düzeyden, komünist toplumun geçireceği kendi evreleri düzeyinden ele alınmaktadır. Eşit hak ilkesinin varlığı nedeniyle kapitalizmle ortak özelliğine işaret edilen komünist toplumun başlangıç evresi, daha sonra, daha ileri evresiyle karşılaştırılmaktadır:
“Komünist toplumun daha yüksek bir evresinde, bireylerin işbölümüne kölece boyun eğmesinin ve onunla birlikte de kafa emeği ile kol emeği arasındaki çelişkinin ortadan kalkmasından sonra; emek, yalnızca yaşam aracı değil, yaşamın birincil gereksinmesi haline gelmesinden sonra; bireylerin her yönüyle gelişmesiyle birlikte, üretici güçlerin de artması ve bütün kolektif zenginlik kaynaklarının gürül gürül fışkırmasından sonra – ancak o zaman, burjuva hukukunun dar ufukları tümüyle aşılmış olacak ve toplum, bayraklarının üzerine şunu yazabilecektir: ‘Herkesten yeteneğine göre, herkese gereksinmesine göre!’” (Marx – Engels, Seçme Yapıtlar, c. 3, s. 23)
Komünist toplumun üst evresi, artık eşit hak ilkesinin değil, herkesin yeteneğine göre topluma verip ihtiyacına göre almasının geçerli olduğu bir toplum olarak ifade edilmektedir. Bunun gerçekleşebilmesinin, alt evrenin daha yüksek evreye ilerleyebilmesinin koşulları irdelenirken yine iki evrenin özellikleri arasındaki farklar sergilenmektedir. Komünist toplumun üst evresinde, ilkinden farklı olarak, işbölümünün, kafa ile kol emeği çelişkisinin ortadan kalkmış olacağı, çalışmanın birincil bir ihtiyaç haline gelmiş ve üretici güçlerin de son derece gelişmiş olacağı söylenmektedir.
Gotha Programının Eleştirisi’nde kapitalizmden komünizme geçişin siyasi boyutuna da deyinilmektedir:
“Kapitalist toplum ile komünist toplum arasında, birinden ötekine devrimci dönüşüm dönemi yer alır. Buna da bir siyasal geçiş dönemi tekabül eder ki, burada devlet proletaryanın devrimci diktatörlüğünden başka bir şey olamaz.” (Marx – Engels, Seçme Yapıtlar, c. 3, s. 31-2)
Burada, kapitalist toplumdan komünist topluma geçiş dönemine deyinilmekte ve bunun siyasi düzeyde de bir geçişi gerektirmesine işaret edilerek bu dönemde devletin alacağı biçimin proletarya diktatörlüğü olacağı vurgulanmaktadır. Metnin bütünü içerisinde, komünizmin hem alt, hem de üst evrelerinin komünist toplum olarak adlandırıldığını akılda tutarak, sözü edilen geçiş döneminin, bir bütün olarak komünizme, dolayısıyla komünizmin alt evresine geçiş dönemi olduğunu saptamak mümkün. Fakat, komünist toplumun ilk evresinin burjuva toplumuyla ortak özelliğinden söz edilmiş olduğuna dayanılarak, sözü edilen geçiş dönemi, kapitalizmin tasfiyesi döneminden öteye, komünizmin alt evresini de içerecek biçimde değerlendirilmekte, burada bu iki dönem arasında bir ayrımın yapılmadığı ileri sürülebilmektedir. Bu metinde daha fazla ayrıntıya girilmediğini göz önüne alarak, bu ayrımın netleştirilmesi açısından başka kaynağa başvurmak, daha yararlı olabilir.
Marksizmin komünizme geçiş sorununa ilişkin önermelerinin bütünlüklü bir toparlanmasını, Lenin’in 1917’de yazdığı Devlet ve İhtilal’de bulmak mümkün. Konunun bütünlüklü bir biçimde ele alınmasının yanısıra, Devlet ve İhtilal, marksist literatürdeki yeri açısından da önemlidir. Devlet ve İhtilal, ‘Lenin’in geçici bir anarşistliğine denk geldiği’, ‘Bolşevikleri belirlemediği, hiç etkilemediği’ yönünde bazı iddiaların tam tersine, yazıldığı günden beri komünist hareket üzerinde belirleyici bir etkiye sahiptir. Bu gerek Lenin’in ve diğer Bolşeviklerin daha sonra yazdıkları çeşitli eserler, gerek Bolşevik Parti’nin ve Komintern’in program, tezler, kongre kararları gibi çok sayıda resmi belgeleri açısından son derece açıktır. RKP Programı’ndan Komintern Platformu’na, Burjuva Demokrasisi ve Proletarya Diktatörlüğü Üzerine Tezler’den Buharin’in Proletarya Diktatörlüğü Teorisi’ne kadar komünist hareketin bir çok önemli başvuru kaynağı hep Devlet ve İhtilal’in temel tezlerine dayanmıştır. Bu çerçevede, farklı yorumlara açık ifadeler karşısında Devlet ve İhtilal’deki saptamaları esas almak, aynı zamanda marksist literatürün bütünlüğüne sadık kalmanın gereği olarak gözükmektedir.
Lenin, Devlet ve İhtilal’de, genel olarak toplum, devlet ve devrim, özel olarak proletarya devrimi ve proletarya diktatörlüğü, geçiş dönemi, komünizmin alt ve üst evreleri konularında marksizmin temel tezlerini, Marx ve Engels’e başvurarak ortaya koymaktadır. Devlet ve İhtilal’in “Devletin Sönümlenmesinin Ekonomik Temeli” isimli beşinci bölümünde, geçiş, komünizmin ilk evresi ve komünizmin üst evresi ayrı ayrı üç altbölümde incelenmektedir. “Kapitalizmden Komünizme Geçiş” başlığını taşıyan bölümde, komünizme geçiş döneminde devletin proletarya diktatörlüğünden başka bir şey olamayacağı, proletarya diktatörlüğünün halkın çoğunluğu için demokrasi sağlarken sömürücü azınlığı ise bastıracağı anlatılarak devletin ancak komünizmde ortadan kalkacağı söylenmektedir:
“Yalnızca komünist toplumda, kapitalistlerin direnişi tamamıyla ezildiğinde, kapitalistler ortadan kalktığında, sınıflar olmadığında (yani, toplumsal üretim araçlarıyla ilişkileri bakımından toplumun üyeleri arasında fark olmadığında), yalnızca o zaman ‘devletin ... varlığı sona erer,’ ve ‘özgürlükten söz etmek mümkün olur’.” (Lenin, Toplu Eserler, c. 25, s. 467)
“Komünist Toplumun Birinci Evresi” başlığı altında ise, bu dönemde, üretim araçlarının bütün topluma ait olduğu, insanın insanı sömürüsünün imkansız hale geldiği, toplumun her üyesinin çalıştığı miktarı gösteren bir belgeyle, gerekli kesintilerden sonra, emeğinin karşılığı kadar tüketim maddelerinden aldığı, devletin de, sınıflar ortadan kalkmış olduğu için, bu ölçüde sönümlendiği, ama henüz tamamıyla sönümlenmediği anlatılmaktadır:
“... (Genellikle sosyalizm denilen) komünist toplumun ilk evresinde ‘burjuva hak’ bütünüyle değil, yalnızca kısmen, yalnızca o ana kadar gerçekleştirilen ekonomik devrim ölçeğinde, yani yalnızca üretim araçları bakımından ortadan kaldırılmıştır... Ancak, ... toplumun üyeleri arasında ürünlerin dağıtımı ve emeğin paylaştırılmasında düzenleyici (belirleyici öğe) olarak varlığını sürdürür. ...
... ‘burjuva hak’ dışında başka bir standart yoktur. Bu ölçüde, dolayısıyla, hâlâ, üretim araçlarının kamu mülkiyetini güvence altına alırken, çalışmada eşitliği ve ürünlerin dağıtımında eşitliği güvence altına alacak bir devlete ihtiyaç sürmektedir.
Artık kapitalistler, sınıflar olmadığından ve bunun sonucunda hiçbir sınıf bastırılamayacağından, bu ölçekte devlet sönümlenir.
Ama gerçek eşitsizliği kutsayan ‘burjuva hakkın’ güvence altına alınması hâlâ sürdüğünden, devlet henüz tamamıyla sönümlenmemiştir. Devletin tamamıyla sönümlenmesi için tam komünizm gerekir.” (Lenin, Toplu Eserler, c. 25, s. 472)
“Komünist Toplumun Üst Evresi” başlıklı bölümde de komünist toplumun alt ve üst evrelerinin, sosyalizm ve komünizmin karşılaştırılması sürdürülmektedir:
“Komünizmin ‘daha yüksek’ evresi gelinceye kadar, sosyalistler, çalışmanın ölçüsünün ve tüketimin ölçüsünün toplum tarafından ve devlet tarafından en sıkı denetimini talep ederler; ama bu denetim, kapitalistlerin mülksüzleştirilmesiyle, kapitalistler üzerinde işçilerin denetiminin kurulmasıyla başlamalı ve bürokratların devleti değil de silahlı işçilerin devleti tarafından uygulanmalıdır.” (Lenin, Toplu Eserler, c. 25, s. 474)
“Siyasi olarak, komünizmin ilk, ya da alt ve üst evreleri arasındaki fark, zamanla, herhalde, çok büyük olacak; ama şimdi bu farkı dikkate almak komik olur...
Ama sosyalizm ile komünizm arasındaki bilimsel fark açıktır. Genellikle sosyalizm denilen şey, Marx tarafından komünist toplumun ‘ilk’ ya da alt evresi olarak isimlendirilmiştir. Üretim araçları ortak mülkiyet olduğu ölçüde, ‘komünizm’ sözü, bunun tam komünizm olmadığını unutmamamız koşuluyla, burada da geçerlidir....
Komünizm, ilk evresinde, ya da ilk aşamasında, henüz ekonomik olarak bütünüyle olgun ve tamamıyla kapitalizmin geleneklerinden ve izlerinden kurtulmuş olamaz. Böylece, komünizmin, ilk evresinde, ‘burjuva hak dar ufkunu’ koruması ilginç olgusu. Elbette, hakkın standartlarına uyulmasını zorla sağlayabilecek bir aygıt olmadan hakkın hiçbir anlamı olmadığından, tüketim maddelerinin dağıtımı bakımından burjuva hak, kaçınılmaz olarak burjuva devletin varlığını öngörür.
Bundan, komünizm altında, bir süre için, yalnızca burjuva hakkın değil, burjuva devletin de, burjuvazisi olmadan, kaldığı çıkar. (Lenin, Toplu Eserler, c. 25, s. 475-6)
“...komünist toplumun ilk evresi ... Bütün yurttaşlar tek bir ulus çapında devlet ‘tröstünün’ memur ve işçileri olurlar.” (Lenin, Toplu Eserler, c. 25, s. 478)
“Herkes idare etmeyi öğrendiğinde ve gerçekten bağımsız olarak toplumsal üretimi idare ettiğinde, bağımsız olarak hesapları tutup tembeller, kibar takımı, dolandırıcılar ve benzeri ‘kapitalist geleneklerin muhafızları’ üzerinde denetimi sürdürdüğünde ... insan ilişkilerinin basit, temel kurallarına uymak gereği çok kısa sürede alışkanlık haline gelecektir.
Ve o zaman komünist toplumun birinci evresinden üst evresine geçiş için ve onunla birlikte devletin tam sönümlenmesine kapı sonuna kadar açılmış olacaktır.” (Lenin, Toplu Eserler, c. 25, s. 479)
Devlet ve İhtilal’de, kapitalizmden komünizme geçiş sorunu üzerinde, özellikle devletin alacağı nitelikler ve geçireceği dönüşümler açısından ayrıntılı olarak durulmakta; proletarya devrimini hemen takip eden geçiş dönemi, komünist toplumun ilk evresi ve üst evresi birbirlerinden açıkça ayırt edilmekte ve ayrı ayrı incelenmektedirler. Proletarya devriminden sonra, kapitalizmden komünizme geçiş döneminde, proletarya diktatörlüğü altında kapitalistlerin ve sömürücülerin direnişleri kırılmalı, ezilmeli, özel mülkiyet büyük kapitalist işletmelerden başlayarak adım adım proletarya devleti tarafından kamulaştırılmalıdır. Komünist toplumun sosyalizm denilen ilk evresinde, henüz yalnızca üretim araçları toplumsallaşmıştır, tüketim maddeleri bireysel mülkiyettedir; ihtiyaca göre tüketim henüz mümkün değildir, ama artık sömürü imkansız hale gelmiştir; herkes devletin işçisidir, sınıflar yoktur, ama çalışmanın ve ürünlerin eşit dağılımını düzenlemek gerekmektedir, bu yüzden bir sınıfı baskı altında tutmak anlamında sönümlenmiş olan devlet, hâlâ bu eşitliğin gözetimi için varlığını korumaktadır. Komünist toplumun üst evresinde ise, kafa ve kol emeği çelişkisi yok olmuştur, üretici güçlerin gelişimi çok yüksek bir düzeye ulaşmıştır, toplumun, üretimin idaresi insanlar için alışkanlık olmuş, çalışma ihtiyaç haline gelmiştir, artık toplumun üzerinde bir gücün zorlaması olmadan herkesin yeteneği oranında toplumsal üretime katılması, ihtiyacı oranında da tüketim maddelerinden alması gerçekleşebildiğinden, devlete de gerek kalmamış ve tamamıyla sönüp gitmiştir.
Tartışma konusu kavramların en bütünlüklü tanımları için Devlet ve İhtilal’i temel başvuru kaynağı olarak göstermenin yanısıra, Lenin’in çeşitli ifadelerinin de bu teorik bütünlükle uyumlu olduğu eklenebilir. Bunlar arasında hem Ekim Devriminden önce hem de Ekim Devriminden sonra kullanılan ifadeler var. Örneğin 1908’de yazdığı ‘On Dokuzuncu Yüzyılın Bitimine Doğru Rusya’da Tarım Sorunu’ isimli broşüründe şu sözü bulunuyor:
“Sosyalizm, bildiğimiz gibi, meta ekonomisinin ortadan kaldırılmasıdır.” (Lenin, Toplu Eserler, c. 15, s. 138)
Bu ifade, sosyalizmin, meta üretiminin henüz ortadan kalkmamış olduğu geçiş döneminin ismi olarak değil de, bu geçiş dönemiyle ulaşılacak toplumun ismi olarak kabul edilmesiyle uyumludur.
Sosyalizm ve komünizm kavramlarının marksist literatürdeki gelişimini izlerken doğrudan teorik metinlerin yanısıra, Ekim Devriminden sonra Sovyetlerdeki uygulamalara ilişkin nitelemelere yer vermekte de yarar var. Bunların bir kısmı belki yukarıdaki teorik metinlere başvurarak yorumlanmayı gerektirse de, Lenin’in ve Bolşeviklerin soruna yaklaşımlarını ve dayandıkları temel kavramları da gösteriyor.
Lenin, 10 (23) Ocak 1918’de 3. Sovyetler Kongresinde, bir yandan sosyalist Sovyetler Cumhuriyetini kurduklarını söylerken, bir yandan da henüz sosyalizme geçiş döneminde olduklarını vurguluyordu:
“bir sosyalist Sovyetler Cumhuriyetini şimdiden kurduk.
Sosyalizme geçiş dönemine daha yeni girdiğimiz, sosyalizme daha henüz ulaşmadığımız konusunda hiçbir hayale kapılmış değilim. Ama eğer devletimiz bir sosyalist Sovyetler Cumhuriyeti derseniz, haklısınız. ...
Kapitalizmden sosyalizme geçiş dönemini bile tamamlamış olmaktan çok uzağız. ... kapitalizmden sosyalizme giden yolun ne kadar zor olduğunu biliyoruz. Ama Sovyet Cumhuriyetimizin bir sosyalist cumhuriyet olduğunu söylemek görevimizdir, çünkü bu yola koyulduk ve sözlerimiz de boş sözler olmayacak.” (Lenin, Toplu Eserler, c. 26, s. 464)
Bu sözlerle, sosyalizmi hedeflemesi açısından, Sovyet Cumhuriyeti, sosyalist devlet olarak niteleniyor. Bu açıdan, sosyalizme geçiş döneminin devletiyle, komünizmin alt aşaması sosyalizmin devleti arasında bir ayrım yapılmıyor; iki dönemde de devlet, bir bütünlük içinde sosyalist olarak görülüyor. Bu devlet, daha başlangıçta, proletaryanın egemenliği almasıyla oluşurken sosyalist karakter kazanmak ve ancak komünizmin üst aşamasında tamamen yok olmak durumundadır. Ama bu gerekçeyle, sosyalizme geçiş dönemiyle sosyalizmin kendisi arasındaki ayrım gözardı edilmiyor. Tam tersine, bir geçiş dönemiyle sosyalizme ulaşılacağı açıkça belirtiliyor ve öne çıkartılıyor.
Lenin, Mart 1918’de Bolşevik Parti’nin 7. Kongresinde Parti Programı üzerine Buharin’le tartışırken gelişkin sosyalizm olarak komünizme ulaşmak için çok yol olduğu gibi, daha sosyalizme de ulaşmamış olduklarını söylüyordu:
“sosyalist toplumun gelişmiş biçimi, yani komünizm... sosyalizmin devletin varlığının sona erdiği gelişkin biçimi... herkesten yeteneğine göre, herkese ihtiyacına göre ilkesinin o zaman gerçekleşeceğini söylemekten başka bir şey yapamazsın. Ama bu daha çok uzakta... Eğer sosyalizme ulaşırsak, uzun vadede oraya varacağız.” (Lenin, Toplu Eserler, c. 27, s. 147)
Yani komünizm sosyalist toplumun gelişmiş biçimi olarak sosyalizmden farklıdır. Ama daha henüz, değil komünizme, sosyalizme de geçilmemiştir.
Lenin, “Rusya’nın ekonomik sisteminin geçiş niteliği”ne, “Sovyet iktidarının sosyalizme geçişi başarma kararlılığı”na işaret ettiği, Mayıs 1918’de yazdığı “Sol” Çocukluk ve Küçük-Burjuva Zihniyeti isimli (ve daha sonra Ayni Vergi isimli yazısında da aktardığı) makalesinde, “mevcut sistemin hem kapitalizmin hem sosyalizmin unsurlarını barındırdığını” söylüyor:
“Rusya’nın ekonomik sistemi... geçiş karakteri... Sosyalist Sovyet Cumhuriyeti teriminin, yeni ekonomik sistemin sosyalist düzen olarak kabul edilmesini değil, Sovyet iktidarının sosyalizme geçişi başarma kararlılığını ifade etmesi... ekonomiye uygulandığı biçimiyle mevcut sistemin hem kapitalizmin hem sosyalizmin unsurlarını, parçalarını, kırıntılarını barındırması... bugün Rusya’da varolan çeşitli sosyo-ekonomik yapıları gerçekte oluşturan unsurlar...
Bu unsurları sıralayalım:
1) ataerkil, yani önemli ölçüde doğal köylü çiftçiliği;
2) küçük meta üretimi (bu, tahıllarını satan köylülerin çoğunluğunu kapsar);
3) özel kapitalizm;
4) devlet kapitalizmi;
5) sosyalizm.” (Lenin, Toplu Eserler, c. 27, s. 335-6)
Burada Lenin, Ekim Devriminden kısa bir süre sonra, mevcut ekonomik yapıya ilişkin olarak, küçük meta üretimi ve kapitalizmin yanısıra sosyalizmi sayıyor. Bu anlatıma uygun teorik yaklaşım ise, ne kapitalizmin, meta üretiminin varlığını sürdürdüğü bu dönemin sosyalizm olarak adlandırılması, ne de kapitalizmin tasfiyesiyle sosyalizmden önce üçüncü bir toplum biçiminin ortaya çıkması; buna karşılık Devlet ve İhtilal’deki anlayışa uygun olarak kapitalizmin ve sosyalizmin birlikte bulunduğu, sosyalizmin giderek kapitalizmi tasfiye etmekte ve böylece onun yerini almakta olduğu bir geçiş dönemidir.
Lenin, geçiş dönemini incelediği Ekim 1919 tarihli, Proletarya Diktatörlüğü Döneminde Ekonomi ve Politika isimli makalesinde de komünizme geçiş dönemini şöyle tanımlıyor:
“kapitalizm ile komünizm arasında, bu her iki toplumsal ekonomi biçiminin özelliklerini ve niteliklerini birleştirmesi gereken belli bir geçiş dönemi uzanır. Bu geçiş dönemi, ölen kapitalizm ile doğan komünizm arasında –ya da bir başka deyişle, yenilmiş ama yok edilmemiş olan kapitalizm ile doğmuş ama henüz çok zayıf olan komünizm arasında– bir mücadele dönemi olmalıdır.” (Lenin, Toplu Eserler, c. 30, s. 107)
Sonra bu tanıma uygun olarak Rusya’da, ölen kapitalizm karşısında doğan komünizmin ilk adımlarını tasvir ediyor:
“Rusya’da emek, birincisi, üretim araçlarının özel mülkiyeti ortadan kaldırıldığı ve ikincisi de, proleter devlet iktidarı, devlet malı topraklar ve devlet malı işletmelerde büyük üretimi ulusal çapta örgütlediği, emek gücünü çeşitli üretim dalları ve çeşitli işletmeler arasında dağıttığı ve çalışan halk arasında da büyük miktarlarda, devlete ait tüketim maddeleri dağıttığı ölçüde, komünist bir biçimde birleşmiştir.” (Lenin, Toplu Eserler, c. 30, s. 108-9)
Bu sözlerde sosyalizm ve komünizm, komünizmin alt ve üst aşamaları ayrımları yapılmasa da, kapitalizm tasfiye edildikçe, bu ölçüde komünizme geçilmekte olduğu vurgulanmakta, proleter devlet tarafından devlet işletmelerinde ulusal ölçekte örgütlenen üretim ve dağıtım komünist olarak nitelenmektedir. Diğer anlatımlarla tutarlı olması açısından buradaki komünizm deyimi, yeni toplumun üst aşaması değil bütünü olarak anlaşılmalıdır. Böyle kullanıldığı biçimiyle komünizme geçiş ile sosyalizme geçiş deyimleri de aynı anlamı taşımaktadırlar.
Lenin, bu makalesinde geçiş dönemini sınıfların ortadan kaldırılması ve proletarya diktatörlüğü açılarından değerlendirmektedir:
“Sosyalizm sınıfların ortadan kaldırılması demektir.
Sınıfların ortadan kaldırılması için, önce, toprak sahiplerini ve kapitalistleri devirmek gerekir. Görevimizin bu kısmı başarılmıştır, ama bu sadece bir kısmıdır, üstelik de en zor kısmı değildir. Sınıfları ortadan kaldırmak için, ikincisi, fabrika işçisi ile köylü arasındaki farklılığı ortadan kaldırmak, bunların hepsini işçi yapmak gerekir.” (Lenin, Toplu Eserler, c. 30, s. 112)
“Sosyalizm, sınıfların ortadan kaldırılması demektir. Proletarya diktatörlüğü, sınıfları ortadan kaldırmak için elinden geleni yapmıştır. Ama sınıflar bir vuruşta ortadan kaldırılamaz.
Ve proletarya diktatörlüğü çağında sınıflar hâlâ durmaktadır ve duracaktır. Sınıflar yok olunca diktatörlük gereksiz hale gelecektir. Proletarya diktatörlüğü olmadan yok olmayacaklardır.” (Lenin, Toplu Eserler, c. 30, s. 114-5)
Sosyalizmin sınıfların kaldırılması olduğunu söylemek, sosyalizm ve komünizm arasında, yeni toplumun alt ve üst aşamaları arasında fark olmadığı anlamına gelmez. Buradan da öteye, geçiş dönemi, proletarya diktatörlüğü dönemidir, sınıfların ortadan kaldırılması dönemidir. Proletaryanın sınıfları ortadan kaldırmak için ihtiyaç duyduğu diktatörlüğü, sınıflar yok olunca bu açıdan gereksizleşecektir. Ama bu sosyalizmde devletin olmaması biçiminde anlaşılmamalıdır. Sosyalizmde, yani komünizmin alt aşamasında devlet, Devlet ve İhtilal’de denildiği gibi, sınıflar kaldırılmış olduğu için, bu ölçüde sönümlenmiş, buna karşılık, üretim araçları üzerinde kamu mülkiyetini korumak ve çalışmanın ve ürünlerin eşit dağıtımının gözetimini sağlamak için varlığını sürdürmektedir.
Lenin, Ekim Devriminden dört yıl sonra, ‘Savaş Komünizmi’ döneminin aşırılıklarını belirtirken komünizme geçiş için aşamalar sıralıyor:
“Bir küçük-köylü ülkesinde, doğrudan proleter devletin emrettiği gibi ürünlerin devlet üretimini ve devlet dağıtımını komünist çizgiler üzerinde örgütleyebileceğimizi bekledik – ya da gereğince düşünmeden varsaydık demek belki daha doğru olur. Deneyim yanıldığımızı gösterdi. Komünizme geçişe hazırlık –yıllarca çabayla hazırlık– için birçok geçiş aşaması –devlet kapitalizmi ve sosyalizm– gerekli gözüküyor.” (Lenin, “Ekim Devriminin Dördüncü Yıldönümü”, Toplu Eserler, c. 33, s. 58)
Ayrıca Lenin’in proleter devletin işletmelerinden öteye –belirli koşullar içerisinde– kolektif işletmeleri de sosyalist olarak kabul ettiği sözleri bulunuyor:
“Şimdiki sistemimizde, kooperatif işletmeler, kolektif işletmeler oldukları için özel kapitalist işletmelerden farklıdırlar, ama üstünde bulundukları toprak ve üretim araçları devlete, yani işçi sınıfına aitse, sosyalist işletmelerden farklı değildirler.” (Lenin, Toplu Eserler, c.33, s. 473)
Lenin’in 1923 tarihli Kooperatifçilik Üzerine isimli makalesindeki bu sözleri de, yine o dönem kapitalizmin ve meta üretiminin tasfiye edilip özel işletmelerin yerine, gerek Sovyet devlet işletmelerinin, gerek kolektif işletmelerin geçmesiyle, sosyalizmin kurulmakta olduğu değerlendirmesine uygundur.
Marksist literatürde, dünya komünizmi hedefine ilerlemenin aşamaları, geçiş dönemi, sosyalizm ve komünizm kavramlarını ele alırken, Buharin’in 1920’de yazdığı Geçiş Dönemi Ekonomisi’ndeki komünizme geçiş sorunu üzerine değerlendirmelerine deyinmekte yarar var. Buharin bu kavramları şöyle kullanıyor:
“Komünizm, geçiş döneminin biçimi değil, onun tüketilmesidir. Bütün parçaları birbiriyle uyumlu olarak inşa edilmiş, sınıfsız, devletsiz bir yapıdır. Yalnızca orada, ilk defa olarak, mutlak olarak birleşmiş ve örgütlü bir ‘bütün’ ortaya çıkar. Evrimi içerisinde, proletarya diktatörlüğü komünizme ‘olgunlaşır’ ve toplumun devlet örgütlenmesiyle birlikte ölür. Kapitalizmden sosyalizme geçiş proletaryanın yoğunlaşmış gücü –proletarya diktatörlüğü kaldıracı– tarafından gerçekleştirilir.” (Buharin, Geçiş Döneminin Politikası ve Ekonomisi, s. 135)
Burada, kapitalizmden sosyalizme geçişin proletarya diktatörlüğü aracılığıyla olacağı söylenirken, komünizm de sınıfsız, devletsiz toplum olarak tanımlanmaktadır. Aynı eserde, geçiş döneminde, proletarya diktatörlüğü tarafından meta ekonomisinin tasfiyesi süreci de ayrıntılarıyla anlatılmaktadır.
“üretim sürecinin mantıksızlığı kayboldukça, yani anarşik öğenin yerine bilinçli toplumsal denetim mekanizması getirildikçe, meta da ürüne dönüşür ve meta karakterini kaybeder.
... değer, dengedeki bir kapitalist meta sisteminin bir kategorisi olarak, meta üretiminin önemli ölçüde yok olduğu ve dengenin olmadığı geçiş döneminde, hiç de yararlı değildir.
... fiyatın değer ilişkisine dayanmadığı hayali biçim. Burada fiyat mutlak olarak değerden kopuk. Sonuçta, geçiş döneminde, hayali biçim durumu kaçınılmaz olarak tipik duruma yaklaşır.
... geçiş döneminde, meta sisteminin ortadan kaldırılması sürecinde, paranın ‘kendini-inkarı’ süreci meydana gelir.
... İşçi sınıfı egemen sınıf olduğu için, ücretli emek ortadan kalkar ve ücretli emek bulunmadığı için de, emek gücünün kapitaliste satıldığı fiyat olarak ücretler de bulunmaz. Yalnızca ücretlerin dış kabuğu korunmuştur – parasal sistemle birlikte kendisini yok etmeye yönelen parasal biçim. Proletarya diktatörlüğü altında, ‘işçiler’ ücret değil toplumsal-emek payı alırlar.
Benzer biçimde, kâr kategorisi de, aynı şekilde artık-değer kategorisi de yok olurlar...” (Buharin, Geçiş Döneminin Politikası ve Ekonomisi, s. 154-6)
Burada geçiş dönemi, meta üretiminin ortadan kaldırılmakta olduğu dönem olarak anlatılmakta ve üretim anarşisi, değer, para, ücret, kâr, artık-değer gibi öğelerin yok oluşları tasvir edilmektedir. Bu ifadelerde bir ölçüde, ‘Savaş Komünizmi’ döneminin etkisi görülebilirse de, bunların, sonraları sosyalizmi meta ekonomisiyle, piyasa ilişkileriyle birleştirmeye çalışan eğilimlerin tam karşıtı yönde saptamalar oldukları, söz konusu piyasa sosyalizmi anlayışını dıştaladıkları açıktır.
Komintern’in Temmuz-Ağustos 1920’de toplanan 2. Kongresinde kabul edilen Tüzüğünün 1. maddesi, Komünist Enternasyonal’in amacını ifade ederken proletarya diktatörlüğü – sosyalizm – komünizm arasındaki ilişkiyi de tanımlamaktadır:
“Yeni Uluslararası İşçiler Derneği, değişik ülkelerin proleterlerinin tek ve aynı hedefi –kapitalizmi yıkma, sınıfları bütünüyle ortadan kaldırmaya ve komünist toplumun birinci aşaması sosyalizmi gerçekleştirmeye yol açacak proletarya diktatörlüğü ve uluslararası sovyetler cumhuriyetini kurma hedefini– güden ortak eylemini örgütlemek için kurulmuştur.” (Tezler, Kararlar ve Bildirgeler, s. 124)
Buradaki ifadeye göre de, sosyalizm komünist toplumun ilk evresidir ve proletarya diktatörlüğü tarafından, sovyet cumhuriyeti tarafından sınıflar ortadan kaldırılarak gerçekleştirilecektir.
Komintern Programında ise, komünizm ve geçiş dönemi olarak proletarya diktatörlüğü dönemi ayrı bölümlerde anlatılmaktadır. Programın komünizmin anlatıldığı 3. bölümünün başlığı “KOMÜNİST ENTERNASYONAL’İN NİHAİ HEDEFİ: DÜNYA KOMÜNİZMİ”dir. Bu bölümde genel hatlarıyla nihai hedef komünizm açıklanmaktadır:
“Komünist düzen, toplumun sınıflara bölünmesine son verir; yani üretim anarşisine son vererek, insanın insan tarafından ezildiği ve sömürüldüğü bütün biçimleri ortadan kaldırır. ...
Komünist dünya sistemi, üretim araçları üzerindeki özel mülkiyeti kaldırıp bunları kamu mülkiyetine dönüştürür dönüştürmez, dünya pazarının temel güçlerinin ve rekabetin plansız egemenliğinin, toplumsal üretimin körü körüne gelişmesi yerine, bütünün hızla büyüyen ihtiyaçlarına uygun olarak üretimin toplumsal-planlı biçimde düzenlenmesi geçer. Üretim anarşisi ve rekabetin ortadan kaldırılması konusunda, yıkıcı bunalımlar ile ondan daha da yıkıcı olan savaşlar kaybolur. Üretici güçlerin muazzam ölçülerde israfı ve toplumun sancılı gelişmesi yerini, bütün maddi zenginliklerin düzenli kullanımına ve üretici güçlerin sınırsız, uyumlu ve hızlı bir biçimde serpilmesi sonucu ekonominin rahatça gelişmesine bırakır.
... Çalışma, salt bir yaşama aracı iken hayatın en başta gelen ihtiyacı durumuna gelir. ... insanların işbölümü içindeki hiyerarşileri ve bununla birlikte kafa – kol emeği arasındaki karşıtlık da kaybolur; ve nihayet, cinsiyetler arasındaki toplumsal eşitsizliğin bütün izleri ortadan kalkar. Aynı zamanda, sınıf egemenliğinin organları, her şeyden önce devlet zoru kaybolur; sınıf egemenliğinin cisimleşmesi olarak devlet, sınıfların giderek kaybolması ölçüsünde yok olur.
... kent – kır karşıtlığının ortadan kalkışı... toplumsal emeğin yüksek bir üretkenliğe ulaşması...
Komünist dünya toplumunun üretici güçlerinin gelişmesi, bütün insanlığın refah düzeyinin yükseltilmesini ve maddi üretime hasredilen zamanın büyük ölçüde kısaltılmasını mümkün kılar ve böylelikle kültür alanında tarihte görülmemiş bir çiçek açma dönemi başlatır. ...” (III. Enternasyonal, Belgeler, s. 147-9)
Aynı bölümde komünizmin aşamalarından söz edilmekte ve üst evreden önce geçilecek ilk evre olarak sosyalizm anlatılmaktadır:
“Komünist toplumun artık kendi öz temeli üzerinde geliştiği, insanın çok yönlü gelişmesiyle birlikte toplumsal üretici güçlerin de muazzam bir atılım gösterdiği ve toplumun, sancakları üzerine ‘Herkesten yeteneğine göre, herkese ihtiyacına göre’ sloganını yazdığı, komünizmin en üst basamağı tarihi önkoşul olarak gelişiminin daha aşağı bir evresinden sosyalizm evresinden geçer. ... Sosyalizmin üretici güçleri, emek ürünlerinin tek tek herkesin ihtiyaçlarına göre dağılımını mümkün kılacak ölçüde gelişmemiştir henüz. Dağılım daha çok, çalışmaya göre gerçekleşir. İşbölümü, yani belirli insan gruplarına belirli iş fonksiyonlarının yüklenmesi, burada henüz aşılmamıştır, özgül olarak, kafa ve kol emeği arasındaki karşıtlık temelde sürmektedir. Sınıfların kaldırılmasına rağmen toplumun eskiden sınıflara bölünüşünün kalıntıları, dolayısıyla, proleter devlet iktidarı zor ve hukukun kalıntıları sürmektedir. ... Ortadan kaldırılamamış ve aşılamamış bir karşıtlık da kent ile kır arasındaki karşıtlıktır. ...” (III. Enternasyonal, Belgeler, s. 149)
Komintern Programının geçiş dönemi ve proletarya diktatörlüğünün anlatıldığı 4. bölümünün başlığı ise, “KAPİTALİZMDEN SOSYALİZME GEÇİŞ DÖNEMİ VE PROLETARYA DİKTATÖRLÜĞÜ”. Bu ifade, geçiş dönemini sosyalizmi de içeren bir biçimde yorumlamaya izin vermeyecek kadar nettir ve açıkça komünizmin ilk aşaması olan sosyalizmden ayrı, sosyalizmin kendisine geçilmekte olunduğu bir geçiş dönemi tanımlamaktadır. Bu dönemin aynı zamanda proletarya diktatörlüğü dönemi olduğunun saptanmasıyla başlayan bu bölümde, proletarya diktatörlüğünün biçimi olarak Sovyetlerden, mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmesine, proletarya diktatörlüğünde sınıfların konumlarına, kültür devrimine kadar çeşitli boyutlara yer verilmektedir. Bu başlıklar altında sayılanlar, aynı zamanda komünizmin alt ve üst aşamalarından farklı olarak geçiş döneminin özelliklerini de içermektedir:
“Kapitalist toplumla komünist toplum arasında, birinden ötekine devrimci dönüşüm dönemi yer alır. Bu döneme tekabül eden siyasal geçiş döneminde devlet, proletaryanın devrimci diktatörlüğünden başka bir şey olamaz.” (III. Enternasyonal, Belgeler, s. 150)
“İktidarın proletarya tarafından fethedilmesi, sosyalist ekonomi biçimlerinin gelişmesinin ve proletaryanın kültürel büyümesinin önkoşuludur. ...
Bir bütün olarak geçiş dönemi, sömürücülerin direncinin acımasızca kırılmasıyla, sosyalizm yapısının örgütlenmesiyle, insanların kitle halinde sosyalizm ruhuyla biçimlendirilmesiyle ve sınıf ayrımının adım adım aşılmasıyla karakterize edilir.” (III. Enternasyonal, Belgeler, s. 151)
“Muzaffer proletarya, fethettiği iktidarı ekonomik devrimin kaldıracı olarak, yani kapitalist mülkiyet ilişkilerinin sosyalist üretim tarzı ilişkilerine devrimci tarzda dönüştürülmesi amacıyla kullanır. Bu dev ekonomik devrimin çıkış noktasını büyük toprak sahipleri ile kapitalistlerin mülksüzleştirilmeleri, yani burjuvazinin tekelci mülkiyetinin proletarya devletinin mülkiyetine dönüştürülmesi oluşturur.” (III. Enternasyonal, Belgeler, s. 155)
“... pazar ilişkileri temeli üzerinde sosyalist büyük sanayi ile basit meta üreticilerinin küçük ekonomileri arasında doğru bağıntı ... Küçük ekonomilerin özgül ağırlığı ne kadar az, toplumsallaştırılmış çalışmanın payı, yoğunlaştırılmış ve sosyalleştirilmiş üretim araçlarının ekonominin bütünü içersinde oranı ne kadar çoksa, pazar ilişkilerinin çapı o kadar küçük, anarşiye karşı düzenli ekonomik planın önemi o kadar büyük, üretim ve dağıtımın planlı yönetimi o kadar önemli ve geniş kapsamlı olacaktır.” (III. Enternasyonal, Belgeler, s. 161)
“... proletarya diktatörlüğü altında pazar ilişkileri, gelişmeleri içinde kendilerini ortadan kaldıracak olan öğeleri taşırlar. ... genelde pazar ilişkilerinin aşılması sürecini teşvik ederler.” (III. Enternasyonal, Belgeler, s. 162)
“Proletaryanın diktatörlüğü, onun sınıf mücadelesinin yeni koşullar altında devamıdır.” (III. Enternasyonal, Belgeler, s. 163)
“devrim ... deviren sınıf ancak devrimle kendini eski toplumun pisliğinden temizleyebileceği ve böylece yeni bir toplum kurma yeteneğini kazanabileceği için de zorunludur. ...
Proletarya, ancak bütün toplumsal ‘komuta konumlarına’ en ileri unsurlarını getirebildiği ölçüde, ancak bu unsurların (proletaryanın ‘ileri’ ve ‘geri’ tabakaları arasındaki ayrımını sonunda ortadan kaldıracak şekilde), proletarya sınıfının gittikçe daha fazla yeni öğesini kültürel dönüşüm süreci içine çekerek büyüdüğü ölçüde, sadece bu ölçüde, sosyalizmin muzaffer biçimde inşa edilmesini sağlayacak ve bürokratik çürümeye ve sınıfsal yozlaşmaya karşı set çekecektir.” (III. Enternasyonal, Belgeler, s. 167)
Burada anlatılanlar, proletarya diktatörlüğü eliyle sınıfların ortadan kaldırılması, kapitalizmin, pazar ilişkilerinin yerini sosyalist üretimin alması, proletaryanın sosyalist kültürel dönüşümü, bütün bunlar, geçiş döneminin en temel özelliklerine ilişkin. Aynı zamanda da bunlar, komünizmin hem üst evresinden hem de alt evresi sosyalizmden farklı bir dönem olarak, proletarya diktatörlüğü tarafından kapitalizmin, meta üretiminin, sınıfların tasfiye edilerek sosyalizmin kurulmakta olduğu geçiş dönemini, diğer bir deyişle kapitalizmden sosyalizme geçiş dönemini de ayırt etmiş oluyor.
Başta Devlet ve İhtilal olmak üzere, kapitalizmden komünizme geçiş sorununun bütünlüklü olarak ele alındığı birçok temel eserde, gerek kapitalizmden sosyalizme geçiş dönemi, gerek komünist toplumun alt evresi olarak sosyalizm, gerekse tam gelişmiş komünizm, birbirlerinden farklı özellikleriyle netçe ayırt edilmektedir. Uygulamalara ilişkin değerlendirmelerin yer aldığı çeşitli metinlerdeki yaklaşımların da bu teorik çerçeveyle uyumlu olduğunu gözlemlemek mümkün. Ancak yukarıdaki diğer bazı örneklerde olduğu gibi, her yerde söz konusu deyimlerin birbirlerinden ayrımları aynı kesinlikte değil. Henüz sorunun ayrıntılandırılmamış olduğu metinlerde, ya da soruna farklı düzeylerden bakılan metinlerde bu ayrımların aynı netlikte çizilmemiş olduğunu söylemek mümkün.
Gelecek toplumun kapitalizmle karşılaştırıldığı yerlerde, yeni toplumun, alt ya da üst evrelerinin ayırt edilmeyip, aynı anlama gelmek üzere sosyalizm ya da komünizm olarak adlandırıldığı görülebilir. Aynı şey, proletarya diktatörlüğünün yaşatılması ya da kapitalizmin yıkılması sorunlarının üzerinde durulduğu ve komünist toplumun kendi evrelerinin henüz önem taşımadığı yerlerde de söz konusu. Buna karşılık, soruna devletin tamamıyla yok olması, devletsizlik açısından bakıldığında, proletarya diktatörlüğü olarak biçimlenen ve başlangıçtan itibaren sosyalist olarak nitelenen devletin tam komünizmde, komünist toplumun üst evresinde ortadan kalkmış olacağının vurgulanmasına paralel olarak sosyalizme geçiş dönemi ile komünizmin alt evresi arasındaki ayrım önemsizleşir, bu iki ayrı dönemin de geçiş özellikleri öne çıkar. Hangi çerçevede kullanılmış olduklarını göz önünde tutmak koşuluyla, bu aynı ifadeleri tekrarlamanın zararı olmaz.
Ayrıca günümüzde, kapitalizmin gelişkinliği koşullarında, sosyalizme geçiş dönemi göreli olarak kısa süreli öngörülebilir. Ama bu nedenle ya da ikisinin de geçiş özellikleri taşıdıklarına dayanarak sosyalizme geçiş dönemiyle komünizmin alt evresi arasındaki ayrımları silip bunları tek ve aynı bir dönem olarak ele almak veya komünizmin alt ve üst evreleri arasındaki ayrımları küçümseyip geçiş döneminde sosyalizmden başka kurulmakta olan farklı bir toplum, üçüncü bir toplum biçimi aramak, yazının başlangıcında işaret edildiği gibi, sınıf mücadelesinin komünizme yönelmesi açısından zararlı siyasi sonuçlara yol açar.
Söz konusu sosyalizm anlayışları ele alındığında, gerek piyasa sosyalizmi anlayışının, gerek sınıflı sosyalizm anlayışının, geçiş dönemiyle sosyalizm arasındaki ayrımı gözardı ederek sosyalizmi geçiş dönemi olarak gören bir yaklaşımı kendilerine teorik dayanak alırken, tek ülkede sosyalizmin imkansızlığı gerekçesiyle sosyalizmden önce bir de geçiş toplumu kurulduğunu savunan anlayışın ise, sosyalizm ve komünizm arasındaki ayrımı gözardı eden bir teorik zemine dayandığı ortaya çıkar. Dolayısıyla bu sosyalizm anlayışlarının sosyalizm mücadelesinin hedeflerine ilerlemesinin önüne çıkardıkları engellemelere ya da saptırmalara karşı mücadele edebilmek açısından teorik dayanaklarını da açıklığa kavuşturmak gerekir. Bu yüzden, komünizme geçiş sorununa ilişkin olarak teorik netliğe sahip olmak ve geçiş dönemi – sosyalizm – komünizm arsındaki teorik ayrım çizgilerini bulanıklaştırmamak, bu ayrımları korumak büyük önem taşır.
K. Marx, F. Engels, Seçme Yapıtlar, Sol Yayınları, Ankara, 1976-1979
F. Engels, Anti-Dühring, Sol Yayınları, Ankara, 1977
V. I. Lenin, Collected Works (Toplu Eserler), Progress Publishers, Moscow, 1977
N. I. Buharin, The Politics and Economics of the Transition Period (Geçiş Döneminin Politikası ve Ekonomisi), Routledge & Kegan Paul, London, 1979
Theses, Resolutions and Manifestos of the First Four Congresses of the Third International (Üçüncü Enternasyonalin İlk Dört Kongresinin Tezler, Kararlar ve Bildirgeleri), Pluto Press, London, 1983
III. Enternasyonal, Belgeler 1919-1943, Belge Yayınları
L. Trotski, İhanete Uğrayan Devrim, 4/8/1936, Enternasyonal Yayınları, Bruxelles
The Road to Communism, Documents of the 22nd Congress of the Communist Party of the Soviet Union, October 17-31, 1961 (Komünizmin Yolu, Sovyetler Birliği Komünist Partisi 22. Kongre Belgeleri, 17-31 Ekim 1961), Foreign Languages Publishing House, Moscow
P. M. Sweezy, C. Bettelheim, On The Transition To Socialism (Sosyalizme Geçiş Üzerine), Monthly Review Press, New York, 1971
KASIM 2001
1
ÖNE ÇIKANLAR
NEYDİ VE NEDEN ÇÖKTÜ?
SSCB’NİN KARAKTERİ ÜZERİNE BİR ÇÖZÜMLEME
Süha ILGAZ
Ütopya Yayınevi
KİTAPÇILARDA
Kurtuluş hareketinde olduğu gibi, genel olarak Türkiye sosyalist hareketinde de, yaşamıyla, mücadelesiyle, görüşleriyle özel bir yer tutan, yazarımız, yoldaşımız İsmet Öztürk’ü 19 Kasım 2011 günü kaybetmiştik. Vasiyet ederek bedenini bilimin hizmetine sunduğu Pamukkale Üniversitesi’nde görevi sona erince, O’nu 20 Haziran 2015 günü Rumelikavağı’nda, yoldaşlarının, dostlarının katılımıyla, kızı Ekin’in yanına, doğaya uğurladık.
İSMET ÖZTÜRK YAŞAMI, MÜCADELESİ VE GÖRÜŞLERİ İLE YOL GÖSTERİYOR
SOVYETLER BİRLİĞİ’NİN KARAKTERİNE İLİŞKİN FARKLI DEĞERLENDİRMELER
Sovyetler Birliği eleştirileri ve değerlendirmeleri, işçi sınıfının yeni sosyalizm deneyimlerine yol gösterecek komünizmin geliştirilmesi açısından önem taşır.
GEÇMİŞİN DEĞERLENDİRİLMESİ: KURTULUŞ’UN ‘YOL AYRIMI’
Çeşitli ‘yol ayrımları’ sonucu bölünmeler ve farklı yönlerde sapmalar yaşayan Kurtuluş hareketinin teori, pratik ve örgütlenmesinin, belirleyici dönüm noktalarıyla ele alınarak “proletarya partisi” hedefi açısından irdelendiği geçmiş değerlendirmesi, “İşçi Sınıfının Komünist Programı İçin Temel İlkeler” metniyle ileri sürülen perspektifin oluşumunda önemli rol sahibidir.
İşçi Sınıfının Komünist Programı İçin TEMEL İLKELER
Komünist programın üretilmesi çalışmalarına yol göstermek amacıyla hazırlanan “Temel İlkeler”, işçi sınıfının komünizm mücadelesinde ulaştığı en ileri örgütsel düzeye karşılık gelen Komünist Enternasyonal’in üzerinde kurulduğu politik çizgiyi ifade etme iddiasıyla, bütün sosyalistleri, işçi sınıfının mücadelesine önderlik etmek üzere komünizmi benimsemeye çağırmaktadır.
SİTE HARİTASI
sayı 2 /
sayı 3 /
sayı 4 /
sayı 10 /
sayı 12 /
sayı 13 /
sayı 14 /
Tezkere /
Pakistan /
SDP /
Geçmiş: Kurtuluş / / (formalı)
Anayasa /
Sovyetler Birliği / / (formalı)
İNTERNET SİTESİ ve
ELEKTRONİK POSTA
ADRESLERİ
internet sitesi:
kurtulussosyalistdergi.awardspace.info
erişim sayfası:
kurtulussosyalistdergi.blogspot.com
elektronik posta:
kurtulussosyalistdergi@gmail.com